İçeriğe geç
Home » Alpha Predator 91. Bölüm

Alpha Predator 91. Bölüm

Qu Moyu’nun sanki üstüne bir yıldırım düşmüştü; bir müddet duyduklarına inanamamıştı.

Shen Dai’nin ensesini elleriyle kapatmaya çalışması duyduklarının gerçek olduğunu kanıtlıyordu zaten. Doğruydu, Shen Dai onun işaretini istemiyordu ve hatta feromon bezlerini tamamen aldırmakla tehdit ediyordu.

Shen Dai onun işaretini istemiyordu.

S-seviyesi bir alfanın işareti, verebileceği en büyük sadakat yeminini simgeliyordu. Yani kendi üzerindeki kontrolü ve yegane üreme hakkını karşı tarafa devretmesi anlamına geliyordu. Hayatından vazgeçmek olduğunu söylemek abartı olmazdı ve Qu Moyu bu kararı tamamen bilinçli olarak vermişti. Bu işaret yüzünden ne kadar baskıyla ve engelle karşılaşacağını biliyordu ve çok büyük riskler almıştı. Yine de sevdiği kişiye, hayatındaki en değerliye ellerini uzatmaya karar vermişti. Ancak karşı taraf ona ellerini vermemişti ve onu terk etmişti.

Birdenbire Qu Moyu’nun kalbi yumuşadı. Yatağa yığıldı ve elleriyle ensesini kapatarak titreyen Shen Dai’ye boş boş baktı. Herkesin peşinden koştuğu S-seviyesi alfanın işaretinden nasıl bu kadar iğrenebilirdi ki?

Shen Dai’nin, “Senden hiçbir şey istemiyorum, seni istemiyorum” sözlerine şimdiye kadar inanmamıştı ama artık inanmak zorundaydı. Shen Dai’nin sadece ona kırgın olduğunu ve Qiu Qiu ile olduğu konumdan memnun olmadığını sanıyordu. Onlara iyi davrandığı ve el üstünde tuttuğu sürece Shen Dai’nin bir gün yumuşayacağını düşünüyordu. Ne de olsa bir zamanlar Shen Dai onu çok seviyordu ve ona hayal gücünün ötesinde bir hayat verebilirdi.

Gelgelelim, görünüşe göre Shen Dai gerçekten de onu istemiyordu. Omegası kızışma dönemindeyken ondan saklanmayı, başka bir alfa tarafından geçici olarak işaretlenmeyi ve vücudunda onun feromonlarını bulundurmayı tercih ediyordu.

Aslında Shen Dai onun omegası değildi ve onun omegası olmayı reddediyordu.

Bütün bunların gürleyen öfkesini tetikleyeceğini düşünmüştü ama hiç mecali yoktu. Zihni allak bullak olmuştu. O anda hissedebildiği tek şey, kalbinin sızısıydı.

Neden bu duruma düşmüştü? O ve Shen Dai nasıl bu hale gelmişti? Her şeyi nasıl böyle mahvetmişti?

Duyguları boğazında düğüm düğüm olmuştu ancak kelimelere dökemiyordu. Vücudunda kabaran feromonları bastırmak için tüm iradesini seferber ediyordu ve kendi ruhunu görünmez bir kafese mahkum etmişti. Bunu yapmak zorundaydı; çünkü en ufak hatası akıl almaz sonuçlara yol açabilirdi.

Qu Moyu yataktan kalktı, sessizce kıyafetlerini giydi, cep telefonunu aldı ve şoföre bir mesaj gönderdi. Şoföre adresi göndererek ondan, Lan Teyze’yi de ve Heng Amca’yı da alarak arabayı binanın önüne getirmesini istedi. Böylece biri Shen Dai’yle ilgilenirken diğeri Qiu Qiu’yu eve götürecekti. Daha sonra telefonu bıraktı ve Shen Dai’ye üstünü giydirdi.

Shen Dai fiziksel gücünü çoktan tüketmişti ve Qu Moyu ona dokunduğunda şiddetle titrese de hemen ardından hareket etmeyi bırakmıştı.

Qu Moyu, Shen Dai’yi bir battaniyeye sardı, onu kucağına aldı ve kapıdan çıktı.

Bai Xiangwan çoktan gitmişti ve aşağı inerken kimseyle karşılaşmamıştı. Qu Moyu hemen Shen Dai’yi arabaya koydu ve şoförden Shen Dai’yi özel bir hastaneye götürmesini istedi.

Şoför, Qu Moyu’nun arabaya binme niyeti olmadığını görünce, “Genç Efendi, nereye gidiyorsunuz?” diye sordu.

Qu Moyu, “Ona iyi bak,” dedikten sonra arabanın kapısını kapattı ve bir taksiye bindi.

Qu Moyu bir arkadaşının açtığı özel bir kulübe gitmişti. Orası yalnızca üst düzey alfaları alan özel bir kulüptü.

Müdür onu tanısa da bir anlığına onu fark edememişti, çünkü Qu Moyu’yu daha önce hiç bu kadar perişan bir halde görmemişti.

“Bay Qu, demek sizdiniz. Neden şoförden beni aramasını istemediniz? Ben önceden hazırlık yapardım….”

Qu Moyu boğuk bir sesle, “Beni içeri al,” dedi.

Müdürün kalbi tekledi. Qu Moyu’nun duygularının çöküşün eşiğinde olduğunu biliyordu. Gereksiz bir felakete maruz kalmak istemiyordu, bu yüzden kibarlığı bir kenara bıraktı ve, “Bu taraftan,” dedi.

Qu Moyu karanlık, uzun koridor boyunca müdürü takip etti. Müdür çok dar ama şaşırtıcı derecede kalın metal bir kapıyı iterek açtı ve Qu Moyu tereddüt etmeden o karanlık odaya girdi.

Kapı kapanıp kilitlendiğinde, Qu Moyu bir an için karanlıkta öylece durdu ve ardından bir canavar gibi kükredi.

Zaman kavramı artık doğru bir şekilde algılanamıyordu ve karanlık, zaman dahil her şeyi yutabilecek gibi görünüyordu.

Ağır metal kapı tekrar açılmıştı ve kapıda uzun boylu bir figür duruyordu. Loş ışık siluetinin büyük bir kısmını kaplıyordu.

Adam alaycı bir tavırla, “Işıkları aç,” dedi.

Oda aniden aydınlandı, Qu Moyu başını eğdi, gözlerini sıkıca kapadı ve ışığa yavaş yavaş uyum sağladı.

İçinde bulunduğu “oda” aslında, ancak bu şekilde tanımlanabilecek kare bir metal kutuydu ve içinde, gömülü ışık şeridi, bir anahtar ve bir acil durum düğmesi dışında hiçbir şey yoktu.

Koyu maviye boyanmış kalın metal duvarlar, sanki bir dev tarafından delinmişçesine farklı boyutlarda çukurlara sahipti. Ne tür bir kuvvetin böyle bir hasara yol açabileceği hayal dahi edilemezdi.

Adam, yırtık pırtık giysilerle köşede büzülmüş olan Qu Moyu’ya bakarak iki kez dilini şaklattı, “Üyelik ücreti ödemene gerek yok. Yardım kabini dün gelmişti oysaki. Daha iyi esnekliğe ve sertliğe sahip yeni geliştirilmiş bir metalden yapıldığı için oldukça pahalıydı.”

Qu Moyu yavaşça yüzünü çevirdi.

Adam sıradan bir siyah tişört ve kot pantolon giyiyordu. O kadar uzun ve güçlü görünüyordu ki, alelade bir şekilde dikilmiş olan kıyafetler bile altındaki kasları gizleyemiyordu. Bacakları ve kolları sanki ileri atılmaya hazır bir leoparınkini andırıyordu. Saçları kısaydı, teni buğday rengiydi ve gözleri bir kartal kadar keskindi. Son derece yakışıklı bir görünüme sahip olan bu adama insanlar doğrudan bakmaya cesaret edemezlerdi.

Bu kişi askeri bir ailede doğan, özel kuvvetlerin kralı olarak anılan Yu Feng Cheng’di.

Yalnızca böyle özel bir konuma sahip olanlar özel metallerin işletme ruhsatını alabilirdi.

Qu Moyu’nun mahzun ve derbeder yüzüne bakan Yu Feng Cheng bir anlığına donakaldı. Qu Moyu’nun durumunun beklenenden daha kötü olduğunu fark ettiği için şakacı tavrını bir kenara bıraktı ve tereddütle, “Neyin var?” diye sordu.

Adından da anlaşılacağı gibi, yardım kabini alfaların üstlerindeki baskıyı atabilecekleri bir odaydı. Yasal ve ahlaki kısıtlamalara tabi olarak, alfalar normal şartlar altında başkalarına zarar vermek için feromon baskısı kullanamazlardı. Çünkü belirli bir seviyenin üstündeki alfaların feromonları biyolojik silah olarak nitelendirilirdi. Duyguları bir dereceye kadar biriktiğinde, Qu Moyu’nun feromonlarını serbest bırakmasının bir yolunu bulması gerekiyordu. Bu yüzden yardım kabini tam da ihtiyacı olduğu zamanda yapılmıştı.

Genellikle alfalar buraya öfkeyle gelirlerdi ama Qu Moyu…..büyük bir üzüntüyle gelmişti, ki bu da oldukça anormal bir durumdu.

Qu Moyu duvara yaslandı, boş boş ileriye baktı ve mırıldandı, “İşaretimi istemiyor.”

“Ne?” dedi Yu Feng Cheng. Net duyup duymadığından emin değildi ya da duysa bile yanlış duyduğunu düşünüyordu.

“İşaretimi istemiyor,” diyerek tekrarladı Qu Moyu, dudakları hafifçe titriyordu, “Onu bir daha işaretlemeye cüret edersem feromon bezlerinden tamamen kurtulacağını söyledi.”

Bu kelimeler bir büyü gibi zihninde geziniyor ve onu delirtiyordu. Konuşurken gözyaşları yanaklarından sessizce süzülüyordu. Gözlerini kapatmak için elini kaldırdı ama yaşlar bu kez ellerinin arasından sızıyordu. Sahiden ağlıyor muydu? Neden ağlıyordu? Gözyaşı döktüğüne kendisi bile şaşırmıştı, çünkü şimdiye dek ağlamanın ne olduğunu neredeyse unutmuştu.

Kalbi o kadar acıyordu ki, gözyaşları bu acının şiirsel ama acımasız bir ifadesi gibiydi.

Yu Feng Cheng sessizliğe bürünmüştü.

Her ikisi de S-seviyesi alfalardı ve onlara göre işaret verebilecekleri en değerli şeydi. Hatta işaretin yaşam, özsaygı ve mülkiyetle ilgili olduğu söylenebilirdi. Kimden bahsettiğini bilmese de, her zaman çıkarlarını ön planda tutan Veliaht Prens’in isteyerek işaretlemek istediği biri çok değerli olmalıydı. Bu durumdayken bu kadar sert şekilde reddedilmek, samimiyetinin ve haysiyetinin ayaklar altında ezildiği ve çiğnendiği anlamına geliyordu.

Böyle bir reddedilişe kendisi de dayanamazdı.

Yu Feng Cheng onunla alay etmek için oraya geldiğine pişman olmuştu. Başkalarını, özellikle de böylesine ağır bir darbe almış birini teselli etmede hiç iyi değildi. Bir süre tereddüt ettikten sonra, “Ne demek ‘bir daha’?” diye sordu.

Qu Moyu ağzını açtı ve boğuk bir sesle, “Onu kızışma dönemindeyken işaretledim ama sonra zorla işareti sildirttim,” dedi. Yaptığı aptalca şeyleri hatırlayarak, dişlerini nefretle sıktı. Omegasına ve bebeğine neden böyle davranmıştı? Eğer Shen Dai’ye aşık olduğunu daha önce fark etseydi…..Ne yazık ki artık “eğer” diye bir şey yoktu ve işlediği günahların bedelini ödemesi gerekiyordu.

Yu Feng Cheng kaşlarını çattı, “Başka bir omega senin çocuğunu doğurduğu için Zhou ailesinin nişanı atmak istediğini duymuştum. Bu o muydu?”

Qu Moyu cevap vermedi ama bu, doğruladığı anlamına geliyordu.

Yu Feng Cheng duvara yaslandı ve başında bir ağrı hissetti, “Önce seni salona götüreceğim. Sorunu çözmek için dışarı çıkmadan önce enerjini yenilemen gerekiyor.”


ÇN: Eveeet yazarın “my little poplar” kitabından bir karakter bu kitaba giriş yaptı an itibarıyla. Yu Feng Cheng de 188 boyunda ve askeri bir aileden geliyor. Sevdiceğiyle askeriyede tanışıyor yani

4.7 3 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x