Kapı iki kez çalındı ve doktor içeri girdi, “Ziyaret saati neredeyse bitmek üzere. Yeni uyandığı için hastanın dinlenmesi gerekiyor.”
Shen Dai gizlice rahat bir nefes verdi. Çünkü Qu Moyu’nun onu çaresiz bırakan samimi ve sevecen gözleriyle yüzleşmeye devam edemezdi.
Bu sırada Liang Rui, kucağında Qiu Qiu ile içeri girdi. Ardından doktoru ikna etmeye çalıştı, “Bekleyin. Bize lütfen birkaç dakika verin. Çocuğunu görmek istiyor.”
Doktor başıyla onayladı.
Liang Rui yatağa doğru yürüdü ve Qu Moyu’yu gördüğünde derin bir iç çekti, “Bakıcı az önce Qiu Qiu’yu buraya getirdi.”
Qu Moyu annesini teskin etti, “Anne, ben iyiyim.”
Qiu Qiu minik elini uzattı ve Qu Moyu’ya ulaşmaya çalışırken “ii” sesi çıkardı.
“Bebeğim,” dedi Qu Moyu, ardından elini uzattı ve Qiu Qiu’nun işaret parmağını tutmasına izin verdi. O anda solgun yüzünde bir gülümseme belirdi.
Qiu Qiu heyecanla bacaklarını çırptı.
Liang Rui gözlerinde yaşlarla gülümsemeye çalıştı, “Tentürdiyot kokuyorsun ve feromon bezlerin de yaralı. Korkarım ki seni tanımayacaktır.”
“Tanıyor,” dedi Qu Moyu, “Onu kucağıma almamı istiyor.”
Shen Dai, Qiu Qiu’nun poposunu okşadı, “Yeterince uyudun. Babayı rahatsız etme, aşkım.”
Qiu Qiu, Qu Moyu’nun parmaklarını güçlü bir şekilde sıkıyordu ve bırakmayı reddediyordu. Ayrıca itiraz ediyormuş gibi mırıldanıyordu.
“Sorun değil. Onu üstüme koy,” dedi Qu Moyu ve onu durdurmak üzere olan doktora baktı, “Sadece bir süreliğine. Yaraya dokunmasına izin vermeyeceğim.”
Shen Dai ona tereddütle baktı.
“Cidden sorun yok,” dedi Qu Moyu ve parmaklarıyla Qiu Qiu’nun minik elini salladı, “Feromonlarım olmasa da kim olduğumu biliyor. Babasının ona sarılmasını istiyor.”
Qu Moyu, nazikçe Qiu Qiu’nun gözlerine baktı. Baba ve oğul arasındaki görünmez bağ, Shen Dai’nin kalbini yumuşacık yapmıştı. O ve Liang Rui birbirlerine baktıktan sonra Qiu Qiu’yu birlikte desteklediler ve dikkatlice bebeği Qu Moyu’nun göğsüne yatırdılar.
Shen Dai, Qiu Qiu’nun sırtını sıvazladı ve yumuşak bir şekilde, “Çok fazla hareket etmemelisin,” dedi.
Qiu Qiu, Shen Dai’yi anlamış gibi görünüyordu. Yüzü Qu Moyu’nun kalbine yakındı, gözleri ışıldıyordu, ağzının köşeleri zaman zaman yukarıya doğru kıvrılıyordu ve minik uzuvlarını düzgünce kıvırmıştı. Tıpkı şekerleme yapan minik bir köpek yavrusu gibi sevimliydi. Tabii ki Qu Moyu’nun vücudundaki tentürdiyot kokusu, ilaç kokularıyla birleşmişti ve yaraları feromon bezleri abanoz ağacının o soğuk kokusunu salgılayamıyordu. Ama buna rağmen Qiu Qiu sanki hep oraya aitmiş gibi oldukça huzurlu görünüyordu. İhtiyacı olan şey feromon değildi, onu kucağında tutan o kişiye ihtiyacı vardı.
Qu Moyu’nun büyük eli Qiu Qiu’nun minik sırtını usulca okşadı. Sıradan zamanlarda, bu ağırlık önemli değildi, ancak Qiu Qiu’nun yaptığı baskının biraz nefesini daralttığını hissediyordu. Yine de, bu küçük ağırlığın ona getirdiği güvenlik ve aidiyet duygusunun tadını çıkarıyordu. Kalbinin derinliklerinden bir ses şöyle diyordu: “Bu senin bebeğin. Omeganın sana verdiği bebek. Shen Dai ve senin birlikte dünyaya getirdiğiniz minik hayat bu. Ve, Shen Dai’yle aranda olan bu dünyadaki en derin ve en güçlü bağın.”
Tarif edilemez bir mutluluk yaşıyordu.
Bu sıcak sahne tüm odanın sessizliğe gömülmesine yol açmıştı. Shen Dai’nin burnunun direği sızlıyordu ve kalbi karışık duygularla doluydu.
―
Qu Moyu’yu gördükten sonra Shen Dai aslında Qiu Qiu’yu büyükannesine götürecekti. Ardından da eve döneceklerdi. Ama büyükannesi sabahtan beri uyanmamıştı.
Doktor Shen Dai’yi ofisine çağırdığı anda Shen Dai’nin içine kötü bir his doğmuştu.
“Bay Shen, büyükannenizin durumu giderek daha da kötüleşiyor. Başkan Qu’nun ayarladığı deney ekibiyle iletişime geçtiniz mi?”
“Henüz onlarla konuşamadım ama büyükannemin durumuna göre sundukları tedaviyi gördüm,” dedi ciddiyetle, “Bir ameliyat daha olması gerekiyor, değil mi?”
Doktor başını salladı, “Bunu tartışmak için çevrimiçi bir toplantı yaptık. Her şeyden önce, bazı klinik verilere göre ilaç kesinlikle etkili. Fakat henüz bu kadar yaşlı bir hasta üzerinde test edilmedi. İkincisi, ilaçlar tek başına lezyonların genişlemesini engelleyemez ve en iyi sonuçlara ancak ameliyatla ulaşılabilir.”
“Ama ameliyat…” dedi Shen Dai ve derin bir nefes aldı, “Korkarım ki büyükannem ameliyatı kaldıramayacak. Bu, onun için çok acı verici bir süreç.”
“Herhangi bir tedavi risklerle birlikte gelir ve yüksek bir başarısızlık şansı vardır, bunu siz de biliyorsunuz.”
Shen Dai, uyuşmuş halde sandalyenin arkasına yaslandı. Gözlerinin feri sönmüştü ve yüzü oldukça kasvetliydi, “Bazı tıbbi araştırma makalelerini kontrol ettim ve birçok vaka gördüm. Bu yüzden, benimle daha açık konuşabilirsiniz. Uzun bir psikolojik hazırlık döneminden sonra artık her şeyi kabullenebilecek durumdayım. Dürüst olmak gerekirse, şu anda tedavi olmasıyla olmaması arasında hiçbir fark yok, değil mi?”
Doktor gözlüğünü eliyle yukarı doğru itti, “Bunu kesin bir dille söyleyemem. Her aile üyesinin hastanın durumuna ilişkin anlayışı aynı değildir. Hastalığının durumuna gelince….”
“Doktor,” diyerek onun sözünü kesti Shen Dai. Ses tonu boğuktu, “Çok şey söyleyemediğinizi biliyorum. Ama ameliyatın başarısız geçme ihtimalinin yüksek olduğunun da gayet iyi farkındayım. Başarılı olsa ve ilaç işe yarasa bile yine çok fazla acı çekecek. Sonunda hayatta kalsa da acı içinde yaşayacak. Bu ‘yaşamak’ değil.”
Doktor sessizdi.
“Eskiden hastalık ve ölümün anlamını uzun uzun düşünmüştüm. Şu anda gerçek bir cevap olmamasına rağmen, modern tıbbın sınırlarını biliyorum,” dedi Shen Dai ve başını kaldırdı. Bakışları sakin görünüyordu, “Büyükannem her zaman narin ve terbiyeli bir kadındı. Kahvesini her gün kendisi demler, vazolara taze çiçekler koyardı. Dışarı çıkarken ütülü kıyafetler giymeye özen gösterirdi. Mutfakta bıçakla elini kestiğinde hemen gözyaşı dökerdi. Utançtan ve acıdan hep korkardı. Tedaviyle uzatmaya çalışacağı zor bir hayatı kendisi de istemez.”
“Yani demek istiyorsunuz ki…”
“İyi niyetli olmalarına rağmen başlangıçta deneyi reddetmeyi planlamıştım,” dedi Shen Dai ve kalbinde tarif edilemez bir rahatsızlık hissetti.
―
Odaya döndüğünde, büyükannesi hala uyuyordu. O kadar zayıftı ki kemikleri neredeyse sayılıyordu. Vücudunu kaplayan yorgan, nefes alışında hafifçe inip yükseliyordu. Ona yaklaşmazsa, nefes alıp verdiğini dahi anlamıyordu.
Shen Qin ayağa kalktı. Ağlamaktan gözleri şişmişti, “Doktorla görüşmen nasıl geçti?”
İkisi pencereye doğru yürüdüler ve Shen Dai, “Ne zamandır uyuyor?” diye sordu.
“Neredeyse bütün gün uyudu ve uyanamıyor. Artık insanları da neredeyse hiç tanıyamıyor,” dedi Shen Qin ve yine gözleri yaşlarla doldu, “Pek bir şey yemiyor. Sadece serumla besleniyor. Başkan Qu, güçlü bir tümör deney ekibiyle görüşmemiş miydi? Ne zaman tedaviye başlayacaklar?”
Shen Dai başını salladı. Üst ve alt dişleri usulca kenetlendi, “Ona daha fazla acı çektirmeyeceğiz.”
Shen Qin onun ne demek istediğini anladı ve gözyaşları kontrolsüz bir şekilde akarken başını salladı, “Tamam, daha fazla acı çekmesin.”
Shen Dai pencerenin kenarına yaslandı ve sessizce hastane yatağındaki yaşlı kadına baktı. Büyükannesi anılarında hep sade bir cheongsam* giyer ve çiçeklerle bezenmiş olan bahçede piyano çalardı.
ÇN: Aslında Çincesi qipao, ama daha çok cheongsam diye biliniyor. Her yerde gördüğünüz o elbise:
“Annem bu dünyadan göçüp gitse bile, sana kıymet veren bir alfan bir de bebeğin var. Artık hiçbir şey için endişelenmeme gerek yok,” dedi Shen Qin yumuşakça.
Belki de hüzün bulaşıcıydı. Şu anda ölmekte olan büyükannenin karşısındayken, Shen Dai oldukça duygulanmıştı. Shen Qin’den nefret etse de etmese de bir aileymiş gibi görünüyorlardı. Geçmişin nefreti artık o kadar mühim değildi. Shen Qin’in büyükannesi öldükten sonra onun ne yapacağı konusunda endişelendiğini biliyordu. Bu yüzden usulca, “Yaşlandığında sana ben bakacağım,” dedi.
Shen Qin gülümsedi, “Yaşlandığımda…Yaşlanmanın nasıl bir şey olduğunu hayal bile edemiyorum. Hem gençliğim hem de orta yaşım sürekli bir karmaşa içindeydi. Sanırım yaşlılığım daha da beter olacak.”
Shen Qin’in bu ani öz eleştirisiyle karşı karşıya kalan Shen Dai bir süre ne diyeceğini bilemedi.
Shen Qin’in herhangi bir cevaba ihtiyacı yok gibiydi, gözyaşlarını sildi, “Neyse ki sen benim gibi değilsin.”
―
Ertesi gün Shen Dai, Qiu Qiu’yu Qu Moyu’yu görmeye götürdüğünde, büyükannesinin tedavisine ilişkin kararını paylaştı.
Qu Moyu başını salladı, “Çok doğru düşünüyorsun. Hayatının sonuna gelmişken acı çekmemeli.”
Shen Dai, Qu Moyu’nun bacaklarında yatan Qiu Qiu’ya baktı. Elleri ve ayaklarıyla yukarı tırmanmaya çalışıyordu. Qiu Qiu’nun gelişimi hep akranlarına göre daha erken olmuştu. Yedi aylık olsa da çoktan emeklemeye başlamıştı. Sanki birkaç gün içinde bile epey büyüyormuş gibiydi. Sevdiklerinden biri ömrünün sonuna gelmişken diğeri hayata yeni başlıyordu. Büyük bir pişmanlık hissi içini kapladı ve hüzne boğuldu. Ardından yavaşça, “Her neyse, bu mesele için teşekkür ederim,” dedi.
“Bana karşı asla kibar olmana gerek yok,” dedi Qu Moyu ve Shen Dai’ye baktı, “Senin akraban olduğu için senin için daha fazla seçenek yaratmak istedim. Mümkün olduğunca az pişmanlık duymanı sağlamak içindi. Ama son karar yine sana kalmış.”
Shen Dai, Qu Moyu’nun nezaketini görmezden gelemezdi ama Qu Moyu ile nasıl doğru bir şekilde yüzleşeceğini bulamamıştı. Şu anda, Qu Moyu’ya davranış şekli gayet makuldü ve her şeye mantıklı bir şekilde tepki veriyordu.
Duygularla baş etmede iyi olmadığını fark etmişti. Açıkça bir sevgisi ya da nefreti yoktu. Duygularını anlamaya çalışsa bile, duygulara sahip olmak oldukça değerli bir şeydi. Çoğu insan duygularında hareket ettiğinde hata yapardı. Ne kadar çabalarlarsa, o kadar çok dibe batarlardı. Belki de aşk ve nefret söz konusu olduğunda, bu karışıklıkta bazı şeyler daha da netleşirdi. Karşı taraf nasıl davranırsa, insan da karşısındakine aynı davranırdı. İşte böyle olduğunda insan ancak duygularını kontrol edebilirdi.
Ama henüz duygularını anlamaya çalışamazdı. Çünkü zihni kaos içindeydi. Bir araştırma konusu üzerinde on yıl, yirmi yıl hatta tüm hayatı boyunca çalışabilirdi, fakat Qu Moyu’nun gözlerindeki derin sevgiyi görünce kaçmak istemekten kendisini alamıyordu.
“Karakola gideceğim. Polis benden soruşturmada iş birliği yapmamı istedi. Avukatın beni bekliyor,” dedi Shen Dai ve duvardaki saate baktı, “Birazdan bakıcı gelecek ve Qiu Qiu’yu eve götürecek.”
Ayağa kalkmak üzereyken Qu Moyu onun elini tuttu. Sadece bir saniye önce zayıf bir şekilde yatıyordu, ama şimdi hareketleri o kadar çevikti ki hasta bir insan gibi görünmüyordu. Hafifçe doğruldu.
Shen Dai afallamıştı, “Kalkmaman gerekiyor.”
“Bir sorun yok. Ensemdeki et yaralandı, omurgam değil,” dedi Qu Moyu ve Shen Dai’nin elini yorganın üzerine koydu, “Karakola gitmek için ne acelen var ki? Şu anda ailemiz bir aradayken tadını çıkarmalıyız.”
“….”
Qu Moyu bacaklarını salladı ve Qiu Qiu sanki suda yüzüyormuş da dalgaların kendisine getirdiği tahta parçasına tutunuyormuş gibi sağa sola kaydı. Yetişkinlerin onunla oynadığını düşündüğünden sürekli kıkırdıyordu. Qu Moyu da güldü, “İkimiz yan yanayken Qiu Qiu’nun ne kadar mutlu ve güvende hissettiğini fark etmedin mi?”
Shen Dai, Qiu Qiu’ya baktı. O narin yüzünde bir çiçek açmış gibi gülümsüyordu. Qiu Qiu ve Qu Moyu’yu, birlikteyken yaşadıkları mutluluktan mahrum bırakmaya dayanamayacağını sonunda anlamıştı.