Muayeneden sonra, arabayı almak için önce Tang Yue aşağı indi ve Yue Fei, Gu Wei’yi takip etti. İkili, hastanenin birinci katındaki lobiden geçerek dışarı çıktı.
“Yin Xinchen!”
Aniden, çok uzak olmayan bir yerden tanıdık bir isim geldi ve biraz sersemlemiş olan Yue Fei hemen ayıldı.
Başını çevirdi az önceki ismi söyleyen kişiye baktı.
Jian Yi afallamıştı, “Yue Fei?”
Yue Fei orijinal kitapta olanları hatırladı ve tereddütle, “Jian Yi?” dedi.
Jian Yi bir şeyler söylemek istiyormuş gibi görünüyordu ama kayıtsız bir ifadeyle Yue Fei’nin arkasında duran Gu Wei’yi görünce yalnızca selam verdikten sonra oradan uzaklaştı.
Gürültülü bir ortamda Yue Fei’nin tam arkasında duran Gu Wei, “Onu hatırlıyor musun?” diye sordu.
Gu Wei’yi hatırlamıyor ama Jian Yi’yi hatırlıyordu.
Alfasını hatırlamıyor ama eski erkek arkadaşını hatırlıyordu.
Gu Wei, Yue Fei’nin ensesine baktı; onu hemen oracıkta ısırmak istiyordu.
Ensesinde bir soğukluk hisseden Yue Fei başını çevirdi ve hafifçe gülümsedi, “Pek de hatırlıyorum sayılmaz aslında. Jian Yi kimdi sahi?”
Gu Wei kayıtsızca şöyle dedi: “Eski erkek arkadaşın.”
Yue Fei kafasını kaşıdı, “Ahhaha, öyle mi? Hiç hatırlamıyorum.”
Ona inanıp inanmaması gerektiğini bilemeyen Gu Wei gözlerini ona dikti. Bu da Yue Fei’nin biraz gergin hissetmesine neden oldu.
Tang Yue ikisinin hareketsizce öylece durduklarını görünce onlara birkaç adım yaklaştı, “Başkan Gu, Bay Yue, araba hazır.”
Yue Fei, Tang Yue’ye minnettar bir bakış attı, “Ah, araba hazır demek. Nihayet eve dönebiliriz.”
Bunu söyledikten sonra Yue Fei, Gu Wei’nin ifadesine bakmaya cesaret edemedi ve doğrudan kapının dışında bekleyen arabaya doğru yürüdü.
Tang Yue bir an için afalladı ve patronuna baktı.
Gu Wei’nin bakışları da usulca ona yöneldi, “Arabayı sen mi kullanacaksın?”
Hiçbir şeyden haberi olmayan Tang Yue: “?”
Kötü bir zamanda gelmiş gibi görünüyordu.
―
Yue Fei, hastaneden döndüğünden beri Gu Wei’nin ruh halinin pek iyi olmadığını hissediyordu.
Ama ne olduğunu tam olarak bilemiyordu.
Gu Wei ara sıra uzun süre ensesine bakıyordu ve Yue Fei başını ona çevirip baktığında Gu Wei’nin düşünceli bir şekilde onu izlediğini görüyordu. Ancak Gu Wei’nin aklından neler geçtiğini anlayamıyordu.
Ona eski erkek arkadaşını mı kıskandığını yoksa kendisinin ölümcül bir hastalığa mı yakalanmış olduğunu sormak istiyordu.
Bu durum, Yue Fei’nin çalışma odasındaki küçük kanepede kestirdiği, ancak bir rüyadan uyandığı bu öğleden sonraya kadar devam etti. Gözlerini açtığında ise terden sırılsıklam olduğunu fark etti.
Yue Fei uyandıktan sonra da vücudundaki sıcaklık azalmamıştı. Doğruldu, masanın üzerindeki bardağa uzandı ve sudan bir yudum aldı.
Ateşi mi vardı? Yue Fei alnına dokundu ama ateşi yokmuş gibi görünüyordu.
Gu Wei’nin son birkaç gündeki anormalliklerini anımsayan Yue Fei’nin kalbi titredi. Ölümcül bir hastalığa yakalanmış olamazdı, değil mi?
O anda, Gu Wei yan taraftaki çalışma odasında bir video konferans yapıyordu ve aniden yan taraftaki çalışma odasının kapısının açıldığını, ardından hızlı ayak seslerinin geldikten sonra kapısının tıklatıldığını duydu.
“Bugünkü toplantı burada sona erdi. Geri kalanına yarın devam ederiz. Bugün yapılması gereken bir şey varsa bana e-posta gönderebilirsiniz.”
Bilgisayarı kapattıktan sonra Yue Fei’nin sanki onun iznini bekler gibi kapıyı itmediğini görünce ayağa kalktı ve kapıya doğru yürüdü, “Ne oldu….”
Gu Wei konuşmasını bitirmeden önce, neredeyse göz açıp kapayıncaya kadar kapı aralığından yoğun bir tatlı bahar kokusu üstüne hücum etti ve nefes almasını güçleştirdi.
Omega feromonları öncekinden daha zengin ve daha da etkileyiciydi.
Yue Fei’nin yanakları kızardı ve Gu Wei’nin kolunu tutmak için elini kaldırdı, “Ben yoksa…tedavisi olmayan ölümcül bir hastalıktan mı muzdaripim?”
…Gu Wei bu soruya tamamen hazırlıksız yakalanmıştı, “Ha?”
Yue Fei: “Baksana, terden sırılsıklam oldum. Ama alnıma dokunduğumda ateşim yok. Ölecek miyim?”
Bu dünyaya gelmeden önce aniden ölmüş olan Yue Fei şu anda biraz paniğe kapılmıştı.
Yue Fei’nin kızışma dönemi öncesi yaşadığı şeyleri ölümcül bir hastalık zannetmesi Gu Wei’nin çaresizce gülmesine neden oldu ve onu hemen kollarının arasına aldı, “Demek bütün gün boyunca bunu düşünüyordun.”
Nedense Gu Wei’nin ona sarılması Yue Fei’ye iyi gelmişti ve bedenindeki sıcaklık biraz da olsa azalmıştı.
Yue Fei’nin kafası hala karışıktı, “O halde neyim var?”
Gu Wei elini kaldırdı ve onun yumuşak saçlarını okşadı, “Kızışma dönemi yüzünden muhtemelen.”
Yue Fei yanlış duyduğunu sanıyordu, “Bu nasıl olabilir ki? Ben betayım.”
Gu Wei sakince cevap verdi, “Ha? Beta olduğunu kim söyledi ki? Sen hep omegaydın.”
Yue Fei: “…Hı?”
Yue Fei tepki veremeden Gu Wei devam etti, “Geçici olarak işaretlenmen lazım.”
Yue Fei hala bu yeni bilgiyi hazmedememişti, “…”
“Uslu ol ve arkanı dön şimdi.”
Gu Wei, Yue Fei’nin omuzlarını destekleyerek arkasını dönmesini sağladı.
Ensesindeki hafifçe kızaran feromon bezleri bir alfanın kontrolünü kaybetmesine neden olabilecek tatlı bir koku yayıyordu.
Bir eliyle omeganın nazik boynunu kavradı ve diğerini de beline doladı.
Yue Fei tehlikede olduğunu anlayıp biraz mücadele etse de aniden duvara doğru yaslandı.
Yoğun yabani reçine kokusu bir ırmak gibi çağlıyor ve Yue Fei’nin tatlı feromonlarıyla birleşiyordu.
Alfa omegasının en ufak direnmesine hiçbir şekilde müsaade etmiyordu.
Soğuk dudaklar ve dişler sıcak cildine hafifçe dokundu ve kafası karışmış olan Yue Fei’nin gözleri kocaman açıldı. Ardından biraz korkmuş bir halde parmakları duvarı tırmaladı ama vücudu beklenti içinde titriyordu.
Bu an için çok uzun süre bekleyen Gu Wei yine de sabırlı bir şekilde usulca eğildi ve dudaklarıyla Yue Fei’nin sıcak tenini okşadı.
Ensesi çok kaşınıyordu. Yue Fei başını kaldırdı ve hafifçe nefesini tuttu; gözleri nemlenmişti ama başlangıçta kaskatı kesilen bedeni gevşemeye devam ediyordu.
Yue Fei alnını soğuk duvara dayayarak nefes verdi. Kalbi deli gibi hızlı atıyordu, çok sıcaktı, adeta alev alev yanıyordu…
Yabani reçine kokusu ciğerlerine dolan Yue Fei sonunda bunun Gu Wei’nin feromon kokusu olduğunu anlamıştı.
Kitapta omega olduğu neden hiç belirtilmemişti ki?!
Zihninde tanıdık olmayan görüntüler canlandı. Sanki bir zamanlar benzer bir şey yaşamıştı. O an aniden ensesinin ısırıldığını hissetti.
Onu kimin ısırdığını görmek için mücadele etti…
“Kıpırdama ve biraz daha dayanmaya çalış.”
Tanıdık bir ses… Onu ısıran Gu Wei’ydi!
Yue Fei sonunda Gu Wei’nin sözlerine inanmıştı. Sahiden de bir omegaydı.
Yue Fei’nin artık direnmediğini fark eden Gu Wei, hafifçe başını kaldırdı ve Yue Fei’nin kıpkırmızı olan ensesini görünce kalbi sahiplenme duygusuyla dolup taşmaya başladı.
Benimsin.
“Sen benimsin.”
Bu derin ses sanki Yue Fei’nin ruhunu düğümleyen bir ip gibiydi.
Alfa en ufak bir tereddüt etmeden başını eğdi ve tamamen sahiplenici bir hakimiyetle tekrar ısırdı.
“Aahh ―”
Yue Fei aniden inledi, gözlerinin kenarından yaşlar fışkırıyordu
Canı çok yanıyordu!
Gözleri bulanıktı ve vücudunun ısısı bir anda zirveye ulaşarak onu neredeyse bilinçsiz hale getirmişti.
Güçlü yabani reçine ensesindeki feromon bezlerinden içeri girdi ve onun feromonlarıyla karıştı.
―
Yue Fei tekrar uyandığında sabahın erken saatleriydi.
Vücudu artık sıcak değildi ama ensesinde bir sızı vardı. Yue Fei dokunmak için elini kaldırdı ama Gu Wei tarafından ellerinin bacaklarının sarılmış olduğunu fark etti.
“Uyandın mı?”
Arkasından alfanın memnun olmuş sesi gelince Yue Fei nedenini bilmeden sinirlendi.
“Bırak beni.”
Yue Fei’ye şefkatle sarılan Gu Wei donakaldı. Biraz duraksadıktan sonra elini bıraktı.
Yue Fei doğruldu ve yatakta uzanan Gu Wei’ye baktı.
Gu Wei sabırsız olduğunu kabul ediyordu ama pişman değildi.
“Ensene merhem süreyim…” dedi Gu Wei ve yatakta doğrulmak için hareketlendi ama daha sözünü bile bitiremeden aniden yatağa geri bastırıldı.
Omega alfanın kucağına oturmuştu ve gözleri kıpkırmızıydı.
“Ne kadar acıdığını biliyor musun?” dedi Yue Fei öfkeyle. Feromon bezlerinin işaretlenmesinin bu kadar acı verici olmasını hiç beklemiyordu.
Karşılaştığı tüm acıları sıralaması istenseydi, en acı verici olanı bu olurdu.
Bu aynı zamanda Gu Wei’nin de ilk kez bir omegayı işaretleyişiydi ve o da Yue Fei’nin canının bu kadar yanacağını hiç düşünmemişti.
“Özür dilerim,” dedi Gu Wei içtenlikle, “Bir dahaki sefere daha nazik olacağım.”
Bir dahaki sefere mi? Yue Fei derin bir nefes aldı, “Haksızlık ama bu. Neden ısırılan tek kişi ben oluyorum?”
Yue Fei’nin öfkelense de bundan nefret etmediğini anlayınca Gu Wei rahat bir nefes verdi ve yatağa uzanarak Yue Fei’nin üzerine oturmasına izin verdi.
Gu Wei tek kaşını kaldırdı, “Sen de beni ısırmak ister misin?”
Yue Fei ona dik dik baktı ama reddetmedi.
Gu Wei kollarını açtı ve ona karşı koymayacağı bir bakış attı, “Isırabilirsin.”
Yue Fei dişlerini gıcırdattı, eğildi ve Gu Wei’nin yakasını çekerek köprücük kemiğini sertçe ısırdı.
Gu Wei homurdandı ve elini kaldırarak Yue Fei’nin ensesini nazikçe okşadı.
Uzun bir süre sonra Yue Fei’nin öfkesi yatıştı ve ayağa kalkıp baktığında ısırdığı yerden birkaç damla kan çıktığını gördü.
Böyle küçük bir yara bir alfa için pek de büyütülecek bir şey değildi ama Yue Fei çok sert ısırdığı için pişman olmuştu.
“Acıyor mu?” diye sordu Yue Fei.
Gu Wei ona nazik gözlerle baktı, “Acıyor.”
Böylece Yue Fei eğildi ve yumuşak dudaklarıyla ısırdığı yarayı öptü. Bir süre sonra hafif kan kokusunu aldı ve tekrar doğruldu.
Karanlıkta, alfa kucağındaki omegaya bakıyordu ve gözleri ışıl ışıl parlıyordu.
Yue Fei’nin ensesindeki büyük el hafifçe aşağı doğru indi ve Gu Wei alçak bir sesle, “Hala kızgın mısın? Tekrar ısırmak ister misin?” diye sordu.
Yue Fei başını kaldırıp onun bakışlarıyla karşılaştığında kulaklarının uçları kıpkırmızı oldu…
Gökyüzünde güneş yükselirken karanlık aydınlandı ve yavaş yavaş gün doğdu.
Loş yatak odasında yabani reçine kokusu oldukça yoğundu ama her an üstünden geçen gemileri yutacakmış gibi görünen bir okyanus gibi sakindi de…
Ne kadar zaman geçtiğini bilmeyen Yue Fei alnındaki ter damlalarıyla beraber nefes nefese bir halde başını kaldırdı.
Alfa yatağın başına yaslandı ve bir bacağını bükerek elini hafifçe dizine koydu. O an büyük eli usulca uzandı ve parmak ucunu Yue Fei’nin ıslak, kıpkırmızı olan dudaklarına bastırdı.
Yue Fei tepki veremeden, Gu Wei aniden Yue Fei’yi yukarı çekti ve eliyle ensesinden bastırarak onu öpmeye başladı.
Onu bu kadar şımartmamalıydı…