Qu Moyu’nun sıcak dudakları onunkilere bastırıldığında, abanoz ağacının soğuk kokusu tüm duyularını işgal etti. İkisi birden o anda bir zamanlar sahip oldukları işareti anımsadı. Abanoz ve Gecenin Kraliçesi Çiçeği iç içe geçmişti ve ayrılamazdı. Diğerinin kokusu sanki vücutlarının her hücresine sinmiş gibiydi. Ne kadar baskılamaya çalışırlarsa çalışsınlar, en ufak bir uyarılmada eski anıları tekrar gün yüzüne çıkıyordu. İşaretin yalnızca fiziksel etkileri yoktu ve psikolojik etkileri kişilerin hayatlarından tamamen silinemeyebilirdi ― hatta artık işaret olmasa bile.
Qu Moyu, Shen Dai’nin çenesini kavramıştı ve parmakları dudaklarına kadar uzanıyordu. Hareketleri o kadar hızlıydı ki, Shen Dai’nin düşünecek zamanı olmamıştı.
Shen Dai’nin kalbi çılgınca atıyordu, içgüdüsel olarak geriye doğru bir adım attı ama Qu Moyu onun ensesini tutuyordu. Ancak Qu Moyu’yu sertçe ittiğinde dudakları ayrıldı. Dudaklarındaki o samimi uyum kaybolmuştu ama yine de kalbinin çarpmasına neden olan bir sıcaklık vardı.
Qu Moyu parmak uçlarıyla dudaklarına dokundu ve derin gözlerini hiç kırpmadan Shen Dai’ye baktı. Aynı zamanda çekici bir zehir olan alfa feromonlarını serbest bıraktı. Fakat Shen Dai’nin gözbebeklerindeki paniği gördüğü anda yüreği ağzına geldi.
Shen Dai ayağa kalktı, “Evet dönmem lazım.”
“Bekle,” dedi Qu Moyu yumuşak bir tonla, “Çiçeklerin açılışını izledik, soluşlarını da izlemeliyiz.”
Shen Dai’nin bakışları Gecenin Kraliçesi Çiçeği’ne yöneldi. Ne zaman doruk noktasına ulaşılsa, o zaman düşüş de başlardı. Geçmişte bu çiçeğin her anını seyretmişti ama şu anda bunu yapamazdı. Böyle bir ortamda Qu Moyu’yla baş başaydı ve bu çiçek onda binlerce düşünce uyandırıyordu. Başını iki yana salladı, “Eve dönmek istiyorum.”
Qu Moyu da ayağa kalktı, masanın etrafından yürüdü ve parmaklarıyla Shen Dai’nin yüzüne düşen saçlarını kulaklarının arkasına koydu, “Tamam, seni eve bırakayım.”
Shen Dai eşyalarını sırt çantasına tıktı, başını çevirdi ve sırra kadem basmanın daha iyi olacağını düşünerek hızlıca uzaklaştı.
Qu Moyu’nun bacakları uzun olduğundan birkaç adımda ona yetişti ve elindeki çiçek saksısıyla hemen yanına geldi.
Kapalı alandayken, Gecenin Kraliçesi Çiçeği’nin hafif kokusu daha da ferahlatıcıydı. Shen Dai’nin feromonlarını hatırladığında Qu Moyu’nun kalbinde dayanılmaz bir arzu uyanmıştı. Feromon çıkartmasını yırtıp attığını, onu arkadaki aynaya yasladığını ve omegası şaşkınlıkla bakarken onun büyüleyici kokusunu ciğerlerine çektiğini hayal ettiğinde karnında çok tuhaf hisler belirdi.
Shen Dai de çok rahatsız hissediyordu. Qu Moyu kasten sürekli feromon salgılıyordu. Asansördeki kısa birkaç saniye içerisinde bedeni elektrik çarpmışçasına titremişti. Köşede saklanmaya çalışsa da Qu Moyu hemen yanındaydı en nihayetinde.
Asansör sonunda aşağı indi ve Shen Dai hızla dışarı çıktı.
“Ah Dai, bekle, dışarıda hala yağmur yağıyor,” dedi Qu Moyu ve aniden şemsiyesini laboratuvarda unuttuğunu hatırladı. Ardından dışarı çıkmak üzere olan Shen Dai’yi usulca geri çekti, “Biraz bekle, dönüp şemsiyeyi alacağım.”
“Tamam.”
Qu Moyu, Gecenin Kraliçesi Çiçeği’ni yere koydu ve şemsiyeyi almak için geri döndü.
Shen Dai çömeldi, çiçeğin yumuşak yapraklarına hafifçe dokundu ve sonra çantasından katlanır bir şemsiye çıkararak yağmura doğru yürüdü.
Şirket, yaşadığı yere çok yakındı ve sadece on dakikalık yürüme mesafesindeydi. Şu anda gece yarısıydı ve sokaklarda in cin top oynuyordu. Yalnızca ara sıra araçlar geçiyordu. Her zaman gürültülü olan bu şehir şimdi o kadar sessizdi ki, bir tek rüzgarın ve yağmurun sesi uğulduyordu.
Shen Dai kendi kalp atışlarını net bir şekilde duyabiliyordu. Eve erken gitmek istediği için hızlı hızlı yürüdüğünden mi yoksa Qu Moyu yüzünden mi kalbinin böyle çarptığını bilemiyordu.
Çiçek açan Gecenin Kraliçesi, sessiz yağmurlu gece, nazik bakışlar ve o tutkulu öpüşme zihninde canlanıp duruyordu. Sağanak yağmur yağarken elinde Gecenin Kraliçesi Çiçeği saksısıyla laboratuvara koşmak hiç de Qu Moyu’luk bir davranış değildi. Her halükarda onunla beraber kalıp çiçeklerin tadını çıkarmamalıydı. Çünkü özlemini çektiği şey aslında çiçekler değil, büyükannesi ve büyükbabasıydı. Sırf birazcık duygulandı diye Qu Moyu’nun yaklaşmasına katiyen izin vermemeliydi.
Arkasından ansızın bir korna sesi geldi. Shen Dai’nin geri dönüp bakmasına lüzum bile yoktu, Qu Moyu’nun olduğunu biliyordu.
Siyah Phantom araba tam önünde durdu. Qu Moyu yağmurda arabadan indi, Shen Dai’nin yolunu kesti ve ona seslendi, “Çok geç oldu ve hala yağmur yağıyor. Neden etrafta dolaşıyorsun?”
Böyle yağmurlu bir gecede, sokakta neredeyse kimse yoktu ve sokak lambaları oldukça loştu. Cinayet ve diğer suçlar için epey elverişli bir durumdu. Bir omeganın sokakta bu şekilde yürümesi çok tehlikeliydi.
Shen Dai, Qu Moyu’ya baktı, “Eve yaklaştım zaten.”
“Birkaç sokak daha var, arabaya bin,” dedi Qu Moyu. Bu sözleri söylerken çoktan sırılsıklam olmuştu. Shen Dai’nin kaçamak bakışlarını gördüğü anda az önceki öpüşme yüzünden heyecanlanan kalbi tekrar buz gibi oldu. Yağmur sanki doğrudan kalbine yağıyor gibiydi, “Yoksa seninle beraber eve kadar ben de yürürüm.”
Arabaya binmekten başka çaresi kalmayan Shen Dai iç çekti.
Qu Moyu sürücü koltuğuna oturdu, yüzünü bir mendille sildi ve eliyle alnına düşen ıslak saçlarını geri doğru taradı. Ardından dikiz aynasından Shen Dai’ye baktı ve sessizce gaza bastı.
Araba hızla apartmanın kapalı otoparkına girdi. Shen Dai arabadan inmek üzereyken Qu Moyu seslendi, “Sırılsıklam oldum ve hava çok soğuk. Sorun olmazsa duş alıp kıyafetlerimi değiştirmeme müsaade edebilir misin?”
“……”
“Evde birkaç parça kıyafetim var. Lisedeyken burada kalıyordum. Böyle ıslak kıyafetlerle geri dönersem üşütebilirim.”
Shen Dai, “Qu Moyu, burası senin evin,” dedi.
“Ama burada şimdi sen yaşıyorsun ve elbette senden izin almam gerekir,” dedi Qu Moyu, başını çevirdi ve hevesle Shen Dai’ye baktı, “Olur mu?”
Shen Dai’nin ağzından yalnızca tek bir soru çıktı, “Hayır deme hakkım var mı?” Ardından kapıyı açıp arabadan indi ve asansöre bindi.
Asansörün kapısı kapanmadan önce Qu Moyu içeri girdi, “O halde içeri girmeyeceğim. Ama bana bir havlu verirsen en azından kurulanabilirim.”
Shen Dai sessizce yoluna devam etti.
İkisi evin kapısına doğru yürüdüklerinde Qu Moyu, Shen Dai’nin bileğini tuttu. Nedense biraz acınası görünüyordu, “Seni burada bekleyeceğim. Bana bir havlu getirsen olmaz mı? Üşütmemi istemezsin değil mi? Yarın laboratuvarda birkaç görüşmem var çünkü.”
Shen Dai, Qu Moyu’ya bakmak için döndü, “Zorunda değilsin.”
“Ne?”
“Qu Moyu, kendin gibi davran. Böyle rol yapmana cidden hiç gerek yok,” dedi Shen Dai, “Madem sana itaat etmemi istiyordun, bak ediyorum işte. Benden başka ne istiyorsun?” Önündeki kişiye kıyasla, herkese üstten bakan S-seviyesi alfa gerçek Qu Moyu’ydu; karşısındaki değil. Gerçek Qu Moyu’yu kendi gözleriyle görmesi hiç de kolay olmamıştı. Bu yüzden şu anki yaptıklarının amacını tahmin etmeye çalışmayı hiç mi hiç istemiyordu. “İyi”ymiş gibi davranmasındansa her zamanki acımasız ve kalpsiz Qu Moyu gibi davranmasını tercih ederdi.
Belki de onun için, Gecenin Kraliçesi Çiçeği’nin açışını beraber izlemek isteyen ve yağmurda sırılsıklam olmasına rağmen koşarak gelen Qu Moyu, feromon baskısı kullanan Qu Moyu’dan daha korkutucuydu.
Qu Moyu derin bir nefes aldı, üstündeki ıslak kıyafetlerin soğukluğu iliklerine dek işlemişti, “Hala ne istediğimi mi soruyorsun? Bana itaat etmeni sağlamak için o gün seni işaretleyebilirdim ya da seni işaretlemeseydim bile bana itaat etmeni sağlayabilirdim. Neden hala seni mutlu etmeye çalışıyorum sence? Sahiden de anlayamıyor musun? Seni seviyorum. Tek istediğim, daha önce inanmadığım ve önemsemediğim sevgine yeniden sahip olabilmek. Şu anda hatalı olduğumu biliyorum. Seni incitecek şeyler yaptığım için çok pişmanım ve hepsini telafi etmek istiyorum. Senden sadece tek bir şans dileniyorum. Beni affetmeni ve beni yeniden sevmeni istiyorum.” Bu sözleri sarf ederken Qu Moyu’nun sesi titriyordu, “Kendimi düzgünce ifade edebildim mi?”
Shen Dai sırt çantasının omuz askısını tutan elinin parmaklarını acıyana dek sıktı. Kafası karışmış ve afallamış halde yere doğru baktı. Gözleri şaşkınlık ve şüpheyle doluydu.
Qu Moyu cidden bunları mı söylemişti? S-seviyesi bir alfa tekrar tekrar başını önüne mi eğmişti? Bu….gerçek miydi?
Qu Moyu, bir eliyle Shen Dai’nin omzunu ve diğer eliyle de kapıyı tutarak onu kollarının arasına aldı, “Ah Dai, bana bak.”
Shen Dai başını kaldırmadı, çünkü ona bakmaya cesaret edemiyordu. Eğer Qu Moyu’nun gözlerinde gerçek bir aşk görürse, o zaman bununla nasıl baş edebilirdi ki? Şimdiye dek hep onu tekrar tekrar ezip geçen ve tüm hayallerini bir çırpıda mahveden Qu Moyu’ya duyduğu nefrete güveniyordu. Ancak o zaman Qu Moyu’ya karşı duyduğu o güçlü duyguları bedenine mühürleyebilirdi. Qu Moyu’ya karşı hala bir şeyler hissetmemek için kendisine engel oluyordu. Yoksa hem kendisine hem de Qiu Qiu’ya ihanet etmiş olurdu ve çektiği tüm acılar boşa giderdi.
“Ah Dai, özür dilerim, yaptığım tüm hatalar için senden özür dilerim,” dedi Qu Moyu ve yavaşça alnını Shen Dai’nin alnına dayadı, sesi yumuşak ve yalvarırcasınaydı, “Yeter ki bana bir şans ver, çektiğin tüm acıları telafi etmeye hazırım.” Gözlerini kapadı. Kalbi ağrıyordu, Shen Dai’nin sessiz direnişi, ondan uzaklaşmak için mümkün olan her şeyi yapma niyeti kalbini bin parçaya ayırıyordu.
Evet, o sadece en fazla faydayı en az maliyetle elde etmek isteyen faydacı bir iş adamıydı. Shen Dai’yi güç, para, konum ve hatta işareti kullanarak etkileyemeyeceğini anlayınca bir süre çaresiz hissetmişti. İstese ona kalbini sökerek çıkarıp verebilecekti ama eğer Shen Dai kalbini bile istemezse, o zaman ne yapacaktı?
Shen Dai aniden onu heyecanla itti, gözleri kıpkırmızı olmuştu, “Sen duygusuz birisin. Bunu kendin söylemiştin.” Qu Moyu’nun “sevgisi” gerçek ya da yalan olsun fark etmezdi, çünkü Qu Moyu’nun başka planları olduğuna inanmayı tercih ediyordu. Ayrıca çektiği o cehennem azaplarının “sevgi”yle silineceğine asla inanmıyordu.
Kapıyı açtı ve içeri girerek Qu Moyu’yu bir köpek yavrusu gibi kapının önünde bıraktı.
Kapalı kapıya bakan Qu Moyu uzun süre orada bir heykel gibi donakaldı. Bedeni o kadar üşüyordu ki, sanki buzdan bir mağaraya düşmüş gibiydi.