Bu günlerde Gu Wei ara sıra birkaç saatliğine dışarı çıkarıyordu. Yue Fei işle meşgul olduğunu düşündüğünden, ona pek bir şey sormamıştı. Gu Wei yanına geldiğinde yalnızca finaller için onu çalıştırıyordu.
Akşam yemeğinden sonra ikisi her zamanki gibi yakındaki nehir boyunca yürüyüşe çıktılar. Yue Fei, bazı insanların çok da uzak olmayan küçük meydanda toplandığını fark etti ve ardından Gu Wei’yi oraya sürükledi.
Geçmişte Gu Wei’nin başına böyle bir şey gelmesi kesinlikle imkansızdı, ama gerçek şu ki, daha önce hiç yürümemiş olmasına rağmen ilk kez düzenli olarak yürüyüşe başlamıştı. Yol kenarında durmayı hiç sevmezdi ama şu anda kenarda durmuş bir sokak gösterisini seyrediyordu.
Gu Wei eskiden böyle şeylerin zaman kaybı olduğunu düşünürdü.
Ama şimdi yavaş yavaş hayatın bu ritmine alışmaya başlıyordu.
Tabii ki en önemli şey, ona bu şeyleri yaparken eşlik eden kişinin Yue Fei olmasıydı.
“İnanamıyorum, biri evlenme mi teklif edecek? Çiçekler, mumlar ve bir müzik grubu ayarlamış, ne kadar da romantik,” dedi Yue Fei, Gu Wei’nin elini tuttu ve kalabalığın dışında durdu. Ortada keman çalan kızı görünce kalbi merakla doldu, “Hadi bir bakalım.”
Dudaklarının kenarları yukarı doğru kıvrılınca Gu Wei hemen elini kaldırıp ağzını kapattı, “Tamam.”
Nehrin yanından gelen zarif müzik eşliğinde, Yue Fei’nin gözleri olayın ana karakterini bulmaya çalışarak etrafı taradı.
Aniden bir gümbürtü koptu ―
İnsanlar başını çevirdiğinde gökyüzünde çiçek gibi açılan, güzel ve göz kamaştırıcı sayısız havai fişek gördüler.
Havai fişeklerin ışıkları gözlerine yansırken Yue Fei başını çevirdi ve Gu Wei’ye baktı, “Çok güzel…”
Konuşmasını bitiremeden Yue Fei afallayıp kaldı. Başlangıçta arkasında duran Gu Wei, şu anda hiçbir yerde görünmüyordu.
Kalabalığın içinde mi kaybolmuştu yoksa?
Büyük havai fişek gösterisi, nehrin kenarından geçen insanları cezbediyordu. Yue Fei, Gu Wei’yi hâlâ bulamamıştı. Yüzünü buruşturup telefonunu çıkardı. Tam onu aramak üzereydi ki, yanındaki insanların bağırdığını duydu.
“Havai fişeklerdeki sözlere bakın! Fei mi? Ne kadar da harika bir ilanıaşk!”
Fei mi? Yue Fei yukarı baktı.
Mavi renkle yazılmış Fei kelimesi havada biraz dağılmıştı ama başını kaldırdı an başka bir havai fişek patladı ve tekrar “Fei” yazdı.
Tam bir şeylerden şüphelenmeye başlıyordu ki, Yue Fei arkasını döndü ve insanların kenara çekilerek ona yol açtıklarını gördü.
Gu Wei, yolun diğer tarafında elinde bir demet çiçekle durmuş ona gülümseyerek bakıyordu.
Bir anda Yue Fei’nin gözleri kıpkırmızı oldu.
Çevredekiler, fotoğraf çekmek için telefonlarını çıkarırken onlara tezahürat yapıyordu.
Fakat o an ikisi de yalnızca birbirini görüyordu. Sanki dünyada bir tek onlar varmış gibiydi.
Gu Wei yavaşça yaklaştı, Yue Fei’den iki adım ötede diz çöktü ve elindeki yüzük kutusunu açtı.
“Benimle evlenir misin?”
Gergin olduğu için iki yanından sarkan eller sıkıca kenetlenmişti. Yue Fei, Gu Wei’ye baktı ve gözleri dolmuş bir şekilde gülümsedi, “Evet.”
“Vay canına!”
“Tebrikler!”
“Bir yastıkta kocayın!”
Etraftaki insanların tezahüratları arasında Gu Wei, Yue Fei’nin parmağına yüzüğü taktı, ardından ayağa kalktı ve ona sımsıkı sarıldı.
Yue Fei’nin yüzü onun göğsüne gömüldü. Sesinden duygu yüklü olduğu anlaşılıyordu, “Evlenme teklifin fazlasıyla klişe.”
Ona sıkıca sarılırken Gu Wei ağlayıp ağlamadığından emin değildi, “Üzgünüm.”
İkisinin birbirine sarıldığını gören seyirciler yavaş yavaş dağıldı ve karanlıkta saklanan biri hızlıca gelip üstlerine gelecek şekilde konfeti patlattı.
Yue Fei başını kaldırdı ve Tang Yue’nin elinde bir kamera tuttuğunu gördü, “Sekreter Tang, az önce fotoğraf mı çektin?”
Tang Yue gülümsedi ve başını salladı, “Evet, Bay Yue.”
Yue Fei: “Bakayım nasıl çıkmışız.”
Tang Yue onları Yue Fei’ye göndermeyi planlıyordu ama patronu aniden elini uzattı.
Tang Yue hızla kamerayı ona verdi.
Gu Wei, Yue Fei’nin elini tuttu, “Hadi eve gidip bir göz atalım.”
―
Nehir kıyısındaki evlenme teklifi o gece internette yayılmıştı. Gu Grubu’nun gelecekteki lideri olarak popüler biri olan Gu Wei insanlar tarafından hemen tanınmıştı. Dolayısıyla internette birçok kişi Gu Wei’nin evli olup olmadığı hakkında konuşmaya başlamıştı.
Sonrasında biri havai fişeklerde yazan “Fei” adının Gu Wei’nin eşinin ismi olduğunu yazdı.
Öyleyse……
[Ühüüü, bu yılın yeni trendi bu çifte kumruların bizim gibi bekarları kıskançlıktan öldürmeye çalışması falan mı?]
[Yeni evlilerin çıkardığı bir oyun mu yoksa?]
[S*ktir! Kıskançlıktan çıldırıyorum! Tüm çiftlerden nefret ediyorum!]
[Umarım tüm alfalar, hem zengin hem de romantik bir alfa olan Başkan Gu’dan biraz ders alır…]
[Tanrım çok mu şey istiyorum? Bana bir tane Gu Wei ver ne olur!]
[Hmm… Bir süre önce olanları unuttunuz mu? Yani Baş Gu’nun eşi beta mı yoksa omega mı, videodan pek anlaşılmıyor.]
[Gerçek aşk dedikleri böyle mi? Ağlamıyorum, gözüme kıskançlık kaçtı.]
―
Evde Yue Fei kanepede kıvrılmış, internetteki yorumları okuyordu.
Gu Wei telefonunu ona geri vermişti. Evlenme teklifi meselesi internette yayılır yayılmaz bir sınıf arkadaşı ona hemen bir bağlantı göndermişti. Yue Fei videoyu izlerken altındaki yorumları da okumaya başlamıştı.
Gu Wei de Dage’sından bir mesaj almıştı. Gu Weî internette oldukça aktifti.
Yue Fei: “Bak, birisi senin zenginliğinle gösteriş yaptığını yazmış!”
Gu Wei gülümsedi, “Sen de öyle dememiş miydin?”
Yue Fei kendinden emindi, “Tabii ki ben söyleyebilirim ama diğerleri söyleyemez. Bana evlenme teklif ediyorsun, onlara değil.”
Gu Wei onun yanaklarını çimdikledi, “Eğer istersen halkla ilişkiler departmanına söylerim hemen hallederler.”
Yue Fei onun omzuna yaslandı, “Hayır, başkalarının bana imrendiğini görmek hoşuma gidiyor.”
Böyle hissetmeyeli uzun zaman olmuştu. Bu dünyaya gelmeden önce hep o başkalarını kıskanmıştı.
Diğer insanların aile saadetini kıskanmış, insanların baba-oğul ilişkilerine imrenmiş, başkalarına ait olan her şeye özenmişti…
O mutluysa Gu Wei de mutluydu, bu yüzden hiçbir şey söylemedi. Yalnızca Yue Fei’nin ona yaslanırken daha rahat hissetmesini sağlamak için vücudunu gevşetti.
Bir eliyle kucağında duran tablette gezinirken, diğer eli Yue Fei’nin saçlarını okşuyordu.
Tatlı feromonlar yabani reçineyle kaynaşmış ve sıcacık bir ortam yaratmıştı.
Yue Fei birdenbire gülümsedi ve Gu Wei’ye kamerayı gösterdi, “Bak, çok çirkin çıkmışım.”
Gu Wei başını kaldırdığında Yue Fei’nin telefonunu kapattığını ve Tang Yue’nin ona verdiği kamerayla oynadığını gördü.
Küçük ekranda Yue Fei’nin “Evet” dediği kısımdaki ağlamaklı ve sevinçli ifadesi vardı.
Gu Wei’nin dudakları yukarı doğru kıvrıldı, “Hiç de çirkin çıkmamışsın, çok tatlısın.”
Yue Fei tekrar Gu Wei’nin kollarına yaslandı, “Keşke önceden haber falan verseydin.”
Gu Wei, Yue Fei’nin karşısında oldukça çaresiz hissediyordu, “Kim sevdiği kişiye evlenme teklifi edeceğini önceden söyler ki?”
Yue Fei: “Ailemiz bir ilke imza atardı işte.”
Ailemiz mi? Gu Wei kaşlarını kaldırdı, “Tamam, bir dahaki sefere dikkat edeceğim.”
Yue Fei kaşlarını çattı, “Bir dahaki sefere mi? Başka kime evlenme teklif edeceksin?”
Gu Wei: “Sana.”
Yue Fei gözlerini kırpıştırdı.
Gu Wei başını eğdi ve alnına bir öpücük kondurdu, “Her yıl sana evlenme teklifi edeceğim. Umarım cevabın her seferinde evet olur.”
Yue Fei: “O zaman bir dahakine daha çok çabalamalısın.”
Gu Wei gülümsedi, “Tamam, çabalayacağım.”
Aniden Yue Fei doğruldu ve elindeki kameraya bakarken gözleri dalıp gitti.
Ardından başını eğerek, “Sana bir şey söylemek istiyorum,” dedi.
Gu Wei: “Hm?”
Yue Fei kuru dudaklarını yaladı, “Ben gerçek Yue Fei değilim.”
İş e-postalarına cevap vermek üzere olan Gu Wei hareketlerini durdurdu ve tableti bir kenara koydu.
Yue Fei onun tepkisini beklemeden sözlerine devam etti, “Ben bu dünyadan değilim. Geldiğim dünyada sadece iki cinsiyet var, alfa, omega ve betalar yok. Feromon diye bir şey de yok. Benim de gerçek adım Yue Fei ama ailem çoktan boşandı ve varlıklı değiller. Üniversiteye kabul edilmeme rağmen, kısa süre sonra çalışmak için okulu bıraktım çünkü ailemin borçlarını ödemek zorundaydım. Buraya gelmeseydim, aslında sadece sıradan bir insan olarak yaşayacaktım. Bir aile kuracağımı hiç düşünmemiştim.”
Bunları söyledikten sonra Yue Fei bir müddet duraksadı.
“İnanmayacaksın ama…”
Gu Wei, Yue Fei’nin devam etmesini beklemeden onun sözünü kesti, “Buraya nasıl geldin? Ne zaman geldin?”
Yue Fei dürüstçe cevap verdi, “Buraya gelme sebebim aniden ölmüş olmam. Sanırım iki hafta önceydi.”
Cevap verdikten sonra, bir şeylerin ters gittiğini hissetti. Gu Wei neden hiç şaşırmamıştı ki?
Gu Wei’ye bakmak için başını kaldırdı ve Gu Wei’nin gözlerinin her zamanki gibi nazikçe onun üzerinde olduğunu gördü.
Yue Fei’nin gözleri fal taşı gibi açıldı, “Biliyor muydun yoksa?”
Gu Wei başını iki yana salladı, “Benimkisi sadece çılgınca bir tahmindi. Buraya geldiğinde, ilk olarak Yue Fei’nin eski erkek arkadaşından ayrılmıştın, değil mi?”
Yue Fei: “…Ah.”
Bir şekilde kendisini açık mı etmişti?
Gu Wei: “Hafızanı kaybettiğinde verdiğin tepkiler bende kalıcı korkular bıraktı. Ayrıca, ikinci uyanışında hafızanı kaybetmiş olmana rağmen, tepkin ilk seferkinin tam tersiydi, bu yüzden ben de geçmişini araştırmaya başlamıştım. “
Evlenmek için anlaşmayı imzalamadan önceki ilk rapordan farklı olarak, bu soruşturmada Gu Wei öğretmenlerinden, sınıf arkadaşlarından, akrabalarından ve yakın arkadaşları da dahil olmak üzere çocukluğundan beri onunla iletişim halinde olan çeşitli kişilerden Yue Fei hakkında bilgi vermelerini istemişti…
Gu Wei, Yue Fei’nin saçlarını okşadı, “Kızma bana.”
Yue Fei başını salladı, hiç mi hiç kızgın değildi.
“Bütün araştırmalar, eski erkek arkadaşın bir omegayı işaretlendikten sonra anormal davranmaya başladığını gösteriyor. Aslında bunun nedeninin şizofreni hastalığı olabileceğini düşünmüştüm…” dedi Gu Wei ve sonrasında hafifçe kıkırdadı, “Senin intikamını almak için o alfaya haddini bildirmeyi düşünmüştüm ve hatta senin üzerinde bu kadar büyük bir etkiye sahip olabildiği için kıskanmıştın… Bir de içine kötü ruh girmiş olabileceğinden şüphelendim, belki de benim âşık olduğum kişi yüzyılladır yalnız kalan bir hayaletti…”
“Ağlama,” dedi Gu Wei. Ardından elini kaldırdı ve Yue Fei’nin gözlerinden akan yaşları sildi.
Gu Wei bu kez, “Her şeyi hatırlıyor musun?” diye sordu.
Yue Fei başını evet anlamında salladı, gözyaşları boncuk boncuk süzülüyordu, “O gece bana imzaladığımız anlaşmaları gösterdiğinde bir şeyleri parça parça da olsa hatırlamaya başladım.”
Gu Wei başını eğdi ve gözlerinin kenarını öperek gözyaşlarını durdurmaya çalıştı.
“Bana dürüstçe her şeyi anlattığın için,” dedi Gu Wei, sesi eşi görülmemiş derecede nazikti, “Çok mutluyum.”
Yue Fei gözlerini kapattı, elini Gu Wei’nin boynuna dolamak için uzattı ve ona doğru eğildi.
Gu Wei, “Kendi dünyana dönecek misin?” diye sordu.
Yue Fei başını iki yana salladı, “Dönmeyeceğim.”
Gu Wei’nin öpücükleri dudaklarına yöneldi.
“Hafızanı kaybettikten sonra hastanede ilk uyanan kişi sen değildin, değil mi?”
“Mm.”
“Diğer Yue Fei, hâlâ senin vücudunda mı yaşıyor?”
“Muhtemelen hayır. Aslında bu konuya biraz kafa yordum. O intihar etmeyi seçmişti ve sanki bana geri dönme şansı veriyormuş gibiydi. O öldükten sonra buraya gelmiş olmalıyım. Onun tekrar dönebilmesine gelince, muhtemelen suya düştükten sonra neredeyse ölüyordum. Sanırım ölüm kalım durumlarında yer değiştiriyoruz.”
Gerçi diğer Yue Fei’yle neden böyle bir bağa sahip olduğunu hâlâ bilemiyordu.
Öpücükler durdu; Gu Wei, Yue Fei’nin çenesini çimdikledi ve ondan başını kaldırmasını istedi.
“Hayatın tehlikeye girerse buradan gidecek misin yani?”
Yue Fei, “Belki de, pek emin değilim,” dedi.
Gu Wei’nin yüzünde anlaşılamaz bir ifade vardı, “Ne olursa olsun seni koruyacağım.”
Yue Fei doğruldu ve onu öptü, “Sana inanıyorum.”