İçeriğe geç
Home » Tian Guan Ci Fu 28. Bölüm: Oyalanan HuaLian, Günahkârın Çukuru’nda Gecenin Çöküşü

Tian Guan Ci Fu 28. Bölüm: Oyalanan HuaLian, Günahkârın Çukuru’nda Gecenin Çöküşü

Fu Yao kaşlarını çattı, “Neden senden özür dileyip duruyor?”

San Lang aniden söze girdi, “Kemo, Guoshinin iki ordu arasındaki çatışmadan sonra Merkez Ovalar’a gitmek üzere ayrıldığını söylemişti. Bu olayla bir ilgin var mı?”

Bu hatırlatma ve anıtta yazılanlar yüzünden Xie Lian parça parça da olsa bazı şeyleri anımsamaya başlamıştı, “Ah, belki de…”

“Beni kurtarmak içindi,” dedi Banyue.

Herkes ona bakmak için döndü ve o yumuşak bir sesle, “General Hua beni kurtarmak uğruna savaşa girdiği için dümdüz edildi,” dedi.

“…”

Xie Lian anında binlerce kişi tarafından ezilmenin ıstırabını hatırladı ve kendi bedenine sarılmaya çalıştı ama iki kişinin onu okunamaz ifadelerle izlediğini görünce aceleyle kendine çekidüzen verdi.

Ardından, “Dümdüz edilmedim. O kadar da abartılı değildi,” dedi.

Fakat Fu Yao’nun kendini beğenmiş bir şekilde davranacağını kim bilebilirdi ki? Alaycı bir tavırla,  “Sahiden de tam bir azizsin,” dedi.

Xie Lian ilgisizce ellerini salladı, “Pek de öyle sayılmaz. Ayrıntıları artık hatırlamıyorum. Ama o sırada oyun oynayan iki çocuk vardı ve ben onları alıp hemen kaçacaktım. Ancak yeterince hızlı şekilde geri çekilmeyi başaramadık ve iki ordu arasında kaldık…”

“Eğer durum buysa,” dedi Fu Yao, “Böyle bir şeyi nasıl hatırlamazsın?”

Xie Lian cevap verdi, “Kaç yüz yaşında olduğumu bilmiyor musun? Sadece on yılda bile neler yaşanıyor, her şeyi ayrıntılı olarak hatırlamama imkan yok. Ayrıca, bazı şeyleri unutmak en iyisidir. Yüzlerce yıl önce nasıl lime lime edildiğimi ve ezildiğimi hatırlamaktansa, dün yediğim lezzetli çöreği hatırlamayı tercih ederim, haksız mıyım?”

“Özür dilerim,” dedi Banyue.

Xie Lian iç çekti, “Ah, Banyue. Seni kurtarmak benim seçimimdi. Sen hatalı değilsin. Özür dileyeceksen, belki de başkalarından özür dilemelisin.”

Banyue afalladı ve sessizce başını öne eğdi.

Xie Lian devam etti, “Ama… belki de seninle ilgili izlenimim iki yüz yıl öncesine ait olduğu içindir, ama senin intikam peşinde koşan ve başkalarına ihanet eden türden biri olduğunu düşünmüyorum… Bana tam olarak ne olduğunu anlatır mısın? Neden şehir kapılarını açtın?”

Banyue bir müddet düşündükten sonra başını salladı ve sessiz kaldı.

“O zaman neden yılanların insanları ısırmasına izin verdin?” diye sordu Xie Lian.

Banyue bu sefer yanıt verdi, “Yılanları ben salmadım.”

Xie Lian şaşırmıştı, “Ne?”

“Yılanları ben salmadım,” diyerek tekrarladı Banyue, “Kendi kendilerine kaçtılar. Neden bilmiyorum ama artık beni dinlemiyorlar.”

Bunu duyan Fu Yao’nun sabrı taşmak üzereydi.

Banyue, “General Hua, yalan söylemiyorum,” diyerek yalvardı.

Xie Lian cevap vermeden önce Fu Yao kaba bir şekilde araya girdi, “Yakalanınca herkes inkar ediyor zaten. Kasıtlı olmadığını söylesen bile faydasız, bu laflara karnım tok. Geçidi geçen tüm o insanlar açıkça senin yılanların tarafından yaralandı. Ellerini uzat, artık tutuklusun.”

Banyue sustu ve iki kolunu da uzattı. Fu Yao hemen bir Ölümsüz Bağlama İpi çıkardı ve hem Banyue’yi hem de Kemo’yu yakaladı, ardından “Pekala. Bu seyahatteki amacımıza ulaştık. Artık her şey bitti,” dedi.

O anda San Lang söze girdi, “Yalan söylemesi için bir neden yok.”

Xie Lian da daha fazla sorgulamaları gerektiği kanaatindeydi. Banyue’ye döndü, “Yılanlarından hiçbirini kontrol edemiyor musun?”

Ban Yue karşılık verdi, “Kontrol edebiliyorum ve çoğu zaman bana itaat ediyorlar. Ama ara sıra beni dinlemiyorlar. Nedenini bilmiyorum.”

Bir müddet düşündükten sonra Xie Lian, “Neden buraya çağırıp bize göstermiyorsun?” diye sordu.

Hala onun önünde diz çökmekte olan Banyue nihayet ayağa kalktı ve başını salladı. Çok geçmeden şarap kırmızısı bir akrep yılan bir cesedin altından çıktı ve başını kaldırdıktan sonra ceset yığınının üzerinde kıvrılmaya başladı. Ardından sessizce dilini onlara doğru çıkardı.

Xie Lian tam yılana yakından bakmak için yaklaşacaktı ki, birden Banyue’nin yüzünde tuhaf bir ifade olduğunu ve gözlerinin de kocaman açıldığını gördü. Xie Lian’ın kalbi sıkıştı ve içinden şöyle düşündü, Ah hayır, olamaz.

Tam da düşündüğü gibi, yılan dilini sallamayı bıraktı, ağzını açtı ve saldırmak için ona doğru hücum etti.

Saldırı aniydi, fakat Xie Lian da hazırlıklıydı. Tam yılanı yakalamak üzereydi ki, o anda bir gümbürtüyle bir şey patladı. Gözlerini tekrar açtığında yılan çoktan paramparça olmuştu ve bağırsakları yere saçılmıştı. Ağzındaki zehir hiçbir yere sıçramadığından bu, gayet kontrollü bir patlamaydı.

Xie Lian hemen Banyue harabelerine girmeden önce benzer şekilde ölen yılanı hatırladı ama bu noktada kimin yaptığını söylemesine gerek yoktu. San Lang’a bakma fırsatı bulamadan, kırmızı bir kol yeni önüne atladı ve Banyue’yle arasına girdi.

Öte yandan Fu Yao soğuk bir şekilde, “Yalan söylediğini biliyordum. Yılanının onu ısırabileceğini mi sanıyordun yoksa? Ne kadar da aptalca,” dedi.

Yılanı görünce Ban Yue’nin beti benzi atmıştı. Fu Yao’nun söylediklerini duyunca başını kaldırdı, “Ben yapmadım. Bazıları bana itaat etmiyor demiştim, o da onlardan biriydi.”

Fu Yao tek kelimesine dahi inanmamıştı, “Sana itaat edip etmediklerini kim bilebilir ki?”

Banyue kasvetli bir şekilde, “Onu ben çağırmadım bile,” dedi.

Xie Lian tam konuşmak üzereydi ki, başka bir cesedin altından iki şarap rengi akrep yılanı daha sürünerek çıktı, dillerini oynattı ve onları dikkatle izledi. Ardından bir üçüncüsü, dördüncüsü, beşincisi… ceset dağlarından ve çukurun her köşesinden sayısız akrep yılanı gelmişti!

Herkes bir ceset yığınının üzerinde diz çökmüş olan Banyue’ye baktı. Fu Yao avucunda bir ruhani güç topunu döndürmeye başladı ve ona bağırdı, “Gönder onları! Hepsi itaatsizlik ediyor olamaz!”

Banyue kaşlarını çattı, sanki onları kovmaya çalışıyormuş gibi görünüyordu. Yine de daha fazla akrep yılanı ortaya çıkmıştı ve sürünerek, kıvrılarak daha fazla yaklaşıyorlardı. Bir ya da iki yılanın ısırığı onları öldürmeyebilirdi ama yüzlerce ya da binlerce yılan olunca kestirmesi güçtü. Ölmeseler bile, pek de hoş bir durum olmazdı. Xie Lian, Ruoye’yi çağırmak üzere bileğini kaldırdı ancak yılanların belli bir mesafeye kadar sürünerek ilerledikten sonra durup tereddüt ederek garip bir daire oluşturduklarını gördü.

Xie Lian’ın kafasına o anda bir şeyler dank etti ve yanındaki San Lang’a baktı. Yılanlara sonu olmayan bir küçümsemeyle ve aşağılamayla bakıyordu. Akrep yılanlar sanki onun gözlerindeki ifadeyi anlayabiliyormuş gibi yaklaşmaya cesaret edemiyorlardı. Yavaş yavaş geri çekildiler ve vahşi başlarını köleler gibi itaatkar bir şekilde yere bastırdılar.

Ama onları kontrol eden, saldırılarını bırakıp tamamen ayrılmalarına izin vermeyen başka bir güç var gibiydi. Böylece yılanların çoğu geri döndü ve Fu Yao’ya doğru sürünmeye başladı. Fu Yao elini savurduğu anda kol yenlerinden alevler fışkırarak bir dizi akrep yılanı öldürdü ve kalanları ise geriye doğru püskürttü.

Uzun süre böyle devam edemezlerdi. Xie Lian, “İlk önce buradan çıkalım!” dedi.

Bir ıslık sesiyle Ruoye, Xie Lian’ın kolundan fırladı ve yukarı doğru uçtu. Ama kısa bir süre sonra bir başka ıslık sesiyle Xie Lian’ın koluna geri döndü. Xie Lian şaşırdı ve bileğini kaldırarak ipek kumaşı azarladı, “Burada ne işin var? Rün serbest bırakıldı, artık seni durduran hiçbir şey yok, çabuk git hemen!”

Ama Ruoye sanki yukarıda korkunç bir şeyle karşılaşmış gibi titreyerek bileğine sarılı kalmaya devam etti. Xie Lian tam onu biraz daha azarlayacaktı ki aniden uzun, ip gibi bir şey uçtu ve lap diye Fu Yao’nun omzuna düştü. Fu Yao hemen uzanarak yakaladı ve gözlerinin önüne yaklaştırdığı an ifadesi değişti. Gökyüzünden bir akrep yılanı düşmüştü!

Bu, Fu Yao’yu hazırlıksız yakaladı ve ısırıldıktan sonra yılanı Banyue’ye doğru fırlattı. Elleri bağlı olmasına rağmen Banyue yine de refleks olarak yılanı yakalamaya çalıştı ve yılanı yakaladıktan sonra, koyu kırmızı yılan ona saldırmadan usulca kolunun etrafına kıvrıldı. Tam o anda lap diye ikinci bir akrep yılanı yere düştü!

Xie Lian, Ruoye’nin neden şimdi yukarı çıkmayı reddettiğini tahmin edebiliyordu. Ayın loş ışığını ödünç alan Xie Lian başını kaldırdı ve yukarıdaki manzarayı zar zor da olsa gördü; yüzlerce küçük şarap kırmızısı noktacık hızla Günahkarın Çukuru’na yağıyordu.

Adeta bir yılan tufanıydı!

Kırmızı noktalar yaklaşıyordu. Xie Lian bağırdı, “Fu Yao! Ateş! Yukarı doğru ateş fırlat, havadayken onlardan kurtulmamız gerek!”

Fu Yao derisini delmek için avucunu ısırdı, elini salladı ve bir dizi kan damlası fışkırdı; ardından çukurdan fırlayan bir ateş perdesine dönüştüler. Bu şiddetli alevler otuz metreden fazla yükseldi ve havada asılı kaldı; onlara dokunan her akrep yılanı yakıp küle çevirerek yılan tufanını yok ediyorlardı.

Geçici olarak güvende olduklarını görünce Xie Lian rahat bir nefes verdi, “Çok iyiydin, Fu Yao! İyi ki varsın!”

Görünüşe göre bu büyü muazzam miktarda ruhani sal güç tüketiyordu ve bir kez yapmasının ardından Fu Yao’nun yüzü solmuştu. Arkasını döndü, bir ateş çemberi yaratarak yerdeki yılanları dağıttı ve Banyue’ye bağırdı, “Sana itaat etmediklerini söylememiş miydin? Madem onları kontrol etmiyorsun, o halde neden sana saldırmıyorlar?”

San Lang güldü, “Belki de senin şansızlığın yüzündendir? Bize de saldırmadılar.”

Fu Yao ona bakmak için döndü, gözleri keskindi ve kısılmıştı. Xie Lian bir sorun olduğunu sezebiliyordu. Mevcut durum hakkında bir şekilde bir teori oluşturmuştu ama henüz düşüncelerini toparlayacak zamanı olmamıştı ve hal böyleyken, bu ikisinin kavgaya tutuştuğunu görmek istemiyordu.

“Önce yılanlara ne olduğunu çözelim,” dedi Xie Lian, “Hadi çabucak çıkalım.”

Fu Yao alaycı bir şekilde güldü, “Ne mi oluyor? Ya Banyue Guoshisi yalan söylüyor ya da yanındaki bir sorun çıkarıyor.”

Xie Lian önce Banyue’ye ardından da San Lang’a baktı, “Bence ikisi de değil.”

Sesi nazik ama kararlıydı. Uzun uzun düşündükten sonra vardığı sonuç buydu. Ancak Fu Yao, kasıtlı olarak onları koruduğunu düşünmüş olmalıydı ki, alevlerin aydınlattığı yüzünde kaba bir ifade vardı. Xie Lian onun kızgın mı yoksa gülüyor mu anlayamıyordu.

“Ekselansları,” dedi Fu Yao, “Bilmiyormuş gibi davranma. Nasıl bir durumun içinde olduğunu görmüyor musun? Eminim ki zaten yanındakinin tam olarak kim olduğunun çok iyi farkındasındır. Farkında değilim desen de inanmam!”

 


 

0 0 votes
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x