İçeriğe geç
Home » Tian Guan Ci Fu 16. Bölüm: Akçaağaçtan Daha Kızıl Kıyafet, Kar Kadar Beyaz Bir Ten

Tian Guan Ci Fu 16. Bölüm: Akçaağaçtan Daha Kızıl Kıyafet, Kar Kadar Beyaz Bir Ten

Xie Lian genç adamın narin ve zayıf olmasına rağmen, devasa hurda torbasını sakince ve kolaylıkla sırtlandığını görünce şaşırdı. İçinde bir suçluluk duygusu hissetmekten kendini alamıyordu. San Lang ilerlemişti ve çoktan ondan birkaç adım öndeydi. Xie Lian onu takip etmek istedi ama aniden yaşlı araba sürücüsünün hala baygın yattığını hatırladı. Geri döndükten sonra onu bilincine geri getirdi ve o gece olanları kimseye anlatmaması konusunda onu defaatle uyardı. Onun yeteneklerini kendi gözleriyle gören yaşlı adam ona nasıl karşı çıkmaya nasıl cüret edebilirdi ki? Başını şiddetle sallayarak, asla anlatmayacağını söyledi. Akabinde Yaşlı Huang’ın dizginlerini çekti ve aceleyle evinin yolunu tuttu.

Araba ayrıldıktan sonra geriye kalan tek şey, şu anda Xie Lian’ın sırtında taşıdığı bambu şapkaydı. Tekrar arkasına baktığında, San Lang’ın omzunda taşıdığı hurda torbasıyla tek başına yavaş yavaş tepeye doğru ilerlediğini gördü.

Vardıklarında, çarpık çurpuk bir şekilde görünen Puqi Tapınağı’nın önünde durdular. San Lang sanki çok komik bir şey görmüş gibi kahkaha atarak başını eğdi. Xie Lian yaklaşırken, onun “ev virane haldedir, lütfen bağış yapın” tabelasına baktığını fark etti. Usulca öksürdü, “Gördün mü? İşte bu yüzden buna alışık olmayabileceğini söylemiştim.”

San Lang yanıtladı, “Benim için sorun değil.”

Eskiden, insanlara hep “sorun değil, sıkıntı yok” diyen Xie Lian olurdu. Bugün ilk defa bu sözlerin kendisine söylendiğini duymuştu ve içinde tarif edilemez bir his bırakmıştı. Puqi Tapınağı’nın kapısı uzun zaman önce çürümüştü, bu yüzden Xie Lian kapıyı çıkararak yerine bir perde astı. Perdenin bir köşesini kaldırıp içeri girdi ve “İçeri gel.” dedi.

San Lang onun peşinden içeri girdi.

Bu küçük ahşap evin içindeki eşyaların tamamı tek bakışla görülebiliyordu. Yalnızca uzun, dikdörtgen bir sunak masası, iki küçük ahşap tabure, küçük bir dua hasırı ve bir bağış kutusu vardı. Xie Lian, San Lang’ın taşıdığı şeyleri alarak satın aldıklarını çıkarmaya başladı: fal kutusu, tütsülük, hat fırçası, kağıt ve diğer muhtelif eşyalar. Çıkardıklarını sunak masasında uygun yerlere koydu. Hurda toplarken birisinin ona düşünmeden attığı kırmızı bir mumu yaktığında oda hemen aydınlandı. San Lang gelişigüzel bir şekilde fal kutusunu aldı ve yere geri koymadan önce salladı.

Ardından, “Peki yatak var mı?” diye sordu.

Xie Lian arkasını döndü. Sırtında taşıdığı bambu hasırı tek kelime etmeden yere bıraktı ve ona gösterdi.

San Lang tek kaşını kaldırdı, “Sadece bir tane mi var?”

Xie Lian genç adama kasabadan dönerken rastlamıştı, bu yüzden doğal olarak başka bir hasır almayı düşünmemişti, “Sakıncası yoksa bu gece birlikte yatabilir miyiz?” diye önerdi.

“Olur,” dedi San Lang.

Xie Lian süpürgeyi alarak yerleri süpürmeye başladığı esnada San Lang tapınağın içinde geziniyordu, “Dao Zhang Gege, tapınağında bir şey eksik değil mi?”

Xie Lian süpürmeyi bitirmişti ki, hasırı serebilmek için yere çömeldi. Bunu duyunca hasırı sererken bir yandan yanıtladı, “İnananların dışında, eksik başka bir şey olmamalı.”

San Lang da çömeldi, bir eliyle çenesini destekliyordu, “Peki ya tanrının tasviri?”

Onun hatırlatması sayesinde Xie Lian aniden en önemli şeyi unuttuğunu fark etti ― tanrı resmini!

Tanrının tasviri bulunmayan bir tapınağa tapınak denmezdi. Buradaki tanrı kendisi olsa da, her gün sunak masasında oturacak hali yoktu ya.

Bir müddet düşündükten sonra Xie Lian’ın aklına bir fikir geldi, “Gelirken hat fırçası ve kağıt almıştım. Yarın asmak için bir portre çizeceğim.”

Kendi portresinin kendisi tarafından çizilip kendi tapınağına asıldığı söylentisi Cennet’te yayılırsa, muhtemelen bir on yıl kadar daha kendisiyle alay edileceğini düşünüyordu. Ancak düzgün bir heykel oydurmaya kalkarsa değerli kaynaklarını ve zamanını tüketmiş olacaktı. Bu yüzden eğer bir seçim yapması gerekiyorsa, Xie Lian elbette on yıl boyunca alay konusu olmayı tercih ederdi.

Beklenmedik bir şekilde San Lang söze girdi, “Resim mi? Nasıl çizildiğini biliyorum, yardım etmemi ister misin?”

Şaşıran Xie Lian güldü, “Öyleyse önce sana teşekkür etmeliyim. Ama korkarım Xianle’nin Veliaht Prensi’ni nasıl çizeceğini bilmiyorsundur? Ne de olsa neredeyse tüm heykelleri ve portreleri sekiz yüz yıl önce yakılmıştı. Hala onu gören birkaç kişi kalmış olsa bile, sayıları bir hayli az.”

San Lang yanıtladı, “Elbette biliyorum. Biraz önce arabada otururken Ekselansları Veliaht Prens’ten bahsetmemiş miydik?”

Xie Lian konuştuklarını anımsadı. Nitekim yoldayken “muhtemelen adını duymamışsındır” demişti ama San Lang cevap vermemişti. Şimdi, bunu söylediğini duymak biraz şaşırtıcıydı. Xie Lian bu esnada çoktan hasırı sermişti. Doğrularak, “Yoksa sahiden onun kim olduğunu biliyor musun San Lang?” diye sordu.

San Lang hasıra oturdu, “Biliyorum.”

Bu gencin görünüşü ve konuşurkenki üslubu oldukça ilgi çekiciydi. Sık sık gülümsüyordu ama o gülümsemelerin gerçek ve içten mi yoksa karşı tarafın aklıyla dalga geçmek için mi olduğunu kestirmek güçtü. Yolculukları boyunca Xie Lian güneşin altında onun anlattığı her şeyi dinlemişti, bu yüzden de onun görüşlerini çok merak ediyordu. Genç adamın karşısına oturdu, “San Lang, Xianle’nin Veliaht Prensi hakkında ne düşünüyorsun?”

İkisi kırmızı mumların titreyen alevinin altında yüz yüze oturuyorlardı. San Lang’ın sırtı ışığa dönükken, kara gözlerine gölgeler düşüyordu ve bu da yüz ifadesinin anlaşılmaz olmasına neden oluyordu. Bir müddet sonra karşılık verdi, “Bence Jun Wu onu hiç sevmiyordu.”

Xie Lian böyle bir cevap vermesini hiç beklemiyordu. Biraz şaşırmıştı, “Neden öyle düşünüyorsun?”

San Lang yanıtladı, “Yoksa neden Cennet’ten iki kez kovulsun ki?”

Bunu duyan Xie Lian hafifçe gülümsedi ve şöyle düşündü: Sahiden de gençlere has bir düşünce.

Xie Lian aşını eğdi, belindeki kuşağı yavaşça çözerken söze girdi, “Bu meselenin birini sevmekle ya da sevmemekle hiçbir ilgisi yok. Bu dünyada ‘sevmek’ veya ‘sevmemekle’ basitçe açıklanamayacak çok fazla şey var.”

“Ah.”

Xie Lian arkasını döndü, beyaz çizmelerini çıkardıktan sonra konuşmasını sürdürdü, “Ayrıca, biri yanlış bir şey yaptıysa cezasına katlanmalıdır; Semavi İmparator sadece iki seferde de görevini yerine getiriyordu.”

San Lang’ın tavrı ne olumlu ne de olumsuzdu, “Belki de.”

Xie Lian en sonunda dış cübbesini çıkarttı ve katlanmış giysileri düzgünce istifleyerek sunak masasına yerleştirmek üzere hareketlendi. Xie Lian tam bu konuyla ilgili daha fazla konuşmaya yeltenecekti ki başını tekrar çevirir çevirmez San Lang’ın bakışlarının ayağına kilitlenmiş olduğunu fark etti.

Bakışları tuhaf görünüyordu. Buz gibi soğuk olarak tanımlanabilirdi ama aynı zamanda da insanı yakacak kadar deliciydi. Kavurucu olabilirdi ama soğuk bir niyet de içeriyordu. Xie Lian başını eğdiği anda neye baktığını hemencecik anladı. Genç adam onun sağ ayak bileğine sarılı olan siyah, lanetli kelepçeye bakıyordu.

Bir tane kelepçe boynuna sıkıca sarılırken; diğeri ise el bileğine sarılmıştı. Her iki kelepçe de oldukça uygunsuz yerlerdeydi, saklayabilmesinin hiçbir yolu yoktu. Geçmişte başkaları sorduğunda Xie Lian bir cevap uydurmuştu; sanatını icra edebilmesi için bunların gerekli olduğunu söylüyordu. Fakat soran kişi San Lang olursa, bunlara o kadar kolay kanmayabilirdi.

Ancak San Lang sadece bir anlığına ayak bileğine bakmış ve hiç yorum yapmamıştı. Xie Lian da bu konuyu açmak niyetinde değildi, usulca hasıra uzandı. Genç adam da itaatkar bir şekilde yanına uzandı ama onun kıyafetleri hala üzerindeydi. Xie Lian, onun muhtemelen yerde üstündekileri çıkararak yatmaya alışkın olmadığını tahmin etmişti, kendi kendine gerçekten de bir yatak bulması gerektiğini düşünüyordu. Ona doğru, “Hadi uyuyalım,” diyerek fısıldadı. 

Hafif bir esintiyle kırmızı mumun alevi söndü.

Ertesi sabah Xie Lian gözlerini açtığında San Lang’ın yanında yatmadığını fark etti. Etrafa bakmak için başını kaldırır kaldırmaz kalbi titremeye başladı.

Beklenmedik bir şekilde sunak masasının üzerinde bir resim asılıydı.

Resimde muhteşem kıyafetlere bürünmüş altın maskeli bir adam, bir elinde kılıç diğerinde çiçek tutuyordu. Her fırça darbesindeki canlılık mükemmeldi ve kullanılan renkler oldukça zarifti. Bu aslında “Tanrıları Memnun Eden Xianle Veliaht Prensi”nin portresiydi.

Xie Lian’ın bu tabloyu en son görmesinin üzerinden uzun yıllar geçmişti, bu yüzden bir süre hareketsizce tabloya baktıktan sonra ayağa kalktı. Giyindikten sonra perdenin köşesini açtı. San Lang tapınağın dışında gölgelik bir yerde oturmuş dinleniyordu. Son derece sıkılmış görünüyor olmasının yanı sıra, gökyüzüne bakarken eğlenmek için süpürgenin sapını ellerinin arasında döndürüyordu.

Genç adam güneş ışığını pek sevmiyor gibiydi. Gökyüzüne bakış şekline bakılırsa, sanki güneşi nasıl yere çekeceğini ve üstünde tepinerek pelte haline getireceğini planlıyormuş gibiydi. Kapının dışında düzgün bir şekilde süpürülerek yığın haline getirilmiş yapraklar vardı. Xie Lian kapıdan çıktı, “Dün gece iyi uyuyabildin mi?”

Hâlâ duvara yaslanmış olan San Lang başını çevirdi ve “Fena değildi,” diyerek yanıtladı.

Xie Lian yürüdü ve elindeki süpürgeyi aldı, “San Lang, tapınaktaki portreyi sen mi çizdin?”

“Mn.”

“Çok güzel çizmişsin,” dedi Xie Lian.

Konuşmasa da San Lang’ın dudaklarının köşeleri yukarı kıvrıldı. Önceki gece uyuma şeklinden dolayı mıydı bilinmez, saçları şu anda daha da orantısız ve dağınık görünüyordu; saç telleri her bir yandan çıkmıştı, yani tam bir karmaşa içindeydi. Ama doğrusunu söylemek gerekirse hala çok alımlı görünüyordu. Dikkatsizce darmadağınıktı ama bakımsız görünmüyordu, kendine has bir çekiciliğe sahipti. Xie Lian kendi saçını işaret etti, “Yardım etmemi ister misin?”

San Lang başını salladı ve Xie Lian ile birlikte tapınağa geri döndü. Oturduğunda Xie Lian onun saçını dikkatlice tuttu ve sakince incelemeye başladı.

Avuç çizgileri ve parmak izleri mükemmel bir şekilde yeniden yaratılabilse bile, hayaletler ve hortlaklar her zaman bir noktayı gözden kaçırırlardı. Yaşayan bir insanın sayısız saç teli olurdu ve her biri ince ve belirgin görünürdü. Sonuç olarak, pek çok hayalet ve hortlağın sahte derilerinin üzerindeki saçları kara bir buluta benzerdi yahut her saç teli kumaş şeritleriymiş gibi birbirine yapışmış olurdu. Veya basitçe…saçlardan tamamen feragat ederek kel olmayı tercih ederlerdi.

Önceki gece Xie Lian, San Lang’ın parmak izlerinin ve avuç çizgilerinin olduğunu doğrulamıştı ve bu yüzden rahatlamıştı. Lakin bu sabahki portreyi gördüğünde, tekrar şüphelenmekten kendini alamamıştı.

Sıradan bir insan bu portrenin nasıl çizileceğini nereden bilebilirdi ki?

Ama parmakları San Lang’ın saçlarını nazikçe okşadığında, dikkatlice inceledi ve genç adamın siyah saçlarının yumuşacık ve upuzun olduğunu, ayrıca olağandışı herhangi bir şey olmadığına kanaat getirdi. Bir süre sonra, belki de hareketleri nedeniyle gıdıklandığı için San Lang güldü. Başını hafifçe kaldırdı ve göz ucuyla ona baktı, “Gege, saçımı toplamama yardım etmeye mi çalışıyorsun yoksa aklında başka bir şey mi var?”

Uzun saçlarının dağınık bir şekilde omuzlarına dökülüyor oluşu San Lang’ın güzelliğine gölge düşürmüyordu, aksine ona şeytani bir hava katıyordu. Sorusu kulağa sataşıyormuş gibi gelmişti, Xie Lian gülümseyerek, “Tamam, tamam.” dedi ve hızlıca saçlarını toplayıverdi.

Saçı toplandıktan sonra San Lang, yansımasını görmek için yakındaki su kabına baktı, daha sonra arkasına dönüp tek kaşını kaldırarak Xie Lian’a bir bakış attı. Onun tepkisini gören Xie Lian tekrar hafifçe öksürdü.

Önceden saçları darmadağınıktı; fakat tekrar toplandıktan sonra da hala yamuk görünüyordu.

San Lang’ın hiçbir şey söylemeyerek sadece ona bakmasına rağmen, Xie Lian en az birkaç yüz yıldan bu yana hiç böylesine utanmamıştı. Ellerini indirdi, tam San Lang’a “Buraya gel, tekrar deneyeyim” demek üzereydi ki aniden dışarıda bir gürültü koptu. Her yönden gelmekte olan ayak seslerine, “Büyük Ölümsüz!” gibi haykırışları eşlik ediyordu.

Xie Lian bunu duyunca irkildi ve dışarı fırladı, ancak tapınağın girişinin insanlarla dolup taştığını gördü. Her birinin yüzü heyecandan kıpkırmızıydı. Köyün muhtarı ileri atıldı ve elini tuttu, “Büyük Ölümsüz, köyümüze yaşayan bir tanrının gelmesi bizim için büyük bir onur!”

Xie Lian: “???”

Köylülerin geri kalanı da çoktan etrafını sarmıştı, “Büyük Ölümsüz, Puqi Köyü’müze hoş geldiniz!”

“Büyük Ölümsüz! Bir eş bulabilmem için beni kutsar mısınız?!”

“Büyük Ölümsüz! Ailemden birinin çabucak bir çocuk doğurması için kutsayabilir misiniz?”

“Büyük Ölümsüz! Taze su kestanelerim var! Yemek ister misiniz?! Yerken, beni de bu sene iyi bir hasatla kutsar mısınız?!”

Köylülerin hepsi çok coşkuluydu, Xie Lian’ı sürekli geri çekilmeye zorlarken onu her taraftan köşeye sıkıştırıyorlardı. Kalbi kan ağlıyordu, görünüşe göre önceki geceki yaşlı adamın ağzında bakla bile ıslanmamıştı. Tek bir kelime bile etmemesi için onu defaatle uyarmış olmasına karşın, şafak söker sökmez bütün köy olanları çoktan öğrenmişti!

Köylüler başlangıçta tapınağın hangi tanrıya adandığını bilmiyorlardı, ama hepsi şu anda tütsü yakmakta ısrar ediyorlardı. Her halükarda hangi tanrı olursa olsun, tanrı tanrıydı ve dua etmekten bir zarar gelmezdi. Xie Lian aslında tapınağın içinde in cin top oynayacağını, bütün yıl boyunca bir avuç insanın bile kapısından geçmeyeceğini ve hatta tek bir ruhun bile girmeyeceğini düşünüyordu. Bu nedenle, iyi niyet göstergesi olarak yalnızca küçük bir tomar tütsü hazırlamıştı. Aldığı tüm tütsülerin bir anda biteceğini nereden bilebilirdi ki? Küçük buhurdan her tarafına sıkıştırılmış olan tütsülerle ağzına kadar dolmuştu. Tütsü kokusu havaya usulca yayılıyordu; uzun zamandır böyle yoğun bir tütsü kokusuna maruz kalmayan Xie Lian birkaç kez öksürdü.

Ardından söze girdi, “Öhö, yurttaşlarım, ne yazık ki sizi zenginlik ve hazinelerle kutsayamam, gerçekten. Öhö, lütfen, burada zenginlik için dua etmeyin! Umulmadık sonuçlar doğurabilir… Üzgünüm ama, evlilik de dilemeyin lütfen… Hayır, hayır, sizi gebe kalmanız ve çocuklarınızı büyütmeniz için de kutsayamam…”

San Lang da dağınık bir şekilde toplanmış saçlarıyla ilgilenmeyi bırakmış ve bağış kutusunun yanına oturarak bir elini çenesine dayamış, ağzına tembel tembel kestane atıyordu. Köylü kadınların çoğunun dikkatini çekmişti, kıpkırmızı yüzleriyle Xie Lian’a soruyorlardı, “Şey….o ve siz….”

Ne soracaklarını bilmese de Xie Lian’ın sezgileri ona onları hemen durdurması gerektiğini söyledi ve anında “Hayır!” dedi.

Kalabalık sonunda dağıldı ve sunak masası artık meyveler, sebzeler ve hatta beyaz pirinç, erişte ve diğer ürünlerle dolup taşıyordu. İyi de olsa kötü de olsa, en azından bir sürü adak almıştı. Xie Lian, köylülerin dışarıda bıraktığı çöpleri süpürdü. San Lang da peşinden gelmişti, “Tütsüler oldukça güzel.”

Xie Lian süpürmeye devam ederken başını salladı, “Normal şartlar altında, on ila on beş gün boyunca tek bir kişi bile kutsama için gelmeden geçip giderdi.”

“Neden ki?” diye sordu San Lang.

Xie Lian gülümseyerek ona baktı, “Şimdi düşünüyorum da, belki de senin şansın biraz da olsa bana geçmiştir.”

Bunları söylerken kapıdaki perdeyi değiştirmek istediğini hatırladı. Böylece kol yeninden yeni bir perde çıkararak kapıya astı. Bakmak için iki adım geri gittiği sırada aniden San Lang’ın duraksamış olduğunu fark etti. Xie Lian başını çevirdi ve “Sorun ne?” diye sordu.

San Lang yüzünde dalgın bir ifadeyle perdeye bakıyordu. Onun bakışlarını takip eden Xie Lian, aslında perdedeki büyülere baktığını fark etti.

Bu tılsım, bir süre önce gelişigüzel bir şekilde çizdiği bir şeydi ve büyüler katmanlar halinde birbirlerinin üstüne yerleştirilmişlerdi. Savunması epey güçlüydü. Amacı başlangıçta kötülüğü kovmaktı ve dışarıdaki kötü varlıkların içeri girmelerine de engel olmaktı.

Yine de Xie Lian tarafından yazıldığı için talihsizliği çekiyor olabilir miydi? Bunu şu anda öğrenebilmelerinin bir yolu yoktu. Gelgelelim, tapınağın bir kapısı olmadığı için büyüler işlenen bir perdeyle kapatılması bir nebze de olsa korumuş olacaktı.

Genç adamın perdenin önünde nasıl hareketsiz durduğunu görünce Xie Lian’ın içinde bir şeyler kıpırdandı, “San Lang?”

Tılsım San Lang’ı kapının dışında bırakarak tapınağa girmesini engellemiş olabilir miydi?

 


 

0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x