Shen Dai hastanede uyandığında tam iki gün geçmişti. Ateşi düşmüş olsa da vücudu hala rahatsızdı ama artık tamamen kendine gelmişti.
Bayılmadan önce olan her şeyi; tüm kafa karışıklığını, umutsuzluğu, dayanılmazlığı ve Qu Moyu’nun çağrıştırdığı o puslu anıları hatırladı.
Vücudundaki karaağaç feromonu çok zarifti ama aynı zamanda da çok net kokuyordu. Qu Moyu’nun gelme sebebi şöyle dursun, Bai Xiangwan’ın dahi neden oraya geldiğini bilmiyordu. Frenleri boşalan bir arabada hep beraber uçuruma doğru sürükleniyorlarmış gibiydi. Yıkımın gelişini kim durdurabilirdi ki?
Shen Dai bilinçsizce elini kaldırdı ve ensesine dokundu. Derisinin üstündeki yarada sadece küçük bir kabuk vardı. Qu Moyu’nun onu işaretlemediğini biliyordu, ama hala korkuyordu.
Belki de dünyadaki birçok insan, S-seviyesi bir alfanın işaretinin Vanity Fair’e davet edilmekle eşdeğer olduğunu düşünüyordu ama o aynı fikirde değildi. Çünkü ona göre zehirli bir elmaydı ve yediği anda hayatı raydan çıkacaktı. Bu hataya bir kez düşmüştü zaten, bir daha asla düşmeyecekti.
ÇN: Vanity Fair Amerika’daki popüler bir dergi. Çok ünlü olan kişilerin dedikodularının yer aldığı moda dergisi ama anladığım kadarıyla o dergiye çıkmak dünyaca ünlü olmak gibi bir anlama geliyor.
Feromon bezlerini aldıracağını söylerken gayet ciddiydi. Eğer feromon bezleri olmasaydı ya da omega olmasaydı, bu kadar acı çeker miydi? Böylece artık kızışma dönemindeyken başkaları tarafından işaretlenmeyecek ve Qu Moyu’nun feromonları tarafından kontrol edilmeyecekti. Bu doğuştan gelen zinciri kırabilecekse, sağlığı pahasına olsa da buna değerdi.
Qiu Qiu üç yaşına geldiğinde onun feromonlarına çok da bağımlı olmayacaktı zaten……
Doğru ya, Qiu Qiu!
Etrafa bakındı, cep telefonunu bulamadı ve hemşireyi çağırmak için arkasındaki zile bastı.
Çok geçmeden hemşire kapıyı itti ve içeri girdi. Ancak onun arkasından Lan Teyze de gelmişti.
“Ah Dai, nihayet uyandın,” dedi Lan Teyze. Gülümsüyor olsa da çok endişelenmiş olduğu yüzünden okunuyordu, çünkü duygularını gizleyemeyecek kadar çok nazik biriydi.
Ama Shen Dai hiçbir şey sormak istemiyordu. Kendisi de dahil olmak üzere Qiu Qiu’dan başka kimseyi önemsemiyor gibiydi. Ağzını açtı ve boğuk bir tonla, “Lan Teyze, Qiu Qiu nerede?” diye sordu.
Lan Teyze ona bir bardak su koydu, “Endişelenme, Qiu Qiu şu an evde. Bakıcı onunla ilgileniyor.”
“Telefonum nerede?”
“Bilmiyorum, buraya geldiğinde cep telefonun yoktu.”
Shen Dai içinden, Hala Cheng Zimei’nin evinde olmalı diye geçirdi. Zaten telefonunun yanında olmaması daha iyiydi, çünkü onlarla nasıl yüzleşeceğini bilemiyordu. Utanç zaten onun için düşük seviyeli bir işkenceydi ve üstelik onlara sorun çıkardığı için büyük bir suçluluk duyuyordu.
“Xiao Wu’ya sormamı ister misin?” dedi Lan Teyze.
“Gerek yok, güvenlik kamerasını bir aç da bakayım.”
Lan Teyze telefonundaki uygulamayı açtı. Shen Dai, Qiu Qiu’nun mışıl mışıl uyuduğunu görünce rahatladı ve yatağında doğruldu.
“Ah Dai, tuvalete mi gideceksin?”
“Eve döneceğim.”
“Vücudun daha tam anlamıyla iyileşmediği için doktor birkaç gün daha kalmanı söyledi.”
“Gerek yok.”
Lan Teyze’nin ifadesi endişeliydi, “Ah Dai, doktoru dinleyelim.”
Shen Dai bir süre duraksadıktan sonra yatağa geri uzandı. Bunu doktor istememişti; açıkça Qu Moyu istemişti. Ne de olsa hepsi onun çalışanıydı, bu yüzden Lan Teyze’yi utandırmaya lüzum yoktu, “Kaç gün?”
Lan Teyze usulca, “Yaklaşık…dört ya da beş gün,” dedi.
“Yani geçici işaret kaybolana kadar, değil mi?” dedi Shen Dai yumuşak bir tonla.
Lan Teyze iç çekti.
Qu Moyu, vücudunda başka bir alfanın feromonları varken öylece dolaşmasına nasıl göz yumabilirdi ki?
“Anlıyorum, ama Qiu Qiu’nun da benimle kalması lazım.”
“Genç Efendi’ye söyleyeceğim.”
“Lan Teyze, telefonunu tekrar ödünç verebilir misin? Birkaç arama yapacağım.”
Shen Dai önce Shen Qin’i aradı ve büyükannesinin durumunu sordu. Büyükannesinin sağlığı son günlerde daha iyiye gidiyordu ama yine de hastaneden taburcu olamıyordu. Birkaç kelimeden sonra Shen Qin, büyükannesinin hangi gıda takviyelerini ve vitaminleri alması gerektiğini söyleyerek para istediğini ima etti.
Shen Dai’nin onunla daha fazla konuşacak hali yoktu, “Telefonumda bir sorun var. Öğleden sonra parayı transfer edeceğim. Lütfen büyükannemle düzgünce ilgilen.”
Konuşmayı sonlandırdıktan sonra bu kez de Cheng Zimei’yi aradı.
Cheng Zimei, bir hışımla tanımadığı bir numaradan gelen aramayı açtıktan sonra Shen Dai’nin sesini duydu ve “Ah, demek sendin,” dedi. Ardından devam etti, “Ah Dai, iyi misin? Şu anda neredesin?”
“Hastanedeyim ama merak etme iyiyim,” dedi Shen Dai ciddiyetle, “Başına yine dert açtığım için özür dilerim, ben…..”
“Sorun değil, senin bir suçun yok. Kimse Başkan Qu’nun böyle bir şey yapacağını tahmin edemezdi…..” dedi Cheng Zimei, biraz utanıyordu, “Şey, Başkan Qu’nun kahyası sonradan geldi. Bayağı şık giyimli yaşlı bir adamdı. Bana da biraz para verdi. Yoksa ağzımı kapalı tutmam için verilen bir sus payı mıydı bu?”
Shen Dai, elini ağrıyan alnına koydu, “Telefonum senin evinde mi?”
“Kahya aldı,” dedi Cheng Zimei ve ihtiyatla, “Ah Dai, Başkan Qu’yla evlenecek misin?” diye sordu.
“Ne?”
“Bugün, Başkan Qu ve Zhou Xiaochu arasındaki nişanın iptal edildiği haberi yayınlandı. Şimdi herkes Başkan Qu’nun seninle evlenmek istediğini konuşuyor.”
Shen Dai’nin ses tonu buz gibiydi, “Hayır, evlenmeyeceğim.”
Cheng Zimei çaresizce iç çekti ve, “Ah Dai,” dedikten sonra duraksadı. Söylemek istediği şeyi geri yutarak ekledi, “Kızışma döneminde fiziksel olarak zayıf düştüğün için sağlığına dikkat etmelisin, tamam mı?”
“Tamam, bana Bai Shixiong’un numarasını verir misin?”
Cheng Zimei’den gelen mesajı gören Shen Dai, bununla ilgili hiçbir şey söylemedi. Akabinde telefonu Lan Teyze’ye geri verdi, “Lan Teyze, telefonum Heng Amca’daymış. Heng Amca telefonumu bana getirebilir mi?”
“Ah, tamam.”
Lan Teyze tam Heng Amca’ya mesaj gönderiyordu ki, o anda odanın kapısı çalındı ve Bayan Qu içeri girdi.
“Bayan Qu.”
Bayan Qu, Lan Teyze’ye başıyla selam verdi ve gözleriyle, hemşireyi de alarak dışarı çıkmasını işaret etti.
İkisi gittikten sonra, Bayan Qu hüzünlü bir şekilde hastane yatağının yanına oturdu, “Ah Dai, daha iyi misin”
Shen Dai ifadesizce, “Çok daha iyiyim,” dedi.
“Seni hastaneden almaya geldim. Qiu Qiu’yla geldiğin evi hatırlıyor musun? Sen ve Qiu Qiu oraya taşınmalısınız,” dedi Bayan Qu, “Moyu da aynı fikirde.”
Shen Dai, inanamıyormuş gibi boş boş Bayan Qu’ya baktı.
Bayan Qu çantasından bir telefon çıkardı, “Ah Heng verdi, senin telefonunmuş.”
Shen Dai telefonu yavaşça aldı ve tereddütle, “Gerçekten mi?” diye sordu.
“Evet, bakıcılar da seninle gelecek,” dedi Bayan Qu ve başını eğdi, ifadesi kasvetliydi, “Moyu’nun şu anda seni görmeye gelmesi pek de uygun olmaz. Ah Heng’e evdeki eşyalarınızı toplayarak diğer eve taşımasını söyledim.”
Shen Dai uzun bir süre sessiz kaldıktan sonra, “Bu kez ne istiyor?” diye sordu. Bayan Qu’nun oraya gelmesinin arkasındaki nedeni biliyordu. Eğer Qu Moyu istemezse Qu Malikânesi’nden ayrılamazdı. Bayan Qu onu almaya geldiğine göre bunu Qu Moyu istemiş olmalıydı.
Bayan Qu bir süre düşündükten sonra yanıt verdi, “Şu anda kafası çok karışık. Ona biraz zaman ver.”
Bayan Qu’nun aklına az önce oğluyla yaptığı konuşma geldi. Shen Dai’ye Qu Moyu’nun da hastanede olduğunu ve yan odada yattığını söylememişti.
Önceki gece yardım kabininde Qu Moyu çok fazla enerji kaybetmişti. Yu Feng Cheng sağlığının iyi olmadığını düşünerek onu hastaneye göndermişti.
Alfalar, başkalarına hükmetmek için feromon kullanma yeteneğine sahipti, ancak feromonlarını kullanmalarının da bir bedeli vardı. Qu Moyu, İsviçre peyniri gibi on iki santim kalınlığındaki metal alaşımı eğip bükmüştü. Bu da korkunç büyüklükte bir feromon baskısı yarattığının göstergesiydi.
Qu Moyu hayatında ilk kez bu kadar kötü bir hale gelmişti. Bayan Qu hastaneye vardığında Qu Moyu’ya toplamda üç şişe serum verilmişti.
Bayan Qu odaya girdiğinde, Qu Moyu’nun hastane önlüğü giydiğini, saçlarının dağınık olduğunu ve solgun yüzünde kirli sakalların belirdiğini gördü. O an gururlu ve başarılı oğlunun o hale gelişini bir anlığına kabul edemedi.
“Neyin var?” diye sordu Bayan Qu endişeyle, “Ah Heng, Shen Dai’nin de burada olduğunu söyledi. Doğru mu?”
Muhtemelen her şeyi biliyor olsa da Qu Moyu’nun annesine olanları anlatacak yüzü yoktu, “Yan odada.” Duvara yaslandı ve Shen Dai’nin duvarın diğer tarafında olduğunu hayal etti. Bu, şu anda ona yaklaşabileceği en yakın mesafeydi ama birkaç adım atacak cesareti bile yoktu. Shen Dai’nin üzerinde Bai Xiangwan’ın feromonlarının kokusunu almaktan çok korkuyordu.
“Onunla evlenmek, onu işaretlemek ve her şeyimi ona vermek istiyorum ama o….” dedi Qu Moyu, dudakları hafifçe titredi ve kalbine yeniden dayanılması güç bir sızı doldu, “Hiçbir şey istemiyor.”
Bayan Qu iç çekti, “Moyu, onu gerçekten seviyor musun?”
Qu Moyu kendi kendine güldü, “Sevmesem bunca şeyi neden yapayım ki…”
“Ama bunu ona göstermedin.”
“Ben… onun için yeterince iyi olmadığımı biliyorum. Ama nişanı attım, Qiu Qiu’yu da alarak benimle kalmasını istedim ve hatta işaretimi vermeye bile razı oldum,” dedi Qu Moyu ve yorgun bir şekilde gözlerini kapattı, “Beni hala kabul etmiyor. Tam olarak ne istiyor? Benden hiçbir şey istemiyor…Anne, ona verebileceğim hiçbir şeyim yok.” Shen Dai işareti dahi istemediyse, ona başka ne verebilirdi ki?
Bayan Qu, gözlerinde derin bir hüzünle oğluna baktı. Ardından yavaşça Qu Moyu’nun elini tuttu, “Bu annenin hatası. Babanın seni böyle eğitmesine izin verdim. Bebeğimi koruyacak kadar güçlü değildim. Seninle yeterince ilgilenemedim ve sana birini sevmeyi bile öğretmedim.”
Qu Moyu’yu doğurduktan sonra şiddetli bir şekilde lohusa sendromuna girmişti. Çocukken, Qu Moyu annesine en çok ihtiyaç duyduğunda, Bayan Qu iyileşmekle meşguldü ve onunla hiç ilgilenmemişti. Doğduğu andan itibaren “Herkesten üstün olduğu” bilinçaltına işlenen alfa oğluyla, nasıl konuşacağını dahi bilemiyordu. Bir zamanlar oğlundan korkuyordu ve o minicik bedende kocasını görüyordu.
Oğlunun ona olan duygusal ihtiyaçlarının farkında değildi ve kaçmaktan kendini alamıyordu. Çok uzun bir zaman geçtikten sonra ruhunun enkazının içinden dağılan benliğini yeniden bir araya getirmişti lakin oğlu artık ona yaklaşmaya istekli değildi. Oğlunun kendi evladı olduğunu ve onun da bir insan olduğunu unutarak, S-seviyesi bir alfayı eğitemeyeceği bahanesinin arkasına saklanmıştı.
Annesi Qu Moyu’nun elini sıkıca tuttu, “Moyu, senin en değerli şeyin işaretin değil; kalbin.”