İçeriğe geç
Home » Alpha Predator 130. Bölüm

Alpha Predator 130. Bölüm

Qu Moyu ısrarla her gün Shen Dai’ye öğle yemeğinde eşlik ettikten ve Shen Dai ile işe gidip geldikten sonra, artık tüm şirket ilişkilerine alışmıştı. Böylece herkes “patronlarının sırrını öğrenme” gerginliğinden kurtulmuştu. Hatta Qu Moyu ve Shen Dai zaman zaman astlarının dostça şakalarına bile maruz kalıyorlardı.

Shen Dai başlangıçta kendisine farklı davranılacağından yahut bu durumun akademik başarılarını etkileyeceğinden endişeliydi. Kendi zihninde bir sürü kötü senaryo yazmıştı ama sonuçta hiçbiri gerçekleşmemişti. Konu seçiminden taslağının hazırlanmasına, oluşturulmasından teslimine kadar olan süreçte birçok meslektaşının yardımını almış ve tezi epey beğenilmişti. Dedikoduların başarısını etkilememesinden oldukça memnundu. Değer gören şey kendi yetenekleriydi.

Yirmi dokuzuncu doğum gününde tezinin kabul edildiği haberini aldı. Haber beklediğinden erken gelmişti. O sırada Cheng Zimei ile birlikte laboratuvardaydı ve e-postayı açtığında oradaki herkes şaşırmıştı. Uzun bir süre afallayıp kalmıştı ve ancak Cheng Zimei onu birkaç kez heyecanla sarsınca kendine gelmişti.

Bu sevindirici haberi, hocasına da müjdelemeliydi. Fakat telefonunu açtığında parmağı doğal olarak ilk önce arama kaydının en üstündeki isme kaymıştı ― Qu Moyu’ya.

Telefon çalar çalmaz açıldı. Qu Moyu’nun sesi biraz endişeli geliyordu çünkü Shen Dai onu mesai saatleri içinde sebepsiz yere hiç aramamıştı. Şu anda onu arıyor olması olağan dışıydı.

Shen Dai telefonu sıkıca kavradı ve nefesini sakinleştirerek konuşmaya başladı, “Moyu, tezim kabul edildi.”

Bir anlık sessizliğin ardından Qu Moyu aniden masaya vurdu, “Harika bir haber bu! Ah Dai, tebrik ederim!” Hemen ardından arkadan bir sandalyenin kayma sesi geldi, “Ruoze, Ah Dai’nin tezi kabul edilmiş!”

Telefondan Cheng Ruoze’nin tebrikleri de duyuluyordu.

Shen Dai’nin kalbi çılgınca atıyordu. Diğer elini durmadan laboratuvar önlüğünün cebine sokup çıkarıyordu. Gergindi, heyecanlıydı, hüzünlüydü ve duygulanmıştı. Tezini yazarken iki yıl boyunca yaşadıklarını anımsamıştı. Akademik zorlukların üstesinden gelmek zaten bir hayli yorucuydu. Duygusal ve yaşamsal sıkıntılar her şeyi daha da güçleştirmişti. Bu başarıya ulaşması hiç de kolay olmamıştı. Burnunun direği sızlıyordu ve sevinçten gözyaşlarına boğulmasına ramak kalmıştı.

“Ah Dai, bugün senin doğum günün. Bundan daha güzel bir haber olabilir mi?” dedi Qu Moyu neşeyle, “Bu gece birlikte kutlayacağız. Sadece ikimiz. Beraber kutlayacağımıza söz vermiştin.”

Shen Dai gülümsedi, “Tamam. Hocamı ve diğerlerini cuma günü yemeğe davet edeceğim.”

Telefonu kapattıktan sonra Shen Dai, Liu Xi’ye ve tezini yazarken onu destekleyen herkese müjdeyi duyurdu. Bunlar arasında Bai Xiangwan, Xiaodie, üniversitedeki sınıf arkadaşları ve sektördeki meslektaşları da vardı. Onların yardımı olmadan, tezini tamamlayamazdı. Çünkü yalnız akademik destek sağlamakla kalmamışlar, onu manevi olarak da teşvik etmişlerdi.

Haber kısa sürede enstitüde yayıldı ve birçok meslektaşı onu tebrik etmeye geldi. Yakında bir restorana rezervasyon yaptırması için Shidilerinden birinden yardım istedi. Büyük bir masa ayırtarak kutlamaya yapma niyetindeydi. Ayrıca hafta sonu Qiu Qiu’yu da alarak müjdeyi vermek için büyükannesinin ve büyükbabasının mezarına gitmeyi düşünüyordu.

Qu Moyu mesai biter bitmez ofisin kapısında belirdi. Bu süre zarfında, tüm gereksiz sosyal aktiviteleri ertelemişti. Boş vakitlerinin hepsini Shen Dai’yle geçirmeliydi.

Shen Dai, Qu Moyu’yu yüzünde kocaman bir gülümsemeyle gördü. Sırt çantasıyla beraber hemen yanına gitti ve heyecanla, “Tezim en erken iki ay sonra en geç de yıl sonuna kadar yayınlanmış olacak,” dedi.

Qu Moyu kolunu onun omzuna attı ve yanağını şap diye öptü, “Benim Ah Dai’m muhteşem.”

“Çok mutluyum,” dedi Shen Dai. Hâlâ çok heyecanlıydı, “Bu tezle beraber doktoramı tamamlayabilirim.”

Qu Moyu’nun yüzü gururla doluydu, “Eşim çok genç ve gelecek vaat ediyor.”

Shen Dai’nin kalbi neşeyle dolup taşıyordu. Öğleden sonra herkes onu tebrik etmeye gelmişti ama Qu Moyu’nun ağzından duymak onu daha çok mutlu ediyordu. Sevdiği kişiden gelen iltifattan daha tatmin edici ve öz güvenini artıran bir şey yoktu ne de olsa. Deyim yerindeyse ağzı kulaklarına varıyordu, “Hadi yemek yiyip kutlayalım. Hangi restoranda yer ayırtmıştın?” Birkaç gün önce Qu Moyu ona doğum gününde kutlama yapacaklarını söylemişti. Bu tarz kutlamaları planlama konusunda deneyimli değildi, bu yüzden her şeyi Qu Moyu’nun ayarlamasına izin vermişti. Üstelik, o gün kutlama yapmak için iyi bir nedeni de vardı.

Qu Moyu, Shen Dai’ye şefkatli gözlerle baktı ve gizemli bir şekilde gülümsedi, “Gel benimle.”

Arabaya bindikten sonra Qu Moyu, arabanın aradaki bölmesini kapattı. Sadece arabanın bir özelliğini aktive etmişti ama bu hareket, Shen Dai’nin gözünde tamamen şehvetli bir anlam uyandırmıştı. İkisi bir zamanlar dominant-itaatkar ilişkisi içindeyken, Qu Moyu flört etmek için onu sık sık kucağına oturturdu. Yoğun programları arasındaki o kısacık zamanda, Qu Moyu için bu, tatlı bir kaçamaktı. Tıpkı metroya binen insanların cep telefonlarıyla oynadığı gibi, Qu Moyu da onunla oynuyordu. O zamanlar kendisine saygı duyulmadığını açıkça biliyordu ama aşık olduğu alfanın “onunla oynamasının” heyecanına da karşı koyamıyordu. Bu, kölesi olduğu omega içgüdüleriyle, insan olarak sahip olduğu öz saygısının şiddetli bir şekilde çatıştığı bir andı. Dolayısıyla Qu Moyu’nun bu hareketi, onun zihnindeki utanç dolu ve şehvetli anıları uyandırmıştı.

Shen Dai gizlice Qu Moyu’ya baktı ve kirpikleri hızla titredi.

“Sevgilim, seni öpmeme izin ver,” dedi Qu Moyu ve Shen Dai’nin elini tuttu.

Shen Dai şoförün olduğu bölmeye doğru baktı. Lao Wu’nun olan biten her şeyi bildiğini ve bir dereceye kadar duyabildiğini biliyordu. Utançtan dolayı yüzünün yanmaya başladığını hissediyordu.

“Hadi, gel. Dün ailemi görmeye gittiğim için bir gün boyunca seni göremedim,” dedi Qu Moyu ve Shen Dai’yi kendisine doğru çekti, “Seni çok özledim.”

Qu Moyu’nun soğukluğunun altında aslında derin bir naiflik vardı. Qu Moyu tarafından kucaklandı ve dudaklarına sıcacık bir öpücük kondu. Patlamak üzere olan arzuların gücüyle beraber şiddetle öpüşüyorlardı. Belli ki, bir gün boyunca birbirlerini görmediklerindendi.

Shen Dai feromon çıkartmasının yırtılıp atıldığını hissetti ve bu hareket, neredeyse Qu Moyu’nun artık refleksleriyle yaptığı bir hareket haline gelmişti. İkisi ne zaman yalnız kalsa, Qu Moyu hemen onun feromon bezlerini açığa çıkarırdı. Bir omega için bu hareket “sahip olma” anlamını taşıyordu. Omegalar yalnızca aile üyelerinin, yakın arkadaşlarının ve sevgililerinin önündeyken feromon bezlerini kapatmazlardı. Qu Moyu’nun bunu kasten yapıp yapmadığını bilmiyordu ama sanki en küçük ayrıntılarla bile samimiyetini vurguluyordu.

Hafiften etkilenmişti aslında. Qu Moyu ile yüzleşmeyi ve üç kişilik çekirdek bir aile olmayı seçtiğinde, her şey yavaş yavaş ilerleyecek sanıyordu. Görünüşte Qu Moyu, onun tüm taleplerini kabul etmişti ama yine de bir yolunu bulup istediğini mutlaka alıyordu. Qu Moyu’nun kollarının arasında, başı dönecek kadar öpülen Shen Dai, onun hareketlerini hala devam ettirdiğini fark etti.

Qu Moyu’nun eli Shen Dai’nin gömleğinin altına girdi ve onun sıcak, pürüzsüz teninin her santiminde gezindi.

Shen Dai onun bileğini tuttu ve usulca mırıldandı, “Arabadayız hala, yapma.”

“Bu benim arabam ve sen de benimsin,” dedi Qu Moyu ve Shen Dai’nin alt dudağını ısırdı, “Sorun nedir?”

“Pekala pekala, yemek yemeyecek miyiz?”

Qu Moyu parmak uçlarıyla nazikçe Shen Dai’nin feromon bezlerini okşadı, “Henüz varmadık. Önden biraz atıştırmalık yiyelim, olmaz mı?”

“Sen…”

Araba yolda hızla ilerliyordu ve arabadaki iki kişinin kulakları birbirlerinden başka hiçbir şey duymuyordu. Qu Moyu’yu durdurmazsa Shen Dai kendisinin de hakimiyeti kaybedeceğini düşünüyordu. Bu yüzden onu daha ciddi bir tonda durdurdu.

Qu Moyu gülümsedi ve elini geri çektikten sonra kravatını çıkardı, “Bugün gideceğimiz yer çok özel. Sürpriz olsun istiyorum.”

Shen Dai, Qu Moyu’ya şaşkınlıkla baktı.

Qu Moyu kravatını Shen Dai’nin başına doğru götürdü ve onun gözlerini bağladı.

Shen Dai gülmeden edemedi, “Buna gerek var mıydı sahiden?”

“Evet, sürpriz olmalı,” dedi Qu Moyu ve Shen Dai’nin kravatla bağlanmış haline baktığında alt bölgesinin kalkmasına engel olamadı. Böylece Shen Dai’nin çenesini kavradı ve onu uzun uzun öptü.

Araba bir süre ilerledikten sonra sessiz bir alana girdi. Ardından yavaşladı ve durdu.

Arabanın kapısı açıldığında Lao Wu’nun sesi duyuldu, “Başkan Qu, Bay Shen, geldik.”

Qu Moyu, Shen Dai’nin arabadan inmesine yardım etti. Havadaki çimen kokusunu aldığında Shen Dai açıklanamaz bir aşinalık duygusuna kapıldı, “Neresi burası?”

“Gel hadi, seni ben götüreceğim.”

Shen Dai ileri doğru yürüdüğünde Qu Moyu onu adımlarını dikkatlice atması konusunda uyardı. Bu yüzden yavaşça dört basamak yukarı çıktı. Daha sonra Lao Wu’nun bir kilidi açtığını duydu. Sesinden, verandaya gelmiş olduklarını anladı. Kapıyı iterek açtıktan sonra, Qu Moyu onun elini tuttu ve içeri götürdü.

İçeriye girdiklerinde havada Maogen* çayının tatlı bir kokusu vardı. Yaklaşık yirmi adım yürüdükten sonra, bir koridora ulaştılar ve iki basamak daha çıktılar. Yukarı çıktıklarında fayanslar ahşap zemine dönüştü. Birkaç adımdan sonra bir gıcırtı sesi duydu ve verandanın aydınlatması aniden üzerine yansırken, vücut ısısı da yükseldi.

ÇN: Maogen 的茅根, Baidu’ya göre saz kökü olarak çevriliyor ancak araştırdığımda zencefilgillerden olduğunu öğrendim. Tam olarak hangisi doğru emin değilim ama muhtemelen zencefilimsi bir şeydir kış aylarında içtiklerine göre 

Shen Dai’nin nefesi hızlandı. Bu aşinalık duygusu…İçine belli belirsiz bir his doğuyordu. Birdenbire duraksadı ve gözlerindeki kravatı çözdü.

Bu, kaligrafi ve tablolarla dolu şirin bir villaydı. Eskiydi ve birçok dekoratif malzemenin çoktan modası geçmişti. Ama pencereler temiz ve lekesizdi. Çiçekler ve yeşil bitkiler vardı. Masa örtüleri ve minderler yepyeniydi. Görünüşe göre villaya özenle bakılmıştı. İçerideki mobilyaların hepsi kaliteli bir ahşaptan yapılmaydı. Küçük süsler ve mutfak eşyalar da oldukça narin görünüyordu. Yalnızca onlara bakınca bile bu evin ağırbaşlı, saygın ve zarif birine ait olduğu anlaşılıyordu.

En dikkat çekici olanlar ise evin her yerinde görülebilen kaligrafi çalışmaları ve tablolardı. Ana akım geleneksel Çin tablolarında görülen görkemli dağlardan farklı olarak, bu tablolardaki dağlar daha farklıydı. Tablolarda dağın etrafından yükselen bulutlara, eteklerindeki çiçeklere ve ağaçlara odaklanılmıştı. Bir dağ tablosu olsa da, aslında merkezde dağ yoktu ve bu da resmi daha canlı ve hoş kılıyordu.

Tüm bu tablolar tek bir kişi tarafından çizilmişti.

Evin ortasında duran Shen Dai sadece zamanın akışını hissediyordu; anılar ve gerçeklik birbirine geçmişti; başı dönüyordu ve yüzü gözyaşlarıyla ıslanmıştı.

Burası onun eviydi. Büyüdüğü yerdi. En güzel çocukluk anılarıyla doluydu. Hayatında evi olarak adlandırdığı ilk ve en güzel yerdi.

Qu Moyu onu kollarının arasına aldı, gözyaşlarını nazikçe sildi ve şefkatle ona baktı.

Shen Dai gözyaşlarına hakim olamıyordu. Qu Moyu’nun kollarına sıkıca sokuldu ve ağzını açtı ama en nihayetinde hiçbir şey söyleyemedi.

Bu nasıl mümkün olabilirdi ki? Bu ev sekiz ya da dokuz yıl önce müzayedeye çıkarılıp açık arttırmayla satılmıştı. Nasıl hala duruyor olabilirdi? Evdeki bazı eşyaların tadilattan geçmiş oluğunu görebiliyordu. Lakin her ne kadar birebir aynı olmasa da orayı restore eden kişi bazı referanslara dayanarak mümkün olduğunca onun anılarındaki haline yakın bir hale getirmeye çalışmıştı.

Ama öyle bile olsa, rüyada gibi hissediyordu. Bu, asla hayal etmeye cesaret edemediği bir rüyaydı.

Qu Moyu onun ne soracağını biliyordu. Gözyaşlarını silerken yumuşak bir şekilde açıkladı, “Burası senin doğup büyüdüğün yer. Çok değerli hatıraların var ve onların senin için ne kadar önemli olduğunu biliyorum. Ben sadece evi geri almak istemiştim. Ancak önceki sahibinin maddi ve kişisel sebeplerden ötürü burada yaşamamış olmasını hiç beklemiyordum. Bahçe dışında hiçbir yere tadilat yapılmamıştı. Evin büyük bir kısmında değişiklik yapılmamıştı. Bu yüzden onu eski haline getirmeye ve elimden geldiğince senin yaşadığın zamanki gibi görünmesine karar verdim.”

Shen Dai hıçkırıklara boğulmuştu, “Sen, nasıl….”

“Ortaokuldan bugüne kadar sosyal medyadaki her paylaşımını didik didik ettim. Yüklediğin fotoğraflardan ve yazdıklarından yola çıkarak mümkün olduğunca eski haline getirmeye çalıştım. Eski sahibine ait olan her şeyi temizledim ve müzayede satılan her tabloyu, her kaligrafiyi ve neredeyse tüm mobilyaları geri aldım,” dedi Qu Moyu ve Shen Dai’yi arka tarafa doğru götürdü. Kapıyı açtığında karşılarına rengarenk çiçeklerin olduğu bir bahçe çıktı. Hatta ağacın altında, büyükannesinin oturup kitap okumayı sevdiği bir sandalye bile vardı. Yeniden boyanmıştı. Qu Moyu, Shen Dai’nin beline arkadan sarıldı ve yanağını öptü, “On beş yaşındayken okulun fotoğraf yarışmasına katılmak için bahçenin fotoğrafını çekmiştin. O fotoğrafları referans alarak bahçeyi düzenlemesi için bir botanik şirketi tuttum. Üstelik okul dergisinde yayınlanan yazında, mevsimler değişirken kolayca üşüttüğünü yazmıştın. Eve her geldiğinde büyükannen hep sıcak Maogen çayı hazırlıyormuş.”

Shen Dai yüzünü kapadı. Gözyaşları parmaklarının arasından süzülüyordu. O an hissettiklerini kelimelere dökemezdi. Hâlâ anılarındaki eve dönme şansı olduğu için duygulanmıştı ama onu asıl duygulandıran şey birinin onun için tüm bunları yapmış olmasıydı.

“Birkaç aydır bununla meşguldüm ve büyükannenin de görebilmesini çok istemiştim ama ne yazık ki, makinelere bağlanmıştı. Tüm bu süreçteki en zor kısım büyükbabanın tablolarını geri almaktı. Tabloların fiyatı son birkaç yılda epey katlanmıştı. Hayattayken tablolarının kıymeti bilinmese de, son zamanlarda insanlar tablolarının değerini anlamışlardı,” dedi Qu Moyu. Ardından Shen Dai’nin elini nazikçe çekti ve ona sarıldı. Ona duvardaki tabloları gösterdi, “Ben de çok beğeniyorum. Dağlar çok canlı bir şekilde resmedilmiş. Her ne kadar dağları resmediyor olsa da, aslında dağ tanrısının yüzünü resmediyor gibi. Resimlerinde bir canlılık var. Görür görmez, hemen anlamıştım. Dağları böylesine eşsiz çizen biri ancak sana bu denli güzel bir isim verebilirdi zaten.”

Shen Dai ağlarken başını salladı, “Büyükbabamın dağ tabloları en güzel tablolardır. En çok Tai Dağı’nı severdi. Bana en sevdiği dağın adını vermişti.”

“Birlikte büyükbaban için bir resim sergisi açalım. Bu resimler daha fazla insan tarafından görülmeyi hak ediyor.”

Shen Dai arkasını döndü ve kollarını Qu Moyu’nun boynuna doladı, “Teşekkür ederim.” Ardından tekrar gözyaşlarına boğuldu.

Qu Moyu kollarında Shen Dai ile sandalyeye oturdu ve onu bir çocuk gibi yumuşak bir şekilde teselli etti. Shen Dai’yi hiç böyle ağlarken görmemişti. Adi bir pislik gibi davrandığı ve Shen Dai’yi en çok incittiği zamanlarda bile, bu adamın gözyaşları hep bir mücadeleyle doluydu. Ama şimdi sanki, büyükannesinin diktiği bir çiçeğe şiir yazan o genç ve çevik genç adama sarılıyor gibi hissediyordu. O genç, büyükbabasının resimlerinin fotoğraflarını çekmek için üç saat boyunca çömelirdi, hem de sırf gökyüzünden gelen en iyi ışığı yansıtsın diye. Mevsimler değiştiğinde ocakta kaynatılan Maogen çayı eşliğinde, aldığı iyi notları gösterir ve karşılığında güzel sözler alırdı. Öğretmeni dersi geç bitirince, en sevdiği çizgi filmi kaçırdığı için yakınırdı.

O dertsiz tasasız ve meraklı genç, daha önce hiç görmediği bir Shen Dai’ydi. Kendisi, büyük başarılar elde etmek üzere oldukları yıllardayken Shen Dai de büyük değişiklikler yaşamıştı. O andan itibaren ikisi de canlı resimleri, eğlenceyi ve romantik ilişkileri önemsemeyi bırakmışlardı. Yalnızca akademik hedefleri ve sektörle ilgili yayınlanan haberler vardı. Akademiye odaklanan, sakin ve kendini kontrol eden bir mühendis olan Shen Dai’yi seviyordu. Ama aynı zamanda Shen Dai’nin gençliğinin sevincini bulmasını da istiyordu. Ve böylece daha önce hiç görmediği, Shen Dai’nin geçmişine de dokunabilmeyi umuyordu.

Shen Dai uzun süre ağlamıştı. Bir süre sonra utançla gözyaşlarını sildi ve Qu Moyu’ya baktı, “Bu, hayatımda aldığım en güzel doğum günü hediyesi. Çok teşekkür ederim.”

“Senin sözlerin de benim aldığım en güzel hediye,” dedi Qu Moyu. Göğsü sevinçle doluydu ve bu duyguyu ilk kez tadıyordu. Öyle görünüyordu ki, sevdiği kişiyi mutlu etmek onun için asıl mutluluk kaynağıydı. Hatta mutluluktan daha da fazlasıydı, şimdiye dek hissettiği en yüksek tatmin duygusunu yaşıyordu.

Shen Dai kızaran ve şişmiş gözleriyle Qu Moyu’ya derinden baktı, “Bunu yapmak nereden aklına geldi?”

“Seni mutlu etmek istiyorum. Bu yüzden hep mutlu olman için neler yapabileceğimi düşünüyorum,” dedi Qu Moyu ve Shen Dai’nin elini tuttu, “Burada yapılan restorasyonun yeterince iyi olmadığını biliyorum. Boş zamanlarımızda burayı beraber düzenleyebiliriz.”

Shen Dai’nin gözleri yaşlarla doluydu ama dudaklarında bir gülümseme belirmişti, “Çok mutluyum. Bugün benim doğum günüm, tezim kabul edildi ve bana çok güzel bir hediye verdin. Gerçekten çok, çok mutluyum.”

Qu Moyu onu öptü. Burnunun ucunu nazikçe Shen Dai’nin burnuna sürttü ve gülümsedi, “Ben de çok ama çok mutluyum.”

Shen Dai, Qu Moyu’nun kollarındaydı ve hissettiği eşsiz mutluluk yüzünden ağlamak istiyordu. Bu anı ömrünün sonuna dek hep hatırlayacaktı. Daha önce sevildiğinden hiç bu kadar emin olmamıştı. Bu evdeki her güzelliğin Qu Moyu’nun sevgisiyle dönüştürülen bir mucize olduğuna inanıyordu. Sadece aşk, bir insanı, başka birini mutlu etmek için ölçülemeyen bir şey yapmaya itebilirdi; yalnızca gerçek aşk bunu sağlardı.

“Şimdi yemeğimizi yiyelim mi? Lan Teyze senin için on sekizinci yaş günündeki yemekleri hazırladı.”

Shen Dai, Qu Moyu’nun yüzünü tuttu ve dudaklarının kenarını hafifçe öptü, “Tamam.”

Yemekten sonra ikisi birlikte bahçedeki ağacın altındaki sandalyeye oturdular. Serin akşam esintisini soluyarak sohbet ederken, bir yandan da ılık ve tatlı Maogen çayını yudumluyorlardı.

Shen Dai aldığı e-postayı alçak sesle okuduktan sonra Qu Moyu cevap verdi, “Yıl sonu yaklaşıyor. Yıl bitmeden yayınlanırsa daha iyi olur. Doktora sınavları için hazır mısın?”

“Tamamen hazırım. Hocam müsait olduğunda okulla konuşacağını söyledi. Bu yüzden önümüzdeki hafta geri döneceğim.”

“Sana zam yapabilirim,” dedi Qu Moyu gülümseyerek, “İnsan kaynakları seninle iletişime geçer.”

Shen Dai e-postayı yeniden okuyunca sevincini de tekrar yaşamıştı, “Acele etme. İlk önce tezimden alacağım ikramiyeyi bekleyelim.”

Qu Moyu, “İkramiyenle ne yapacaksın?” diyerek ona takıldı.

Shen Dai dönüp Qu Moyu’ya baktı, “Ben de senin için bir hediye hazırlamak istiyorum.”

“Ha?” dedi Qu Moyu ve aniden gözleri ışıldadı, “Bana ne hediye alacaksın?” Daha önce Shen Dai’den hiç hediye almamıştı.

“Söylersem hediyenin sürprizi kaçar.”

“Demek ki ne alacağına karar vermemişsin.”

Shen Dai güldü, “Zorlama, söylemeyeceğim.”

“Sürpriz olmayan hediyeleri de kabul edebilirim. Mesela soyunup, kurdeleyle bağlanırsan……”

Shen Dai onun göğsünü okşadı, “Senin için bir şey almak istiyorum.”

“O zaman bir kurdele al.”

Shen Dai elini tekrar kaldırdı ama Qu Moyu bileğini tutarak onu sandalyeye doğru bastırdı. Ardından onun kırmızı dudaklarını öpmek için eğildi. Shen Dai heyecanla onu karşılık verdi ve Qu Moyu’nun dilini ağzına sokmasına izin verdi.

Qu Moyu, Shen Dai’nin gömleğini pantolonunun içinden çıkarmak için çekti. Ancak o kadar güçlü ve sabırsızdı ki, yanlışlıkla düğmelerden birini koparmıştı. Büyük eli doğruca gömleğinin altına girdi ve Shen Dai’nin belini okşadı.

Shen Dai bilinçsizce geri çekilmek istedi ama sandalye kürek kemiklerine değince farkında olmadan inledi. Qu Moyu hafifçe çenesini ısırdı, ardından ayağa kalktı ve onu kucağına alarak yukarı çıkardı.

Shen Dai, “Nereye gidiyoruz?” diyerek fısıldadı.

“Tabii ki senin odana.”

Merdivenlerden çıkıp sola dönen Qu Moyu, dizleriyle kapıyı iterek açtı. Bu odadaki mobilyalar hiç değişmemişti. Shen Dai’ye ait eşyalar ortadan kaybolmuştu ancak duvara yapıştırdığı posterlerin yapıştırıcı izleri duruyordu. Yatak temiz ve yumuşak çarşaflarla kaplıydı. Her şey yeniydi ama daha önce kullandığı mavi ekoseli nevresim takımıyla neredeyse aynı renkteydi. Bu yatak odası, büyük olmasa da çok sıcaktı ve hoş bir kokuya sahipti.

Qu Moyu, Shen Dai’yi yatağa bastırdı. Uzun zamandır arzuladığı avına baktı ve gömleğini çıkardı.

Shen Dai ona bir şey söylemek istediği için doğruldu ama Qu Moyu ellerini göğsüne dayayarak onu tekrar yatağa bastırdı. O şehvetli ve güçlü öpücük tekrar dudaklarına kondu ve Shen Dai’yi susturdu.

Shen Dai vücudunun alev alev yandığını hissediyordu. Burası onun odasıydı. Bu evi kaybedene dek hep bu odada uyumuştu. Onun, ailesinin ve arkadaşlarının kahkaha sesleri sanki kulaklarında yankılanıyordu. İlk aşık olduğundaki utanç verici fantezilerin ve geleceği için uykusuz bir şekilde ders çalıştığı gecelerin bu odada bir izi vardı. Onun için burası saf ve kutsal bir yerdi. Zar zor hatırladığı gençliğini burada geçirmişti.

Ama şimdi Qu Moyu o alanı istila edecekti. Tüm geçmişini içinde taşıyan bu yatak odasında onunla sevişecekti. Sanki tüm hayatını o görsün diye açıyormuş gibiydi. Qu Moyu, bir daha asla dokunmayacağını düşündüğü geçmiş benliğine dokunacaktı. Derin köklerden bağlanmaya başlayacaklar, zamanın bağlarını aşacaklar ve sonunda tamamen sarmaşık misali iç içe geçeceklerdi.

Şu anda Shen Dai tam olarak böyle hissediyordu.

Heyecanlıydı ama korkuyordu da. Kendini ona açmaktan korkuyordu çünkü bu, derin bir güven ve teslimiyet anlamına geliyordu. Herkes, “Ömrümü bu kişiyle geçirebilir miyim” diye düşünürken korku ve tedirginlik duyardı en nihayetinde. Lakin kendini ona açmaya karar vermişti, zira Qu Moyu’nun ona olan sevgisinin gerçek olduğunu hissediyordu.


ÇN: Qu Moyu?????? Bir karakter nasıl bu kadar değişebilir??? ❤️ Böylece, son iki bölüm bir de ekstramız kaldı…Finalde hep beraber salya sümük ağlamaya var mısınız?

Bu arada, bölümdeki kurdeleli fanteziyi çizmişlerdi. Cr: Üstünde

5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x