Loş ışıklı odada, pencerenin önünde iki figür üst üste duruyordu.
Önlerindeki şehrin gece manzarası, arkasında sıcak bir beden olan Yue Fei, ensesindeki sıcak deri keskin dişlerle delindiği an derin bir nefes aldı.
Eskiden bir ailesi yoktu ve ileride bir aile kurup kuramayacağını da bilmiyordu.
Ama şimdi bu yabancı dünyada, arkasındaki adam sayesinde ilk kez gelecekle ilgili hayal kuruyordu.
Omega narin boynunu kaldırdı, bir eliyle camı tuttu, ardından sanki bir destek arıyormuş gibi geriye doğru uzandı ve elini alfanın kafasına bastırdı.
Büyük bir el çatılmış olan kaşların üzerine dokunarak düzleştirdi ve sonrasında aşağı kayarak Yue Fei’nin gözlerini kapattı.
İnsan göremediğinde, diğer duyuları daha da keskin hale gelirdi.
Alfa başını kaldırdı, omegasının elini çekti ve o eli mutluluğu bulacağı bölgeye doğru yönlendirdi.
ÇN: Sansürlü olduğundan anlaşılmazsa diye not bırakıyorum, Gu Wei Yue Fei’nin elini tutarak mastürbasyon yaptırıyor. Kendisine değil, Yue Fei’ye gsdfgs
Bu duygu Yue Fei’ye yabancı değildi. Alışılmadık olan tek şey, elinin üstündeki sıcak ve güçlü büyük eldi.
“Yeter bu kadar.”
Gözleri kapalıydı ve tüm duyuları normalden katbekat daha hassastı. Cam pencereye bastırılan diğer el mücadele ederken terli izler bırakıyordu.
Gu Wei başını eğerek kırmızı dudaklara baktı ve omegasının düzensiz nefesini fark edince dudaklarının kenarları yukarı doğru kıvrıldı.
Yabani reçine tatlı omega feromonlarını sarmış, zirveye tırmanması için yönlendirmiş ve ardından da en yüksek noktadan onu aşağı bırakmıştı.
Gu Wei eğildi ve karşısında aralanmış olan kırmızı dudakları öptü.
―
Ertesi gün Gu Wei’nin cep telefonu çaldı.
Kimin aradığını görünce Gu Wei açmak istemedi. Tesadüfen, Yue Fei telefonun çalmasıyla uyandı ve telefonu açması için onu itti.
Gu Wei doğrudan çağrıyı reddetti.
Ancak karşı taraf kolay pes eden biri değildi ve telefon sustuktan kısa bir süre sonra tekrar çalmaya başlamıştı.
Yue Fei gözlerini açtı, “Cevap vermeyecek misin?”
Gu Wei sesini kapatmak için telefonu eline aldı, “Önemli bir arama değil.”
Yue Fei telefonda yazan ismi görebiliyordu.
Gu Xing mi?
“Er Ge’n mı?”
ÇN: Er Ge- kinci ağabey
Gu Wei başını eğdi ve Yue Fei’ye baktı, “Onu hatırladın mı?”
Yue Fei şaşırmıştı, “Sadece adını hatırlıyorum ama nasıl biri olduğunu hiç bilmiyorum.”
“Mühim bir mesele değil,” dedi Gu Wei ve Yue Fei’nin saçlarını okşadı, “Kalkacak mısın?”
Yue Fei homurdandı ve kalkmayı düşünerek gerindi ama Gu Wei dönerek onu vücudunun altına bastırdı.
Yue Fei: “?”
Gu Wei eğilerek onun kulak memesini ısırdı, “Dün sana bayağı hizmet ettim, bir ödülü hak ettim bence.”
Yue Fei kızardı, “…Ah.”
Gu Wei hareket etmeye devam etmeden önce Yue Fei elini kaldırdı ve onu geri itti. Ardından uzanıp komodinin üzerindeki suyu alarak bir yudum içti, Gu Wei’ye baktı ve başını yorganın içine gömdü.
Gu Wei kaşlarını kaldırdı ama çok geçmeden karanlık gözbebeklerindeki bastırılmış heyecan kıvılcımları etrafa yayılmaya başladı.
―
Sabahleyin biraz oynaştıkları için ancak öğleden sonra yataktan kalkabilmişlerdi.
Yue Fei saçlarını düzeltirken mutfağa doğru yürüdü, “Açlıktan ölüyorum ve bil bakalım bu kimin suçu.”
Onu arkadan takip eden Gu Wei bunu duyunca biraz daha uzun adımlar attı. Yanına yürüdüğünde, büyük eliyle Yue Fei’nin belini tuttu ve yanına çekti, “Ha? Az önce doymamış mıydın?”
Yue Fei hemen Gu Wei’nin ne demek istediğini anladı ve kulakları kıpkırmızı kesildi, “Ağzını topla.”
Gu Wei haksızlığa uğramış gibi hissediyordu, “Sadece gerçekleri dile getiriyordum.”
Yue Fei elini kaldırdı ve ona dirseğiyle vurdu, “Her neyse, bir daha olmasın.”
Ardından yemek hazır olana kadar ikisi de masada bekledi ve Gu Wei bir daha hiçbir şey söylemedi.
Yue Fei onun kızgın olduğunu düşündüğünden kendini tutamadı ve, “Neden hiç konuşmuyorsun?” diye sordu.
Gu Wei başını kaldırdı, “Enerjimi daha önemli bir aktivite için saklıyorum.”
Yue Fei gözlerini devirdi ve onu tamamen görmezden geldi.
Onun hâlâ eskisi gibi inatçı olduğunu gören Gu Wei hafifçe kıkırdadı.
―
Akşam saatlerinde ikili el ele bir süre nehir kenarında dolaştıktan sonra birlikte akşam yemeği yemek için yakınlardaki bir restorana gittiler.
Menüye bakındıktan sonra Yue Fei, Gu Wei’ye fikrini sormadan iki porsiyon biftek sipariş etti.
Garson biftekleri getirdikten sonra Yue Fei aniden kendi kendine güldü.
Gu Wei bir elini çenesine dayamıştı ve Yue Fei’nin karşısına oturmuş gülümseyerek onu seyrediyordu. Yue Fei’nin neye güldüğünü bilmese de, kalbi yumuşacık oldu ve onu hep böyle gülerek görmek istediğini düşündü.
“Ne oldu?” diye sordu Gu Wei.
Yue Fei gözlerini devirdi ve belli belirsiz cevap verdi, “Tek başıma iki biftek yediğim o günü anımsadım da.”
Gu Wei bunu bilmiyordu. İki biftek yemenin Yue Fei’yi neden bu kadar mutlu ettiğini anlayamıyordu, “O halde bir tane daha sipariş edelim mi?”
Yue Fei başını iki yana salladı, “Artık sen olduğun için diğeri boşa gitmeyecek.”
Gu Wei güldü ve biraz önce bıçağıyla küçük parçalara ayırdığı bifteği Yue Fei’nin önüne itti, “Bal dudakların için bir ödül.”
Akşam yemeğinden sonra ikili tekrar apartmana geri döndü.
Ufukta yeni ay havada asılı duruyordu, soğuk ay ışığı yere yayılıyordu ve yol kenarındaki böceklerin sesi çınlıyordu. Yürüyüş yapmak için çok uygun bir akşamdı
Gu Wei, “Nanwan Xiang bölgesine ne zaman döneceksin?” diye sordu.
Yue Fei bir an düşündükten sonra karşılık verdi, “Merak etme sadece yeni bir kiracı bulana kadar orada kalacağım. Zaten şu an sence de gayet iyi değil miyiz ki? Aramızda bir duvar var yalnızca.”
Gu Wei: “Ama bu ayrılmak demek oluyor ve biz evliyiz hatırlatırım.”
Anlaşmayı sözlü olarak feshettikten sonra, ikisi de boşanma meselesini gündeme getirmemişti.
Bunu duyunca Yue Fei gözlerini kıstı, “Hâlâ birbirimizi tanıma aşamasındayız.”
Gu Wei onun ne demek istediğini anlayamadı ve afallayıp kaldı.
Yue Fei alt dudağını büzdü, “İki sevgili ve iki eş arasında ne gibi farklar vardır bunu oturup bir düşün.”
Bu sözleri söylerken, Yue Fei apartman girişine doğru yürüdü ve asansöre bindi.
Az önce genç sevgilisini kızdırmış olduğunu fark eden Gu Wei hâlâ sebebini anlayamamıştı.
Tam asansöre yetişmişti ki asansörün kapısı kapandı ve Yue Fei tek başına yukarı çıktı.
Gu Wei ellerini ceplerine soktu ve bir müddet düşüncelere daldı. Yue Fei’nin böyle öfkelenmesi oldukça nadir bir durumdu.
Gecenin bir yarısı, Tang Yue patronundan tuhaf bir mesaj aldı.
Başkan Gu: Sevgili ile eş arasında ne gibi farklar var biliyor musun?
Patronu gecenin bir yarısı zekâ testi falan mı yapıyordu? Tang Yue temkinli bir şekilde cevap verdi: Resmi nikah kıyılmış olması mı?
Başkan Gu: Hayır, zaten evliler.
Tang Yue kendi kafa karışıklığı içinde kaybolmuştu. Resmi nikah kıyılınca sevgili değil de eş olunmuyor muydu? Bu ne tür bir romanın konusuydu böyle?
Yani, resmi nikahlı eşler sevgili değildi. Başkan Gu ve Bay Yue, aslında başlangıçta buna mükemmel bir örnekti ama onlar âşık olup evlenmemişlerdi. İşin aslı tam olarak neydi ki?
Tang Yue çaresizce özür diledi ve Gu Wei’ye bu sorunun cevabını bilmediğini söyledi.
Gu Wei karanlık odada oturmuş tek başına meditasyon yapıyordu.
Yue Fei’nin Nanwan Xiang bölgesinden taşınma talebinden sonra onun peşinden buraya kadar gelmişti. İkisi birbirini tanımıyormuş gibi davranmış ve ayrı yaşamaktan şu anki flört durumuna geçmişlerdi, ancak Yue Fei onunla Nanwan Xiang bölgesine geri dönmek istemiyordu.
Aslında en başından beri ikisi de birbirine âşık olduğunu biliyordu ama yine de her şeye en baştan başlamayı seçmişlerdi.
Şu an sözleşme icabı evli olsalar da, bunu bir kenara itmişlerdi.
İki sevgili nasıl bir ömrü paylaşan hayat arkadaşları olabilirlerdi ki? Normal olanı elbette önce evlilik teklif edilmesi, ardından resmi nikah kıyılması ve düğün yapılmasıydı.
Ama o ve Yue Fei sıralamayı karıştırarak sondan başa doğru ilerlemişlerdi.
Bu yüzden Yue Fei sıfırdan başlamak, yeniden Gu Wei’yle tanışmak ve sevgili olmak istiyordu.
Gu Wei ise anlaşma nedeniyle başlayan evlilik ilişkisini göz ardı ederek, mevcut ilişkilerini bir adım daha ileriye taşımak ve onunla duygusal anlamda bağlanmak istiyordu. Bu durumda yapması gereken şey Yue Fei’ye evlilik teklif etmek ve onun onayını almaktı.
Doğru cevabı bulduktan sonra, Gu Wei sonunda ayağa kalktı ve ustalıkla balkonu geçerek Yue Fei’nin odasına gitti.
Yue Fei yatakta uzanıyordu ve henüz uyumamıştı. Balkonda beliren bir figür görünce hazırlıksız yakalandı. Korkudan zangır zangır titredi, ta ki kimin geldiğini görene kadar. Şoke olmuş bir ses tonuyla, “Kapı varken neden balkondan geçiyorsun?” diye sordu.
Gu Wei yakalanacağını hiç düşünmemişti, “Buradan daha hızlı gelebiliyorum.”
Onun sakin tavrını gören Yue Fei şüphelenmişti, “Bu ilk gelişin değil, değil mi?”
Gu Wei herhangi bir suçluluk duygusu hissetmiyordu, Yue Fei’nin yanına uzandı ve onu kollarının arasına aldı.
“Hâlâ feromonlarıma ihtiyacın var.”
Yabani reçine havaya yayıldı ve Yue Fei’yi rahatlattı.
..Yue Fei pes ederek alfasının kollarına sokuldu, “Uyuyalım o zaman!”
Sonraki birkaç gün çok huzurlu geçmişti. Gu Wei, Nanwan Xiang bölgesine geri dönme meselesinden hiç bahsetmemişti. Yue Fei günlerini uyuyup yemek yiyerek, ders çalışarak ve Gu Wei’yle takılarak geçiriyordu. Bu sakin hayattan sıkılmasına ramak kalmıştı.
O gün ikisi her zamanki gibi eve yürüdüler ama Gu Wei’nin evinin kapısında yere oturmuş bir figür gördüler.
Ayak seslerini duyan Lu Lin gözlerinde bir beklentiyle başını kaldırdı ancak Gu Wei ve Yue Fei’nin el ele tutuştuğunu görünce, gözlerindeki beklentiler sessizce paramparça oldu.
“San Ge,” diyerek seslendi Lu Lin.
Gu Wei kaşlarını çattı, “Git buradan.”
“Büyükbabam benden özür dilememi istedi. Beni affetmezsen, beni Lu Ailesi’nden kovacakmış,” dedi Lu Lin ve bunları söylerken gözleri kızardı.
Gu Wei’nin odaklandığı mesele başkaydı, “Sana burada olduğumuzu kim söyledi?”
Lu Lin bir an tereddüt etti ve sonunda gerçeği söylemeye karar verdi, “Er Ge’ya sordum.”
Gu Wei kaşlarını çattı, “Özür dilemek için buradaysan benden özür dilemene gerek yok, yalnızca Xiao Fei’den özür dile. Xiao Fei’nin seni affedip affetmemesi kendisine kalmış. Bana gelince, gemi yolculuğu olayından sonra artık bana San Ge diyerek seslenmene gerek yok, seni hiç tanımadığımı farz edeceğim.”
“San Ge! O zaman olanların cezasını yeterince çekmedim mi? Bunca zamandır yurt dışındaydım. Oraya hiç alışamadım ve büyükbabam da geri dönmeme izin vermiyor…”
“Yeter,” dedi Gu Wei soğuk bir şekilde, “Bunlar umurumda değil. Özür dilemeyeceksen buradan git.”
Sonunda Lu Lin’in gözleri Yue Fei’ye yöneldi.
Lu Lin samimiyetsiz bir şekilde ve çenesini kaldırarak, “Üzgünüm,” dedi.
Yue Fei gülümsedi, “Kendini zorlama Genç Efendi Lu, özür dilemek istemiyorsan buradan git. Senin özrüne ihtiyacım yok zaten.”
Lu Lin: “Özür diledim ya, başka ne yapmamı istiyorsun? San Ge, ona bir şey de.”
Lu Lin yaptığı şey için kendini suçlu hissetmiyordu ve hatta Gu Wei’nin önünde Yue Fei’yi suçlamaya bile cüret ediyordu. Sıkıntı içinde alnını ovuşturan Gu Wei, Yue Fei’nin belini nazikçe itti, “Sen içeri gir, ben hallederim.”
Yue Fei ona baktı ama hiçbir şey söylemedi. Anahtarı çıkarıp kapıyı açtı ve daireye girdi.
Koridorda duran Lu Lin’in gözlerinde bir umut ışığı yeniden alevlendi ve Gu Wei’ye bir adım daha yaklaşmaktan kendini alamadı.
“San Ge.”
Gu Wei kaşlarını çattı.
Havadaki yabani reçine aniden yoğunlaştı ve feromon baskısı Lu Lin’i hareketsiz hale getirdi.
“Benim sabrımı zorlama Lu Lin,” dedi Gu Wei acımasızca, “Bugün hâlâ burada durabiliyorsan bunu iki ailenin arasındaki dostluğa borçlusun. Hayal aleminden çık artık. Özür dilemeyeceksen de, Lu ailesine dön ve sana görgü kurallarını öğretmelerini iste.”
“San Ge, bana karşı en ufak bir duygun bile yok mu…” dedi Lu Lin, gözlerinde yaşlar vardı.
Gu Wei: “Asla, asla olmadı ve asla da olmayacak. Seni küçük kardeşim olarak görüyordum ama artık gözümde sadece eşime zarar vermeye çalışan bir Lu ailesi mensubusun.”
Böylece Gu Wei daha fazla zaman kaybetmek istemeyerek arkasını döndü ve Yue Fei’nin az önce girdiği kapıyı açtı. İçeri girmeden hemen önce Lu Lin’e bir bakış attı.
“Bir daha karşımıza çıkma, yoksa…” dedi Gu Wei, cümlenin geri kalanı bitmemişti ama tehditkâr bakışları Lu Lin’in neler olabileceğini anlaması için yeterliydi.
Düşmanlıkla yoğunlaşan alfa feromonlarının saldırısına uğramak, omega için son derece talihsiz bir şeydi.
Gu Wei içeri girer girmez, Lu Lin hemen ter içinde yere yığıldı.
Gözlerinden çaresizce yaşlar aktı ve Lu Lin hıçkırıklara boğularak yerde öylece kalakaldı.
Dairenin içinde Yue Fei yeni bir içecek tarifini yapmaya çalışıyordu. Kapının açılıp kapanma sesini duyunca eli bir an duraksadı ve ardından hareket etmeye devam etti.
Kısa süre sonra arkasından sıcak bir vücut yaklaştı ve Yue Fei’yi kollarının arasına aldı.
“Kızgın mısın?” diye sordu Gu Wei.
Yue Fei: “Neden kızgın olayım ki? Çocuk değilim sonuçta.”
Gu Wei: “Gu Xing muhtemelen burada yaşadığımızı annemden öğrenmiştir. Annem bizimle görüşmek için Nanwan Xiang bölgesine gelmiş. Nerede olduğumuzu sormak için beni aradı, nerede olduğumuzu söyledim ama buraya gelmesine izin vermedim.”
Yue Fei: “Ah.”
Gu Wei, Yue Fei’nin saçlarını okşadı, “Her neyse, hâlâ kızgın mısın?”
Yue Fei hazırladığı içecekten ona bir bardak uzattı, “Hayır dedim ya, kavga mı istiyorsun?”
Gu Wei onun ifadesini dikkatle gözlemledi, aniden başını eğdi ve onu dudaklarından öptü, “Kavga etmek istemiyorum ama öfkeliysen sinirini benden çıkarabilirsin.”
Yue Fei: “…”
“Haha ― ―”
Onun tuzağına kolayca düşen Yue Fei utançla başını eğdi, “Gidip biraz televizyon seyredeceğim.”
Gu Wei, onu oturma odasına kadar takip etti.
Yue Fei rastgele bir film buldu ve üzerine tıkladı. Gu Wei oturduğunda, Yue Fei onun kollarına yaslandı ve televizyona baktı.
Gu Wei elini kaldırdı ve hafifçe Yue Fei’nin omzuna vurdu.
Bir an için Yue Fei biraz kaşındığını hissetti, bu yüzden ellerini Gu Wei’nin omzuna doladı ve ona yaslandı.
“Filmi izle!”
“İzliyorum.”
“İçecek lezzetli mi? Tarifini görünce hemen deneyeyim dedim.”
“…Fena değil.”
“Neden bunu samimi olarak söylemiyormuşsun gibi hissediyorum?”
“Sen denedin mi?”
“Henüz değil.”
“Haha, bir yudum aldıktan sonra söylediklerimin doğru olup olmadığını anlayacaksın.”