İçeriğe geç
Home » Tian Guan Ci Fu 40. Bölüm: Saadet Köşkü’nde, Xianle’nin Soruları

Tian Guan Ci Fu 40. Bölüm: Saadet Köşkü’nde, Xianle’nin Soruları

Belki onun hayal gücüydü, ama Hua Cheng’in omuzları bir anlığına gerilmişti. Çok uzun sürmedi ve Hua Cheng doğal bir şekilde karşılık verdi.

“Bir dahaki görüşmemizde seni gerçek görünüşümle karşılayacağımı söylemiştim.”

Xie Lian sırıttı ve ciddiyetle, “Hiç fena değil” dedi.

Xie Lian’ın ses tonu alaycı ya da teskin edici değildi; gayet basit bir cümle kurmuştu. Hua Cheng de küçük bir gülümsemeyle karşılık verdi ama bu seferki gülümsemesi oldukça huzurluydu. Birkaç adım daha attılar ve Xie Lian aniden Hua Cheng’le konuşması gereken önemli bir mesele olduğunu anımsadı. Ardından boynundaki gümüş zinciri dışarı çıkarttı. 

“Bu arada,” dedi Xie Lian, “Bunu sen mi bıraktın?”

Hua Cheng yüzüğe baktı ve gülümsedi, “Senin için.”

“Bu nedir?” diye sordu Xie Lian.

“Önemli bir şey değil,” diye yanıtladı Hua Cheng, “Sende kalsın.”

Her ne kadar Hua Cheng böyle söylemiş olsa da, Xie Lian bu yüzüğün aslında son derece değerli ve sıradanlıktan çok uzak olduğunu biliyordu.

“Öyleyse teşekkürler San Lang.”

Xie Lian’ın ucunda yüzük olan kolyeyi tekrar boynuna taktığını görünce Hua Cheng’in gözünde bir ışık belirdi. Xie Lian etrafına baktı. 

“Kumarbazın İni’ndeyken Saadet Köşkü’ne gidiyorum dediğinde, bir geneleve veya o türden bir sokağa gittiğini düşünmüştüm, ama burası daha çok bir gösteri salonuna benziyor sanki?”

Hua Cheng kaşlarını kaldırdı, “Gege, neler diyorsun böyle? Ben asla o tarz yerlere gitmem.”

Xie Lian şaşırmıştı, “Sahiden mi?”

“Elbette,” diye yanıtladı Hua Cheng. İkili siyah yeşimden yapılma divana yaklaştı ve yan yana oturdu. Ardından Hua Cheng konuşmasını sürdürdü, “Ara sıra yeniden şekillendirdiğim bir yer sadece burası, bir tür meskenden başka bir şey değil yani. Boş olduğumda burada takılıyorum. Meşgul olduğumdaysa boş kalıyor.”

“Demek burası senin evin,” diye yorumda bulundu Xie Lian.

“Mesken,” diyerek düzeltti Hua Cheng, “Ev değil.”

“Aralarında fark var mı ki?” diye sordu Xie Lian.

“Elbette,” diye cevapladı Hua Cheng, “Ev ailenin olduğu yerdir. Birinin tek başına yaşadığı yer ev değildir.”

Bunu duyunca Xie Lian kalbinde bir çalkantı hissetti. Bu tanıma göre, “ev” denebilecek bir şeye sahip olmayalı sekiz yüz yıldan fazla olmuştu. Hua Cheng’in yüzünde en ufak bir yalnızlık izi olmamasına rağmen, Xie Lian ikisinin birbirine benzediğini hissediyordu.

Hua Cheng devam etti, “Mevzubahis bir evse, Puqi Tapınağı kadar küçük bir yer bile benim Saadet Köşkü’mden kat be kat daha iyidir.”

Xie Lian ona içtenlikle katıldı ve gülümsedi, “San Lang’ın bu kadar duygusal olduğunu bilmiyordum. Ama benim Puqi Tapınağı’mla burayı karşılaştırarak benimle kafa buluyorsun.”

Hua Cheng güldü, “Bunda utanılacak ne var ki? Gerçeği söylemek gerekirse, Gege’nın Puqi Tapınağı küçük ama benim Saadet Köşkü’mden çok daha rahat. Daha çok bir ev gibi.”

“Öyle mi?” dedi Xie Lian’ın sıcak bir tonla, “O zaman bundan böyle istediğin zaman gelebilirsin. Puqi Tapınağı’nın kapıları sana her zaman açık.”

Hua Cheng’in yüzünde bir sevinç ışıltısı belirdi, “Madem böyle diyorsun Gege, o halde teklifini seve seve kabul ediyorum. Gelecekte baş belası olduğumu düşünmezsin umarım.”

“Mümkün değil!” dedi Xie Lian, “Bu arada San Lang, senden bir iyilik isteyeceğim ama vaktin olur mu bilmiyorum?”

“Nedir?” diye sordu Hua Cheng, “Burası benim bölgem. Sadece söyle, hemen getireyim.”

Biraz düşündükten sonra Xie Lian, “Daha önce Yujun Dağı’ndaki meseleyle uğraşırken, benim krallığımdan gelmiş olabilecek bir çocukla karşılaştım,” dedi.

Hua Cheng gözünü kıstı ama tek kelime etmedi. Xie Lian açıklamasına devam etti.

“Korkup kaçtı ve uzun süre onu bulamadım. Ama az önce, Hayalet Şehir sokaklarında dolaşırken, onun buraya kaçtığını öğrendim. San Lang, sen bu toprakların efendisisin. Onu bulmama yardım etmenin bir yolu var mı? Çocuğun yüzü sargılarla kaplı ve Saadet Köşkü’ne birkaç adımlık mesafedeyken kaçıp gitti.”

Hua Cheng gülümsedi, “Pekâlâ. Endişelenmene gerek yok, Gege. Sadece kısa bir süre bekleteceğim seni.”

Xie Lian rahat bir nefes verdi, “Sahiden, çok teşekkür ederim.”

“Rica ederim, hiç önemli değil,” dedi Hua Cheng, “Ama Lang Qianqiu’yu öylece bıraktın mı?”

Xie Lian kendi kendine, Lang Qianqiu buraya gelirse patavatsızlığından kim bilir başımıza ne çoraplar örer. En iyisi daha sonra tekrar bir araya gelmemiz, diye düşündü.

Ardından gelişigüzel bir şekilde cevap verdi, “Ekselansları Tai Hua’nın Kumarbazın İni’nde çıkardığı sorunlar nedeniyle özür dilerim.”

Hua Cheng’in yüzünde yine o hafif küçümseyici sırıtış belirdi, “Nasıl yani? O kim ki sorun çıkarmış olsun?”

“Kırdığı şeyler…” diye başladı Xie Lian ancak Hua Cheng güldü. 

“Gege’nın hatırına onun borcunu siliyorum. Bir daha gözüme gözükmediği sürece istediği gibi dolaşabilir.”

Xie Lian şaşırmıştı, “Bölgende cennet yetkililerinin dolaşıp dolaşmaması umurunda değil mi?” Hua Cheng sahiden de bu denli kendinden emin miydi ki?

Hua Cheng gülümsedi. 

“Gege bunu bilmiyor olabilir ama üç diyar birden Hayalet Şehri yozlaşmanın cehennemi ve şeytanların toplandığı bir yer olarak tanımlasa da aslında herkes buraya alem yapmaya gelir. Pek çok cennet yetkilisi de hiç umursamıyormuş davranır veya burası hakkında kötü konuşur, ama genellikle kılık değiştirerek gelirler ve ağza alınmayacak işler yaparlar. Böylelerini çok gördüm yani. Eğer sorun çıkarmazlarsa ben de umursamam ama sorun çıkarmaları daha iyi olur, çünkü böylece onların kökünü buradan kazıyabilirim.”

“Ekselansları Tai Hua kasıtlı olarak sorun çıkarmaya çalışmıyordu. Ne tür bahislerin döndüğünü görünce durdurması gerektiğini hissetti ve kendisine hâkim olamadı,” diyerek açıkladı Xie Lian.

“Bu onun deneyimsizliği,” dedi Hua Cheng kayıtsızca, “İnsanların hepsi aynıdır; fazladan on yıl ömür kazanmakla düşmanlarının hayatını on yıl kısaltmak arasında seçim yapmaları istendiğinde, tereddüt etmeden ikincisini seçerler.” Daha sonra kollarını kavuşturdu, “Lang Qianqiu gibi bir aptalın bile yükselebilmesi… cennet sahiden de insanlıktan nasibini alamamış.”

“…”

Xie Lian alnını ovuşturdu, kendini biraz suçlu hissediyordu, Öyle söylemesen keşke. Ne de olsa, benim gibi biri… üç kez yükseldi…

Biraz tereddüt ettikten sonra Xie Lian tekrar söze girdi, “San Lang, bunları söyleyerek haddimi aşmış olabilirim, ama yine de söyleyeceğim. Kumarbazın İni inanılmaz derecede tehlikeli. Ya bir gün elinde patlarsa?”

İnsanların kızlarının, oğullarının ve kendi hayatları üzerine bahse girmeye izin veren, başkalarının ani ölüm dileklerini yerine getiren bir yer ― korkunç derecede günaha teşvik eden bir yerdi. Küçük karmaşalar şöyle dursun; eğer bir gün bu bahisler çığırından çıkarsa, cennet buna seyirci kalamazdı. Hua Cheng ona bir bakış attı. 

“Ekselansları, Lang Qianqiu’ya neden o kargaşaya atladığını sordun mu?”

Xie Lian biraz şaşırmıştı ve sorunun amacını pek anlamamıştı.

Hua Cheng devam etti, “Bahse girerim o yapmasaydı başka kimsenin yapmayacağını söylemiştir.”

Tam olarak nokta atışı yapmıştı ve görünüşe göre Lang Qianqiu’nun içini görüyordu.

“Sahiden de öyle söylemişti,” diyerek itiraf etti Xie Lian.

“O halde ben onun tam tersiyim,” dedi Hua Cheng, “Eğer ben böyle bir yeri yönetmezsem, bir başkası yönetir. O yüzden yöneten kişi olmayı tercih ederim.”

Xie Lian ne zaman geri adım atacağını biliyordu, başını salladı ve, “Anlıyorum,” dedi.

Görünüşe göre Hua Cheng duygusal biri olmasına rağmen kontrol ve güce Xie Lian’ın düşündüğünden daha fazla önem veriyordu.

Hua Cheng devam etti, “Yine de beni düşündüğün için teşekkür ederim Gege.”

Tam o sırada Xie Lian kapıdan bir ses duydu.

“Chengzhu, onu getirdim.”

Xie Lian hemen girişe baktı ve biraz önce gördüğü Hilal Yetkilisi’nin boncuklu perdenin arkasında eğildiğini gördü. Kollarıyla tuttuğu kişi, yırtık pırtık bandajlarla sarılmış çocuktan bir başkası değildi.

Hua Cheng başını bile çevirmedi, “Onu buraya getir.”

Böylece, Hilal Yetkilisi çocuğu içeri taşıdı ve nazikçe yere koydu. Xie Lian, gerçekten lanetli bir kelepçe olup olmadığını görmek için yetkilinin bileğine bakmadan edememişti ama çocuğu teslim ettikten sonra eğilip hızla ayağa kalkmıştı. Daha önemli meseleler olduğu için Xie Lian hızlıca çocuğu yatıştırmaya çalıştı.

“Korkma. Geçen sefer benim hatamdı; bir daha öyle bir şey yapmayacağım.”

Çocuğun gözleri korku ve şaşkınlıkla iri iri açılmıştı ama olduğu yerde kalmıştı ―belki kaçacak enerjisi kalmadığı için, belki de kaçamayacağını bildiği içindi. Xie Lian’a bir bakış attı, ardından gözleri siyah yeşim divanın üzerindeki küçük masaya kaydı. Xie Lian onun bakışlarını takip ettiğinde çocuğun küçük masadaki lezzetli meyve tabağına baktığını gördü.

Çocuk uzun zamandır saklanıyordu ve dolayısıyla yiyecek bir şey bulamamış olmalıydı. Xie Lian, Hua Cheng’e döndü ama o bir şey demeden Hua Cheng cevap verdi.

“Ne istersen yap, bana sormana gerek yok.”

Kibarlık yapılacak zaman değildi, bu yüzden Xie Lian teşekkür etti ve meyve tabağına uzanıp çocuğa verdi. Çocuk tabağı Xie Lian’dan kaptı ve ağzına meyve doldurmaya başladı.

Görünüşe göre gerçekten de açlıktan ölüyordu. Xie Lian en kötü halindeyken, bir sokak köpeği gibi aç kaldığında bile, hiç böylesine bir iştahla yemek yememişti. 

Nazikçe, “Yavaş ye,” diye azarladı ve bir duraklamanın ardından, “Adın ne?” diye sordu.

Çocuk yemek yerken mırıldanıyordu, sanki bir şey söylemek istiyor gibiydi ama net bir şekilde konuşamıyordu.

Hua Cheng, “Uzun yıllardır konuşmamış olduğundan nasıl konuşacağını unutmuş olabilir,” diyerek fikrini belirtti.

Hakikaten de çocuk pek konuşkan birine benzemiyordu, Xiao Ying’le bile muhtemelen çok konuşmamıştı ve uzun zamandır da böyleydi. Xie Lian iç çekti. 

“Ağırdan alırız o zaman.”

O zamana kadar tabaktaki tüm meyveler bir kasırga gibi yutulmuştu. Xie Lian sargılarının kurumuş kanla ve bazı yeni ıslak kan lekelerle kaplı olduğunu görünce, bir an düşündükten sonra nazik bir teklifte bulundu.

“Yüzün ciddi şekilde yaralanmış gibi görünüyor. Müsaade et bir göz atayım.”

Sargılarını açmaktan söz edildiğinde, çocuğun gözleri hemen korkuyla doldu. Ancak, Xie Lian’ın yorulmak bilmez yatıştırma ve cesaretlendirmelerinden sonra, bir kez daha itaatkâr bir şekilde oturdu. Xie Lian, kol yeninden bir şişe iyileştirici toz çıkardı ve başının etrafındaki dağınık sargıyı yavaşça çözdü.

Tahmin ettiği gibi çocuğun yüzü mahvolmuş olsa da, tüm korkunç insan yüzleri gitmiş, yerini kırmızı yara izlerinden oluşan büyük lekeler almıştı.

Yujun Dağı’nda en son karşılaştıklarında yüzünde yanıklar vardı ama bu kadar çok kan yoktu. 

Xie Lian başını iki yana salladı ve yavaş hareketlerle rastgele sarılmış sargıları açmaya başladı. Bu çocuk o zamandan beri insan yüzlerini bıçakla kesmeye çalışmış ve izler bu yüzden oluşmuş olmalıydı.

Xie Lian’ın elleri ilacı sürerken hafifçe titredi. Hua Cheng bileğini tuttu ve, “Bırak ben yapayım,” dedi.

Xie Lian başını salladı ve nazikçe elini kurtardı, ardından alçak bir sesle, “Olmaz. Bunu benim yapmam gerek,” dedi.

Sekiz yüz yıl önce Xianle Krallığı’nda bu hastalığa yakalanan birçok kişi başka seçenekleri kalmadığını fark etmiş ve kendini bu şekilde yaralamıştı. Adeta yeryüzündeyken cehennemi yaşamışlardı. Bazıları yüzlerindeki kesilmemesi gereken yerleri yanlışlıkla kesmiş ve kan kaybından ölmüştü. Kimileri ise başarıyla tüm küçük insan yüzlerini çıkartabildikleri halde o yaralar asla iyileşmemişti.

Xie Lian, çocuğun kafasına yeni bandajlar sararken, yüz hatlarının aslında oldukça düzgün olduğunu fark etti; burnu düz ve zarif, gözleriyse siyah ve berraktı. Aslında yakışıklı bir genç adam olabilirdi ama şu anda oldukça ürkütücü bir görünüme sahipti. Kendisinden önceki pek çok kişi gibiydi; o çarpık insan yüzlerini kesip atsa bile yüzü sonsuza dek bir kâbus olarak kalacak, bir daha asla iyileşemeyecekti.

Xie Lian yeni bandajları sarmayı bitirdikten sonra titreyen bir sesle, “Sen… Xianle’den misin?” diye sordu.

Çocuk dönerek iri gözleriyle ona baktı. Xie Lian sorusunu tekrarladı ama çocuk sadece başını salladı.

Ardından Xie Lian, “O zaman tam olarak nerelisin?” diye sordu.

Çocuk güçlükle cevap verdi, “…Yong’an!”

İnsan Yüzü Hastalığı yalnızca Xianle Krallığı içinde patlak vermişti, ancak bu çocuk Yong’an Krallığı’ndandı!

Xie Lian gözlerinin karardığını hissediyordu ve aniden, “Daha önce hiç… Beyazlara Bürünmüş Musibet’le karşılaştın mı?” diye soruverdi.

Beyazlara Bürünmüş Musibet. Salgının kaynağı. Talihsizliğin sembolü.

Çiçeği Gözeten Kan Yağmuru doğmadan önce, tanrıların kâbusuydu. Jun Wu onu bizzat yok etmeseydi bu kâbus muhtemelen bugüne kadar süregelecekti.

Bu Yüce her zaman kar beyazı cenaze kıyafetleri giyiyordu, geniş kol yenleri rüzgârda dalgalanıyordu ve yüzünde ağlayan-gülen bir maske oluyordu. Maskeye böyle denmesinin sebebi bir yarısının gülümsemesi diğer yarısının ise ağlamasıydı ― yarısı neşeli, yarısı üzgündü. Eğer bu kişi bir yerde görülürse, o yerin yakında harap olmaya mahkûm olacağı ve ülkenin kaosa sürükleneceği rivayet edilirdi.

Xie Lian, krallığının düşüşünden önceki son savaşta, Xianle’nin imparatorluk başkentinin yüksek surlarının üzerinde duruyordu. Yüzü kir ve gözyaşlarıyla kaplı, kendini kaybetmiş ve sersemlemiş bir halde krallığını izliyordu. Bulanık görüşünde, şehir surlarının hemen dışındaki cesetlerin yığıldığı alanda beyaz bir silüet duruyordu, devasa beyaz kol yenleri dalgalanıyordu ve figürü oldukça barizdi. Xie Lian ona bakmak için başını eğdiğinde beyaz hayalet Xie Lian’a bakmak için başını kaldırmış ve hatta doğrudan ona el sallamıştı.

O ağlayan-gülen maske, Xie Lian’ın yüzlerce yıl sonra bile kurtulamadığı bir kâbustu.

 


ÇN: Daha önce Hua Cheng’in evinin adına Saadet Malikanesi yazmıştım, ancak genelev yanlış anlaşılmasını yansıtması açısından malikane yerine köşk yazmanın daha doğru olduğunu fark ettim. İngilizce lisanslı çeviride Paradise Manar yazıyor ancak doğrudan çeviri yaparsak “cennet malikanesi” oluyor ve anlamı pek karşılamıyor. Orijinal diline, Çinceye baktığımda ise “极乐” = Saadet, “坊” = Malikane olarak çevriliyor. 极 (jí): “En üst, zirve, aşırı” 乐 (lè): “Mutluluk, neşe, zevk” anlamlarına geliyor.

“极乐世界” (Jí Lè Shì Jiè), Budizm’de “Saf Toprak” (净土, Pure Land) olarak bilinen, acı ve arzuların olmadığı bir “cennet” kavramıdır. Burada “极乐”, ebedi huzur ve kusursuz mutluluk anlamında kullanılır. Dolayısıyla kelimenin türkçedeki tam karşılığı “Saadet” kelimesi olmalıdır. “Saadet Köşkü”, hem evin masumiyetini (gerçek anlam) hem de insanların önyargılarını (yanlış çağrışım) dengelemektedir. İçinde cinsel haz barındıran zevk kelimesinin Çince karşılığı 快感 kelimesidir. Yani farklı kelimelerdir.

5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x