Shen Dai, Qiu Qiu’yu da alarak Pekin’e geri döndü. Qiu Qiu’yu Lancheng’de bırakmak ve kendi başına çalışmak istemişti. Ne de olsa henüz çok küçük olduğundan uçağa binmesi sakıncalı olabilirdi. Ama büyükannesi Qiu Qiu’yu görmeyi çok istiyordu ve Qiu Qiu da babası olmadan yapamazdı.
İki saatlik uçuşun yarısında Qiu Qiu ağlamıştı. Bu muhtemelen Shen Dai’nin hayatındaki en utanç verici andı. Çevresindeki yolcuların sabırsız şekilde üfleyip püfleyişlerini ve kınayan bakışlarını açıkça fark ediyordu. Bazı insanlar da, onun duyabileceği kadar yüksek bir sesle, “Bu kadar küçük bebekle uçağa binilir mi?” tarzından şeyler söyleyerek şikayet ediyorlardı. Bir zamanlar toplu taşımayı kullandığında, en çok çocuklu insanların yanına oturmaktan korkardı. Bu yüzden diğer yolcuların ona öfkelenmesini anlayabiliyordu ama yine de utanmış hissediyordu. Sanki her saniye dikenlerin üstünde oturuyormuş gibiydi.
Sonunda varış noktasına ulaştıktan sonra, uçaktaki basınç farkı geçtiği için Qiu Qiu uykuya daldı.
Takside oturan Shen Dai mışıl mışıl uyuyan Qiu Qiu’ya baktı. Göz kapakları kızarmış ve şişmiş, kirpikleri ıslanmıştı ve minik ağzı da nefes alırken hafifçe açılıp kapanıyordu. Kendi kendine bu kadar küçücük bir çocuk nasıl uzun süre ağlayabilir ki? diye düşündü. Shen Dai parmaklarıyla Qiu Qiu’nun yüzünü nazikçe okşadı ve iç çekti.
Ama sonrasında taksicinin sözleri Shen Dai’yi daha da rahatsız etti, “Bu çocuk birkaç aylık mı? Sadece bir omega babası mı var?”
Shen Dai dikiz aynasından taksicinin ona acıyarak bakan gözleriyle karşılaştı ve tekrar dışarıya bakarak sadece, “Mm,” dedi.
―
Shen Dai evine çok yakın bir otelde kalıyordu. Otele giriş yaptıktan çok kısa bir süre sonra büyükannesi geldi. Hem yaşı ilerlemişti hem de hastaydı ve tek başına dışarı çıkabilmesi hiç kolay değildi. Birbirlerini görür görmez ikisinin de gözleri doldu. Büyükannesi Shen Dai’ye sarıldığı anda gözyaşlarına boğuldu.
Sakinleştikten sonra büyükannesi hemen yataktaki Qiu Qiu’ya yöneldi. Bebeği kucaklıyor ve öpücüklere boğuyordu. Qiu Qiu’yu o kadar çok sevmişti ki, ne yapacağını şaşırmıştı. Qiu Qiu’nun da büyükanneye karşı doğal bir sevgi duyuyordu. Sevimli gülümsemesi herkesin kalbini eritebilirdi.
Geçen yıl ne yaptıkları konusunda sohbet etmeye başladılar.
Bu süre zarfında Shen Dai, büyükannesiyle hep gizlice iletişime geçmişti. Shen Dai’nin talebine uyarak onun nerede olduğu ve Qiu Qiu’nun varlığı konusunda sessiz kalmıştı. Shen Qin’in Shen Dai’ye yaptıklarını öğrendikten sonra çok kızmıştı ama oğlunun bakımına muhtaç durumdaydı. Tek yapabildiği Shen Dai’nin Qu Moyu’nun bebeğini doğurmuş olduğunu saklamaktı. Aksi takdirde Shen Qin paranın kokusunu alır almaz harekete geçerdi.
Shen Dai bu sefer geri döndüğünde, Shen Qin’e haber vermek niyetinde değildi. Yapması gereken iki tane şey vardı; birincisi istifasını vermek, ikincisi de büyükannesini Lancheng’e taşınması için ikna etmekti.
Fakat büyükannesi tereddüt ediyordu.
Büyükanne Qiu Qiu’nun minik tombul elini tuttu ve iç çekti, “Elden ayaktan düştüm artık, Qiu Qiu’yla güzelce ilgilenebileceğimden şüpheliyim.”
Shen Dai aceleyle cevap verdi, “Ben zaten bir bakıcı buldum.”
“O zaman sadece bir külfetten ibaret olurum,” dedi büyükanne ve sıkıntılı gözlerle Shen Dai’ye baktı, “Hala çok gençsin. Tek başına çocuk büyütmeye çalıştığın yetmiyormuş gibi bir de hasta ve yaşlı birine mi bakacaksın?”
Shen Dai hafifçe gülümsedi, “Yeni işimin maaşı kesinlikle buradaki kadar iyi olmasa da yine de geçinebileceğimiz kadar yüksek. Bunun ana nedeni, Lancheng’deki tüketimin düşük olması. Evim zaten bir arkadaşıma ait ve kiram da ortalamadan daha düşük. Bu yüzden hiç sorun değil.”
“Bu sadece para meselesi değil. Kariyerinle ve çocuğunla ilgilenmen gerekiyor. Bir de üstüne yaşlı bir kadın eklersen, ayakta duramazsın. Ah Dai çok fazla çalıştın zaten, sana bir dert de ben ekleyemem,” dedi büyükanne gülümseyerek, “Bir oğlum var ve annesinin bakımı onun sorumluluğunda, senin değil. Senin yalnızca kendi bebeğinle ilgilenmen lazım.”
Shen Dai, büyükannenin sevgi dolu gözlerine baktı ve tüm kalbi sıkışmaya başladı. Büyükannesinin haklı olduğunu biliyordu ama onunla ayrılmak konusunda isteksizdi. Qiu Qiu olmasaydı, hayattaki ilk görevi büyükannesine iyi bir hayat sunmak olurdu, “Büyükanne, zor olacağını biliyorum ama sana bakabilirim. Doğru düzgün bir işim olmadığında bile sana bakabiliyordum. Ailecek bir arada olduğumuz sürece tüm zorlukların üstesinden gelebiliriz.”
Büyükannesi başını salladı, “Ah Dai, sen çok güzel bir kalbe sahipsin. Büyükannen seninle hep gurur duydu ama seni daha fazla geriye çekmek istemiyorum. Ayrıca ben çocukluğumdan beri buradaydım, o yüzden ayrılmak istemiyorum.” Daha sonra şakacı bir tonla devam etti, “Kuzeye gidersem iklim değişecek, çiçek bile yetiştiremeyebilirim.”
Shen Dai büyükannesine hüzünle baktı. Birbirlerinden bu şekilde ayrılırlarsa, bir daha bir araya gelme şanslarının çok düşük olacağını ikisi de biliyordu.
Shen Dai tereddüt etmeye başladı. Belki de büyükannesine bakabilmesi için geri dönerek başkentte bir iş aramalıydı. Ancak burası Qu Moyu’ya çok yakındı ve Lancheng’de çoktan hazır bir işi vardı. Bir anlığına ikilemin içine düşmüştü.
Onun utandığını gören büyükannesi konuyu değiştirdi ve Qiu Qiu hakkında konuşmaya başladı. Minik torunuyla ilgili kaçırdığı her şeyi tamamlamak istiyormuş gibi dikkatlice bir sürü soru sordu.
―
Qu Moyu yavaşça gözlerini açtı, içinde bulunduğu alan çok karanlıktı ama yine de gözlerinde bir baskı varmış gibi hissediyordu.
Vücudu son derece çelişkili bir durumdaydı; hem bitkin hem de heyecanlıydı. Tıpkı aşırı yüklenmiş makinenin pilinin daha güçlü bir pille değiştirilmesi gibiydi. Yorgundu ama bitmek bilmeyen bir enerjiye sahipti.
Yataktan kalktı ve etrafındaki sessiz boşluğa baktı.
Bu çok tuhaf bir dekoratif tarza sahip geniş bir süit odaydı. Koyu mavi renkli bir okyanusu andırıyordu. Odada hiç pencere yoktu ve tamamen duvarla kaplıydı. Kapıysa metalden yapılma kalın bir kapıydı. Bir şeylerin teslim edildiği küçük bir bölmesi vardı. Aydınlatma duvara gömülüydü ve zemin kalın pelüş halılarla kaplıydı. Odada mobilya namına olan şeyler yalnızca büyük bir şilteydi. Karyola yoktu; yemek, su, giysi, ilaç gibi bazı yaşamsal ihtiyaçlar da duvarın dibine koyulmuştu. Bunların dışında ekstra hiçbir eşya bulunmayan bir duşakabin ve lavabo vardı.
Kıyamet sığınağı gibi, hatta daha çok bir zindan gibiydi. Bu, S-seviyesi bir alfanın kızışma dönemini tek başına geçirmek için kullandığı güvenli evdi.
Güvenli ev genellikle yeraltında olurdu ve izole bir yerdi. Bunun sebebi diğer insanları alfalardan korumaktı. Sert nesnelerden ve gereksiz eşyalardan kaçınmak için her yerde yumuşak döşemeler vardı. Bunun nedeni ise alfaların kendilerine zarar vermesinin önüne geçmekti.
Şu anda halının üzerinde kan lekeleri ve duvarlarda yumruk izleri vardı. Ayrıca şilte de hasar almıştı.
Qu Moyu vücudundaki acıyı takip ederek başını eğdi, gazlı bez sarılı olan ve hala kanamakta olan ellerini gördü. Ardından bilincini kaybetmeden önce olanları hatırladı.
Arzusunun en güçlü olduğu anda, babası kurşunların delemeyeceği sekiz santimetre kalınlığındaki metal kapıyı açmış ve Zhou Xiaochu’yu içeri göndermişti. O uysal ve zarif omega, yani nişanlısı ona korku ve beklentiyle yaklaşmaya çalışarak kuru erik aromalı tatlı bir feromon salgılamıştı.
Omeganın feromonları tüm odayı doldurmuş ve beynine hücum etmişti. Tatlı, çekici ve kışkırtıcıydı, ama Qu Moyu’nun istediği o koku değildi.
Ne istediği, kimi istediği konusunda ruhu ve bedeni çok net bir cevap veriyordu. Güvenli odadayken feromonlarının dalgalandığı her saniye bir ceza gibiydi. Bu yüzden, deli gibi özlem duyduğu Gecenin Kraliçesi Çiçeği dışında gelen her koku, kendisine ve kendi alanına açılan bir savaştı.
Mantığı bir parça da olsa hala işliyordu. Davetsiz misafiri paramparça etmek yerine bir canavar gibi kükreyerek yumruğunu kapıya indirdi ve acı sayesinde bilinci açık kaldı.
Davetsiz misafirin çığlıkları canını sıkıyordu ve sabrı da hızla tükeniyordu.
O kapı, omegasını bulmasını engelleyen o lanet kapı tekrar açıldı. Aceleyle kapıya yöneldi çünkü bir an önce oradan çıkmak ve Gecenin Kraliçesi Çiçeği’nin kokusunu bulmak istiyordu. Onu kimse tuzağa düşüremez ya da omegasını elinden almaya çalışamazdı!
Daha sonra babası ve annesi ortaya çıktı. Dünyada S-seviyesi alfaları evcilleştirme olasılığı en yüksek olan tek kişi ebeveynleriydi. Elbette bu fiziksel bir evcilleştirme değil, psikolojikti. Feromonlara karşı geçici olsa da bir etkileri vardı.
Babasının ona sakinleştirici enjekte etmesini izlerken içgüdülerine karşı koymaya çalışıyordu. Annesinin ayaklarına kapandı ve bilincini yitirene dek yalvardı, “Anne, Shen Dai nerede? Omegam nerede? Bana Shen Dai’yi geri verin!”
Shen Dai, Shen Dai, Shen Dai.
Bu isim büyülü bir söz gibi zihninde tekrar tekrar yankılanıyordu. Ağrıyan başına sarıldı ve yataktan yere yuvarlandı. Yükselen arzusu ve kalbini yiyip bitiren düşünceleri adeta her hücresine işkence ediyordu. Açlıktan ölmek üzere olan biri gibiydi, umutsuzca Shen Dai’yi istiyordu.
Yuvarlanıp sürünerek kapıya gitti ve bir kez daha yumruğunu kullanarak Shen Dai’yi bulmasını engelleyen o kapıya vurdu. Oradan çıkarak hemen omegasını bulmalı ve Gecenin Kraliçesi Çiçeği’nin kokusunu içine çekmeliydi.
Ama kalbinde ona Shen Dai’yi bulamayacağını ya da Gecenin Kraliçesi Çiçeği’ni bir daha koklayamayacağını söyleyen bir ses vardı; çünkü onu kendi elleriyle kaybetmişti. Shen Dai ondan o kadar uzaktaydı ki, arkasına bakmadan onun hayatından çıkıp gitmişti.
Umutsuzluk üzerine çöktü ve kalbini paramparça etti.
Kalbi son nefesini veriyormuşçasına ağrıyordu.
Nihayet kapı açıldı. Elbette Shen Dai’yi geri alamamıştı. Ama anne ve babası Shen Dai’nin geride bıraktığı kişisel eşyaları bularak ona getirmişti.
Evi olmayan bir çocuk gibi, yuva yapmak için Shen Dai’nin kıyafetlerini üst üste yığdı. Kendisini güvende hissetmesini sağlayacak olan tek yuvaya sarıldı ve Shen Dai’nin kokusunu hissetmeye çalıştı.
Shen Dai’nin pijamalarına sarılarak durmaksızın ağladı. Gecenin Kraliçesi Çiçeği’nin kokusu çok hafifti, bir zamanlar sahip olduğundan çok daha azdı. Sadece tatlı feromonlar değil, aynı zamanda samimi sözler, nazik sarılmalar, tatlı öpücükler ve aralarındaki sevgi de gitmişti… Ağzından güçlükle bir mırıltı çıktı, “Ah Dai, neredesin?”
Ah Dai, neredesin, neden bana dönmüyorsun?
Ah Dai, lütfen bana dön ve benim yanımda ol. Seni çok özledim. Seni çok özledim. Seni çok özledim.
Ah Dai seni çok seviyorum, sadece seni istiyorum.
Ah Dai, canım çok yanıyor.
Ah Dai, özür dilerim…..
― ― ―
ÇN: Ah be Moyu…Madem artık akıllandın çabuk kendine gel ve Shen Dai’ye kendini affettirmek için elinden geleni yap
Bölümün fanartları, cr: üstünde yazıyor
Acı çeken alfalara bayılırım sürüün daha çok sürünürsün haahahah insan gibi sevdiğini söylese ve buna göre davransa çocuk yumuşayacak ama yok hala öküz