Yue Fei, He Yinyin’den ilk kez telefon alıyordu. Gu Wei ona Gu Ailesi hakkında fazla bir şey söylemedi ve kitap Gu Ailesi meselelerine fazla odaklanmadı. Açıklığa kavuşturulan tek şey, Gu Wei’nin Gu ailesinin başı olduğuydu. Bu nedenle, He Yinyin ile nasıl başa çıkacağı ve nasıl davranması gerektiği konusunda Yue Fei emin olamıyordu.
He Yinyin çok kibardı, “Meşgul müydün?”
Yue Fei: “Hayır, değildim. Benimle konuşmak istediğiniz bir şey mi vardı?”
“Evet. Bu ayın sonunda Gu ailesinin atalarına saygı sunma günü olacak. Bu zamana kadar bu törenle hep bizim ailemiz ilgilenmiştir. Gu Wei işiyle meşgul, bu yüzden gelecek hafta sonu buraya gelip bana yardım etmek için zamanın olup olmadığını sormak istiyorum. Sadece hafta sonu gelirsen hem derslerinden de geri kalmamış olursun.”
He Yinyin’in nazik mizacı Yue Fei’nin reddedememesine neden olmuştu.
“Evet, tabii ki yardım ederim. Gu…Wei konuştuğumuz gibi bir iş gezisinde. Ama bu gece döndüğünde, ona söyleyeceğim ve gelecek hafta sonu beni oraya götürmesini isteyeceğim.,” dedi Yue Fei.
He Yinyin: “Tamam. Haftaya görüşürüz Xiao Fei.”
“Görüşürüz.”
He Yinyin ondan Gu ailesinin malikânesine gelmesini mi istemişti? Sadece hafta sonu gitmesi gerekiyordu ve Gu Wei “işiyle” meşgul olacaktı. Yani sonuç olarak onu zorla çağırıyor değildi.
O ve Gu Wei bir süredir evlilerdi ve He Yinyin onunla daha fazla zaman geçirmek istemiş olabilirdi. Şimdiye kadar fırsatı yoktu ama şimdi Gu ailesinin atalarına saygı sunma töreni olacağından bir fırsat doğmuştu.
Ne yapmalıydı? Yue Fei biraz sıkıntılıydı; anneler her zaman her şeyi bilirdi ve He Yinyin’in onunla Gu Wei arasındaki sahte evliliği anlamasından endişeleniyordu.
Ama endişelenmenin bir faydası yoktu. Akşam eve döndükten sonra Gu Wei’yle konuşup bu meseleyi tartışacaktı. Yue Fei iç çekti, telefonunu bir kenara koydu, kitabını aldı ve ardından ders çalışmaya devam etti.
Gelecek hafta sonu ana malikaneye giderse, ders çalışmak için pek fazla zamanı kalmayacaktı. Şu anda sahip olduğu boş vakti ders çalışmak için değerlendirmeliydi.
Gu Wei akşam geri döndüğünde, Yue Fei hala çalışma odasında ders çalışıyordu ve Gu Wei gelip yemek yemesini söyleyene dek aşağı inmemişti.
Gu Wei onunla alay etti, “Bugün ne bu çalışma şevki?”
Yue Fei: “Çünkü gelecek hafta çalışmak için zamanım olmayacak.”
Gu Wei: “Neden?”
Yue Fei: “Annen aradı ve atalara saygı sunma törenine hazırlanmasına yardım etmem için gelecek hafta ana malikaneye gitmemi istedi.”
Gu Wei, “Merak etme, onu arayıp ben konuşurum,” dedi.
Yue Fei gözlerini kırpıştırdı, “Ben çoktan kabul ettim.”
Gu Wei: “Sorun değil.”
“….Bir de hafta sonu beni senin götüreceğini söyledim,” diyerek dürüstçe söyledi Yue Fei, “Aniden arayınca hazırlıksız yakalandım.”
“Aslında iyi olmuş, kendi başına başa çıkamayabilirdin,” dedi Gu Wei ve aniden ses tonu ciddileşti, “Annem nazik ve sevecen görünse de bilmelisin ki Gu ailesinin gelini olması hiç de hafife alınmayacak bir konum.”
Yue Fei biraz gerilmişti, “O halde hafta sonu işi bırakıp benimle mi geleceksin? Ya da arayıp gidemeyeceğimi söylemek için bir bahane uydurabilirsin.”
Onun zokayı yuttuğunu görünce Gu Wei’nin dudakları seğirdi, “O kadar da endişelenmene gerek yok. Gu ailesinin mirasını almam için annem beni destekliyor.”
Yue Fei: “…” Yani az önce ona sataşıyor muydu?
“Seni ana malikaneye çağırmak için aramasının sebebi muhtemelen canının sıkılmasıdır. Seninle yakınlaşmak istiyor. Sorun yok. Hafta sonu seni oraya götüreceğim. Atalara saygı sunma töreni pazartesi olacak. Okula gidemeyeceğini önceden bildirsen iyi olur. Orada üç gün kalmamız gerekebilir.”
Yue Fei dişlerini gıcırdattı, “….Aniden gitmemenin daha iyi bir seçenek olduğunu düşündüm.”
Gu Wei cep telefonunu aldı, “O halde anneme hasta olduğun için gidemeyeceğimizi söyleyeceğim. Daha sonra o seni ziyaret etmeye gelir.”
Yue Fei aceleyle eliyle Gu Wei’yi durdurdu, “Daha önce Gu ailesinin malikanesine hiç gitmedim. Arada bir ziyaret etmemizde bir sakınca yok, bunu kısa bir gezi gibi düşüneceğim.”
Gu Wei şakacı bir tonla, “Gu ailesinin malikanesi gerçekten de gezi için gidilecek bir yer,” dedi.
Gu ailesinin ana malikanesi sahiden de tarihi dokusu nedeniyle Çin’de iyi bilinen bir kültürel mirastı.
Yue Fei elini geri çekti, dudağını büzdü ve Gu Wei’nin önündeki tüm etleri kendi kasesine yığdı, “O halde dört gözle bekliyorum.”
―
Pazartesi günü okula döndüğünde Yue Fei, Yin Xinchen’den Tang Xi’nin sosyal medyada özür mektubu yayınladığına dair bir mesaj aldı.
Yue Fei: [tamam]
Yin Xinchen: Bir daha böyle bir şey asla olmayacak.
Yue Fei bir şey söylemek istese de duraksadı ve yanıt vermedi.
O olmadan, Yin Xinchen’in kendi başına devam etmesi gerekiyordu.
Kendisi de kitabın kahramanlarından uzak durarak hayatını yaşamalıydı.
Jian Yi birkaç kez Yue Fei’yi görmek için yurda gelmişti ama Zhou Zhi ve diğerleri ona engel olmuştu. İki kez olduktan sonra Yue Fei dayanamayıp doğrudan kampüsün dışındaki eve taşınmıştı. Jian Yi’ye ayrıldıklarını ve tekrar görüşmelerine lüzum olmadığını yeterince hissettirmiş olduğunu düşünüyordu.
Yue Fei onu Yin Xinchen’e değer vermeye ikna etmeli miydi? Ama o kadar da kafayı yememişti henüz.
Okuldaki bu önemsiz şeylerle karşılaştırıldığında, Yue Fei’nin endişelerinin ana kaynağı aslında hafta sonunun yaklaşmasıydı.
Cuma günü okuldan sonra, mütevazı bir Maybach okula gelmişti. Yue Fei, derslik binasının önünde şoförün kendisini almasını bekliyordu. Beklerken telefonuyla oynamaya başladı ve tanıdık bir ses duyunca başını kaldırdı.
ÇN: Araba ultra lux ve pahalı. Hepimizin böbreğini satsak gene alamayız
Önüne park etmiş olan arabanın, Gu Wei’nin nadiren sürdüğü arabalardan biri olduğunu fark etti. Şoför çoktan arabadan inmiş ve kapıyı açmıştı. Yue Fei’nin arabaya binmesini bekliyordu.
Şoför Yue Fei’ye seslenirken özellikle sesini yükseltmemişti ama yine de yoldan geçen birkaç öğrencinin dikkatini çekmişti.
Pencere indi ve arka koltuktaki Gu Wei öne eğilerek Yue Fei’ye seslendi, “Neden şaşkın şaşkın duruyorsun? Arabaya binmeyecek misin?”
Yue Fei, “Ah” dedikten sonra arabanın kapısını açtı ve arka koltuğa geçmek için başını eğdi.
“Uzak mı? Gu ailesinin ana malikanesi,” dedi Yue Fei.
Gu Wei: “Bir buçuk saat civarında sürüyor.”
Yue Fei: “Biraz uzak yani.”
Bunu söyledikten sonra Yue Fei pencereden dışarı baktı ve araba bir an için sessizleşti.
Bir süre sonra Gu Wei çenesini tuttu ve ona baktı, “Gergin misin?”
Yue Fei gergin bir şekilde, “Hayır,” dedi.
Gu Wei inanmış gibi yaptı, “Gergin olmaman güzel, endişelenecek bir şey yok. Biri sana beni sorarsa, sadece seninle iş konuşmadığımı söylemen yeterli.”
Yue Fei: “Zaten konuşmuyorsun ki.”
“Mn, yani gerçeği söyleyebilirsin,” dedi Gu Wei başını sallayarak, “Gerçi şimdi anlatsam da anlayamazsın. Son sınıfta staja başladığında Gu Grubu’nun merkez binasına gelebilirsin.”
Yue Fei, Gu Wei’nin etrafındaki insanların niteliklerini düşündü, “Sekreterin olmama izin verecek misin?”
Sekreter olmak, çok şey istemekmiş gibi görünüyordu.
Gu Wei: “Hmm, korumam olmak istersen o imkansız değil.”
“Bunu bir düşüneceğim,” dedi Yue Fei, kendisiyle alay ettiğinin farkındaydı, “Ben senin utanmandan korkuyorum. Onurlu bir alfa bir betanın korumasına ihtiyaç duyuyor gibi görünecek sonuçta.”
Gu Wei: “Alfalar daha çok maaş istiyorlar. Bir betayı işe almak daha ekonomik.”
Yue Fei böyle bir yanıt beklemiyordu, “Tam bir kapitalistsin.”
Birkaç şakadan sonra Yue Fei iş hakkında konuşmaya başladı.
“Oradayken herhangi bir şeye dikkat etmem gerekiyor mu? Mesela anne ve babanla ilgili?” diye sordu Yue Fei.
Gu Wei: “Babam evde olmayacak ve annem sana sorun çıkarmayacak. Onlara kendi ailen gibi davran ve endişelenme.”
Sözleri Yue Fei’yi rahatlatmasa da, “Tamam,” dedi.
“Ama Gu ailesinin geri kalanına fazla yaklaşma,” dedi Gu Wei ve Yue Fei’ye aile mevzularından kısaca bahsetti, “Babam ilk doğan alfa, ama iş konusunda yetenekli değil. Gu ailesinin işlerini devralmasının sebebi büyükbabamın gelecekte de benim devralacağımı düşünmesiydi. Bu sebepten ötürü büyükbabam vefat etmeden önce vasiyetini yazmıştı. Babamın yaşlanmasını veya emekli olmasını beklemeye gerek yok. Evlendiğimde Gu ailesinin mirasını babamdan devralabiliyorum. Bu nedenle, ikinci amcam ve beşinci amcam babamın bu konumda olmasından epey rahatsızlar. Ailemin servetiyle geçinen torunlar bile ailemle alay edildiğini görmek istiyor. Artık bir beta ile evli olduğumu biliyorlar ve gizlice babamla aramı bozmaya çalışan birçok insan var. Tabii ki beni desteklediğini açıkça ifade eden kişiler de var. Riskli görünse de aslında her şey çok basit. Hakkımda herhangi bir skandal çıkmadığı sürece Gu ailesinin mirasını devralabilirim.”
Son cümlede Gu Wei kendinden emin ve kararlı görünüyordu.
Yue Fei ona baktı ve aniden etkilendi. Kitabı okurken Gu Wei’nin kibirli olduğunu düşünmüştü. Ayrıca yazarın Gu Wei’nin çekiciliğini biraz abarttığını düşünmüştü ama şu an yanındayken aslında gerçek olduğunu anlamıştı.
Belki de sahiden de lider olmak için doğmuş olan insanlar vardı.
Bu, sürekli bahsettikleri zirvedeki alfa mıydı?
Henüz üniversiteden mezun olmamış Jian Yi’nin çocuksu egemenliğine ya da Tang Yue’nin uysal alfa tavırlarına hiç mi hiç benzemiyordu. Bir kralın kemiklerine kazılan bir aura gibiydi.
Bu, olgun bir erkeğin çekiciliğiydi. Para ve güç sayesinde normalin çok ötesindeydi; kendisi gibi eşcinsel olan her erkek bu adama abayı yakardı.
Yue Fei’nin gözleri ışıldadı ve hayranlıkla Gu Wei’ye baktı. Gerçekten de Gu Wei gibi bir alfa olmayı çok isterdi.
Ama o sadece bir betaydı…..
Gu Wei’ye baktığı gayet açıktı ve Gu Wei görmezden gelemiyordu. Bir süre bekledikten sonra hala bakışlarını çekmediğini görünce elini kaldırıp Yue Fei’nin gözlerini kapattı ve başını çevirdi.
“Yakında Gu ailesinin ana malikanesinde olacağız, bana böyle bakma.”
Gu Wei’nin sözlerinin anlamını çözemese de Yue Fei aniden heyecanlandı. Zihninde bu bir video oyunuydu ve karakterinin bir sonraki seviyeye geçebilmesi için Gu ailesindekileri teker teker öldürmesi gerekiyordu!
Yue Fei kararını vermişti, “Gu ailesinin mirasını almana kesinlikle yardım edeceğim.”
Bunu duyan Gu Wei hafifçe kıkırdadı, “Önce bu dönem sonunda bursu kazan da, diğerlerini sonra konuşuruz.”
“…..”
Gerçekliğe dönmek Yue Fei’yi anında sakinleştirmişti. Etliye sütlüye karışmaması onun için daha iyiydi. Gu Wei ailesinin mirasını alamazsa anlaşmayı bozarak boşanırdı.
Yue Fei başını çevirdi ve Gu Wei’yi görmezden gelerek pencereden dışarı baktı.
―
Araba yoğun şehirden uzaklaştıkça çevredeki ağaçlar yavaş yavaş arttı ve Yue Fei pencerenin dışındaki manzaraya baktı.
Belki de araba çok sessiz olduğundan Gu Wei ona, “Ne düşünüyorsun? Hala gergin misin?” diye sordu.
Yue Fei: “Hayır, sadece içim geçmiş.”
Genç adamın hafif ince omuzları arabanın kapısına yaslandı ve bakışları pencerenin dışındaki gökyüzünün uzak ucuna kaydı. Sanki buradaki her şeyin onunla hiçbir ilgisi yokmuş gibi ifadesi kayıtsızdı.
Bir müddet sessiz kalan Gu Wei tekrar konuşmaya başladı, “Atalara saygı sunma töreni sırasında bir şeyler yapmaya çalışan insanlar olacaktır. Gergin olman gayet doğal.”
?
Yue Fei ona baktı.
“Bazı kuşlar bana bir şeyler çıtlattı,” dedi Gu Wei, sanki bir şey söylemek istiyor da tereddüt ediyormuş gibiydi.
Yue Fei tüm dikkatini ona vermişti. Duraksadığını görünce, “Ne gibi şeyler?” diye sordu.
Gu Wei ona bakmak için başını eğdi, “Birisi evliliğimizi mahvetmek ve Gu ailesini miras almamı engellemek için senin beni aldatman için tuzak kurmayı planlıyor.”
Yue Fei: “Hı?”
“Eğer bir omega olsaydın sana kızışma dönemini tetikleyen ilaçlardan verebilirlerdi ama sen betasın. Seni bu şekilde tuzağa düşüremezler ama kesin başka bir yolunu bulmuşlardır,” dedi Gu Wei.
Başta afallayıp kalan Yue Fei oldukça meraklanmıştı, “O halde neden şimdiye kadar hiç kötü niyetli biriyle karşılaşmadım?”
Gu Wei: “Çünkü kim olduğunu resmi olarak açıklamadım. Atalara saygı töreninde resmen açıklayacağım. Bu yüzden gelecekte çok fazla ayartmayla karşılaşacaksın.”
Yue Fei dinledikçe daha da sıkıntılı hissediyordu, “Ah, o zaman gelmesem olmaz mı?”
Gu Wei: “Eğer gelmezsen seni kabul etmemek için bir bahaneleri olur.”
Yue Fei kaşlarını çattı, “Görünüşe göre zor bir durumdayım.”
Gu Wei, “Endişelenme, ben buradayım,” diyerek onu teskin etti.
Biraz garip hissetse de Yue Fei, “Evet,” diye yanıtladı.
Bir süre sonra Yue Fei tepki verdi, “Benim bir şey yapacağımdan korkuyor musun?”
Gu Wei kaşlarını kaldırdı ve gülümsedi, “Neden öyle düşünüyorsun?”
Yue Fei açıkça onunla alay ediyordu, “Beni baştan çıkarmak için gönderdikleri kişiyi gerçekten dört gözle bekliyorum. Yakışıklı biridir umarım ve iyi bir fiziği vardır…..”
Gu Wei: “Hıh.”
Uzun ama kısa olan yolculuk sona erdiğinde araba büyük bir demir kapıyla karşılaştı ama durmadı.
Yue Fei arabanın camına yaslandı ve dışarı baktı, “Ana malikane buradaki villalardan biri mi?”
Gu Wei de pencereden dışarı baktı, “Hayır, çoktan geldik.”
Yue Fei ona şüpheyle baktı, “Ha?”
Şoför aniden, “Bay Yue, o demir kapıdan başlayarak tüm bu topraklar Gu ailesine ait,” diyerek açıkladı.
Bu açıklama Yue Fei’yi biraz utandırmıştı, “Anlıyorum.”
Gu Wei bakışlarını pencereden çekip Yue Fei’ye yöneltti, “O ailemizden biri, adı Gu Fang.”
Yue Fei başını salladı, “Ah, demek öyle.”
Aslında Yue Fei, Gu Wei’nin arabada Gu ailesinin durumunu açıklasa da, sözleşmeli evlilikleri hakkında tek bir kelime etmediğini fark etmişti. Daha dikkatliydi çünkü üçüncü bir kişi vardı. Gu Wei ona “aile üyesi” olarak güvenmiyordu hatta, Tang Yue gibi bir “yabancı”yı daha güvenilir buluyordu.
Araba hızla tarihi bir malikanenin önünde durdu.
Yue Fei arabadan iner inmez afallayıp kaldı.
Gu ailesinin malikanesi olduğunu bilmeseydi, okul gezisine çıktığını düşünürdü.
“Ailen de böyle mi?” dedi Yue Fei, bunu nasıl tarif edeceğini bilmiyordu, “Bu malikanenin verdiği his….”
Gu Wei: “Bu evin yüzlerce yıllık bir geçmişi var. Gu ailesinin kurallarına göre, sadece tamir edilebilir ama yeniden inşa edilemez. Bu yüzden burada kalmak istemeyen pek çok kişi taşındı.”
Yue Fei aniden bir şeyi fark etti, “Bu arada, iki gün kalacağım ama hiç kıyafet getirmedim!”
Gu Wei: “Ben hazırladım, endişelenme. Gu Fang bavulları odamıza koyacak.”
Yue Fei ona baktı, “Odamız mı?”
Gu Wei: “Ya ne olacaktı?”
Sen, ben, aynı, odada….
Yue Fei bunu tamamen unutmuştu. Gu ailesinin evindeyken katiyen ayrı odalarda uyuyamazlardı.
Bütün hafta gerginlikten ölmüştü ama buna hazırlıksız yakalanmıştı…..
Yue Fei derin bir nefes aldı, “Birden tekrar gerilmeye başladım.”
Gu Wei aniden panikleyen Yue Fei’ye baktı. Dudaklarının kenarları kıvrılırken Yue Fei’nin elini avuçlarının arasına aldı, “Endişelenme, ben yanındayım.”
İkisi el ele tutuşarak kapıdan girdiler. Bazen yanından hizmetkarlar geçiyor ve ikisini saygıyla selamlıyorlardı. Yue Fei gülümseyerek ve usulca çevresine bakış atarak Gu Wei’yi takip ediyordu.
Ansızın çaprazlarından uzun saçlı bir adam geçti.
Yue Fei’nin adımları durdu ve onun tuhaflığını fark eden Gu Wei de adımlarında durdurdu.
“Sorun nedir?”
Yue Fei yüzünde donuk bir ifadeyle başını çevirdi VE yüksek sesle konuşmaya cesaret edemeden karşıdaki yürüme yolunu işaret etti, “Biraz önce karşıdan biri süzülerek geçti.”
Gerçekten süzülüyordu!
Gu Wei şaşkınlıkla Yue Fei’nin işaret ettiği yöne baktı.
Bomboş olan yürüme yolu açıklanamayacak kadar ürkütücüydü.
Gu Wei, Yue Fei’ye baktı, “Yanlış görmüş olmayasın?”
Yue Fei ona baktıktan sonra bakışları tekrar o yola düştü, “Bak yine süzülüyor! Ayrıca bize bakıyor!”
Gu Wei başını kaldırdı. Karşıdaki yürüme yolunda olan Gu Weî onlara gülümseyerek bakıyor ve el sallıyordu.
“Selaam ~”
Elektrikli kaykay üzerindeki uzun saçlı adamın yaklaştığını gören Yue Fei utançtan yerin dibine girmek üzereydi!
Gu Weî’nin gülen gözleri, oracıkta ölmek istemesine neden olmuştu.
“Dage, ne zaman geldin?” diye sordu Gu Wei.
Gu Weî elektrikli kaykaydan indi, “Daha dün geldim, bu Xiao Fei demek. Ne kadar da tatlı.”
Yue Fei sırıttı, “Merhaba, Dage.”
Yakından bakıldığında Gu Weî’nin upuzun saçları, sevecen bir yüzü ve narin bir yapısı vardı. Herkes tarafından beğenilecek bir güzelliğe sahipti.
Yue Fei, onu hayalet olarak düşünmenin utancından kurtulamamıştı, Gu Weî aniden Yue Fei’ye yaklaştı ve ona kollarıyla sarıldı.
Gül kokusu burun deliklerine girdi ve Yue Fei onun yumuşacık bedeni karşısında donakaldı.
“Nihayet tanıştık, seninle tanıştığıma çok memnun oldum Xiao Fei.”
Yue Fei’nin yüzü anında kıpkırmızı kesildi.
“Ben de….Dage.”
Bu kucaklaşma kısa sürede sona ermişti. Gu Weî doğrulduğunda Yue Fei’nin utanmış olduğunu fark etti. Tam ağzını açıp ona şakayla karışık takılmak üzereydi ki aniden arkasından bir çift kol beline sarıldı.
“Yine yaramazlık peşindesin.”
Kulaklarında çınlayan ciddi sesi duyunca Yue Fei’ye sataşmaktan vazgeçen Gu Weî alfasına döndü, “Demek döndün.”
“Mm.”
Gu Wei de selam verdi, “Lin Ge.”
Lin Qi başını salladı, “Annem sizi Güney Salonu’nda bekliyor.”
Bunu söyledikten sonra Gu Weî ile birlikte ayrıldı.
Yandan izleyen Yue Fei, Gu Weî ve o adamın beraber olduklarını anlamıştı. Ayrıca He Yinyin’e “annem” demişti, dolayısıyla evlenmiş olmalılardı.
He Yinyin’in onları beklediğini düşünen Yue Fei hemen ilerlemek için Gu Wei’nin elini tuttu ancak Gu Wei yerinden kıpırdamamıştı.
Tam Gu Wei’ye ne olduğunu soracaktı ki, aniden iki adım geriye itildi ve sırtı koridordaki direğe dayandı.
Kendinden uzun olan alfanın gölgesinde gizlenen Yue Fei başını kaldırdı, “Ne yapıyorsun?”
Gu Wei ona baktı, “Niye Gu Weî’ye kızarıyorsun?”
Yue Fei: “…”
Gu Wei her bir kelimeyi vurguladı, “O bir omega ve zaten bir alfası var.”
“Ah,” dedi Yue Fe ve başını eğdi. Bu sıra dışı bir şey değildi ki, güzel biriyle sarılınca herkes kızarmaz mıydı?!
Gu Wei gözlerini kıstı, “Verdiğin tepki Dage’nın bizden şüphelenmesi için yeter de artar bile.”
“!”
Yue Fei biraz hüsrana uğramıştı, “Olamaz…”
“Sen alfalardan hoşlanmıyor musun zaten? Onun omega olduğunu anlamadın mı?”
Yue Fei: “Ah, daha önce hiç kimseyle böyle sarılmamıştım. O yüzden biraz utanmıştım. Bunun omega ya da alfa olmasıyla alakası yok.”
Bir anlık sessizlikten sonra Gu Wei, Yue Fei’yi kollarının arasına aldı.
Yue Fei’nin alnı Gu Wei’nin omzuna yaslanmıştı. Biraz sert bir kucaklaşma olsa da birbirlerine çok uyumluydular ve burnuna yabani reçine kokusu ilişmeye başlamıştı.
Birdenbire sıcak eller Yue Fei’nin beline dolandı ve o kucağın içine daha da hapsoldu.
Aklı başından uçup gitmişti ve tepki verebilecek durumda değildi.
Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu. Gu Wei, Yue Fei’yi bıraktı, onun ifadesine baktı ve yanaklarının kızardığını görünce memnuniyetle doğruldu.
Bir şey söylemek üzereyken, Gu Weî’nin karşı koridorda durup gözlerini kısarak onlara baktığını gördü.
“Oynaşmayı bırakın, annem bekliyor.”
Gu Wei kusursuz bir ifadeyle yanıtladı, “Biliyorum.”
Bakışları tekrar Yue Fei’ye yöneldi.
Yue Fei kendisine geldikten sonra Gu Wei’nin bunu onun kızardığını görmek için yaptığını anladı. Eliyle yüzünü kapatıp Gu Wei’nin bacağına hafifçe tekme attı, “Çok fenasın.”
Bir alfanın durum ne olursa olsun hakimiyet kurma arzusu bazen insanın başına bela olabiliyordu!
―
Gu Wei’yi Güney Salonu’na kadar takip eden Yue Fei, He Yinyin’in masada kaligrafi çalışması yaptığını gördü. İki ailenin son görüşmesinden beri onu görmemişti. Yue Fei’nin orada olması onu aniden aramasıydı. Gu Wei’nin ailesinden onu arayıp konuşmak isteyen tek kişiydi.
“Geldiniz demek,” dedi He Yinyin ve elindeki fırçayı bıraktı, “Xiao Fei, buraya gelsene.”
Yue Fei itaatkar bir şekilde yaklaştı ve He Yinyin’in az önce masanın üzerine yazdığı kelimeleri gördü.
“Nasıl sence? Senin ve Xiao Wei’nin adını yazdım. Böyle yan yana bakınca isimleriniz bile çok uyumlu,” dedi He Yinyin gülümseyerek.
Yue Fei’ye pek de uyumlu gelmese de bozuntuya vermedi, “Çok güzel yazmışsın.”
He Yinyin’in güzel gözleri Yue Fei’ye döndü.
Yue Fei gözlerini kırpıştırdı, “Anne.”
He Yinyin: “Aiyaa, Xiao Fei ne kadar da tatlı dilli. Hadi al da susuzluğunu gidermesi için biraz kavun ye.”
Yue Fei, He Yinyin’in verdiği meyve tabağını aldı ve itaatkar bir şekilde kavun yemeye başladı.
Gu Wei, Yue Fei’nin arkasına doğru yürüdü, “Anne, Yue Fei iyi huylu biri. Onu korkutma.”
Onun eşini koruduğunu görünce He Yinyin güldü, “Öyle deyince kulağa sanki onu tek lokmada yutacakmışım gibi geliyor. Pekala, Xiao Fei’yi dinlenmesi için odanıza götürebilirsin. Er Ge’ın* geldiğinde akşam hep birlikte yemek yeriz.”
ÇN: İkinci ağabey
Güney Salonu’ndan ayrılan Yue Fei, dolambaçlı koridorda Gu Wei’yi takip etti ve bir avlunun önünde durdu.
“Çocukken burada kalırdım,” dedi Gu Wei, avlunun kapısını açtı ve Yue Fei’yi içeri aldı.
Avluya girer girmez içeride bakımlı küçük bir bahçe vardı. Avluda akan bir su kaynağı ve hatta uyumak için güzel bir yer olan taş köprü bile vardı.
Oturma odasına girdikten sonra Yue Fei, “Geceleri burada çok fazla sivrisinek oluyor mu?” diye sordu.
Gu Wei, bu sözleri duyduğunda Yue Fei’nin başını okşadı, “Merak etme, bu işlerle uğraşan insanlar var.”
Çok geçmeden bir hizmetçi ikisine çay getirdi. Yue Fei kanepeye oturmuştu ve kalkmaya niyeti yoktu. Ana kapıdan Güney Salonu’na ve oradan buraya kadar yürümek ona yarım saat egzersiz yapmış gibi hissettirmişti.
Yue Fei çayını içerken tereddütle, “Dage’nın elektrikli kaykayı vardı ya, bir tane daha var mı?” diye sordu.
Gu Wei: “Sürmek mi istiyorsun?”
Çok güzel bir ulaşım aracı! dedi Yue Fei kendine ve ardından sesli bir şekilde, “Eğlenceli görünüyor,” dedi.
Onun aklından geçenleri Gu Wei nasıl anlamamış olabilirdi ki zaten? Atıştırmalıkları getiren hizmetçiye hemen elektrikli kaykayı getirmesini emretti.
Hizmetçi hızla getirdi. Açıkçası, bu evde uçan kaykay pek de nadir bir şey değildi.
Gu Wei, onun yere çömeldiğini ve kaykayla oynadığını ama üzerine çıkmadığını görünce, “Nasıl süreceğini biliyor musun?” diye sordu.
Yue Fei döndü ve ona gülümsedi, “Hayır.”
Gu Wei de ona gülümsedi.
“Yapacak bir şeyin yok zaten, bana öğretsene,” dedi Yue Fei, ayağa kalktı ve Gu Wei’ye elektrikli kaykayı işaret etti.
Gu Wei hareket etmedi, “Birinden öğretmenin olmasını isterken daha samimi olman gerekmiyor mu?”
Samimi olmak mı? Yue Fei, Gu Wei’nin ona tekrar sataşmaya başladığını hissediyordu. Ne kadar da çocukçaydı.
“Öğretmek istemiyorsan kendim öğrenirim,” dedi Yue Fei, elektrikli kaykayı aldı ve kapının önündeki açık alana kendi başına gitti. Ardından interneti açarak elektrikli kaykay öğrenme videoları buldu.
Ama düzgün bir eğitim videosu yoktu ve yorumlarda herkes oldukça basit olduğunu söylüyordu.
Böylece Yue Fei doğruca kaykayın üstüne çıktı ve hemen akabinde yere kapaklandı.
Bahçeyle ilgilenen hizmetçi, onu görünce şok oldu ve yardım etmek için öne çıkmak üzereyken, odadaki kişiyi görünce hızla ayağa kalktı ve oradan çıktı.
İlk kez üstüne çıkıp sürmeye kalkıldığında dengede durmak sahiden de çok güçtü. Yue Fei yerden kalkmaya çalıştı ama bileğinde bir karıncalanma olduğu için az kalsın yere düşünüyordu.
Gu Wei kaşlarını çattı ve onu tutmak için hızlıca atıldı, “İyi misin?”
Yue Fei, Gu Wei’den öğretmesini istediğini hatırladı ama Gu Wei ona sataşmıştı. Bu yüzden ona biraz kızgındı.
Yue Fei, Gu Wei’yi dirseğiyle itti ve kendi başına ayağa kalktı, “İyiyim.”
Gu Wei bir anlığına duraksadı ve ardından Yue Fei’nin odaya girerken başını eğdiğini görünce bahçedeki hizmetçiye baktı, “Gelmesi için Dr. Zheng’i ara.”
Daha sonra Yue Fei’yi küçük salona kadar takip etti.
Aile doktoru gelmeden önce, Gu Wei hizmetçinin verdiği ilk yardım çantasını aldı, antiseptiği çıkardı ve Yue Fei’nin yanına oturdu.
“Elini ver bana.”
Yue Fei telefonuyla oynuyormuş gibi yaptı, “Gerek yok. Kendi kendine iyileşir.”
Gu Wei doğrudan elini tuttu, “Neden surat asıyorsun?”
Bir de onu azarlıyor muydu?
“….” Yue Fei ayağa kalktı, dudaklarını büzdü ve elini geri çekti, “Gerek yok dedim.”
Gu Wei ona bakmak için başını kaldırdı. Çenesi gergin gözüküyordu; belli ki Yue Fei’nin tekrar tekrar onu reddetmesi yüzünden biraz öfkelenmişti.
Çok geçmeden Dr. Zheng aceleyle geldi.
Aile doktoruna karşı Yue Fei direnmedi ve itaatkar bir şekilde yarasını kontrol etmesine izin verdi. Kemik yaralanması olmadığını doğruladıktan sonra, Dr. Zheng yarasını hızla tedavi etti ve ardından kalkıp gitti.
Oturma odasında sadece ikisi kaldığında, atmosfer oldukça gerilmişti.
Tam o esnada He Yinyin onlardan akşam yemeği için ana salona gelmelerini istedi.
Yue Fei yolu gösteren hizmetçiyi takip ederken Gu Wei de sessizce peşlerindeydi.
He Yinyin, Gu Wei, Lin Qi ve Gu Xing çoktan ana salona gelmişlerdi. Onların geldiğini gören He Yinyin, Yue Fei’yi selamladı, “Xiao Fei, gel de yanıma otur.”
Yue Fei gülümseyerek dediğini yaptı.
Yue Fei oturduğunda He Yinyin onun elindeki yarayı fark etti, “Ne oldu?”
Yue Fei biraz utanıyordu, “Elektrikli kaykay sürmeye çalışırken düştüm.”
Bunu duyan Gu Weî, Gu Wei’ye baktı. Gu Wei’nin kötü bir ruh halinde olduğunu görünce dudaklarının kenarları kıvrıldı. Hemen Yue Fei’ye doğru döndü, “Aslında çok kolay. Ben sana öğretirim.”
Yue Fei: “Tamam, teşekkür ederim Dage.”
Gu Wei başını kaldırdı, “Gerek yok. Ben öğretirim.”
Gu Weî, He Yinyin’e baktı, “Anne…”
He Yinyin, Gu Wei’yi azarladı, “Gu Wei, tavırlarına dikkat et.”
Gu Xing kaşlarını kaldırdı ve gösteriyi izledi. Bu gece iştahla yemek yiyecek tek kişi o olabilirdi.
Yemekten sonra avluya dönerken Yue Fei, Gu Wei’yle hiç konuşmamıştı. Gu Wei’nin yüzünde ağır bir ifade vardı, belli ki hala ruh hali düzelmemişti.
Birkaç hafta önce olsaydı Yue Fei böyle önemsiz bir meseleye sinirlenmezdi. Ancak şu anda kızgındı ve kendi duygularını anlayamıyordu. Yine de şu anda Gu Wei ile konuşmak istemiyordu.
Benzer şekilde, Gu Wei de onun nedense o akşam biraz duygusal olduğunu hissetmişti. Dönüş yolunda Yue Fei’yle barışmak için konuşacaktı fakat onun soğuk ifadesini görünce vazgeçmişti.
Yue Fei’nin yanlış yöne saptığını ve bahçeden gittikçe uzaklaştığını gören Gu Wei sonunda çaresizce iç çekti ve onu tutmak için elini uzattı, “Bu taraftan.”
Avluya döndükten sonra, biri esintiyi hissetmek için dışarıda durdu; diğeri ise banyo yapmak için kıyafetleri almak üzere odaya geri döndü. İkisi de kendi hallerinde takılıyorlardı.
Gece geç vakitte ikisi aynı odaya girdiler ve sonunda birbirleriyle göz göze geldiler.
Yue Fei: “Ben dışarıda yatacağım. Bütün aile kavga ettiğimizi biliyor zaten. Ayrı yerlerde uyumamız gayet normal.”
Gu Wei’nin bir itirazı yoktu, “Sen bilirsin.”
Böylece Yue Fei yastığı aldı ve doğrudan odadan dışarı çıktı.
Oturma odasındaki kanepe yeterince büyüktü. Yue Fei tam uzanmak üzereydi ki, odanın kapısı içeriden açıldı ve Gu Wei dışarı çıktı.
“Sen içeride uyu, ben burada uyurum,” dedi Gu Wei ve doğrudan kanepeye uzanarak Yue Fei’nin getirdiği yastığa yaslandı.
Yue Fei: “…”
Onun gitmediğini görünce Gu Wei gözlerini kapadı, “Yoksa benimle beraber kanepede yatmak mı istiyorsun?”
Bunu duyunca Yue Fei aceleyle kalkıp gitti ve kapıyı çarparak kapattı.
Karanlık oturma odasında bir süre sessiz kaldıktan sonra aniden Gu Wei’nin dudakları kıvrıldı, “Giderek daha da aksileşiyor.”
Eski duvar saati hafifçe sallandı, tüm ev yavaş yavaş sessizleşti, ışıklar birer birer söndü ve nihayet gece çöktü. Dağın ortasına yerleşmiş olan Gu Malikânesi’nin çevresinde yaşayan hayvanlar da gözlerini kapatıp uykuya dalmışlardı.
Gu Wei uykusunda Nanwan Xiang bölgesinde aldığı o tatlı bahar kokusunu aldı ama bu sefer koku biraz daha yoğundu. Eğer gerçekten parfüm kokusuysa bu kokuyu püskürten kişi parfüm şişesini kendi üzerine dökmüş olmalıydı.
Karanlıkta yabani reçine kokusu huzursuzlaştı, Gu Wei gözlerini açtı ve bakışları köşedeki kapalı kapıya kaydı.
Yue Fei susuzluktan uyanmıştı ve sanki boğazı yanıyormuş gibi hissediyordu. Kaşlarını çattı ve komodinin üzerindeki su bardağını aramak için uzandı ama bardakça hiç su yoktu.
Ateşi mi vardı yoksa? Yue Fei neler olduğunu bilmiyordu ve elini uzatıp alnına dokunduğunda alnının terle kaplanmış olduğunu hissetmişti.
Arkasından yaklaşan ayak seslerini duydu. Muhtemelen gelen Gu Wei’ydi.
Gu Wei’ye onun için bir doktor çağırmasını söylemek için Yue Fei ona doğru döndü.
Ama daha arkasını dönemeden arkasındaki kişi tarafından duvara itildi.
Elindeki bardak yere düşerek yuvarlandı.
“Bedenindeki bu koku ne?”
Kulaklarında derin bir ses çınladı ve Yue Fei arkasındaki sağlam gövdenin altında hareket edemedi. Bu yüzden narin boynunu kaldırarak Gu Wei’ye baktı.
“Neden bu kadar agresif davranıyorsun, ne oluyor?”
Yue Fei konuşurken nefes nefese kalmıştı. Ölümcül bir hastalığı olup olmadığını ve neden birdenbire bu kadar rahatsız olduğunu merak ediyordu.
Ancak Gu Wei dişlerini sıktı ve dudaklarını Yue Fei’nin kulağına bastırdı. Sesi kulağa oldukça acımasız geliyordu, “Kafayı yememişim işte, kızışma dönemi bu, sen kızışma dönemine girmişsin!”
Yue Fei, Gu Wei’nin dediklerini hiç anlayamamıştı. Kızışma dönemi neydi? Kim kızışma dönemine girmişti?
Ancak Gu Wei, Yue Fei’nin vücudundan yayılan feromon yoğun olsa da ondan iğrenmemişti. Aksine lezzetli bir yemek gibi onu daha çok yiyip bitirmek istemişti.
İkisi karşı karşıya geldiğinde, oturma odasının kapısı hafifçe hareket etti ve kapının aralığından ince bir figür içeri süzüldü.
Gu Wei, sesi duyduğunda başını çevirdi ve kaşları seğirdi. Kızışma dönemindeki bir omega içeri girmişti. Odanın içinde kimin olduğunu görmeden önce, o omega onu keskin ve hoş olmayan bir feromonla baştan çıkarmaya başlamıştı bile.
Omega feromonunun ani müdahalesiyle beraber Yue Fei bedenindeki sıcaklığın düşmek yerine daha da arttığını hissetti ve yanaklarını duvara yaslamadan edemedi. Soğuk duvar sonunda ona kısa bir rahatlama sağladı ve sakince iç çekti.
Bu iç çekiş Gu Wei’nin kulaklarında yankılandı; nedense kapıdaki arzulu omega feromonlarından daha çekiciydi.
“Beni bekle,” dedi Gu Wei boğuk bir tonla.
Üzerindeki vücut ağırlığı kalkınca Yue Fei’nin dizlerinin bağı çözüldü ve yere doğru kayarak yere oturdu.
Kulaklarına önce bir çığlık, ardından da kapının kapanma sesi geldi. Yue Fei alev alev yanıyordu ve kafası karışmıştı. Oturma odasının kapısı mı yoksa yatak odasının kapısı mı kapandı idrak edemiyordu.
Başka biri içeri girmiş gibi görünüyordu. Öyleyse Gu Wei neden gitmişti ki? Bu saatte misafir mi ağırlıyordu? Neden onun için bir doktor çağırmamıştı? Bütün gece alev alev yanmasına izin mi verecekti?
Yue Fei bunu düşündükçe, daha çok incindiğini hissetti. Gu Wei sözleşmeli olarak da olsa eşi olmaya layık değildi.
Tam düzeldiğinde Gu Wei’yle olan sözleşmeyi bozacağını düşünüyordu ki, o sırada Gu Wei geri geldi.
Artık baskılanamayan yabani reçine, tatlı bahar kokusunu çepeçevre sardı. Gu Wei, Yue Fei’yi omuzlarından tuttu ve onu kaldırdı.
“Yarın bana mantıklı bir açıklama yapsan iyi olur.”
Odaya döndükten sonra, Yue Fei vücudundaki ateşin yavaş yavaş söndüğünü hissetti.
Gözleri yarı açıkken Gu Wei’nin yatağın yanında oturduğunu ve kendisine bir iğne yaptığını görmüştü.
Yoksa ateş bulaşıcı bir hastalık mıydı?
Yue Fei tekrar uykuya daldı.
Kendine inhibitör enjekte ettikten sonra Gu Wei odadan ayrılmak yerine karmaşık gözlerle uykuya dalan Yue Fei’ye baktı.
Neredeyse kontrolünü kaybetmesine neden olacak kadar yoğun omega kokusu bir anda ortadan kaybolmuştu.
Yan etkilerden endişe duyduğu için, inhibitörü sadece kendisine enjekte etmişti. Yue Fei ile nasıl başa çıkacağını bilmiyordu ama şu anda bunu düşünmesi gerekmiyordu.
Gu Wei, koku alma duyusunda bir sorun olup olmadığını merak etmeye bile başlamıştı ama odada kalan o tatlı koku, Yue Fei’nin kızaran yüzü ve terle kaplanan alnı ona yanılmadığını söylüyordu.
Bir süre düşündükten sonra Gu Wei telefonunu çıkardı ve ikinci cinsiyetler konusunda uzmanlaşmış bir doktora öğrencisi olan arkadaşının numarasını bularak ona bir mesaj gönderdi.
Gu Wei: Betalar kızışma dönemine girebilir mi?
Karşı taraf belli ki bir gece kuşuydu ve çok çabuk cevap vermişti.
Arkadaşı: Şirketinin yeni bir projesi mi var? Son araştırmalara göre bu mümkün. Betaların da feromon bezleri var ama gelişmediği için kızışma dönemine girmiyorlar ve feromonları hissetmiyorlar. Ancak belirli şartlar karşılanırsa, betalar yalancı bir kızışma dönemi yaşayabilirler.
Arkadaşı: Yalancı kızışma dönemi denilmesinin nedeni, betaların işaretlenmesine ya da inhibitör enjekte edilmesine gerek kalmaması.
Arkadaşı: Oldukça ilginç bir durum.
Karşı taraftan gelen cevabı okuduktan sonra, Gu Wei dilinin ucuyla yanağına dokundu ve ona mesaj gönderdi.
Gu Wei: Hiç de ilginç değil.