“Bu saatte tek başına içiyor musun?” dedi Gu Wei çalışma odasına girdi, yanına oturdu, masanın üzerindeki şarap şişesini aldı ve baktı, sadece dörtte biri kalmıştı.
Yue Fei: “Sen de mi uyuyamadın? Birlikte içelim mi?”
Gu Wei yandan bir kadeh daha aldı ve şişenin geri kalanını kadehine boşalttı.
Yue Fei ona gözlerini kısarak baktı, “Neden şarabımı çalıyorsun?”
Gu Wei: “Sen çok fazla içtin çünkü.”
Kadehinde hala şarap olduğu için, Yue Fei sadece dudaklarını büzdü ve daha fazla üstelemeden kendi şarabını içmek için döndü.
Çalışma odası bir anlığına sessizliğe gömüldü.
Gu Wei rahatlamak için kanepeye yaslandı, “Neden uyuyamadın?”
Yue Fei ona doğrudan cevap vermek yerine, “Sana yük olduğumu mu düşünüyorsun?” diye sordu.
Bu sözleri duyunca Gu Wei anında doğruldu, “Bunu nereden çıkardın?”
Yue Fei: “Kopya meselesi benimle ilgiliydi ama seni okula çağırarak vaktini aldım. Daha sonra, çözmeme yardım etmen için yine sana zahmet verdim. Bu konuda biraz düşündüm de, anlaşmalı eş olarak bu yükü senin omzuna yüklememeliyim. Hem senin de bir sürü işin var zaten.”
Gu Wei bir süre bu sözleri anlamaya çalıştı, “Yük olduğunu düşünmüyorum.”
“Benim kararıma saygı duyacağını söyledin, ki bu gayet makul. Aramızdaki ilişkide fazla rahatlayarak bu meseleyi senin üstüne itmiştim. Gerçekten çok sorumsuzca davrandım. Bundan sonra her şeyle kendim ilgileneceğim ve Qiao Si’nin zamanını almayacağım,” dedi Yue Fei. Onun sözlerini duymazdan geldi, kadehini kaldırdı ve Gu Wei’nin kadehine hafifçe dokundurmak için eğildi, “Son iki gündür sana çok zahmet verdim, her şey için teşekkür ederim.”
Gu Wei, şarabını içen Yue Fei’ye bakarken kendi şarabını içmek yerine usulca kaşlarını çattı.
Yue Fei cümleleri birbiri ardına ortaya attı, “Gelecekte bir daha böyle bir şey olmayacak.”
“Neyse, ben odama dönüyorum.”
Konuşması bittikten sonra Yue Fei boş şarap kadehini masaya koydu ve odasına geri dönmek için ayağa kalktı.
Ama ayağa doğru düzgün kalkamadan birden arkadan kolu çekildi.
Kendisini geri çekmesine fırsat bulamadan Yue Fei, Gu Wei’nin oturduğu kanepeye geri düştü ve bedeni de Gu Wei’nin kucağındaydı.
“Neden bahsediyorsun? Kim yük olduğunu söyledi?” dedi Gu Wei, Yue Fei’nin beyninden geçenleri cidden hiç anlamıyordu.
Yue Fei kanepeye yaslandı ve vücudunu destekledi, “Sen.”
Gu Wei: “Ben ne zaman….Okulla ilgili meselede senin kararına saygı duymakla hata mı ettim?”
“Hayır, oldukça haklıydın. Bundan sonra kendi meselelerimle kendim ilgilenirim,” dedi Yue Fei kendinden emin bir şekilde, “Ne o, bundan memnun değil misin?”
Kesinlikle hiç memnun olmayan Gu Wei kaşlarını çattı, “Sarhoşsun.”
Yue Fei: “Sarhoş değilim. Aniden gelip fikrini değiştirdin. Bu mesele sana yük olduğu için değil miydi?”
Gu Wei dudaklarını yaladı, “Söylediklerimi yanlış anlamışsın.”
Yue Fei: “Yanlış mı anlamışım?”
Gu Wei: “Aslında Lu Lin’le yaşadığım o olay yüzünden birine bir iyilik borçluydum. O kişi beni arayarak Tang Xi ile olan meseleyi yasal yollarla değil de özel olarak çözmemiz için bana ricada bulundu. Bu yüzden senin fikrini sormak istemiştim. Yasal yollara başvurmamaya karar verirsen, ona karşı olan iyilik borcumu ödemiş olacağım. Ama yasal yollarla çözme yoluna gidersen o kişinin ricasını reddedip, iyilik borcumu başka bir zaman ödeyeceğim. Ben her zaman senin tarafındayım. Tang ailesiyle başa çıkmanın başka bir yolu daha var.”
Gu Wei’nin açıklamasını dinlerken Yue Fei hafifçe terleyen alnını sildi, “Bunu bana doğrudan anlatabilirdin.”
Gu Wei: “Bunun bu kadar büyük bir yanlış anlaşılmaya neden olabileceğini düşünmemiştim.”
Yue Fei, “O kişi kim?” diye sordu.
Gu Wei bir süre tereddüt etti ama yine de doğruyu söyledi, “Yin Xinchen.” Yue Fei’ye zaten her şeyi anlatmıştı, kim olduğunu saklamasının hiçbir manası yoktu.
Araştırmalarına göre Yue Fei ve eski erkek arkadaşının ayrılmasının ana nedeni Yin Xinchen’di. Yue Fei’ye Yin Xinchen’in adını söylemekte tereddüt etmesinin sebebi de buydu. İşin içine Yin Xinchen’in adı karışırsa, Yue Fei’nin kararlarını etkileyeceğinden şüpheleniyordu.
Kitaptaki en önemli karakterler olduklarından Yue Fei, onların er ya da geç karşılaşacaklarını zaten biliyordu, “Onunla nasıl tanıştın?”
“Gemi turundaki olaya kadar onu tanımıyordum, orada yarı zamanlı çalışıyordu ve Lu Lin’in içkiye bir şeyler koyduğu konusunda beni uyarmıştı. Bu yüzden ona bir iyilik borçluyum,” diyerek açıkladı Gu Wei.
“Anladım,” dedi Yue Fei, başını salladı ve oturuşunu düzeltti, “Neyse, ben gidip biraz dinleneceğim.”
Bu sefer Gu Wei, Yue Fei’yi durdurmadı.
Odaya geri döndüğünde, Yue Fei’nin gözleri eski haline geldi ve ışıl ışıl parlamaya başladı.
Hıh, insanlara rol yapmayı bilen tek kişi sen değilsin.
Yue Fei bir nebze bile sarhoş değildi ve şu anda son derece iyi hissediyordu. Gu Wei’ye kendi ağzıyla gerçekleri söyletmek ona büyük bir başarı hazzı vermişti.
Ama, Gu Wei’nin ağzından gerçekleri duymak için neden rol yaptığını bilemiyordu.
Çalışma odasında, Yue Fei gittikten sonra Gu Wei kanepede tek başına oturuyordu ve düşüncelere dalmıştı.
Yue Fei gittikten sonra, aniden Gu Wei’nin dikkati kenardaki bitki saksısına yöneldi. Bariz bir şekilde şarap kokusu geliyordu ve dibindeki toprağın da rengi değişmişti.
Az önce Yue Fei ile olan konuşmayı hatırlayınca işin özünü anladı ve kaşlarını kaldırarak hafifçe kıkırdadı.
Görünüşe göre zokayı yutmuştu.
Ama sorun değildi, kalbindeki o endişeli his nihayet geçip gitmişti. Gu Wei de yorgun hissediyordu, bu yüzden şarap kadehini bıraktı ve uyumak için odasına geri döndü.
Yue Fei’nin odasının yanından geçerken, ışığın hala açık olduğunu görünce Gu Wei olduğu yerde durdu, elini kaldırdı ve kapıyı çaldı.
Yue Fei kapının arkasına yaslandı ve bir süre sonra kapıyı açtı.
“Ne oldu?”
Gu Wei: “Uykun yok mu?”
“Ah, aslında çok uykum var.”
Gu Wei: “Tamam, erkenden istirahat et madem.”
“Tamam.”
Gu Wei: “Bir dahaki sefere şarabı nereye dökeceğini düşünmek yerine derslerine kafa yor. Böylece sınavlara son dakika çalışmak zorunda kalmazsın.”
“………”
Yue Fei aniden kıpkırmızı kesildi ve bir “Bam” sesiyle kapıyı kapattı.