Wuya, karanlıktan gün ışığına kadar rüzgar ve kar katmanları arasında yorulmadan koşmaya devam etti. Fan Wu She’nin yarası açılmasaydı böyle at üstünde ilerleyebilirlerdi.
Rüzgardan ve kardan saklanabilecekleri bir mağara buldular ve kendilerini soğuktan korumak için kurumuş dalları kullanarak ateş yaktılar. Bedenleri neredeyse donmak üzereydi, bu yüzden ateşi yakınca donan uzuvları karıncalanmaya başladı.
Ateşin ışığını kullanan Xie Bi An, Fan Wu She’nin yaralarını tedavi etti. Yarası kan içindeydi ama beklediği kadar kötü değildi. Kendisini iyileştirme yeteneği gerçekten de şaşırtıcıydı.
“Artık hızlı şekilde gidemeyiz,” dedi Xie Bi An uyarıcı bir tonla, “Ben de Tai Dağı’na mümkün olan en kısa sürede gitmek istiyorum ama yaralarına dikkat etmemiz daha önemli.”
Fan Wu She gülümsedi, “Pekala.”
Xie Bi An, mağaranın dışında hareketsiz duran Wuya’ya baktı. Beyaz gökyüzünde duran yoğun, siyah mürekkebe benziyordu. Kaşlarını çattı ve dedi ki, “Wuqiongbi’yi çıkardım ama Wuya yine de bana itaat etmedi. Neden sana itaat ediyor?”
Fan Wu She esnedi, “Belki de ilk gelen alır meselesidir? Bilmiyorum. Bizi Tai Dağı’na her halükarda götürecek. Shixiong, neden bu kadar kafana takıyorsun ki?”
Xie Bi An hala içten içe mırıldanıyordu ve neler olduğunu anlayamıyordu, “Bir gün Yüce İblis’in bineğine binebileceğimi hiç düşünmemiştim, üstelik bu Wuya.” Efsanelerde ve tarih kitaplarında var olan Wuya’ya şimdi onlar tarafından biniliyor olması inanılmaz derecede gizemliydi.
Fan Wu She Wuya’ya baktı, “Efendisi için açlıktan öldü ve Wujiang’da kalarak ona eşlik etti. Cesur bir at.”
“Ama Zong Zi Xiao kötülük yapmak için onu geri çağırdı,” dedi Xie Bi An hor görerek, “Kendi bencil sebeplerinden dolayı, yaşayanların ve ölülerin huzur bulmasına izin vermedi.”
Fan Wu She hafifçe gözlerini kıstı, sesi boğuktu, “Haklısın. Zong Zi Xiao, Zong Klanı’nın prensiyken varlıklı bir hayata sahipti. Ölümsüzlüğe giden yolda emin adımlarla ilerliyordu, onu iblis olmaya kim itti?”
Xie Bi An bir süre sessiz kaldıktan sonra cevapladı, “Babasının kininden dolayı suçlanamayacağı doğru, ama dürüst bir kalbe sahip olmayı da başaramadı.”
Fan Wu She farkında olmadan sesini yükseltti, “Dürüst kalp, dürüst bir kalp ne ki?”
Xie Bi An, doğrudan Fan Wu She’nin gözlerinin içine baktı, “İyilik yapan bir kalp.”
“İyilik yapan bir kalp mi?”
Karşısındaki yüzün ona bakıp “iyilik”ten bahsetmesi, Fan Wu She’nin neredeyse kahkahalara boğulmasına neden olacaktı. Zong Zi Heng’in kaderini yaşamasa bile, ikiyüzlü olan sahte iyiliğine hala sahip olduğunu düşünüyordu.
“Ne, iyiliği bile mi sorguluyorsun?” dedi Xie Bi An, kaşları hafifçe çatılmıştı, “Wu She, bazen seni gerçekten de anlayamıyorum.” Fan Wu She’nin açıklamasına rağmen, onun Zong Zi Xiao’ya içten içe taptığına ve sürekli savunma gereği duyduğuna dair içinde bir şüphe vardı.
Fan Wu She mırıldandı, “İyiliği sorgulamıyorum, sadece merak ediyorum.”
“Çok uzun bir gündü, hadi uyuyalım,” dedi Xie Bi An sırtını dönüp yattı, battaniyeyi etrafına sıkıca sardı ve bir daha konuşmadı.
“Shixiong yine bana kızgın mı?” diye sordu Fan Wu She sessizce.
“……uyu.”
Fan Wu She yavaşça Xie Bi An’ın yanına uzandı, omuzları onun sırtına değiyordu.
Xie Bi An, gecenin sessizliğinde ateşin dansını izlerken ve sesini dinlerken artık uyuma vaktinin geldiğini biliyordu ama zihni kargaşa içindeydi. Her şey aklında dönüyormuş gibiydi ama yine de sanki zihni bomboştu.
Belki de bedeni rahatlamıştı. Önündeki ateş usul usul yanıyordu, arkasında da doğal bir ısıtıcı vardı. Sıcaklık artık dayanılmaz seviyeye gelmişti.
Xie Bi An derin bir nefes aldı, gözlerini kapadı ve kendini uyumaya zorladı.
“Shixiong uykuya dalamıyor mu?” diye sordu Fan Wu She yumuşak bir tonla.
Xie Bi An onu duymazdan geldi.
Fan Wu She yaramaz bir şekilde gülümsedi, “Yoksa beni düşündüğün için mi?”
“Kapa çeneni ve uyu.”
Arkasında hiçbir hareket yoktu.
Xie Bi An tam gevşemişti ki Fan Wu She birden onu arkadan kucakladı.
Xie Bi An hazırlıksız yakalanmıştı. Şaşırdı, “Ne yapıyorsun?” diye sordu.
Fan Wu She, tam da kulağının yanında hafifçe güldü, “Shixiong’un beni düşünmesini ve beni hayal etmesini istiyorum.”
“Kendine çok güveniyorsun,” dedi Xie Bi An, onu itmeye çalıştı ama bir elin battaniyesini kaldırdığını hissetti; sonra o el, tereddüt etmeden erkekliğini tuttu.
Xie Bi An’ın gözleri fal taşı gibi açıldı ama bedenini hareket ettirmeye cesaret edemiyordu.
Fan Wu She usta bir şekilde sertleşmesini sağladı. Xie Bi An kışlık kıyafet giyiyor olmasına rağmen bu denli bir uyarılmaya karşı direnemiyordu ve bedeni tepeden tırnağa kıpkırmızı kesilmişti.
“B-Bırak beni,” dedi Xie Bi An ve zayıf bir şekilde mücadele etti. Bir adamın erkekliğinin başka bir erkeğin elinde olması, silahlarını yere bırakıp o kişiye teslim olmakla aynı şeydi.
“İyi hissediyor musun?” dedi Fan Wu She ve Xie Bi An’ın minik kulak memesini emdi, “Shixiong zevk alıyor, değil mi?”
Xie Bi An utanmıştı ve endişeliydi ama direnmeye cesaret edemiyordu, “Hayır, ben…bırak beni.”
“Hoşuna gidiyor,” dedi Fan Wu She, onun kulak memesini ısırdı ve kıkırdadı, “Sadece isteksizmiş gibi görünüp rol yapmayı seviyorsun.”
“Seni utanmaz…mm!”
O el pantolonunun içine girdi ve doğrudan…
Xie Bi An’ın bedeni kıvrıldı ama yine de Fan Wu She’nin elinden kurtulamadı. Daha önce hiç böylesine bir heyecanı deneyimlememişti ve kendisini tamamen Fan Wu She’nin kontrolüne bırakmıştı.
Fan Wu She onun yüzünü kendisine çevirdi, dudaklarını hafifçe öptü ve sonrasında ısırdı. Becerikli dili tekrar ağzına girdi ve ona sataşmak için elinden geleni yaptı.
Önceki yaşamlarında bu adamı o kadar çok istiyordu ki, aklına gelen her yerde, her pozisyonda ona utanmaz şeyler yapmıştı. Arzusu da nefreti kadar şiddetliydi. Bu bedeni kendisininkinden bile daha iyi tanıyordu, bu yüzden en hassas noktalarına sataşmaya odaklanmıştı.
Xie Bi An, hamur gibi olmuş ve Fan Wu She’nin kollarına güçsüz bir şekilde düşmüştü ama hala çaresizce mücadele etmeye çalışıyordu. Adeta bir canavarın inindeki masum bir ceylana benziyordu; saçları dağılmış, yüzü kızarmış, dudakları öpüşmekten dolayı şişmişti ve ağzı hafifçe açılıp kapanıyordu. Korktukça ve kaçmaya çalıştıkça, karşısındaki kişinin onu daha fazla yiyip bitirmek istemesine neden oluyordu.
Fan Wu She o kadar tahrik olmuştu ki, gözleri kan çanağına dönmüştü. İçinde yükselen vahşi düşünceleri dizginlemek için tüm iradesini kullandı. İçindeki canavarın tasmasını güçlükle tutuyordu, tek yapabildiği şey Xie Bi An’ı zar zor nefes alıncaya kadar öpmekti.
Xie Bi An’ın aklı başından uçup gitmişti ve onun istediğini yapmasına izin veriyordu. Son yirmi yılda inşa ettiği özdenetimi yerle bir olmuştu. Tam Fan Wu She’nin daha fazla ileri gidemeyeceğini düşünüyordu ki, kalçasına sert bir şey dokundu ve Fan Wu She kıyafetlerinin üzerinden bacaklarına sürtünmeye başladı.
Xie Bi An’ın tek hissedebildiği, bedeninin alev almış olduğuydu.
Bu kafa karışıklığı ve heyecan yüzünden Xie Bi An, Shidi’sine utanç verici bir yönünü gösteriyordu. Ama bu en kötü şey olmaktan çok uzaktı; arkasındaki güçlü ve sert şey onu o kadar utandırmıştı ki ortadan kaybolmak için can atıyordu.
Fan Wu She duygularını kontrol etmek için sakinleşmeye çalıştı ve Xie Bi An’ı ters çevirip yüzüne baktı. Önceki güçlü, açgözlü tavrından tamamen farklı olarak, onun gerginliğini yatıştırmak için yüzünü nazikçe okşamaya başladı.
Xie Bi An’ın gözleri utanç ve öfkeden kıpkırmızıydı ama içgüdüsel olarak Fan Wu She’den çekiniyordu. Şu anda Shixiong gibi davranması imkansızdı.
Fan Wu She yumuşakça, “Zevk alıyor musun, Shixiong?” diye sordu.
Xie Bi An dişlerini gıcırdattı, “Bu edepsiz taktikleri sana kim öğretti?”
“Sadece kendimi tutamıyorum,” dedi Fan Wu She, dudaklarına küçük bir buse kondurduktan sonra kasıtlı olarak ıslak avuç içini battaniyeye sildi, “Bak, hoşuna gidiyor, değil mi?”
Xie Bi An’ın yüzü kızardı.
“Efsun eşim olarak, bu kadarı yeterli değil,” dedi Fan Wu She ve burnunun ucunu öptü, “Sana dokunmak ve öpmek yetmiyor. Seninle daha çok ‘edepsiz şey’ yapmak istiyorum.”
Xie Bi An dudaklarını büzdü. Fan Wu She’nin keskin bakışlarından durmaksızın kaçınmaya çalışıyordu.
“Shixiong istemiyor, değil mi? Ben Shixiong’u seviyorum ve onunla daha yakın olmak istiyorum. Eğer sen de beni seviyor olsaydın doğal olarak anlardın. Ne yazık ki beni sevmiyorsun.”
Fan Wu She konuşmayı bitirdikten sonra, gözlerinde biraz yalnızlık ve keder belirdi. Sanki şu anda tüm bu tuhaf şeyleri yapmamış gibiydi ve sadece almak istediği sevgiden mahrum kalan masum bir gençti.
Xie Bi An’ın adem elması yukarı aşağı yuvarlandı. Bir süre tereddüt ettikten sonra mırıldandı, “Seni…sevmiyor değilim.”
Fan Wu She’nin gözleri parladı.
Xie Bi An kendisini tutamayıp devam etti, “…Ben de ne yapmam gerektiğini bilmiyorum.”
“Aşkın” ne olduğunu ya da bir erkeğin efsun eşi olduğunda neler yapılacağını bilemiyordu. Üstelik biri Shixiong diğeri Shidi’ydi ve bununla nasıl başa çıkacağını da bilmiyordu.
“Neden bu kadar çok düşünüyorsun? Sadece içgüdülerini takip et,” dedi Fan Wu She ve Xie Bi An’ın burnunun ucuna dokundu, ses tonu büyüleyiciydi, “Ben Shixiong’u seviyorum ve Shixiong da beni seviyor. Hep birlikte olmamız ve ayrıca samimi şeyler yapmamız gerekiyor, değil mi?”
“…..”
“Shixiong’la yapmak istediğim çok daha samimi şeyler var.”
Xie Bi An fısıldadı, “Ama fazla cüretkar davranıyorsun.”
“Ne olmuş öyle davranıyorsam?”
“Seni ikna edemem. Sürekli konuyu saptırıyorsun.”
Fan Wu She gülümsedi ve Xie Bi An’a sıkıca sarıldı, “Shixiong, bana sarılabilir misin?”
Xie Bi An hareket etmedi, bu yüzden Fan Wu She onu elini tuttu ve kendisine sardı.
Xie Bi An çaresizce iç çekti ve onu kucakladı.
Otoriter ve dizginlenemeyen Shidi’si çekinmesine neden oluyordu ama kendisine sarılması için yalvarması da çok sevimliydi. Hangisi gerçek Fan Wu She’ydi? Bir insanın nasıl böyle birbirine zıt davranışları olabilirdi ki?
Orkidelerin sıcak ve zarif kokusuyla çevrili olan Fan Wu She, bedenindeki her hücrenin titrediğini hissediyordu. Küçükken Dage’sının kollarında uyumayı çok severdi, o yanında olduğu sürece mışıl mışıl uyurdu. Sarıldığı bu kucak, dünyanın en güvenli kalesiydi sanki; tüm savunmasını bir kenara bırakıp, korkusuzca kendisini bırakabilirdi.
Fan Wu She memnun bir şekilde iç çekti ve sımsıkı sarıldı.
Öyle güzel kokulu, öyle sıcaktı ki; sanki hayatında hiç soğukluk, hiç kötülük yokmuş gibi hissediyordu. Tam o anda zamanın durmasını ve bu rüyadan hiç uyanmamayı diliyordu.