İkisinin birbirine olan yakınlığını oradaki herkes fark etmişti.
Gu ailesinin bir sonraki başı olan Gu Wei, bir betayla evliydi. Haber, orada bulunan Gu ailesinin bireyleri arasında da yayılmıştı.
He Yinyin ve Gu Tiansheng, Gu Malikânesi’nde akrabaları tarafından kuşatılmışlardı.
“Gu Wei nasıl bir betayla evlenebilir ki?”
“Cidden doğru mu?”
“Ağabey, yenge, Gu Wei’nin böyle aptalca bir şey yapmasına nasıl izin verirsiniz?”
“Beta mı, tanrım, hiç aklımdan geçmezdi.”
“Betaların hamile kalması neredeyse imkansızdır, bunu bilmiyor musunuz?”
“Her zaman Xiao Wei’nin olgun ve güvenilir olduğunu düşünürdüm ama artık Gu ailesinin akıbeti konusunda endişeleniyorum. Kim bilir ileride daha ne gibi hatalar yapacak.”
“Ağabey ve yenge, Gu ailesinin iyiliği için bu evliliği asla kabul etmeyeceğiz.”
“Aynen öyle. Gu Wei’nin evliliğini kabul etmiyoruz. Evliliğiyle, Gu ailesini miras almak için hala çok toy olduğunu kanıtladı.”
―
Hararetli tartışmada, Gu Tiansheng’in yüzü renkten renge girerken He Yinyin başını eğip sabırla dinlemişti.
Karşılık alamadıklarını görünce herkes yavaş yavaş sakinleşti.
“Konuşmanız bitti mi?” dedi He Yinyin, dudaklarının kenarları kıvrıldı ve güzel gözleriyle kalabalığı süzdü.
Aslında daha fazla konuşmak isteyen birkaç kişi onu duyunca suspus oldu.
“Beta olmakta ne gibi bir sorun var ki?” dedi He Yinyin, yüzü gülüyor olsa da ses tonu buz gibiydi, “Kuzen Gu Wen, en büyük oğlunun beta olduğunu hatırlıyorum, değil mi? Bir beta ile evlenmenin Gu ailesi için bir utanç olduğunu mu düşünüyorsun sahiden? O halde beta oğlunla ilişkini mi keseceksin?”
He Yinyin’in seslendiği alfa anında kıpkırmızı kesildi.
Bir anda, orada bulunan herkes He Yinyin’in ikinci oğlu Gu Xing’in de bir beta olduğunu hatırladı. Yani, He Yinyin’in önünde kendi oğlunu aşağılamaya kalkmışlardı.
Gu Tiansheng, sözlerinin çok açık olduğunu ima etmek için hafifçe öksürdü ama He Yinyin ona doğru soğuk bir bakış attı, “Eğer üşüttüysen, odaya gidip dinlen.”
“Yok, iyiyim,” dedi Gu Tiansheng. Ardından beceriksizce başını çevirdi ve sanki hiçbir şey olmamış gibi kapının dışına baktı. O anda içeri gelmekte olan Gu Wei ve Yue Fei’yi gördü.
“Gu ailesini kimin miras alacağına,” dedi He Yinyin ve Gu Wei’yi kabul etmeyeceklerini söyleyen iki kişiye baktı, “Siz mi karar veriyorsunuz? Ben mi sizi hafife alıyorum yoksa siz mi kendinizi fazla önemli sanıyorsunuz?”
“Hamile kalma meselesine gelince,” dedi He Yinyin ve bakışları bu konuyu ilk açan kişiye yöneldi, “Gu Tong, karın omegaydı diye hatırlıyorum. Yedi-sekiz yıldır evli olmanıza rağmen neden çocuğunuz olduğunun haberini almadım? Sorun nedir? Çocuk yapmayı düşünmüyor musunuz?”
Gu Tong’un yüzü renkten renge girdi. Çocuk sahibi olmak istemiyor gibi değillerdi, bir türlü çocukları olmuyordu!
“Xiao Fei’miz hala çok genç ve bebek sahibi olmak için aceleleri yok.”
Bu son cümleyi söyledikten sonra, He Yinyin yavaşça masanın üzerindeki çay fincanını aldı ve boğazını nemlendirmek için bir yudum aldı. Bütün bu konuşmalardan sonra susamıştı.
Bütün sözleri ana salona giren Gu Wei ve Yue Fei tarafından duyulmuştu.
Yue Fei, He Yinyin’in çocuk doğurma konusundaki sözleri karşısında şok olmuştu. Omegaların çocuk doğurabildiğini biliyordu ama betaların da doğurabildiğini hiç bilmiyordu!
Gu Wei gülümseyerek kalabalığa yaklaştı, “Eğleniyor musunuz?”
Onların geldiğini gören Gu Tiansheng orada daha fazla kalmak istemiyordu. Çünkü böyle sözlü münakaşalara hiç ilgi duymuyordu, “Yağmura yakalandım ve sanırım biraz üşütmüşüm. Odama gidip dinleneceğim.”
Herkes ona kendisine dikkat etmesini ve güzelce dinlenmesini söylerken He Yinyin duymamış gibi yaptı.
Gu Wei, Gu Tiansheng’in koltuğuna geçti ve Yue Fei de onun yanına oturdu.
Bir grup yaşlı insan dururken iki gencin herkesten önce oturması biraz kabalık sayılırdı.
Fakat oradaki insanlar az önce He Yinyin’den iyi bir ders almışlardı ve yaşlılara saygıyı gündeme getirecek yüzleri yoktu.
Biri kısık bir tonla konuşmaya başladı, “Bu yeni hizmetçiler her geçen gün tembelleşiyorlar. Bu kadar insan varken yeterince sandalye yok ama hala sandalye getirmediler. Önceki hizmetçiler daha iyiydi.”
Gizlice dutu işaret ederken akasya ağacını azarlıyordu, ama ne yazık ki Yue Fei anlamamıştı. Gu Wei ile He Yinyin ise her şeyin farkındaydı.
ÇN: Bu deyimin 指桑骂槐 zhǐ sāng mà huái aslında Türkçede karşılığı var, lakin ben yine de orijinalini kullanmak istedim biraz derinlik katmak için. Türkçe karşılığı- kızım sana söylüyorum gelinim sen anla kdjfnd
He Yinyin konuşmak üzereydi ama önce Gu Wei söze girdi, “Bazı aile büyüklerinin Gu ailesini miras almamla ilgili farklı fikirleri olduğunu duydum.”
Gu Wei uzun yıllardır şirketi yönetiyordu ve onun sözleri bir emir gibiydi. Şirketteki hisseleriyle yaşamlarını idame ettiren akrabalarının miras üzerinde hak iddia edeceklerini hiç düşünmemişti.
Gu Tiansheng ve He Yinyin’in önünde söyleyecek epey şeyi olan o insanlar Gu Wei’nin karşısında dilini yutmuştu sanki.
“Belki de şirket hisselerinin sekiz yıl önce düştüğü günleri unutmuşsunuzdur,” dedi Gu Wei, “Sizleri de anlıyorum. Bu kadar uzun süre sorunsuz şekilde yaşayınca rahat battı tabii.”
Sekiz yıl öncesinde hisselerinden pay alamadıkları dönemde çok sıkıntı çekmişlerdi. Gu Wei olmasaydı, Gu Grubu çok düşük bir fiyata yabancı bir şirket tarafından satın alınacaktı ve belki de bugün bir şirketleri dahi olmayacaktı. Dolayısıyla varlıklı bir yaşam da süremeyeceklerdi.
Ortam biraz utanç verici bir hal almıştı. Yaşlılar gençlerin onlara ders verişini dinliyorlardı ve onlara karşılık bile veremiyorlardı. Az önce haklı ve kendinden emin olduklarını hisseden insanlar, bu darbeler karşısında afallayıp kalmışlardı.
Gu Tong: “Xiao Wei, bunun hakkında fazla düşünme, sadece senin için en iyisini istiyoruz.”
Diğerleri de ona katıldı, “Evet, sadece senin için endişeleniyoruz.”
“Bu Xiao Fei olmalı. İyi bir çocuğa benziyor, Xiao Wei çok iyi bir eş seçmiş.”
“Birbirinize çok yakışıyorsunuz.”
“Bir yastıkta kocayın.”
Yue Fei: “…”
Gu Wei: “İyi dilekleriniz için hepinize teşekkür ederim.”
Herkes konunun böylece kapandığının sandı ama Gu Wei aniden aklına bir şey gelmiş gibi konuşmaya başladı, “Bu arada az önce çocuk doğurmaktan bahsedilince, Tong Amca hatırlatmasaydı az kalsın unutacaktım. Xiao Fei bir beta olduğu için çocuk sahibi olma gibi bir planımız yok. Bu yüzden hissedarlar toplantısından sonra, Gu ailesinden yetenekli bir çocuğu varisim olarak seçmeyi planlıyorum.”
Bunu söyler söylemez, oradaki herkes sevinçten havalara uçtu.
“Gerçekten de bunu yapacak mısın?”
“Xiao Wei’nin fikri mantıklı. Xiao Fei bir beta ve çocuk sahibi olamıyor. Mirasçılar Gu ailesinin bireyleri arasından seçilmelidir.”
“Xiao Wei çok düşünceli.”
Yıllar içinde hepimiz Xiao Wei’nin yeteneğini gördük ve onu destekliyoruz.”
“Evet, onun arkasındayız.”
“Tong Ağabey ve diğerleri konuşurken fikirlerinden çok rahatsız olmuştum aslında. Biz yaşlılar gençlerin mutlu olmasını istemeliyiz. Mirastan bahsetmeye hakkımız yoktu.”
“Ben de öyle düşünüyorum ama az önce söylemeye cesaret edemedim.”
Birdenbire, daha önce konuşanların yüzleri bembeyaz oldu.
Yue Fei çocuk doğurması gerekmediğini duyunca rahat bir nefes verdi ama aynı zamanda Gu ailesinin bir anda nasıl taraf değiştirileceğini de öğrendi.
Kendi çocuklarından birinin varis seçilme şansı olunca kimse Gu Wei’nin çocuğunun olup olmamasını umursamıyordu. Hatta çocuğunun olmaması işlerine geliyordu.
Göz açıp kapayıncaya dek Yue Fei uygun olmayan bir eşten, Gu Wei için en ideal eşe dönüşmüştü.
Hayat da böyleydi işte; inişleri ve çıkışları vardı.
―
Yue Fei düşüncelere dalmıştı ki, birdenbire parmak uçlarının ısındığını hissetti ve şaşkınlıkla başını çevirdi.
Gu Wei ona bir fincan çay uzatmıştı ama onu duymadığını fark edince fincanı eline dokundurmuştu.
Gu Wei bir kaşını kaldırdı, “Seni korkuttum mu?”
Yue Fei çay fincanını aldı, “Neden seslenmedin?”
Yan taraflarındaki He Yinyin ona baktı ve gülümsedi, “Aslında sana iki kez seslendi ama cevap vermediğini görünce ruhunun bedeninden ayrıldığını zannetti.”
Oradaki insanların ne zaman dağıldığını bilmiyordu. Kimisi kendi avlusuna dönmüş, kimisi de biraz hava almak için koridora çıkmıştı ve ana salon bir süredir sessizleşmişti.
He Yinyin’in ne dediğini duyan Yue Fei elindeki fincanı sıkıca kavradı ve biraz utanarak dudaklarını yaladı. Gu ailesinin rüzgar nereden eserse o yöne gittiklerine şaşırdığını söyleyemezdi. Böylece karşılık verdi, “Gu Wei buradayken ruhum bedenimden nasıl ayrılabilir ki?”
Yue Fei, dikkatinin dağılmadığını ima etmeye çalışıyordu.
Fakat He Yinyin ona takılma fırsatını kaçırmadı, “Ah demek Gu Wei yanında değilken ruhun bedenini terk ediyor, öyle mi?”
!
Gu Wei güldü, “Haha.”
Yue Fei utanmıştı, “Hayır, anne, demek istediğim o değildi!”
Onun utangaç halini görünce He Yinyin gülümsedi, “Tamam tamam, öyle diyorsan öyledir.”
Yue Fei, Gu Wei’ye dik dik baktı, “Gülme sen de, annem ne demek istediğimi anladı.”
Gu Wei’nin dudaklarının kenarları kıvrıldı, “Gülmüyorum.”
Yue Fei, Gu Wei’nin gözünü kırpmadan yalan söyleme yeteneği karşısında şok olmuştu, “…..Çok şükür gözlerim görüyor!”
Onlar tartışırken He Yinyin her zamanki nazik haliyle kahkahalara boğulmuştu, “Hahaha…” Xiao Fei çok tatlıydı.
Bu abartılı kahkahayı duyan Yue Fei, He Yinyin’e üzgünce baktı, “……Anne?”
Akşam yemeğinden sonra, Gu ailesinin atalara saygı töreni tamamlanmıştı. Ardından Yue Fei ve Gu Wei Nanwan Xiang bölgesine geri dönmeye karar verdi.
Tang Yue onları almaya gelmişti.
Arabada Yue Fei, Gu Wei’ye, “Cidden Gu ailesinden bir çocuğu varisin olarak seçecek misin?” diye sordu.
Bu beklenmedik soru karşısında Gu Wei kaşlarını kaldırdı, “Sence?”
Yue Fei: “Bence onlara yem attın.”
Bu cevap karşısında Gu Wei usulca gözlerini kıstı.
Yue Fei ona bakmak için başını kaldırdı ve Gu Wei’nin cevabını ifadesinden anladı.
“Doğru bildim,” dedi Yue Fei gülümseyerek.
Onun yüzündeki gururlu ifadeyi gören Gu Wei elini kaldırdı ve Yue Fei’nin yanağını çimdikledi, “Aptal değilsin.”