İçeriğe geç
Home » Tian Guan Ci Fu 6. Bölüm: Düğünü Hayalet Hazırlıyor, Düğün Arabasına Veliaht Prens Biniyor

Tian Guan Ci Fu 6. Bölüm: Düğünü Hayalet Hazırlıyor, Düğün Arabasına Veliaht Prens Biniyor

Arabayı taşıyanlardan biri dikkat etmiyordu ve bir kola basıverdi. Düşünmeden çığlığı bastı ve bütün düğün alayı anında kaosa kapıldı. Birden bağırarak parlak kılıçlarını savuran bir grup insan ortaya çıktı.

“NELER OLUYOR?? GELDİ Mİ??”

Sokakları büyük bir kargaşa sarmıştı. Xie Lian yakından bakınca kafası kesilmiş bedenin gerçek bir insan değil, tahta bir kukla olduğunu gördü.

“Çok çirkin!” diyerek yorumda bulundu Fu Yao.

Tam o sırada çaycı bakır bir çaydanlıkla masalarına yanaşmıştı. Xie Lian adamın bir önceki gün sergilediği tavırları hatırladı ve sordu, “Bayım, dün davullar eşliğinde gezen bir grup insan gördüm, bugün ne yapıyorlar?”

“Belalarını arıyorlar,” diye cevapladı çaycı.

“Hahaha…”  diyerek güldü Xie Lian, pek de şaşırmamıştı, “Hayalet Damat’ı kandırıp yakalamaya mı çalışıyorlar?”

“Sen ne sanıyordun?” diye cevapladı çaycı, “Kayıp gelinlerden birinin babası, kızını bulup Hayalet Damat’ı yakalayana büyük miktarda para teklif ediyor, bu yüzden her gün durmadan tozu dumana katıyorlar.”

Fu Yao iğrenmiş bir ifadeyle araya girdi, “Hayalet Damat olsaydım o iğrenç şeyi bana gönderdikleri için bütün kasabayı yok ederdim.”

“Fu Yao, bir ölümsüze yakışacak şekilde konuşmuyorsun,” dedi Xie Lian, “Ayrıca, şu göz devirme huyundan vazgeçer misin? Neden kendin için küçük bir hedef belirleyip günde beş defa falan devirmeyi denemiyorsun?”

“Elli defa devirmeyi bile hedeflese başaramaz!” dedi Nan Feng.

Tam o sırada, kalabalıktan bir delikanlı fırladı; cesur ve enerjikti, görünüşe göre liderleri oydu. Kolunu kaldırdı ve seslendi, “BENİ DİNLEYİN, BENİ DİNLEYİN! Bu şekilde devam etmek bir işe yaramaz! Son birkaç günde bu yolculuğu kaç kere tekrarladık? Hayalet Damat hiç kendini gösterdi mi??”

İri yarı bir grup adam onun dediklerine katıldı ve homurdandı, bunun üzerine delikanlı devam etti, “Bence, bu işe çoktan giriştiğimize göre devam edip rotamızı Yujun Dağına çevirmeliyiz. Dağı arayıp o çirkin ucubeyi çıkaracağız ve öldüreceğiz! Ben yolu göstereceğim! İyi, cesur adamlar beni takip edebilir, çirkin ucubeyi öldürüp ödülü de aramızda paylaşırız!”

Başta sadece az ve dağınık sayıda adam onun çağrısını yanıtlamıştı, fakat sesler giderek çoğalmaya başladı. En sonunda herkes onaylar bir şekilde gürlüyordu, ve gerçekten de güçlü sesleri vardı.

Xie Lian meraklanmıştı, “Çirkin Ucube? Bayım, bahsettikleri çirkin ucube neyin nesi oluyor?”

Çaycı yanıtladı, “Söylentilere göre Hayalet Damat, Yujun Dağında yaşayan çirkin bir yaratıkmış, ve o kadar çirkinmiş ki hayatı boyunca hiçbir kadın onu sevmemiş. Bu nedenle derin bir nefrete boğulmuş ve başka insanların mutluluklarını mahvetmek amacıyla gelinlerini çalmaya başlamış.”

Ling Wen Sarayı’ndan gelen parşömen bundan bahsetmiyordu. Xie Lian merak ediyordu, “Bu gerçek mi? Bir varsayımdan ibaret değil mi?”

“Kim bilir,” dedi Çaycı, “Çok sayıda kişinin onu gördüğü söyleniyor; bütün suratı sargılarla kaplıymış ve vahşi bakan gözleri varmış. Konuşamıyor ve sadece bir kurt gibi hırlamayı biliyormuş. Garip söylentiler dolanıyor.”

Tam o sırada, sokaktan genç bir kızın sesi geldi, “Onu… Onu dinlemeyin, gitmeyin, Yujun Dağı çok tehlikeli bir yer…”

Sokağın bir köşesine gizlenmiş konuşan kişi Xiao Ying’di; dün gece Nan Yang Tapınağı’nda dua eden kız.

Xie Lian, kızın suratına bakınca kendi suratının acıdığını hissetti ve istemsizce yüzünü ovdu.

Delikanlının ifadesi onu görünce acımasız bir hale büründü ve kızı ittirdi. “Küçük bir kız nasıl oluyor da büyükler konuşurken araya girip sözümüzü kesebiliyor?”

Xiao Ying itilince hafifçe sindi, fakat cesaretini toplayıp kısık bir sesle konuşmaya devam etti, “Onu dinlemeyin. Sahte bir gelin alayı düzenleyerek veya dağı aramaya kalkışarak çok tehlikeli bir şey yapmıyor musunuz? Ölmek mi istiyorsunuz?”

“Büyük bir şeymiş gibi konuşmayı kes,” delikanlı azarladı. “Bizler hayatlarımızı ortaya koyup kötülüğü ortadan kaldıracağız, ya sen? Cimrilik edip bencil bir şekilde sahte gelin olmayı ve arabaya binmeyi reddettin, burada bulunan sakinlerin yarısı kadar cesaretin yok, bir de gelmiş bizi engellemeye mi çalışıyorsun? Ne işler çeviriyorsun?”

Her kelimesiyle kızı öyle sert ittiriyordu ki dükkandaki herkesin kaşları çatılmıştı. Xie Lian, bakışlarını eğip kolundaki sargıları açmaya başlarken çaycıyı dinlemeye devam etti.

“Şu küçük çete lideri, öncesinde kızı sahte gelini oynaması için güzel sözlerle ikna etmeye çalıştı. Fakat kız kabul etmedi, şimdi de bütün tavrı değişti.”

Sokaktaki birkaç yapılı adam delikanlıya katılıp bağırmaya başladı, “Ortada öylece durup yolumuzu kesme, kenara çekil!”

Xiao Ying’in yavan yüzü, olanları görünce kıpkırmızı kesilmişti ve gözlerinde yaşlar birikmeye başladı. “Böyle… böyle konuşmak zorunda mısınız?”

Delikanlı devam etti, “Yalan mı? Sana sahte gelin olmanı söyledim, sen de reddetmedin mi?”

Xiao Ying yanıtladı, “Cesaret edemedim, ama… ama elbisemi yırtmana gerek yoktu…”

Kız bu sözleri sarf ettiği an delikanlı sanki acıyan yerine bir tekme atılmış gibi yerinde zıpladı. Parmağıyla kızı gösterip bağırmaya başladı, “Seni çirkin ucube, iftira atıp durmayı kes! Ben? Elbiseni yırtmışım? Salak olduğumu mu sanıyorsun? Diğer insanlar görsün diye kendin yırtmadığın ne malum? O çirkin suratınla elbisen yırtıkta olsa kimse dönüp sana bakmaz, bunu bana yıkmaya çalışma!”

Nan Feng daha fazla dinlemeye katlanamıyordu, elindeki çay bardağı tuzla buz oldu. Tam ayağa kalkacakken hemen yanından hızla beyaz bir siluet geçti. Aynı anda, büyüklük taslayan küçük çete lideri bağırdı ve poposunun üzerine düştü. Yüzünü tutarken parmaklarının arasından kanlar akıyordu.

Kalabalıktaki kimsenin delikanlı kendini yerde bulmadan önce neler olup bittiğini anlayacak vakti olmamıştı. Başta çılgına dönen Xiao Ying sanmışlardı. Fakat ondan tarafa baktıklarında, kız yerine ona kalkan olmuş beyazlar içinde bir efsuncu gördüler.

Xie Lian ellerini elbisesinin yenlerinde birleştirdi, arkaya bakmaya tenezzül bile etmemişti. Onunla aynı hizada olup göz göze bakmak için belini eğmişken mutlu bir şekilde Xiao Ying’e gülümsüyordu, “Genç bayan, birer çay içme şerefine erişmek adına sizi içeri davet edebilir miyim merak ediyordum.”

Küçük çete lideri, ağzı ve burnundan gelen dayanılmaz bir acı hissediyordu ve suratı sanki yüzüne çelikten bir kırbaç yemiş gibi acıyla çarpılmıştı. Fakat bu kültivatör açıkça herhangi bir silah taşımıyordu, adamın ona nasıl vurduğunu ya da vurmak için ne kullandığını da göremiyordu.

Sürünerek kalkarken tökezledi ve kılıcını savururken bağırmaya başladı, “BU ADAM KARA BÜYÜ KULLANDI!”

Arkasında duran yapılı adamlar da “kara büyü” lafını duyar duymaz kılıçlarını çekti. Fakat beklenmedik bir anda, Nan Feng elinin tersiyle bir sütuna vurdu ve BAM! Sütun çatırdayarak parçalandı.

Böylesine ilahi bir güce şahit olduktan sonra adamların suratındaki bütün kan anında çekildi ve küçük çete liderinin kalbini korku sardı. Fakat yine de inadı bırakmadı ve kaçarken onlara bağırmaya devam etti.

“Bugün yenilgiyi kabul ediyorum. Siz görkemli kimseler nereden geldiniz? İsimlerinizi verin, bir gün yeniden görüşeceğiz.”

Nan Feng ona cevap verme zahmetine bile girmedi, fakat hemen yanında duran Fu Yao yanıtladı, “Sorun değil, sorun değil, bu kişi Ju Yang Tapına-“

Nan Feng elini yeniden savurup ona vurdu ve ikili tekrardan kavga etmeye başladı. Xie Lian, genç kızla biraz oturup ona meyve çayı veya başka bir şey söylemeyi düşünmüştü fakat kız gözyaşlarını silerken tek başına oradan uzaklaştı. Onun gidişini izleyen Xie Lian bir iç çekti ve tek başına içeri girdi.

Girdiği an çaycı onu karşıladı, “Sütun için ödeme yapmayı unutmayın.”

Bu yüzden Xie Lian oturduğunda Nan Feng’e döndü, “Sütun için ödeme yapmayı unutma.”

Nan Feng bir şey diyemedi.

“Fakat öncelikle işimize odaklanalım,” dedi Xie Lian, “Kim bana biraz ruhani güç ödünç verebilir? İletişim rününe girip bir şeye bakmam gerek.”

Nan Feng elini kaldırdı ve avuçları sıradan bir anlaşma yapıyorlarmış gibi birbirine değdi. Böylelikle Xie Lian yeniden iletişim rününe girmeyi başardı.

Girer girmez Ling Wen’in sesini duydu, “Ekselansları sonunda biraz ruhani güç ödünç alabildi mi? Kuzeyde her şey yolunda mı? Gönüllü gelen iki savaş tanrısının yardımı dokundu mu?”

Xie Lian başını kaldırdı ve Nan Feng’in az önce parçaladığı sütuna bir bakış attı. Daha sonra gözleri kapalı bir şekilde oturan Fu Yao’nun soğuk ve mesafeli suratına baktı.

Ardından yanıtladı, “İki savaş tanrısının da kendine özgü fikirleri ve kullanmaya değer yetenekleri var.”

Ling Wen kıkırdadı. “O halde General Nan Yang ve General Xuan Zhen’i tebrik etmeliyiz. Ekselanslarının sözlerinden yola çıkacak olursak bu iki savaş tanrısının gelecekleri parlak olmalı, ve yakında rütbe bile atlayabilirler.”

Mu Qing’in soğuk sesinin aradan yükselmesi uzun sürmedi, “Bana bu küçük gezintisinden bahsetmedi bile, unutun gitsin. Hiçbir şeyden haberim yoktu.”

Gerçekten de bütün gün iletişim rününü gözetliyorsun… diye düşündü Xie Lian.

“Ekselansları,” dedi Ling Wen, “Nereye yerleştiniz? Kuzey General Pei tarafından yönetiliyor, oldukça fazla tapınağı bulunur. Eğer Ekselanslarının bir şeye ihtiyacı olursa Ming Guang Tapınaklarından birinde geçici olarak konaklayabilir.”

“Sorun değil,” dedi Xie Lian. “Yakınlarda hiç Ming Guang Tapınağı bulamadık, bu yüzden bir Nan Yang Tapınağına yerleştik. Ling Wen, kısa bir sorum olacaktı, Hayalet Damat hakkında… Elinde başka bilgiler var mı?”

“Evet,” diye yanıtladı Ling Wen. “Sarayım ne seviyede olduğunu belirlendi. Bir Vahşet.”

Bir Vahşet!

Ölümlüler diyarında kargaşa yaratan canavarlar, iblisler ve hayaletler, Ling Wen Sarayınca kabiliyetlerine göre seviyelere ayrılmıştı. Seviyeler şu sırayla gidiyordu: Kin, Tehdit, Vahşet ve Yüce.

“Kin” bir kişiyi öldürebilirdi, “Tehdit” bir sekti yok edebilirdi, “Vahşet” bütün bir şehri katledebilirdi. En korkunçları olan “Yüce” ise krallıklar ve insanlarını yok etmek, dünyaya kaos getirmek için doğmuşlardı.

Yujun Dağı’na gizlenmiş Hayalet Damat bir Vahşet’ti, Yüce’den yalnızca bir seviye aşağıdaydı. Bu onunla karşılaşmış birinin oradan zarar görmeden ayrılamayacağı anlamına geliyordu.

Bu yüzden Nan Feng, Xie Lian iletişim rününden çıkıp ikiliyi bilgilendirdikten sonra belirtti, “‘Çirkin sargılı adam’ da neyin nesi, bütün bunlar basit bir söylentiden ibaret olmalı. Ya da başka bir şey görmüşlerdir.”

“Başka bir olasılık daha var,” dedi Xie Lian. “Mesela, belki de bu Hayalet Damat, bazı belli başlı durumlarda insanlara zarar vermiyor, veya daha doğrusu veremiyordur.”

Fu Yao onaylamaz bir ifadeyle söylendi, “Ling Wen Sarayı son derece yetersiz, hangi seviyede olduğunu bulmaları bile bu kadar uzun sürmüşken dedikleri ne işimize yarar!”

“En azından düşmanın ne kadar güçlü olduğunu öğrenmiş olduk,” dedi Xie Lian, “Fakat bir Vahşet olduğundan bu Hayalet Damat oldukça güçlü olmalı, sahte bir kukla onu kandıramazdı. Onu yakalamak istiyorsak düğün alayına kuklalar koyup koruyucu bariyerler kuramayız, ayrıca yanımızda silah da götüremeyiz. Ve en önemlisi, gelin canlı biri olmalı.”

“O halde yem olarak kullanabileceğimiz bir kadın buluruz.” dedi Fu Yao.

Fakat Nan Feng onu reddetti. “Hayır.”

“Neden olmasın?” dedi Fu Yao, “Gönüllü mü olmazlar? Biz de bir miktar para teklif ederiz, o zaman kabul ederler.”

“Fu Yao, bunu yapmaya gönüllü olacak bir kadın bulsak da bu yolu denememiz en iyisi,” dedi Xie Lian. “Hayalet Damat bir Vahşet. Bir aksilik çıkması durumunda bize bir şey olmaz fakat gelin kaçırılırsa, savunmasız bir kadının gücü savaşmaya veya kaçmaya yetmeyecektir, sonu kaçınılmaz ölüm olacaktır.”

“Eğer kadın kullanamıyorsak, o halde tek çaremiz bir erkek kullanmak,” dedi Fu Yao.

Nan Feng söze girdi, “Buna gönüllü bir erkeği nasıl bulmayı…”

Sesi azalarak yok oldu. İkili aynı anda dönüp Xie Lian’a baktı.

Xie Lian orada oturmuş her şeyden habersiz gülümsüyordu. Kafasında soru işaretleri belirdi.

Gece vakti, Nan Yang Tapınağı.

Xie Lian tapınağın arkasında bir yerlerden çıktı, salık saçları omuzlarından dökülüyordu. Tapınağın kapısını gözetleyen ikili onu görür görmez irkilirken Nan Feng birden küfretti. “SİKTİR!!!” Ve anında dışarı fırladı.

Xie Lian bir an ne diyeceğini bilemeyip duraksadı, “Bu sahiden gerekli miydi?”

Neresinden bakılırsa bakılsın, herkes onun nazik bakışlara sahip yakışıklı bir erkek olduğunu anlayabilirdi. Ve bu son derece yakışıklı erkeğin kadın elbiseleri giymiş olması da tam olarak neden birinin ona bakmaya dayanamadığının göstergesiydi. Nan Feng’in böylesine aşırı bir tepki vermesinin sebebi de buydu.

Xie Lian, Fu Yao’nun öylece dikilip onu karmaşık bir ifadeyle baştan aşağı süzdüğünü gördü. Bunun üzerine sordu, “Söylemek istediğin bir şey mi var?”

Fu Yao başını salladı, “Hayalet Damat olsaydım ve biri bana böyle bir kadın gönderseydi…”

“Bütün kasabayı yok ederdin, değil mi?” diyerek onun yerine cümlesini tamamladı Xie Lian.

Fu Yao buz gibi bir sesle devam etti, “Hayır, kadını öldürürdüm.”

Xie Lian gülümsedi, “O zaman neyse ki bir kadın değilim.”

“Düşünüyordum da, neden iletişim rününe girip birinden sana biçim değiştirme büyüsü öğretmesini istemiyorsun? Daha gerçekçi olur,” dedi Fu Yao.

Bazı özel ihtiyaçlardan dolayı biçim değiştirme büyüsü bilen tanrılar sahiden vardı. Fakat şu an bunu öğrenmek için muhtemelen fazla geçti. Diğer yandan Nan Feng, suratında ekşi bir ifadeyle geri döndü. Küfrettikten sonra biraz daha sakinleşmişti; bu huyu hizmet ettiği generalle neredeyse birebir aynıydı.

Xie Lian saatin giderek geç olduğunu fark etti ve aceleyle konuştu, “Her neyse, yüzüm duvakla örtülünce hiçbir anlamı kalmayacak zaten.”

Yüzünü örtmek için elini kaldırmıştı ki Fu Yao uzanıp onu durdurdu.

“Bekle biraz, Hayalet Damat insanlara zarar veriyor mu bilmiyorsun, ya duvağı kaldırıp seni gördüğünde kandırılmış hisseder ve başımıza iş açarsa?”

Xie Lian dediklerini mantıklı bulmuştu ki adımını atar atmaz bir yırtılma sesi duydu.

Fu Yao’nun aldığı kırmızı düğün elbisesi ona sahiden de olmamıştı.

Bir kadının vücut formu çok daha narin olurdu. Elbise üstünde şaşırtıcı bir şekilde iyi durmasına rağmen, kollarını kaldırmasına ve bacaklarını hareket ettirmesine engel olmuştu. Ani bir hareketiyle de elbise birden yırtılmıştı. Tam nereden yırtıldığını bulmak için elbisenin her yerine bakınıyordu ki tapınağın girişinden bir ses geldi.

“Özür dilerim, bir şey sorabilir miyim…”

Üçü birden sesin geldiği yöne döndü ve elinde düzgünce katlanmış beyaz bir cübbeyle tapınağın girişinde dikilen Xiao Ying’i gördüler. Kaygıyla onları izliyordu.

“Sizi ilk burada gördüğümü anımsadım, bu yüzden tekrardan burada olacağınızı umuyordum…” dedi Xiao Ying. “Elbiselerinizi yıkadım, buraya bırakıyorum. Dün ve bugün için çok teşekkür ederim.”

Xie Lian cevap olarak ona gülümsemek istemişti fakat birden o an nasıl göründüğünü hatırladı ve ağzını açıp onu korkutmamanın en iyisi olacağını düşündü.

Fakat beklenmedik şekilde, Xiao Ying ona doğru bir adım attı, açıkça ondan korkmamıştı, “Sen… İsterseniz sana yardımcı olabilirim?”

“Hayır, genç bayan, yanlış anlamayın, bu tür hobilerim yok,” diye açıklamaya çalıştı Xie Lian.

Xiao Ying hızlıca yanıtladı, “Biliyorum, biliyorum. Demeye çalıştığım şey dilerseniz size yardım edebilirim. Siz… siz Hayalet Damat’ı yakalamak istiyorsunuz, değil mi?”

Sesi ve ifadesi az da olsa canlanmıştı, “Ben, ben dikiş dikmeyi biliyorum, yanımda her zaman iğne ve iplik taşırım, olmayan yerleri düzeltmede yardımcı olabilirim, makyajınızı bile yaparım, size yardım etmeme izin verin!”

Bir sessizlik oldu.

Başı eğik Xie Lian, yeniden tapınağın arkasından çıktığında yaklaşık iki tütsü süresi geçmişti. Bu sefer, gelin duvağı yüzünü çoktan örtmüştü. Nan Feng ve Fu Yao nasıl durduğuna bir göz atmak istemişlerdi, fakat daha sonra gözlerine acı çektirmemenin daha iyi bir fikir olduğuna karar verdiler. Çağırdıkları araba çoktandır tapınağın girişinde bekliyordu, ve dikkatle seçilmiş araba taşıyıcıları da uzun süredir oradaydı.

Ayın bulutlar ardında gizlendiği ve soğuk rüzgarların estiği bir geceydi, ve yepyeni bir düğün elbisesiyle kuşanmış Veliaht Prens, kırmızı düğün arabasına bindi.


 

5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x