Saf tatlılık nasıl kokuyordu ki? Yue Fei’nin epey kafası karışmıştı.
“Şeker gibi mi kokuyor?”
Gu Wei daha önce hiç yalancı kızışma dönemi görmemişti. Alfalar ve omegalar kendi feromon kokularını alabiliyorlardı, “Neden feromonunun kokusunu bilmiyorsun? Dün kokusunu almamış mıydın?”
Yue Fei: “Bilmiyorum, dün çok karışık kokular almış gibiydim. Çok güçlü bir yabani reçine kokusu vardı ve bir de bir tür çiçek…Yabani reçine senin kullandığın parfümdü diye hatırlıyorum. O halde çiçek kokusu bana mı aitti? Ama tatlı olduğunu söylememiş miydin?”
“Kullandığım parfüm mü?” dedi Gu Wei ve dik bir şekilde oturdu, “Daha önceleri de üzerimde çam kokusu mu almıştın yani?”
ÇN: Yabani reçine, çam ağacının kokusu aslında
Yue Fei: “Evet, sana hep parfümünün markasını sormak istemiştim, çok güzel kokuyor.”
Bunu duyan Gu Wei kaşlarını çattı. Yabani reçine kokusu onun feromonlarının kokusuydu. Normal şartlar altında, Yue Fei’nin bu kokuyu alamıyor olması gerekiyordu. Fakat hem feromon kokusunu almış hem de onun parfüm sıktığını zannetmişti.
Yue Fei, Gu Wei’nin tepkisinin biraz garip olduğunu fark etti, “Sorun nedir?”
Gu Wei, az önce aldığı bilgileri sıraladı ve iki teori ortaya attı. Birincisi, Yue Fei betaydı; ancak alfa ve omegalar gibi feromon kokusunu alabiliyordu. İkincisi, Yue Fei, beta gibi davranan bir omegaydı ama feromon kokusunun parfüm kokusu olduğunu sanıyordu.
Kendi bilgisine göre, Yue Fei kendini beta sanan bir omega değilse mevcut durumu açıklayamazdı. Ya da Yue Fei’nin durumu özeldi….
Görünüşe göre Yue Fei’yi tam bir kontrol için hastaneye götürmek için zaman bulmaları gerekiyordu.
“Bir şey yok, sadece balayımızın derslerini aksatmana neden olacağını hatırladım,” dedi Gu Wei ve ayağa kalktı, “Tang Yue’ye söylerim sana parfümün markasını söyler.”
Yue Fei parfümden bahsedince balayı meselesini tamamen unutmuştu. Bu seyahat sahiden de okuldaki derslerini aksatmasına neden olacaktı.
“Sen tek başına gitsen ben de kimseye görünmeden okula gitsem nasıl olur?” dedi Yue Fei.
Gu Wei hafifçe bir kelime mırıldandı, “Hayır.”
Böylece balayı meselesi bir süreliğine rafa kaldırılmıştı.
He Yinyin, Yue Fei’yi atalara saygı törenine çağırmadan önce töreni bir gün ertelemişti.
Atalara saygı sunma töreni aslında kendisini işine adamış olan kahyalardan biri tarafından hazırlanırdı ve He Yinyin hazırlıklar tamamlanınca son bir kez bakarak kontrol ederdi.
Gu Wei’nin daha önce söylediği gibi, He Yinyin özellikle Yue Fei’yi arayıp gelmesini istemişti. Çünkü onunla vakit geçirmek istemişti.
He Yinyin’in yanında duran Yue Fei, kahya tarafından verilen yemekleri aldı ve tek tek tadına baktı.
“Bu yılki balık sosu geçen yıldan daha lezzetli,” diyerek yorumda bulundu He Yinyin.
Kahya: “Bu sefer başka bir tedarikçi bulduk. Eşsiz bir tadı olduğunu söylemişlerdi.”
He Yinyin usulca gülümsedi, “Evet.”
Yue Fei dinlerken gözlerini kırpıştırdı ve bir ısırık daha aldı.
Her ne kadar atalara saygı töreni denilse de, aslında bu yılda bir kere gerçekleşen Gu ailesinin bir araya gelme zamanıydı. Çin Yeni Yılı sırasında çok fazla insan yoktu. Dolayısıyla atalara tapınma töreninde aile bir arada olduğunu göstermeliydi, aksi takdirde yıllarca Gu ailesi dedikodu malzemesi haline gelirdi.
He Yinyin, hangi ailelerin birbiriyle çatışma halinde olduğunu ve oturma yerlerinin birbirinden uzak olması gerektiğini Yue Fei’ye anlatıyordu. Bazılarının arası iyiydi ve yan yana oturabiliyorlardı.
He Yinyin nazik gibi görünse de aslında işleri çekip çevirmekte oldukça yetenekli biriydi. Tüm süreci yöneten kahya bile onu dinliyordu.
“Bu detayları da hatırlaman lazım. Yıl sonundaki hissedarlar toplantısından sonra, gelecek yıl atalara saygı töreninden sen sorumlu olacaksın.”
He Yinyin ağacın gölgesindeki hasır sandalyede oturuyordu ve hafif bir tonla konuşuyordu ama kelimeleri Yue Fei’nin kulağına şimşek gibi çakıyordu.
“Ben mi? Böyle mühim bir töreni nasıl halledebilirim ki?” dedi Yue Fei, karşısına oturdu ve ona bir fincan çay koydu, “En iyisi senin kontrol etmen.”
He Yinyin: “Endişelenme, zamanı geldiğinde sana yardım edeceğim, ama Gu ailesinin gelenekleri böyle. Gu Wei sen evli olduğunuz için yerine getirmeniz gereken bazı yükümlülükler var.”
Yue Fei onun sözlerinden biraz rahatsız olmuştu ve nasıl karşılık vereceğini bilemiyordu. Bu yüzden yalnızca itaatkar bir şekilde başını salladı, “Anlıyorum.”
He Yinyin, “Mezuniyetine ne kadar kaldı?” diye sordu.
Yue Fei: “Yaklaşık bir buçuk yıl.”
He Yinyin: “Zaman su gibi akıp geçiyor. Düğün hazırlıklarına şimdiden başlayabiliriz. Alelacele evlendiğiniz için düğünün de geçiştirileceğinden korkmuştum. Fakat Gu Wei sen mezun olana kadar bekleyeceğinizi söyledi. Böylece düğün için daha fazla zamanınız olacak. Sonuçta insanın hayatında bir kez oluyor böyle şeyler.”
Yue Fei düğün meselesine daha çok fazla zaman olduğunun farkındaydı, “Senin planlarına uyacağız.”
Orijinal sözleşmede, Yue Fei ve Gu Wei sözleşmenin feshedilme zamanı üzerinde anlaşmaya varmışlardı. Taraf A ya da B gerekli gördüğünde, anlaşmayı feshetme hakları vardı.
Elbette Taraf A Gu Wei, Taraf B ise Yue Fei’ydi.
Mesele aşık olma konusuna gelince, Yue Fei’nin aşka karşı tutumu oldukça karamsardı. Bir aile kurmak için bir eş bulmaktansa hayatını keyifli bir şekilde yaşamayı tercih ederdi.
Bu nedenle Yue Fei, Gu Wei ile bu sözleşmenin feshedilmesine ilişkin koşullar konusunda pazarlık yapmamıştı.
Yue Fei’ye göre Gu Wei, ailesinin mirasını devraldığında sözleşmeyi feshedecekti. Sonuçta bu Yue Fei’nin de para karşılığı kabul ettiği bir sözleşmeydi.
Fayda sağlayamadıkları bir şeye yatırım yapmak insanlar için oldukça gereksizdi en nihayetinde.
He Yinyin, Yue Fei’nin elini tuttu, “En büyük dileğim ikinizin sonsuza dek beraber olması. Oğlum çok huysuzdur ama sen yumuşak huylu bir mizaca sahipsin. Sana zorbalık etmesine izin vermemelisin. Bir şey olursa bana ya da Gu Weî’ye söyleyebilirsin.”
Yue Fei onun sözlerinden endişelerini anlamıştı, “Hep beraber olacağız. Gu Wei bana çok iyi davranıyor, hiç endişelenme.”
He Yinyin: “Tamam, sen çok iyi kalpli bir çocuksun.”
―
Akşamleyin, Yue Fei, Gu Wei’yi ana salona kadar takip etti. Ana salonda sohbet etmek için bir araya gelen birçok insan vardı ve atmosfer oldukça samimiydi.
Yue Fei sadece birkaç kişiyi tanıyordu. Aralarında daha önce Nanwan Xiang bölgesine gelmiş olan İkinci Gu Amca ve ailesi de vardı.
Gu Wei’nin geldiğini gören İkinci Gu Amca, Gu Qi’yi onlara doğru getirdi.
İkinci Gu Amca gülümsedi ve Gu Wei ile konuşmaya başladı, “Xiao Wei de gelmiş. Bu yıl erkenden buradasın demek.”
“İkinci Amca,” dedi Gu Wei, “Bu yıl Xiao Fei, annemin atalara saygı törenine hazırlanmasına yardım etmek için erken geldi. Ben de onunla beraber geldim.”
İkinci Gu Amca: “Haha, demek öyle… Bu arada, son zamanlarda şirket işleriyle çok mu meşgulsün?”
Gu Wei’nin ses donu kayıtsızdı, “Sorun değil.”
İkinci Gu Amca döndü ve Gu Qi’ye baktı, “Sürekli San Ge’n ile birlikte çalışmak istediğini söyleyip durmuyor muydun? Neden şimdi dilin tutuldu?”
Gu Qi: “San Ge.”
Gu Wei selam vermek için başını salladı.
“Küçük kuzenin bu yıl mezun oldu ama henüz ne iş yapacağına karar veremedi. Umarım sana yardım etmek için şirkete gelebilir. Sonuçta aileden biri,” dedi İkinci Gu Amca, “Hızlı öğreniyor, onu şirketteki boş bir pozisyona koyarsan kendi kendine işi öğrenebilir.”
Bunu duyan Gu Wei, Gu Qi’ye baktı. Göz göze gelince Gu Qi biraz utandı ve bakışlarını kaçırdı.
Gu Wei: “Hala bu konuyu babama sormam gerekebilir. Önümüzdeki ay Xiao Fei ile balayına çıkmayı planlıyorum ve babam şirketin işlerini devralacak.”
Gu Wei’nin kararı Gu Tiansheng’e bırakmaya istekli olduğunu duyunca, İkinci Gu Amca’nın gözlerinde bir rahatlama ifadesi belirdi, “Tamam o halde.” Gu Tiansheng’e gelişigüzel bir şekilde bu meseleyi sorabilirdi ama Gu Wei’ye soramazdı.
Bu süreç boyunca arka planda kalan Yue Fei, onlar gidince Gu Wei’nin kulağına eğilip fısıldadı, “Herkese söylemeyi mi düşünüyorsun? Balayımızı yani.”
Gu Wei: “Sorun ne, utanıyor musun yoksa?”
Yue Fei’nin ses tonu kederliydi, “…..Final sınavlarım.”
herkes öğrenirse balayına mecburen gitmek zorunda kalacaktı…
Gu Wei: “Merak etme, ayın ilk yarısında seyahatimizin tadını çıkaracağız. İkinci yarısında da sana özel ders vereceğim.”
Yue Fei’nin kabul etmekten başka seçeneği yoktu, “……Pekala.”
Gu Wei’nin onunla dalga geçmesini beklemeden Yue Fei hemen bir şart koydu, “Bana özel ders verirken sabırlı olmalısın. Benim gibi bir lisans öğrencisinin senin gibi prestijli bir doktora mezununun bilgisine sahip olmasını bekleyemezsin.”
Gu Wei kaşlarını kaldırdı, “Tamam.”
Yue Fei biraz daha şansını zorladı, “‘Bir bakışta herkes anlayabilir’ gibi şeyler de söylemek yok.”
Gu Wei usulca, “Tamam,” dedi.
Yue Fei şansını daha da zorluyordu, “Soruların üzerinden geçerken de tane tane anlat.” Aksi takdirde, anlaması onun için çok zor oluyordu.
“…” Gu Wei, Yue Fei’nin başına dokunmak için elini kaldırdı ve yumuşak saçlarını kedi okşuyormuş gibi karıştırdı, “Senin yerine final sınavlarına da gireyim mi?”
Yue Fei’nin kendi prensipleri vardı, “Gerek yok. Dürüstçe sınavlarıma gireceğim.”
Gu Wei hafifçe kıkırdadı, “Haha.”
İkisi birbirlerine fısıldaşırken Gu Weî içeri girdi ve hemen ikisini görüp onların yanına geldi.
“Ne hakkında konuşuyorsunuz?”
Yue Fei: “Dage, Gu Wei benim yerime final sınavlarına gireceğini söylüyor. Elbette reddettim. Benim de kendimce prensiplerim var.”
Bu sözler çıkar çıkmaz Yue Fei’nin başındaki o büyük el aşağı doğru kaydı ve yanağını çimdikledi. Gu Wei gülse mi ağlasa mı bilemiyordu, “Bir daha şikayet edecek misin?”
Bunu gören Gu Weî gülmeden edemedi, “Xiao Fei, ben arkandayım. En doğrusunu yapıyorsun.”
“Dage, kurtar beni,” dedi Yue Fei ve Gu Wei’yi itti ama Gu Wei onu bırakmıyordu.
Gu Weî’nin Yue Fei’ye olan desteği sadece laftaydı, “Annem beni çağırdı, gidip bir bakacağım. Ama prensiplerinden vazgeçme.”
Gu Weî’nin arkasına bakmadan gittiğini gören Yue Fei üzülmüştü, “Sabah annem bana zorbalık edersen Dage’ya söyleyebileceğimi demişti. Ama o hala senin tarafında ve ben de yapayalnız bir sapsız üzümüm.”
Yue Fei’nin çırpındığını gören Gu Wei çaresizce onu bıraktı. Ancak çok fazla güç uygulamamasına rağmen Yue Fei’nin yanağının kızarmış olduğunu gördü.
Parmaklarıyla Yue Fei’nin yanağını birkaç kez okşadı. Yanağının daha da kızardığını gören Gu Wei, başını eğerek Yue Fei’ye baktı. İfadesine baktığında canının yanmadığını gördü ve elini indirdi, “Bana söyleyebilirsin.”
Yue Fei başını kaldırıp baktı, “Hı?”
“Sana kim zorbalık ederse, bana söyleyebilirsin.”
Gu Wei’nin sesi yüksek değildi ama Yue Fei onun ciddiyetini duyabiliyordu.
Şaka konusu aniden ciddi bir meseleye dönüşmüştü. Yue Fei başını eğerek fısıldadı, “Ama bana en çok sen zorbalık ediyorsun.”
Gu Wei onun ne dediğini duyamadı ve başını eğdi, “Hı?”
Göz önündeyken samimiymiş gibi rol yapıyorlardı ve bu yüzden normalden daha yakın duruyorlardı. O anda Gu Wei başını eğip Yue Fei’ye baktığında, sanki öpüşüyorlarmış gibi görünüyorlardı.
Gu ailesinin diğer bireyleri onları gördüğünde hemen başka yöne baktılar.
Yue Fei söylediklerinin Gu Wei tarafından duyulduğunu zannediyordu. Bir şey daha söylemek için başını kaldırdı ancak aralarındaki mesafenin çok yakın olduğunu fark etmedi ve dudakları Gu Wei’nin çenesine dokundu…. Derin bir nefes aldıktan sonra Yue Fei hemen geriye doğru bir adım attı ve Gu Wei’den uzaklaştı.
Gu Wei hareket etmemişti ve hiçbir şey olmamış gibi bir eli cebinde duruyordu.
“Ben… Özür dilerim, yanlışlıkla oldu,” dedi Yue Fei. Yüzü sanki Gu Wei’den faydalanmaya çalışıyormuş gibi utançla doluydu.
Gu Wei sakince, “Sorun değil,” dedi.
Onun sakin olduğunu Yue Fei de sakinleşti ve tekrar Gu Wei’ye yaklaştı ama kalp atışları hala yavaşlamamıştı.
Bunun onun yanılsaması olup olmadığını bilmiyordu ama Yue Fei o anda yabani reçine kokusunu yine alabiliyordu.
Gu Wei’nin o gün parfüm sıkmadığını açıkça görmüştü.
Çok geçmeden daha fazla kişi Gu Wei’ye selam vermek için yanlarına geldi. İkisi arasındaki sohbet böylece son buldu ve Yue Fei de gülümseyerek iş birliği yaptı.
―
Pazartesi günü hava bulutluydu ve sabahın erken saatlerinde yağmur yağmaya başlamıştı.
Gu Tiansheng, Gu ailesinin şu anki başıydı. Bu yüzden herkesi dağa tırmanmaya götürmüş ve atalara saygı sunmak için tütsü yakmıştı.
Bu tören yüzlerce yıl önce ataları tarafından belirlendiği için her yıl tekrarlıyorlardı.
Tören bittikten sonra herkes ana malikaneye dönüp vakit geçirmeye başlamıştı.
Yue Fei, Gu Wei’yi takip ediyordu. Yağmur yağdığı için biraz yavaş yürüyordu. Gu Wei’nin bacakları uzundu ve eğer yavaşlamazsa Yue Fei’yi geride bırakacaktı.
İkinci kez geride kaldıktan sonra, Yue Fei yetişmek için acele etmedi. Giydiği ayakkabıların tabanı biraz kaygandı, bu yüzden yavaş yürümesi gerekiyordu.
Neyse ki etrafta çok fazla kişi olduğundan kaybolması mümkün değildi. Gu Wei akşam yemeği için acele ediyor olmalıydı, bu yüzden onun geride kalmış olduğunu fark etmemiş olması gayet normaldi.
Tüm bunları düşünürken Yue Fei siyah şemsiyesinin altında yavaş yavaş yürümeye devam ediyordu.
Aniden, yağmurla kirlenmiş bir çift siyah deri ayakkabı görüşünde belirdi. Yue Fei duraksadı ve tanıdık bir el ona doğru uzandı.
“Elimi tut ve geride kalma.”
Seslenen kişi Gu Wei’ydi.
Yue Fei biraz şaşırmıştı. Yavaşça gözlerini kırptı ve ardından elini Gu Wei’nin avucuna koydu. El ele yürürlerse, sahiden de geride kalmayacaktı.
“Yola dikkat et.”
Yağmur dondurucu derecede soğuktu ama Gu Wei’nin avucu sıcacıktı.
Çok geride olmayan Gu Weî önünde yürüyen çifti seyrediyordu. Şemsiyenin dışında kalan elleri yağmurda ıslanmıştı ama bırakmayı düşünmüyorlardı. Arkasından gelen Lin Qi’ye bir iç çekmeden edemedi, “Gençken aşık olmak ne kadar da güzel.”