Qu Moyu’nun doğuştan her şeye değer atayabilen beyni o anda annesinin söylediği tek bir kelimeyi dahi algılayamamıştı ve adeta çorak bir vadi gibiydi.
Bayan Qu bir an için öfkelense de artık üstündeki yükten kurtulmuştu. Söylemişti artık. Nihayet söylemişti.
Qu Moyu sesi titreyerek, “Ne… ne demek istiyorsun?” diye sordu.
“Hamileyken, anestezi kullanılmamalıdır. Bunu herkes bilir, değil mi? Qiu Qiu’nun işaret sildirme ameliyatından sonra nasıl doğduğunu şimdiye kadar hiç düşünmedin mi?” dedi Bayan Qu, nazikçe ağzını eliyle kapattı ve titreyerek devam etti, “Qiu Qiu’yu öldürmemek için anestezi almamayı seçti…Hem de senin nişanlandığın gün.”
Qu Moyu’nun gözleri uzun süre yere dikilmişti ve kaskatı kesilmişti. Ardından başını ellerinin arasına aldı ve saçlarını tuttu.
Aslında düşünmüştü ama üzerinde dikkatlice düşünmemişti. Shen Dai’nin “işareti sildirirken” bebeği hayatta tutabilmesini sağlayan bir tıbbi yöntem kullandığını zannetmişti. Her halükarda, bunun bu kadar acımasız bir yöntem olduğunu aklının ucundan geçirmemişti ― Shen Dai, işareti sildirirken Qiu Qiu’yu yaşatabilmek için anestezi almamıştı.
Anestezi yoktu.
Feromon bezi insan vücudunda çok kırılgan, hassas ve önemli bir organdı. Yara aldığında vücudun diğer kısımlarına göre daha çok acı verici olurdu. Böyle hassas bir bölgenin neşter ile kesilerek açılması, feromon sıvısının alınması gibi şeyler son derece ızdıraplı olurdu. Bu tasavvur edilemez işkenceyi Shen Dai çekmişti….omegası çekmişti.
Kim bilir ne kadar acı çekmişti, ne kadar canı yanmıştı?!
Shen Dai buz gibi ameliyathanede yatarken ve insanlık dışı bir acı yaşarken o, görkemli bir ziyafet salonunda Zhou Xiaochu ile nişanlanmıştı. Shen Dai’nin o anda ne düşündüğünü, ne kadar gözyaşı döktüğünü ve ne kadar çığlık attığını hayal dahi edemiyordu.
Qu Moyu ikisi arasında olan her şeyi; söylediği şeyleri, yaptığı şeyleri, yaptığı hataları, Shen Dai’nin her gözyaşlarını, yalvarışlarını, Shen Dai’ye yaşattığı zulmü ve ona olan kayıtsızlığını bir anda hatırlıyor gibiydi. Sevdiği kişiye neler yapmıştı Tanrı aşkına?!
Uzun bir süredir vücudunun savunma mekanizması, anıların perdesini açmasını engelliyordu ve sadece ara sıra bazı şeyler ona o dayanılmaz geçmişi hatırlatıyordu. Bu da onu Shen Dai’ye olan borcunu ve pişmanlığını göstermesi için motive ediyordu. Sanki hepsi bilinçaltında duruyormuş gibiydi. Her şeyi hatırladığında ve Shen Dai’nin çektiği acıları düşündüğünde, suçluluk ve pişmanlık duygularıyla paramparça olmuştu.
Hep bu kadar bencil ve utanmaz mıydı? Geri dönebilmesinin hiçbir yolu yoktu ama yine de kaçmak istiyordu!
Shen Dai’yi çok seviyordu, bu yüzden korkuyordu. Shen Dai’ye verdiği geri dönüşü olmayan zararla yüzleşmekten korkuyordu. Bunu açıkça gördükten sonra, Shen Dai’nin ona geri döneceği konusunda kendini kandırmanın bir yolu olmadığından korkuyordu. Ne kadar telafi etmeye çalışırsa çalışsın, Shen Dai’nin onu yine de seveceğini düşünmek için ne güveni ne de bu sevgiye hakkı vardı.
Ama şimdi gözlerini açması, anıların sisini temizlemesi ve kaçmaya çalıştığı suçları teker teker net bir şekilde görmesi gerekiyordu. Shen Dai’ye ne yaptığını ve neden onu affedemediğini açıkça görmeliydi.
Shen Dai’yi hor görmüş, yanlış anlamış, küçük düşürmüş, tehdit etmiş ve onu ezmişti. Shen Dai’nin ondan hoşlandığını biliyordu ama ciddiye almamıştı. Shen Dai’nin kendisine karşı bir tuzak kurmamış olduğunu bilmesine rağmen onun masumiyetini umursamamıştı. Shen Dai’yi işareti sildirmeye ve bebeği aldırmaya zorlamak için üzerinde feromon baskısı kullanmıştı ve ikisi bir araya geldikten sonra bile onu incitmeye devam etmişti.
Yetmezmiş gibi Shen Dai onu reddettiği için üzülüp utanmıştı üstelik. Neden böyle düşünmüştü ki?!
Qiu Qiu’ya sahip olmak, hamilelikten doğuma ve ebeveynliğe kadar Shen Dai’nin karşılaştığı, feda ettiği, terk ettiği ve bedelini ödediği şeyler… bunlar asla hayal bile edemeyeceği şeylerdi. Hepsi ruhuna kazınmıştı. Silemeyeceği ve örtemeyeceği bir günah olarak, hayatı boyunca tekrar tekrar işkence görecek ve asla özgür kalamayacaktı.
Qu Moyu’nun yüzünün acıyla kaplandığını gören Bayan Qu’nun da yüreği sızlamıştı. Gözlerinde yaşlarla fısıldadı, “Baban her zaman yabancıların tarafını tuttuğumu söyler ama aslında durum öyle değil. Sen ona çok şey borçlusun.” Başlangıçta bu sırrı mezara kadar saklamayı planlamıştı. Çünkü Shen Dai ondan gizli tutmasını rica etmişti. Ancak oğlunun Shen Dai’ye aşık olduğunu görmüştü ve eğer öfkesinden dolayı Shen Dai’yi işaretlerse her şey geri döndürülemez bir hal alacaktı. Qu Shen ile fiziksel bir “işaret”e sahip olmanın acısını bizzat yaşamıştı. Lakin aralarında ruhsal bir bağ olmadığı müddetçe ve aşk ile nefret iç içe geçtiği sürece Shen Dai’nin sırf “işaret” yüzünden Qu Moyu’yla tek beden olmayacağının farkındaydı. İkisi bir ömür boyu kırılmaz bir esaret içinde birbirlerine sadece işkence yapacaklardı.
İkisinin bu acılardan kurtulmalarını diliyordu. Ama aynı zamanda bir araya gelip bir aile kurmalarını istiyordu. Gelgelelim, bu felaketin üstesinden yalnızca kendi aşkları gelebilirdi.
Qu Moyu’nun başı neredeyse göğsüne düşüyordu. Büyük pişmanlık onu bir sefalet denizinde boğuyor ve nefes alamaz hale getiriyordu. Bir gün kendinden bu denli nefret edeceğini hiç düşünmemişti. Boğuk ve ruhsuz bir sesle fısıldadı, “Ne yapmalıyım?”
Görünüşe göre dünyadaki herkes ve her güç onun Shen Dai ile birlikte olmasını engelliyordu. Shen Dai’ye daha çok tutunmak istedikçe, bir o kadar da kaçmak istiyordu. Yapabileceği her şeyi denemişti ama yine de hiçbir şey yapamıyordu. Bir zamanlar herhangi bir dağa tırmanabileceğini düşünüyordu ama şimdi, bir yudum suyu avuçlarının içinde dahi tutamıyordu.
Bayan Qu içi çekti. Oğlunu nasıl teselli edeceğini bilemiyordu, “Şu anda en önemli şey You Xinghai sorununu halletmek. Ne olursa olsun Shen Dai’nin o borçları üstlenmesine izin veremeyiz.”
Qu Moyu yumruklarını yavaşça sıktı. Dışarı vurmak istediği öfkesini yöneltebileceği bir hedefi vardı artık.
“Sen akıllı bir insansın. Aslında kalbinde ne yapacağını biliyorsun. Sevdiğin kişinin sana böyle davranmasını istemiyorsan, ona göre davranmalısın,” dedi Bayan Qu yumuşak bir tonla, “Hangi eğitime sahip olursan ol yahut feromon seviyen ne olursa olsun, S-seviyesi bir alfa olarak sıradan insanlardan üstün olsan da, mesele aşka geldiğinde herkes eşittir.”
Qu Moyu gözlerini kapadı.
Eşitlik; her ne kadar kulağa basit bir kelime gibi gelse de “bilmek” ve “uygulamak” arasında dağlar kadar fark vardı.
“Ben gidip onunla bir konuşayım,” dedi Bayan Qu, kalkıp kapıya doğru yürüdü ve ardından kapıyı tıklattı, “Ah Da, benim.”
Odadan cevap gelmedi. Bayan Qu bir an tereddüt ettikten sonra kapıyı açıp içeri girdi.
Shen Dai kanepenin köşesinde oturuyor ve kucağında Qiu Qiu’yu tutuyordu. Sanki kollarındaki çocuk onunla bu dünya arasındaki tek bağlantıydı. Gözlerinde başka bir şey yoktu.
Bayan Qu kalbinin kırıldığını hissetti. Kenara oturdu ve buruk bir tonla, “Sana bakınca geçmişteki halimi görüyorum,” dedi.
Shen Dai’nin gözleri ona doğru çevrildi. Bunca aksilik yaşadıktan sonra normal insanların şu anda ne düşüneceğini bilmiyordu. Beyni sanki bir süreliğine uyuşmuş gibiydi.
Bayan Qu’nun gözlerindeki acı tarif edilemezdi, “Ama sen benden daha güçlüsün. Kendi çocuğunu koruyabilirsin. Ben yapamadım, ilk yavrumu koruyamadım. Ama ne yazık ki ikincisini de koruyamadım.”
Shen Dai uyuyan bebeğine baktı ve ondan başka hiçbir şeyi olmadığını fark etti. Bebeğini her şeyiyle korumaya çalışıyordu ancak kendisini kurtarmaya çalışmıyordu.
Bayan Qu yumuşak bir tonla, “Biraz konuşabilir miyiz?” diye sordu.
Shen Dai kayıtsızca yanıt verdi, “Sana sonsuza kadar minnettarım ama sen de Qu ailesindensin.” Bayan Qu’nun Qiu Qiu’nun feromon seviyesini bilmediğine inanmıyordu. Qiu Qiu’nun omega babası olarak öğrenen son kişi kendisi olmuştu. Bayan Qu’nun kendisine yardım etmesinin sebebinin kendi oğlu olduğunun pekala farkındaydı. Çıkarları çatıştığında kesinlikle kendi oğluna öncelik verecekti. Bunda yanlış bir şey yoktu ama artık kimseye güvenmiyordu çünkü hayatı, en yakınlarından gelen ihanetlerle dolup taşıyordu.
“Soyadım Qu değil. Soyadım Liang, Bayan Qu olarak anılmadan önce adım Liang Rui’ydi,” dedi Bayan Qu ve kendi adı ona biraz yabancı geldiği için tekrar mırıldandı, “Liang Rui.”
Shen Dai de açıklanamaz bir şekilde duygulanmıştı.
“Ben Qu ailesine gelin giden bir omegayım sadece. Bu, Qu ailesinin tüm uygulamalarına katıldığım anlamına gelmez. Çünkü ben de bundan derinden etkileniyorum,” dedi Liang Rui, yüzü hüzünle çepeçevre sarılmıştı, “Sana her zaman yardım etmek istedim. Bana güvenebilirsin.”
Shen Dai’nin yüzünde hala şu yazı yazıyormuş gibiydi; “Tedbirli ol, herkese karşı tedbirli ol.”
Liang Rui ciddiyetle devam etti, “Ben Moyu’nun annesiyim. Onun iyi olmasını istediğim kadar senin de iyi olmanı umuyorum. Onun hatalarını savunacak halim yok ancak bazı yanlış anlaşılmaları açıklığa kavuşturabilmesi için ona yardım etmem lazım. Moyu’nun seni isteme sebebi kesinlikle Qiu Qiu değil. O ve ben Qiu Qiu’nun feromon seviyesini öğrendiğimizde sen hastanedeydin. Senin yanlış anlamandan ve babasının da bir şeyler yapmasından korktuğundan herkesten saklamaya karar vermişti.”
Shen Dai başını eğdi ve hiçbir şey söylemedi.
“Şu anda inanamayacağını biliyorum, ama gerçeğin doğrulanabilecek pek çok izi olmalı. Her şey bilmek isteyip istemediğine bağlı,” dedi Liang Rui sıcak bir şekilde, “Hep benden daha güçlü, benden daha akıllı, baskılara benden daha dayanıklı ve benden daha kararlı olduğunu hissettim. Hayatta kalma savaşında kendi alfamla baş edemedim. Bu yüzden hem ilk yavrumu hem de mutluluğumu yitirdim. Sen de yenilgiyi öylece kabullenecek misin?”
Shen Dai’nin vücudu hafifçe titredi.
ÇN: Liang Rui tam bir queen… Bu yazarın kurguladığı kadın karakterleri hep çok seviyorum ♡(>ᴗ•)