İçeriğe geç
Home » I Got Bitten After Transmigrating into a Pseudo-Beta 63. Bölüm

I Got Bitten After Transmigrating into a Pseudo-Beta 63. Bölüm

Kızışma dönemi öncesi omegalar normalden daha hassas hale gelirlerdi ancak omega alfasıyla birlikteyse günlük hayatı üzerinde pek etkisi olmazdı.

Nanwan Xiang bölgesindeki yatak odasının ikinci katında, masanın üzerindeki davetiye mektubuna bakan Gu Wei gidip gitmeme konusunda kararsızdı. Yue Fei’yi evde yalnız bırakmaya cesaret edemezdi, ancak onu da götürürse orada istenmeyen kazalarla karşılaşabileceğinden korkuyordu.

Tam o sırada, Yue Fei çalışma odasından ana yatak odasına döndü ve Gu Wei onu kollarına doğru çekti.

Yue Fei uslu bir şekilde onun kucağına oturdu.

Gu Wei hafifçe kulağını ısırdı, “Yarın dışarı çıkmak ister misin? Bize bir doğum günü davetiyesi geldi.”

“Bize mi?” dedi Yue Fei şaşkınlıkla, “Ben de mi davet edildim?”

“Evet.”

Lu ailesinin doğum günü davetiyesinde, Gu Wei ve Yue Fei’nin isimleri yazılıydı.

Yue Fei davetiyeyi alıp gözden geçirdi ve Gu Wei’ye, “Lu ailesi kim?” diye sordu.

Gu Wei: “Gu ailesinin iş ortağı, iki aile arasındaki ilişki oldukça derin. Gu ailesinden de pek çok kişi orada olacak.”

“O zaman gitmek zorundayız, çok önemli olmalı,” diye yanıtladı Yue Fei.

Gu Wei: “Gitmek istemiyorsan bir bahane buluruz ve gitmeyiz.”

Yue Fei: “Gitmek istiyorum.”

Bu kadar önemli bir durumda Gu Wei’nin eşi olarak oraya katılmaması pek de münasip olmazdı. Ayrıca Yue Fei gitmezse, Gu Wei de gitmeyecekti.

Yue Fei’nin söylediğini duyan Gu Wei kaşlarını çattı, “Endişelenme, gitmesek de sorun olmaz.”

Yue Fei: “Hayır… Sadece partiye gitmenin eğlenceli olacağını düşünüyorum.”

Gu Wei onu öptü ve, “O zaman eğlenmen için yarın seni de götüreceğim,” dedi.

Yue Fei de onu öptü, “Tamam.”

Nefesleri birbirine karışırken, gözleri birbirlerine kenetlendi ve ayrılan dudakları hemen tekrar birleşti.

Gu Wei elini uzattı ve Yue Fei’nin ensesindeki feromon çıkartmasını söküp attı.

Temiz ve tatlı bir feromon kokusu yayıldı. Yabani reçinenin kokusu da hafifçe yayılmaya başlamıştı.

Gu Wei bu omegayı işaretlemişti.

Tam o anda yabani reçine tatlı bahar kokusunu çepeçevre sardı.

Gu Wei’nin nefesi birden ağırlaştı.

Derin bir şekilde öpüşürlerken Yue Fei, Gu Wei’nin boynuna sarıldı ve ona daha da yakınlaştı.

Büyük, belirgin eklemlere sahip bir eller gömleğinin altından içeri girdi ve dudakları omeganın narin boynundan aşağı doğru ilerledi.

Yue Fei hafifçe inledi ve başını geriye doğru eğdi.

O anda, ensesindeki deri hafifçe ısınmaya başladı.

Aradan bir gün geçtikten sonra işaretlenen yer iyileşmişti. Belki de alfanın işaretine uyum sağlamıştı. Diğer insanların aksine, omega derisinin güçlü bir kendi kendini iyileştirme yeteneği vardı.

Gu Wei, Yue Fei’nin ensesindeki izlere derin gözlerle baktı. Yue Fei’nin feromonuna karışmış olan yabani reçine kokusu olmasaydı, onu sahiden de işaretlemiş olduğuna inanamayabilirdi. İşaret nasıl bu kadar çabuk kaybolabilirdi ki?

Yumuşak dudaklar sıcak tene bastırılırken büyük, belirgin eklemlere sahip eller omeganın ince sırtında gezindi.

Gu Wei ağzını açtı ve alçak sesle şöyle dedi: “Ensendeki izler neredeyse iyileşmiş. Tekrar ısıracağım, tamam mı?”

Bunu duyan Yue Fei rahatsız bir şekilde başını eğdi, “Hayır.”

Gu Wei hafifçe kıkırdadı ve onu hafifçe boynundan öptü, “Olmaz mı?”

Yue Fei, Gu Wei’nin biraz sinir bozucu olduğunu hissediyordu. Daha önce ısırmamış değildi ya sonuçta, neden sorup duruyordu ki?

“Hayır.”

Sadece görmek istiyordu, hayır derse Gu Wei onu sahiden de ısırmayacak mıydı?

Beklenmedik bir şekilde, Gu Wei gerçekten de devam etmemişti. İkinci kez hayır dediğini duyduktan sonra geri çekildi ve dimdik oturdu.

“Tamam, istediğine saygı duyuyorum,” dedi Gu Wei, ardından kollarını uzatarak kucağında oturan Yue Fei’yi kaldırdı ve yatağın yanına koydu, “Ben gidip bir duş alacağım.”

Onun kararlı bir şekilde döndüğünü ve banyoya doğru yürüdüğünü gören Yue Fei, elini uzatıp ensesindeki sıcak deriye dokundu ve bir an için dili tutuldu.

Neler oluyordu? Gu Wei hep böyle saygılı ve beyefendi biri miydi?

Duş aldıktan sonra Gu Wei banyodan çıktı ve yatak odasının ışığının kısıldığını, sadece köşedeki birkaç abajurun açık olduğunu gördü.

İki adım ilerlediğinde önünde bir bölmeyle kapatılmış olan büyük yatak belirdi. Yue Fei, saçları hafifçe ıslak halde yatakta yatıyordu. İşin aslı, Gu Wei duş almaya gittiğinde o da banyo yapmak için diğer odadaki banyoya gitmişti.

Yataktaki manzarayı gören Gu Wei duraksadı.

Bölmenin arkasında, koyu renkli çarşafın üzerinde beyaz ayaklar duruyordu ve giydiği bornoz, sadece önemli kısımları kapatabilecek kadar gevşekti. Yakası aşağı doğru kamıştı ve kiraz rengindeki meme uçları görünüyordu…

Ayartmaydı bu, düpedüz bir ayartma.

Gu Wei ıslak saçlarını silmek için kullandığı havluyu alarak yatağa yürüdü ve havlusunu Yue Fei’nin başına koydu.

“Uyumadan önce saçlarını kurutman gerek.”

Yatakta kaskatı kesilmiş halde yatan Yue Fei havluyu aşağı çekti ve Gu Wei’ye bakmak için başını kaldırdı. Bu şartlar altında Gu Wei nasıl olur da üzerime atlamazdı ki?

Gu Wei yüzünü çimdikledi, “Tamam hadi uyu sen, ben saçlarını kuruturum.”

Gu Wei saç kurutma makinesini dolaptan aldı ve yatağın kenarına oturdu, sanki her şey gayet normalmiş gibi Yue Fei’nin saçını kurutmaya başladı.

Yue Fei, Gu Wei ile konuşmak istemediği için yüzünü yastığa gömdü.

Çok mu belirsiz davranmıştı?

Kurutma makinesinin sıcak rüzgârı yüzünden Yue Fei’nin uykusu gelmişti.

Böylece uyumaya karar verdi. Artık ensesi de eskisi kadar sıcak değilmiş gibi görünüyordu.

Yue Fei gözlerini kapattı ve tam uykuya dalmak üzereydi ki, kulağındaki saç kurutma makinesinin sesi aniden kesildi.

Bitti mi? O halde uyuyayım madem.

Derin uykuya geçerken birden vücudunun hafiflediğini hissetti. Arkadan kaldırılıp ters çevriliyordu…

Yue Fei bir anda ayıldı ve ona imalı bir şekilde bakan Gu Wei’ye şaşkınlıkla baktı.

“Ne yapıyorsun?”

Gu Wei ona hemen cevap vermedi ama başını eğdi ve gözleriyle onu tepeden tırnağa süzdü.

Bakışları o kadar odaklanmıştı ki, Yue Fei bacaklarını biraz utangaç bir şekilde hareket ettirerek bornozunu düzeltmeye çalıştı.

Ancak hareket eder etmez Gu Wei doğrudan gözlerinin içine baktı. Aynı zamanda iri elleri yukarı kalktı ve uzun, beyaz bacaklarının üzerine kondu.

“Neden hareket ediyorsun?”

Sıcak avuç içleri, soğuk bacaklarına dokunduğu an Yue Fei’nin yüzü kıpkırmızı oldu.

“Üşüyorum,” diye fısıldadı.

Gu Wei hafifçe kıkırdadı, “Birazdan sıcacık olacaksın.”

Yue Fei tepki veremeden, az önce kayıtsız davranan Gu Wei aniden eğildi ve dudaklarını ısırdı, ardından onu tutkuyla öpmeye başladı.

Yue Fei bu öpüşme karşısında şaşırmıştı ama en nihayetin de o da karşılık veriyordu…

Ensesindeki deri yeniden ısınmaya başladı ve önündeki alfaya arzuyla bakarken gözlerinin kenarı kızardı.

Gu Wei nefesini tuttu ve elini uzatarak Yue Fei’nin gözlerini kapattı.

“Benden ne yapmamı istiyorsun?”

Yue Fei az önce ısırıldığı için hafifçe sızlayan dudaklarını araladı, “Beni ısır ve işaretle.”

Bu sözleri söylediği anda, Gu Wei onu kaldırdı ve kucağına oturttu.

Yue Fei kollarını onun boynuna doladı.

“Ahh!”

Hiçbir uyarı, hiçbir hazırlık yoktu; Yue Fei’nin ayak parmakları kıvrılmıştı. Acının yanı sıra, doğrudan beynine giden bir tatmin duygusu da vardı, bu da onun inlemesine ve aynı zamanda da rahat bir nefes vermesine neden olmuştu.

Yue Fei elini kaldırdı ve parmaklarını Gu Wei’nin saçlarının arasına doladı.

Daha nazik ol.

Feromonları birbirine karışırken Gu Wei, Yue Fei’nin bu sessiz isteğini anlamıştı.

Başlangıçta beyaz olan yerin şimdi üzerinde korkunç bir ısırık iziyle kırmızıya döndüğünü görün ce, beklenmedik bir şekilde kalbinde bir memnuniyet ve istikrar hissetti.

Alfalar ne kadar da acımasızlardı.

Gu Wei başını eğdi ve ısırdığı yeri şefkat ve sevgi dolu bir yumuşaklıkla öptü.

Yue Fei başını Gu Wei’nin omzuna yasladı.

Bir müddet sonra Gu Wei doğruldu ve Yue Fei’yi saran ellerini geri çekti.

Yue Fei yatağa uzandığında üzerindeki bornoz açılmıştı ve vücudu artık gözler önündeydi.

Bembeyaz teni, koyu renkli çarşafların üzerinde beyaz yeşim taşı gibi görünüyordu.

Gece gökyüzünden düşen kar taneleri gibi, olağanüstü bir güzellikti.

Gu Wei eğilerek kar beyazı tene minik öpücükler kondurdu. Zaman geçtikçe, öpücük yağmuru yavaş yavaş yavaşladı.

“Yapma…”

Kar beyazı ten öpücükler nedeniyle neredeyse eriyecek duruma gelmişti.

Gu Wei başını eğdi ve büyük eliyle Yue Fei’nin ince ayak bileğini kavradı. Yue Fei ayağını geri çekmeye çalışsa da nafileydi.

Gu Wei onu sıkıca tutuyor ve hareket etmesine müsaade etmiyordu.

Nefes nefese kalan Yue Fei ona baktı. Ayağını bu kez geri çekmek yerine kaldırıp Gu Wei’nin omzuna koydu ve ardından aşağı doğru kaydırarak alfanın kalbinin üzerine bastı.

Gu Wei’nin derin bakışları Yue Fei’nin gözleriyle buluştu.

Yue Fei’nin dudaklarının kenarları yukarı doğru kıvrıldı, “Beni sevdiğini söyle.”

Gu Wei başını eğdi ve Yue Fei’nin ayak parmaklarına bir öpücük bıraktı.

“Seni seviyorum.”

Lu Zhenye’nin 70. doğum gününde, ülkenin her yerinden Lu Ailesinin torunları, yaşlı adamın doğum gününü kutlamak için gelmişti. Ayrıca yakın aile dostlarını da ziyafete davet etmişlerdi. O gece, Lu Malikânesi oldukça hareketliydi.

Parlak bir şekilde aydınlatılmış beyaz fıskiyenin önünde üstü açık bir araba durdu.

Gu Wei, Yue Fei’yi Lu ailesinin salonuna götürdü.

Oturma odasında Lu Zhenye ana koltuğa oturmuş, gülümseyerek yanında oturan çocukların tebriklerini dinliyordu.

Bazı insanlar Gu Wei’nin gelişini fark etmiş ve birbiri ardına ona yol vermişti.

Yue Fei, Gu Wei’yi takip ederken açıklanamaz bir şekilde o anki sahnenin biraz tanıdık geldiğini hissediyordu.

Görünüşe göre daha önce benzer bir ziyafete katılmıştı.

“Büyükbaba Lu, Gu Wei ve eşi size Doğu Çin Denizi’nden daha büyük bir refah ve Güney Dağı’ndan daha uzun bir ömür diliyor.”

Bu sözleri söylerken Gu Wei gülümsüyordu ve Yue Fei’nin elini tutuyordu. Kimse onunla Bay Lu arasındaki tatsızlığı fark edememişti.

Lu Zhenye yüksek sesle güldü, “Sonunda seni görebildim, gel de biraz sohbet edelim.”

Gu Wei: “Kapıdan girdiğimde ailemi gördüm. Onlara selam verdikten sonra seninle sohbet etmeye geleceğim.”

“Tamam,” dedi Lu Zhenye ve ardından gözleri Yue Fei’ye takıldı, “Xiao Fei, iyi akşamlar.”

Yue Fei bir an şaşırsa da kibar bir gülümsemeyle cevap verdi, “İyi akşamlar, Büyükbaba Lu.”

Gu Wei geldiğinde Gu Tiansheng ve He Yinyin’i görmüştü ama ailesine selam vereceğini söylemesi aslında bir bahaneydi. Lu Zhenye’yle samimiyetsizce konuşmak istemiyordu.

Çünkü Lu Zhenye onun vefasına ve iyi niyetine layık değildi.

Ancak Gu Tiansheng onları görünce hemen yanlarına gelmişti. Görünüşe göre söyleyecek bir şeyi vardı.

Gu Wei kaşlarını çattı, Gu Tiansheng’e sırtını döndü ve Yue Fei’den de arkasını dönmesini istedi, “Balkondaki hasır sandalyeyi gördün mü? Oraya gidip beni bekle. Ben sana yiyecek bir şeyler getireceğim.”

Yue Fei nedenini bilmiyordu ama yine de Gu Wei’nin dediğini yaptı, “Pekâlâ.”

Balkona oturduğunda arkasına baktı ve Gu Wei’nin önünde duran garip bir adam gördü. Bunun sadece bir iş konuşması olduğunu düşündü ve üzerinde pek fazla düşünmedi.

Lu Malikânesi, Batı tarzı modern bir villaydı. Küçük balkondan bakıldığında, avluda çeşmeler ve heykeller görülmekte ve havada hafif bir gül kokusu bulunmaktaydı.

Ziyafete girdiğinden beri gergin olan Yue Fei gözlerini kapattı ve sinirlerini gevşetmek için serin esintiden yararlanmaya çalıştı.

“Sen bir beta mısın yoksa bir omega mı?”

Yue Fei bu ani soruyla irkildi. Gözlerini açtıktan sonra balkon kapısının kapalı olduğunu gördü. Sol kulağında küpe olan genç bir adam kapının yanında durmuş, soğuk gözlerle onu izliyordu.


 

0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x