İçeriğe geç
Home » Desire 1. Bölüm: O Burnu Havada S-Seviyesi Alfanın Benim Omegam Olmasını İstiyorum

Desire 1. Bölüm: O Burnu Havada S-Seviyesi Alfanın Benim Omegam Olmasını İstiyorum

“İri, nemli gözler, kiraz gibi dudaklar, zarif bir yüz… Bembeyaz teniyle, kesinlikle güzel olmalı…”

Özel oda oldukça genişti ve klima adeta donduracak kadar soğuk bir dereceye ayarlanmıştı. Ne var ki odanın en köşesinde dikilen garson ter içinde kalmıştı. Düşük seviyeli bu alfa garson, bu lüks kulüpte bir yılı aşkın süredir çalışmasına ve kendisini “artık her şeye alışmış” saymasına rağmen, daha önce hiç bu kadar çok beyaz tenli, göz kamaştırıcı omegayla aynı odada bulunmamıştı.

Sekreter elindeki raporun her sayfasını dikkatle gözden geçirdi. Diz çöken omegaları birkaç kez elindeki belgede yazanlarla karşılaştırdıktan sonra nihayet kağıt yığınını kanepede oturan genç patronuna uzattı. Son derece saygılı bir tavırla, “Talep ettiğiniz kişilerin hepsi burada. Toplam otuz iki kişi,” dedi.

İnce, düzgün parmaklı, solgun bir el dosyayı gelişigüzel şekilde karıştırdı ve yumuşak, küçümseyici bir tavırla kıkırdadı. Genç adam aynı ifadeyle, “Berbat bir zevki varmış,” dedi.

Sekreter yan taraftan söze girdi, “Sheng Shaoyou asla aşık olmaz. Sadece genç ve güzel omegalarla birlikte olur. Buna ilişki demek gerçeği çarpıtmak olur; daha çok onun için yatak arkadaşından ibaretler. Hiçbiri uzun süre onun yanında kalmaz. Lakin zevkleri ve estetik tercihleri oldukça tutarlı. Hatta bir keresinde birisi, bağlı olduğu tek şeyin zevkleri olduğunu söylemişti.”

Genç patron yanıt vermemişti lakin uzun yıllardır onun yanında çalışan sekreteri onu çok iyi tanıyordu ve bu yüzden sessiz kalmıştı.

Patronunun bakışları dosyanın bir sayfasının sağ üst köşesine takılı kalmıştı.

Sekreterin bizzat özenle hazırladığı bu dosya, Sheng Shaoyou’nun ilişki yaşadığı her omeganın detaylı kayıtlarını içeriyordu. Sayfaların köşesinde ilişkilerinin süresi kırmızı mürekkeple işaretlenmişti.

Patronu daha ağzını açmamıştı ki, her şeyi önceden sezen sekreteri açıklamaya başladı,
“Tüm sevgilileri arasında en uzun süreni bu kişi, onunla altı ay beraber oldu. Song Huancheng.”

Odanın köşesindeki omega ismini duyunca başını hafifçe kaldırmaktan kendini alamadı. Odanın ortasında oturan kişi hafife alınmaması gereken birine benziyordu. Song Huancheng doğrudan ona bakmaya cesaret edemediğinden kısa bir bakış atıp gözlerini kaçırmıştı. Lakin hemen suçüstü yakalandı.

Göz ucuyla, göz kamaştırıcı güzellikteki bir elin hafifçe havalandığını ve kendisini işaret ettiğini gördü. Sekreter onun adını tekrar söyleyerek, “Buraya gel,” dedi.

Song Huancheng son derece narin ve güzeldi, özellikle de gözlerinin köşeleri hafifçe aşağı doğru eğilmişti ve bu da ona doğal olarak masum ve duygusal bir görünüm katıyordu. Neden yıllar önce Sheng Shaoyou ile olan kısa süreli ilişkisi yüzünden çağrıldığını tam anlayamamıştı.

Song Huancheng sıradan bir aileden geliyordu. Sheng ailesinin genç efendisiyle olan romantik geçmişi, bir ilişkiden ziyade kaçamak olarak tanımlanabilirdi.

Güzel görünüşü ve fiziğinden faydalanan Song Huancheng, şarkı söyleme ve dans etme konusunda uzmanlaşarak tanınmış bir artist haline gelmişti. O gün çalışırken aniden oraya “davet” edilmişti.

Eğlence sektöründe başarılı olabilen biri aptal olamazdı. Sheng Shaoyou’nun eski sevgililerini bir araya getirerek böyle bir “toplantı” düzenleyebilen birinin sıradan biri olamayacağını doğal olarak anlamıştı.

Song Huancheng biraz korksa da karşı çıkmaya cesareti yoktu. Titreyerek ilerledi ve can havliyle açıklamaya çalıştı, “Sheng Bey ve ben uzun zaman önce ayrıldık. Yıllardır görüşmüyoruz…”

Koltuktaki genç adam onun mazeretlerine kulak asmıyor gibi görünüyordu. Gelgelelim Song Huancheng’in korktuğunun aksine, karşısındaki kişinin elinde silah yahut bir kırbaç yoktu ve son derece asil bir görünüme sahipti. O narin parmaklar boş boş dizlerinin üzerinde duruyordu. Gözleri Song Huancheng’e gülümseyerek bakıyordu sanki. Song Huancheng gibi eğlence sektörünün göz kamaştırıcı güzelliğine alışkın biri bile kalbinde ince bir kıpırtı hissetmekten kendini alamamıştı.

Orada oturan soylu genç efendi ulaşılmaz bir zarafet havası yayarak, yumuşak ve yavaş bir tonda, “Altı ay boyunca onunla birlikte miydin?” diye sordu. Sesi hem inanılmaz derecede durgun hem de nazikti.

Genç efendinin feromonlarının kokusu çok güçlü değildi ama belki de omega ona çok yakın durduğu için, havadaki keskin ama şaşırtıcı derecede hoş koku Song Huancheng’in vücudunun ısınmaya başlamasına neden olmuştu:

Bu onun genlerine işlemiş bir içgüdüydü; güçlü olana boyun eğmek için ilkel bir dürtüye sahipti. Song Huancheng daha da dehşete kapılmıştı. Her zamanki soğukkanlılığı bir anda onu terk etmiş ve genellikle hızlı cevap veren dili adeta düğümlenmişti. Başını öne eğerek kekeledi, “Ev.. Evet.”

Hemen ardından çenesi büyük bir güçle tutuldu ve zorla başı yukarı doğru kaldırıldı.

Görüş alanında, az önce soruyu soran figür başını hafifçe eğmiş şekilde duruyordu ve soluk, ince boynuna feromon baskılayıcı bir bant yapıştırılmıştı.

Song Huancheng pek çok S-seviyesi alfa ile karşılaşmıştı ama feromon baskılayıcı bir bant takılıyken bile bu denli güçlü ve yoğun koku yayabilen biriyle hiç karşılaşmamıştı.

Doğuştan gelen güce hayranlık duyma ve boyun eğme içgüdüsü Song Huancheng’i çelişkili duygulardan oluşan bir kasırgaya sürüklemişti; korku ve panik, karşı konulmaz bir yakınlaşma arzusuyla birbirine karışmıştı. Gözlerinden kontrolsüzce akan yaşlar, yanaklarından aşağıya doğru yollar çizerek mermer zemine teker teker düştü. Açıkça ortaya koyduğu bu tepki Song Huancheng’in kendisini aşağılanmış hissetmesine neden olmuştu ama bedeni iradesine itaat etmeyi reddediyordu. Kalbi sanki göğsünden fırlayacakmış gibi göğüs kafesine doğru şiddetle çarpıyordu.

“Ağlamanın sırası değil,” dedi genç efendi yumuşak bir sesle, “Önce söyle bana, Sheng Shaoyou ne tür insanlardan hoşlanır?”

Otuz iki omega birer birer sorgulandı ve sayıları çok olmasına rağmen hepsi saygılı davranarak iş birliği yaptığı için süreç sorunsuzca ilerledi.

Hepsi gittikten sonra genç adam nihayet uzanıp artık hiçbir işe yaramayan feromon baskılayıcı bandı ensesinden sökerek çöpe attı. Ondan yayılan yoğun feromon baskısı, yakındaki alfa garsonun tökezlemesine ve ayakta durabilmek için duvara tutunmasına neden oldu. Dizlerinin bükülmesini güçlükle engelleyen garson soğuk terler dökerek çöp kutusunu almak için eğildi. Ardından, “Ben çöpü atayım,” diye mırıldandı ve olabildiğince hızlı şekilde o odadan tüydü.

“Bir saat altı dakika,” dedi genç adam.

Sonra da kendisi için baskılayıcı bant hazırlamış olan sekreterine baktı.

Sekreter çaresizce iç çekti, “Üzgünüm ama bu piyasadaki en güçlü feromon baskılayıcı bant. Görünüşe göre mevcut baskılayıcıların hiçbiri sizde işe yaramıyor.”

Lakin bu açıklamanın genç patronu pek de tatmin etmediği gayet açıktı. Sekreter kendine çeki düzen vererek tekrar söze girdi, “Ama içiniz rahat olsun, laboratuvarı araştırmalarını hızlandırmaya ve mümkün olan en kısa sürede sizin için etkili olacak bir formül geliştirmeye teşvik edeceğim.”

Tüm bunların kökenine inmek için yıllar önce yaşanan o felakete kadar geri gitmek gerekirdi.

Başlangıçta mesele yalnızca maske takmaktan ibaretti. İnsanlık bunun sıradan bir soğuk algınlığı olduğunu düşünüyordu. Olağandışı olan tek şey, herkesin bir anda maske takmaya başlamasıydı.

Ama zaman geçtikçe, bunun sıradan bir salgın olmadığı anlaşılmıştı.

Henüz bir yıl bile geçmeden, AB ve diğer nadir kan gruplarına sahip insanlarda kitlesel ölümler yaşanmaya başlamıştı.

DSÖ ve dünyanın önde gelen tıp laboratuvarları peş peşe basın toplantıları düzenleyerek halkı ciddi bir ifadeyle bilgilendiriyordu: Bu virüs yalnızca solunum sistemine saldırmıyordu. Görme yetisini, kalp kasını ve üreme fonksiyonlarını da etkileyebilecek sistemik bir enfeksiyondu.

Virüs öncelikli olarak AB ve nadir kan gruplarındaki bireyleri hedef alıyor, bu gruplarda ölüm oranı neredeyse %100’e ulaşıyordu. Onları, ölüm oranı %86.5’e varan A ve O grubu bireyler izliyordu. Buna karşın, B tipi kana sahip olanlar nispeten şanslıydı; ağır hastalık görülme oranı düşüktü ve ölüm oranı yalnızca %0.5’ti.

Virüsün temel yapısı tamamen anlaşılsa bile halk hala panik içindeydi. Korku içinde, sonuçsuz kalacak şekilde ilaç stoklamaya girişmişlerdi.

Virüs; damlacık yoluyla, vücut sıvılarıyla ve diğer birçok yolla bulaşıyordu. Aşırı derecede bulaşıcı olması ve uzun kuluçka süresi, insanlığın ondan kaçmasını imkânsız hâle getirmişti.

İnsanlık nihayet virüsün asıl hedefinin üreme ve genetik yapıyı değiştirmek olduğunu fark ettiğinde her şey için artık çok geçti. Nüfus yapısı ve insanların üreme düzeni temelden değişmişti.

DSÖ’nün verilerine göre pandeminin zirvesinden sonra, en şanslı grup olan B kan grubuna sahip bireyler artık dünya nüfusunun %86.9’unu oluşturuyordu. Ancak doğal yolla hamile kalma oranı %10’un altına düşmüştü.

Virüsün kısırlığa ve doğurganlık kaybına yol açtığı yönündeki görüş, kısa sürede genel kabul gören gerçek hâline gelmişti. Araştırmalar derinleştikçe uzmanlar, virüsün insan biyolojisini kökten dönüştürdüğünü fark etmişlerdi. Bu dönüşüm, ABO cinsiyet sisteminin ortaya çıkmasına yol açmıştı.

Yapılan kan testleri gösteriyordu ki, bireylerin yalnızca kromozomları ve dış cinsel organlarıyla belirlenen kadın veya erkek cinsiyet kategorileri artık yeterli değildi. Hayatta kalan insanlar, ek biyolojik göstergelere göre üç yeni cinsiyete ayrılmıştı: alfa, beta ve omega.

Araştırmalar, hem erkek hem de kadın alfalara dölleme yetisi kazandırıldığını ortaya koyuyordu. Betaların doğal doğurganlık oranı ise son derece düşüktü. Hem erkek hem de kadın omegalar ise hamile kalabilme özelliğine sahipti.

Bu keşif, tıp ve biyoloji camiasında şok etkisi yaratmıştı. Yıllar süren yoğun araştırmalara rağmen, virüsün yol açtığı değişimleri geri çevirecek hiçbir yöntem bulunamamıştı. Bütün çabalar sonuçsuz kalmıştı.

Zaman su gibi akıp gitti. Virüs ortaya çıktıktan yıllar sonra, genetik yapısı nesiller boyunca mutasyona uğradıkça, enfekte olmuş insanlarda fiziksel değişimler yaşanıyor ve feromon bezleri oluşmaya başlıyordu.

Bu fiziksel değişimlere, ergenliğe ulaşıldığında ortaya çıkan feromon kokuları ve periyodik kızışma döngüleri eşlik ediyordu.

Tüm bunlar insan türünün atavizme, yani ilkel biyolojik özelliklerine geri dönüş yaşadığını gösteriyordu. Artık bu olgu sadece bir virüs sonrası etki olarak değerlendirilmekten çıkmıştı. Tartışmaların odağı, enfeksiyonun sonuçlarını irdelemekten çok, bunun bir evrim mi yoksa gerileme mi olduğu sorusuna kaymıştı.

Zaman ise en iyi merhem olduğunu kanıtlamıştı. Virüsün tahribatından kurtulan insanlık ve onların soyundan gelenler, yaşanan her şeyi yavaş yavaş kabullenmeye başlamıştı. Ve bir zamanlar hararetli tartışmalar yerini sessizliğe bırakmıştı.

O büyük salgın ve kitlesel ölümler, sonunda ders kitaplarında yalnızca birkaç satırlık kısa bir özet hâline gelmişti. Tek bir sayfada anlatılıp geçilmişti. Tıpkı maymunların iki ayak üzerine kalkması gibi… bir başka evrimsel dönemeç olarak kabul edilmişti.

“……Doğal seçilim, güçlü olanın hayatta kalışı. Pek çok insan, bizlerin hayatta kalanların torunları olarak ABO toplumuna mükemmel şekilde uyum sağladığına inanıyor. Eğer böyle doğmuşsak, neden kökenini sorgulayalım ki?”

Kadın spikerin net, ritmik sesi ikna edici bir tını taşıyordu, “Oysa ki, insan evrimini incelemek büyük önem taşır. Köklerimizi araştırarak bugünü anlayabiliriz—” Ardından sesi ciddileşti: “Son zamanlarda bilim insanları, bilinen alfa, beta ve omega cinsiyetlerinin dışında, daha az bilinen başka cinsiyetlerin de var olabileceğini keşfetti…”

Sheng Shaoyou yanındaki viskiden bir yudum aldı. İkinci nesil elitlerden oluşan bu grubun akşam yemeği davetinde insan evrimi üzerine bilimsel bir belgesel izleyeceğini tahmin etmemişti.

“Son zamanlarda herkes S-seviyesi alfaların artık insanlığın zirvesi olmadığını ve yeni keşfedilen enigmaların en üst olduğunu konuşuyor.”

“Sen ne düşünüyorsun, Shaoyou?”

“İlgi çekmek için uydurulmuş saçmalıklar,” dedi Sheng Shaoyou kayıtsızca.

Kadehini masaya bıraktı. Loş ışık, onun keskin hatlara sahip yakışıklı yüzünü aydınlatıyordu. Yüz hatları daha da belirginleşmişti; çenesinin keskin ve düzgün hattı, bu özel salondaki siyah cam masa yüzeyine net bir şekilde yansıyordu.

Sheng Shaoyou, Shengfang Biyoteknoloji’nin genç veliahtıydı. Yıllardır biyoteknoloji sektörünün içindeydi. Bu yılın başlarında hasta babası Sheng Fang’dan şirketin kontrolünü devralmıştı. Bu tarz konular söz konusu olduğunda, orada bulunanlar arasında en yetkin kişi tartışmasız oydu.

Shaoyou her zaman medyanın efsaneleştirdiği, halk arasında sansasyonel bir şekilde yayılan “Enigma” kavramının, büyük ihtimalle hatalı bir cinsiyet tespit cihazıyla karşılaşmış bir S-seviye alfadan ibaret olduğuna inanıyordu. Bu bir mucize değildi, yalnızca bir yanlış teşhisti— belki de bir şakadan ibaretti.

Üstelik bir adım geri atıp enigmaların gerçekten var olduğunu kabul etse bile, mevcut verilere göre onların ortaya çıkma olasılığı on milyarda birin bile altındaydı. Dünya’ya doğrudan çarpan bir göktaşı ihtimali bile ondan daha yüksekti. Bu kadar düşük bir ihtimal üzerine bu kadar tartışmak, tamamen aptallıktı.

Sheng Shaoyou bu anlamsız tartışmaya daha fazla katlanmak istemiyordu. Saatine kısa bir bakış attı—zamanı gelmişti. Sandalyenin arkasında asılı olan ceketini aldı ve masadan ilk ayrılan kişi oldu.

Sekreteri Chen Pinming halihazırda arabanın yanında bekliyordu. Onu görür görmez arka kapıyı çevik bir hareketle açtı.

“Bay Sheng, doğrudan HS Grubu’na mı geçiyoruz?”

Sheng Shaoyou, akşam yemeğinden sonra HS Grubu’nun genç lideri Shen Wenlang ile bir randevu ayarlamıştı.

Shaoyou başını hafifçe sallayarak arabaya bindi.

Arabada hoş bir koku vardı. Üst notalarda acı portakalın keskinliği rom ile harmanlanmıştı, alt notalarda ise sofistike bir odunsu aroma hâkimdi.

Chen Pinming kırklarına yaklaşan bir betaydı. İşinde oldukça yetenekliydi, genellikle feromon kokularına karşı hassas biri sayılmazdı. Ancak Sheng Shaoyou arabaya bindiği anda yüz ifadesi gözle görülür şekilde kötüleşti ve Chen Pinming bir şeylerin ters gittiğini fark etti. Kaşlarını çatarak şoföre feromon parfümünü değiştirip değiştirmediğini sordu.

“Evet,” diye cevap verdi şoför şaşkınlıkla, “Bu HS Grubu’nun ürettiği ‘Zui Zhi.'”

Chen Pinming şoföre onu sanki orada diri diri gömecekmiş gibi sertçe baktı. Neyi yanlış yaptığından emin olamayan şoför kekeleyerek, “Son zamanlarda çok popüler,” diye açıkladı.

Popüler mi? Bu kelime durumu açıklamak için fazla hafif kalıyordu. Bu koku piyasada adeta fırtına gibi esiyordu.

Tıpkı Shengfang Biyoteknoloji gibi, HS Grubu’nun ana iş alanı da biyoteknolojiydi.

Shengfang Biyoteknoloji’nin en değerli patenti, dünyaca ünlü “gen makası” teknolojisiydi. CRISPR-Cas9 gen düzenleme sistemine dayanan bu teknoloji, biyolojik gen zincirlerini milimetrik hassasiyetle kesip düzenleyebiliyordu.

Ancak son yıllarda yükselişe geçen rakip şirket HS Grubu, bu “gen makası” teknolojisinin uygulamalı kullanımı konusunda özel tekniklerde ustalaşmıştı.

Basitçe özetlemek gerekirse Shengfang gen makasını icat etmiş; HS Grubu ise bu makası nasıl kullanacağını keşfetmişti—gen zincirinin hangi parçalarını keserek hangi sonuçları elde edeceklerini belirlemişlerdi.

HS, uygulama katmanı patentleriyle hızla öne çıkmış ve sadece Jiangsu ve Şangay’da değil, ülke genelinde biyoteknoloji endüstrisinde yükselen bir yıldız haline gelmişti.

İlk başarılarının ardından HS Grubu beklenmedik bir şekilde ana iş alanından saparak, büyük çaplı bir kozmetik şirketi satın aldı. Ardından feromon bazlı ürünler üretmeye başladı ve bu ürünlerin herkesi kıskanılacak birer “yürüyen hormon” haline getirebileceğini yüksek sesle duyurmaya koyuldu.

Amiral gemisi niteliğindeki parfümleri “Zui Zhi”, özellikle sıra dışıydı: Üst notalarında acı portakal ve romun keskin uyumu vardı; zamanla kokunun derinliklerine inildiğinde abanoz ve öd ağacının koyu, odunsu taban notaları ortaya çıkıyordu. Hem vahşi bir cazibe taşıyor hem de zarif bir derinlik yayıyordu — baş döndürücü ve baştan çıkarıcıydı.

Ağır bir reklam kampanyasıyla desteklenen Zui Zhi, piyasaya sürüldüğü anda niş bir parfüm olmaktan çıkıp hızla ana akımın gözdesi haline geldi. Günlük kimya sektöründeki diğer birçok marka, bu kokuyu taklit etmeye başladı. Artık bulaşık deterjanları ve klozet temizleyicileri bile kendilerini “Zui Zhi kokulu” diye pazarlıyordu.

Sheng Shaoyou daha tek kelime etmeden, “Bugün mü başladın işe?” diyerek şoföre sertçe çıkıştı Chen Pinming. İşindeki profesyonelliğiyle bir milyon yuanlık maaşını sonuna kadar hak ediyordu, “Hemen değiştir!”

Şoför defalarca özür diledi, Chen Pinming ise camları sonuna kadar indirip arabanın içini gece esintisine açtı.

Yoğun koku havayla dağılmaya başlayınca, ancak o zaman Sheng Shaoyou’nun yüzü biraz olsun yumuşadı.

Onun en yetkin yardımcısı olan Chen Pinming, onu çok iyi tanıyordu. “Zui Zhi”ye karşı ne denli bir hoşnutsuzluk beslediğinin fazlasıyla farkındaydı. Aslında, Sheng Shaoyou’nun HS Grubu’yla bir şekilde yollarının kesişmesinin asıl sebebi de yine bu lanet “Zui Zhi” kokusuydu.

Çünkü bu berbat parfüm, Sheng Shaoyou’nun doğal feromon kokusuna neredeyse birebir benziyordu.

Bir başkası olsaydı, kişisel feromonunun günümüzün en popüler ürünü haline gelmesinden gurur duyabilirdi belki. Ama Sheng Shaoyou, böyle bir “şöhreti” sokaklarda paçavra gibi sürüklenen bir rezillik olarak görüyordu. Vaktiyle yalnızca ona ait olan, nadir ve eşsiz feromon kokusunun birkaç kuruşa satılan bir meta haline gelmesi fikri, içini kemiriyordu. İşte bu yüzden, bu trendin öncüsü olan HS Grubu’na karşı içinde derin bir nefret besliyordu. Geçmişte eline pek çok fırsat geçmesine rağmen, HS’nin yöneticisi Shen Wenlang’la özel hiçbir temas kurmamıştı.

Gelgelelim şimdi durum farklıydı. Shengfang Biyoteknoloji’deki taht kavgası sona ermişti. Ailenin dışındaki bir düzine gayrimeşru çocuk ne kadar hırslı olursa olsun, Sheng Shaoyou’nun şirketin mutlak sahibi olduğu gerçeği artık tartışmaya kapalıydı.

Sheng Shaoyou hırslı ve zeki biriydi; hayatının baharında, fethetme arzusuyla yanıp tutuşan bir adamdı. Tüm artıları ve eksileri iyice tarttıktan sonra, kişisel hoşnutsuzluğunu bir kenara bırakmaya karar verdi. Ortak tanıdıklar aracılığıyla HS Grubu’nun genç başkanı Shen Wenlang ile bir akşam yemeği ayarladı; amaç, şirketleri arasında olası bir iş birliğini keşfetmekti.

Beklenmedik bir şekilde Shen Wenlang zor adam rolünü oynama cüretini gösterdi. Yoğun programı olduğunu söyleyerek, yemeğin ardından Sheng Shaoyou’nun kendi ofisine gelmesini teklif etti.

Ortak tanıdıklar, haliyle biraz mahcup şekilde Shen Wenlang’ın cevabını aktardılar. Hatta Sheng Shaoyou adına Shen Wenlang’ı eleştirdiler, “Ben de azarladım onu. Bu kadar burnu havada olması hiç hoş değil.” Yine de Shen Wenlang’ı gerçekten gücendirmek istemedikleri için hemen eklediler: “Ama dürüst olmak gerekirse, kasıtlı olarak böyle yaptığını sanmıyorum. Son zamanlarda sahiden de çok meşgul.”

Sheng Shaoyou’nun içinden Shen Wenlang’ın canlı canlı derisini yüzmek geçiyordu ama nezaketini koruyarak gülümsedi, “HS bu kadar hızlı gelişirken, elbette Başkan Shen meşgul olmalı. Yeniliklere öncülük etmek kolay bir iş değil, onu tamamen anlıyorum.” Ardından arkadaşına tanıştırdığı için teşekkür etmeyi de ihmal etmedi ve kibarca ekledi, “Duyduğuma göre yakında yeni bir mekan açıyormuşsun. Tarih netleşince beni haberdar etmeyi unutma sakın.”

Bu ortak tanıdık Jiangsu ve Şanghay’daki en seçkin eğlence kulüplerinden birkaçını yönetiyordu ve Sheng Shaoyou da cömertliğiyle nam salmıştı. Bunu duyan arkadaşı hemen, “Elbette, elbette,” diye cevap verdi.

Telefonu kapatmadan önce, arkadaşı aniden Sheng Shaoyou’ya bir hatırlatma yaptı, “Shen Wenlang’ın mizacı biraz tuhaftır, omegaları hiç sevmez. Eğer onunla bir ortaklık görüşmesi yapmayı planlıyorsan, sakın yanında bir omega götüreyim deme.”

Sheng Shaoyou, çekiciliğiyle tanınsa da bayağılıktan uzak biriydi. Eğlence kulübü işleten bir arkadaşının etkisiyle, dünyadaki her iş anlaşmasının şarap ve zevk düşkünlüğüyle halledilmesi gerektiğini düşünmeye başlamıştı. Dolayısıyla Sheng Shaoyou bu uyarıyı pek ciddiye almadı ama yine de teşekkür etti, “Bu kıymetli bilgiyi benimle paylaştığın için çok sağ ol, dostum.”

Bu arkadaşın Shen Wenlang ile yakın bir dostluğu vardı, ancak Sheng Shaoyou nihayet Shen Wenlang’ın ofisine vardığında, bu bilginin doğruluğundan şüphe etmekten kendini alamamıştı.

Kapıda onu uzun boylu, zayıf bir beta adam bekliyordu. Takım elbisesinin cebinden bir kartvizit çıkardı ve iki eliyle Sheng Shaoyou’ya uzattı. Sheng Shaoyou almak için uzanmadı; sadece üstünkörü bir bakış attı ve baş asistan Gao Tu’ya, “Sizinle tanışmak bir zevk,” dedi.

Hemen arkasından Chen Pinming hızla öne çıktı ve Sheng Shaoyou adına kartviziti kabul etti. Ardından kendi kartvizitini uzattı ve karşılıklı hoşbeşte bulundular, “Böyle geç saate kadar mesai mi yapıyorsunuz, Sekreter Gao? Gerçekten takdire şayan.”

Gao Tu ciddi ve mütevazı görünüyordu ama Shen Wenlang’ın baş asistanı olarak görev yapan birinin aptal olması mümkün değildi. Kartı alarak nazik bir gülümsemeyle cevap verdi, “Sizler de bir hayli yoğun çalışıyor olmalısınız.”

Ofisin içine girildiğinde, Shen Wenlang’ın söylediği kadar meşgul olmadığı hemen belli oluyordu.

Kapı açıldığında, önde yürümekte olan Gao Tu bile bir an için donup kalmaktan kendini alamamıştı.

Shen Wenlang yeni işe aldığı Hua soyadlı sekreterine sarılıyordu. İkili samimi bir duruş sergiliyordu ama Shen Wenlang’ın ifadesi soğuktu.

Sekreter Hua bir omegaydı. Üst düzey bir alfa olan patronu tarafından böyle tutulmaktan oldukça rahatsızdı. Ellerini Shen Wenlang’ın göğsüne bastırmıştı, görünüşe onu itmeye çalışıyordu ama gömleği çoktan pantolonundan sıyrılmış, yakasının düğmeleri açılmış ve narin göğsü ortaya çıkmıştı.

Bir alfanın, soluk soluğa kalmış ve gözleri hafifçe kızarmış bir omegayı bu şekilde tutması… Yetişkin birinin orada olup biteni anlaması uzun sürmezdi.

Sheng Shaoyou da bir alfaydı ve bir alfa olarak düşündüğünde, ofisinde sekreteriyle flört etmekte olan Shen Wenlang, bırak omegalardan hoşlanmayan biri olmayı — aksine onlara karşı fazlasıyla ilgili görünüyordu.

Shen Wenlang ve Sekreter Hua yaptıkları “şeye” o kadar dalmışlardı ki, ziyaretçilerin geldiğini fark etmemişlerdi. Sheng Shaoyou birkaç metre ötede kapının yanında durmuş, elleri cebinde eğlenerek olan biteni izliyordu.

Birden Sekreter Hua çırpınmaya başladı ve sesi titreyerek, “Başkan Shen, lütfen yapmayın,” diye bağırdı. Shen Wenlang sadece sırıttı ve uzanıp ensesine sıkıca bastırarak onu kendine çekti. Dudakları arasındaki mesafe anında kapandı.

Gao Tu boğazına sanki bir balık kılçığı saplanmış gibi hissediyordu; keskin ve dayanılmazdı. Daha fazla dayanamayarak, patronuna kendisini dizginlemesini ima etmek ve konuklarına bu müstehcen gösteriyi ücretsiz olarak sunmasına engel olmak için bilerek öksürdü.

Öksürüğü duyan Shen Wenlang kapıya doğru baktı. Yüzündeki otoriter ifade birazcık yumuşadı ve yerini belli belirsiz, samimiyetsiz bir gülümsemeye bıraktı, “Başkan Sheng, geldiniz demek. Buyurun, şöyle oturun.”

Lakin diğer eli hala omeganın bileğini sıkıca kavramıştı.

Bileğinden tutulan zavallı omega, Shen Wenlang kadar soğukkanlı değildi. Kapıdaki kalabalığı görünce gözleri fal taşı gibi açıldı. Panik içinde bileğini patronunun elinden kurtardı ve dağınık kıyafetlerini aceleyle düzeltti. Ancak kendisine çeki düzen verdikten sonra başını kaldırmaya cesaret edebildi.

Gözleri nemliydi, kuzgun tüyleri kadar siyah kirpiklerle çevriliydi. Dudakları narin çiçek yaprakları gibiydi, teni ise neredeyse hayal edilemeyecek kadar solgun, beyazdı…

Sheng Shaoyou’nun kalbi hızla çarpmaya başladı ve henüz aklı tepki veremeden kelimeler dudaklarından döküldü.

“Sen?”


 

ÇN: Years of intoxication’daki şerefsizden sonra kitap okumaya falan ara vermiştim daha minnoş serileri okurum diyordum ama toksik bir seriye düştük galiba yine… Neyse Shen Wenlang’a hep beraber küfrederiz artık let’s gooooo 

3.5 2 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

2 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments
Silvia
Silvia
18 gün önce

Shen Wenlang… Bu ismi unutmicam, daha ilk bölümden ne bk olduğunu gösterdi şerro ya

You cannot copy content of this page

2
0
Would love your thoughts, please comment.x