İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 111. Bölüm

Wu Chang Jie 111. Bölüm

Beş Kutsal Dağ’dan en önemlisi olan Tai Dağı, geçmiş hanedanların imparatorlarının cennete saygılarını sundukları bir yerdi. Jiuzhou bölgesinde yeri doldurulamaz bir statüye sahipti, ancak milyonlarca yıldan beri burada mağaraların az olmasından ötürü hiçbir zaman orada bir sekt kurulmamıştı.

Fakat efsanelere göre Tai Dağı çok elverişli bir bölgeydi. Çok fazla mağarası bulunmamasına karşın derya deniz gibi tükenmez ruhani güç akışı vardı. Ama cennet ve dünya arasındaki kopukluktan sonra, Tai Dağı’nın Lordu olarak da bilinen Büyük İmparator Dongyue, Altın Kaplı Yeşim Kitap’ın vicdansız kişiler tarafından çalınmasını önlemek amacıyla Tai Dağı’nı kendi elleriyle mühürlemişti.

O zamandan beri, Tai Dağı’nı koruyan sektler olsa da yetenekli değillerdi. Bu nedenle Wuliang Sekti’nin ortaya çıkışıyla beraber Shu Dağı efsun dünyasındaki en tanınan dağ olmuştu.

Tai’an’a ulaşmak için bütün gece seyahat ettiklerinde, Lu Krallığı’ndeki en büyük şehrin artık çok ıssız olduğunu gördüler. Tüm evler, dükkanlar bomboş kalmıştı ve sokakta yalnızca birkaç kişi yürüyordu. Artık bahar gelmişti, iklimin ılık ve hoş olması gerekiyordu. Ama şehre girdikçe hava daha da soğuyordu, hatta yerde henüz erimemiş olan buz kütleleri bulunuyordu. Uzakta, bulutların içine doğru yükselen dağlar, parlak ve beyaz renkli bir karla kaplanmıştı.

“Qi Meng Sheng’in efsun seviyesi bu kadar ilerlemiş mi?” dedi Fan Wu She kaşlarını çatarak, “Buz kristallerinden güç almış olmalı.”

“Buz kristalinden gövdeyi henüz oluşturmamış olsa da çok güçlü. Eğer istediği şeyi yapmasına göz yumarsak, ileride onu durdurabilecek tek bir kişi bile kalmaz,” dedi Xie Bi An ve soğuk Tai’an Şehri’ne endişeyle baktı, “Yerel halk çok zarar gördü.”

“Hadi gidip önce Shizun’u bulalım,” dedi Fan Wu She, atının dizginlerini çekti ve ilerlemeye başladı.

Qi Meng Sheng ile Ölümsüz İttifak arasındaki çatışma Jiuzhou’ya yayılmıştı ve olayın aslını bilmeyenler her şeyin Xu Zhi Nan yüzünden olduğunu düşünüyorlardı, ama Tai Dağı’nda olanların nedenini kimse anlayamamıştı.

Tai Dağı’na yaklaştıkça etraf daha çok buzlaşıyordu ve onlara Kunlun’a dönmüş gibi hissettiriyordu.

Dağın eteklerindeki bir evde Ölümsüz İttifak’la karşılaştılar. Ev normalde bir çay eviydi ama Qi Meng Sheng geldikten sonra evin sahibi ailesiyle beraber kaçmıştı.

Kapıda Wuliang Sekti’nden bir efsuncu bekliyordu, ikisini görünce hemen tanıdı ve yüzüne garip bir ifade takındı. Adamın onları içeri almayacağını düşünüp bakıştılar.

Xie Bi An tam konuşmaya yeltenmişti ki, Fan Wu She atıyla birlikte içeri daldı: “Yoldan çekilin.”

Efsuncular geri çekildiler ve Xie Bi An da mecburen onu takip etti.

Zhong Kui onları görür görmez azarlamaya başladı, “Şerefsizler, buraya gelmenizi kim söyledi? Sizden Fenglin Kıtası’nda kalmanızı istememiş miydi?”

Xie Bi An üzgün bir ses tonuyla “Senin için endişelendim,” dedi.

Ondan hemen sonra Fan Wu She de söze girdi, “Shizun, Fenglin Kıtası’nda kalmak bizim için güvenli değildi. Yol boyunca iki kez takip edildik, bu nedenle gelip seni bulmak istedik.”

Zhong Kui ikisinin yolculuk yüzünden yorgun düştüklerini görünce kızamadı, “Sizi kim kovaladı?”

“Cangyu Sekti’nden biri ama onu yakalayamadık.”

“İçeri gelip anlatın.”

“Bekleyin!”

Umulmadık heybetli bir tonda, arkalarından bir ihtiyarın sesi duyuldu. Sinirli değildi ama yine de mizacıyla insanları etkisi altına alıyordu.

İkisi arkasına döndüğünde yanında adamlarıyla Li Bu Yu’nun geldiğini gördüler ve eğilerek ona saygılarını sundular.

Yakından bakınca, Li Bu Yu’nun gözbebekleri sanki ince bir sis tabakasıyla kaplanmış gibi biraz griydi ve bakışları sertti, “İblis tay Wuya’yı çaldığınızı bildiren bir mektup aldım.”

Fan Wu She itiraz etti, “Yolculuğa çıkabilmek için o kötü ruhu ödünç aldık, buna nasıl ‘çalmak’ denebilir ki?”

“Sormadan almak hırsızlıktır.”

Fan Wu She alaycı bir tonla yanıtladı, “Peki kime sormalıydık? Kral Chu’ya mı? Yüce İblis’e mi?”

Song Chun Gui hemen çıkıştı, “Yaşına bakmadan defalarca kez büyüklerine saygısızlık ettin. Çok terbiyesizsin!”

Zhong Kui, Fan Wu She’nin kafasının arkasına vurdu, “Kardeş Song haklı, terbiyesizlik ettin. Hemen, Ölümsüz Lord’dan özür dile.”

Fan Wu She, Li Bu Yu’dan pek hazzetmiyordu. Bu adamı hiç umursamamıştı ama böyle riyakar, rezil bir adamın şu anda ölümsüz efsun diyarının başkomutanı konumunda oturacağını ve saygı gösterir gibi davranmak zorunda kalacağını hiç düşünmemişti.

Ama hem Zhong Kui hem de Xie Bi An’ın ona dik dik baktığını görünce, elini kaldırıp samimiyetsizce, “Bu genç saygısızdı, umarım Ölümsüz Lord beni affeder” demekten başka seçeneği kalmamıştı.

Li Bu Yu soğuk bir şekilde Fan Wu She’ye baktı. Bir gence gücenmekten daha büyük dertleri vardı, “Wuya’yı nasıl kontrol edebildin ve o şimdi nerede?”

“Elimde bir ruh silahı var. Tüm kötü ruhlar ruh silahlarından korkar, bu yüzden bunu denemem gerekiyordu ama şaşırtıcı olan ise, Wuya gerçekten itaat etti,” dedi Fan Wu She ifadesini değiştirmeden. Tek bir yanlış yok gibi görünüyordu, “Geçite girmeden önce Wuya’yı dışarıda bıraktık ve onu Ruh Bağlama Rünü’yle mühürledik.”

Ona inanmayacaklarından korktuğu için Xie Bi An araya girdi, “Kunlun’da günlerdir kar yağıyor ve rüzgar var. Shidi’mle ben yaralandığımız için kılıçlarımızı kullanamadık, bu yüzden Wuya’yı ödünç alıp kullanmaktan başka seçeneğimiz yoktu. Ortalık durulduktan sonra, onu Ölümsüz İttifak’a teslim edeceğiz.”

Li Bu Yu’nun şahin gibi gözleri ikisi arasında bir sağa bir sola kaydı ve aniden Zhong Kui’nin bu iki öğrencisinin tanıdık geldiğini hissetti, sanki bir şey hafızasının derinliklerine hafifçe dokunuyordu. Ama bunca yıldan sonra gözbebekleri giderek daha da bulanıklaşmıştı ve insanları gördüğünde bir perde onları kaplıyor gibiydi. Eskisi gibi değildi, bu yüzden bu konu hakkında fazla derin düşünemiyordu. Zhong Kui’ye baktı, “Cennet Efendisi Zhong, ruh silahı, Wuya’ya gerçekten boyun eğdirebilir mi?”

“Ben… denemedim. Bilmiyorum ah, ama ruh silahı Büyük İmparator Beiyin’in ruhuna sahip ve bundan korkmayan tek bir hayalet bile yok,” dedi Zhong Kui, açıkça konuyu başka yerlere çekmeye çalışıyordu.

“Öyle mi?” dedi Li Bu Yu alaya alarak, “Wuya fazlasıyla güçlü, ayrıca vahşi bir mizaca sahip. Geçmişte iki efendisi olmuştu, ikisi de Jiuzhou’da ve tüm dünyada zirveyi hedeflemişti. Sırf ruh silahı olduğu için adı sanı bilinmeyen bir velete itaat eder mi?”

Xie Bi An donakaldı, Li Bu Yu’nun sahiden de bir haklılık payı vardı. Wuya, eski efendisini takip etmek için aç kalarak kendisini öldürmüştü ve yıllardır daha da güçleniyordu. Böyle bir at nasıl olmuştu da sırf ruh silahından korktuğu için onlara itaat etmişti? Fan Wu She, Wuya’yı boyun eğdirmek için güç bile kullanmamıştı ve Wuya anında ona itaat etmişti.

Etraftaki insanlar da açık bir şekilde inanmamış gibi görünüyorlardı ve kendi aralarında fısıldaşıyorlardı.

Xie Bi An da tedirgin hissediyordu ve Fan Wu She’ye bakıyordu.

Yine de Fan Wu She gözü pek ve kendinden emin görünüyordu, “Belki de, Wuya da Fenglin Kıtası’nda kalmak istememiştir. Buz mührünü kaldırdığımda, benimle geldi.”

Kalabalık bu açıklamanın biraz saçma olduğunu düşünse de akıllarına başka bir açıklama gelmiyordu. Ne de olsa Zhong Kui tek bir kılıç hamlesiyle Wuya’yı dizginlemişti. Orada bulunmasalar bile bu mesele kulaktan kulağa yayılmıştı.

Zhong Kui devam etti, “Bu iki öğrencim vasat olsa da, ellerindeki ruh silahıyla beraber kötü ruhları dizginlemek yeraltı diyarının generali olmanın temel becerisidir. Wuya bir kötü ruh, davranışlarını insan düşüncesiyle tahmin etmenin bir anlamı yok.”

Li Bu Yu bir süre düşündükten sonra kendi öğrencisine döndü, “Chun Gui, geçen sefer senden bu Geçici Ölümsüz ile Zong Klanı arasındaki ilişkiyi araştırmanı istemiştim. Diacang Zirvesi’ndeki yürüyen ceset meselesi yüzünden ertelenmişti. Ama daha fazla ertelemeye gerek yok.”

Song Chun Gui, “Emredersin, Shizun,” dedi ve ardından Fan Wu She’ye baktı, “Siyah Ölümsüz, Zongxuan Kılıç Tekniği ölümsüz efsun dünyasında büyük bir tabudur, eminim bunun sen de farkındasındır. Seni büyüten Shifu’nu bulma konusunda benimle işbirliği yapman için Cennet Efendisi’nden gereken onayı aldım.”

Fan Wu She, Tai Dağı’na baktı, “Şu anda daha önemli bir şey yok mu?”

“Yüce İblis’in uşaklarından ya da torunlarından biri hala dünyada dolaşıyorsa, Ölümsüz İttifak buna izin vermemelidir,” dedi Li Bu Yu ve Fan Wu She’ye sert bir şekilde baktı, “İkisi de eşit derecede mühim. Bildiğin her konuda hesap vermen gerekiyor.”

Zhong Kui iç avluya döndükten sonra ikisine güzel bir azar çekti.

“Fenglin Kıtası’nda kalmanızı söylediğimde beni dinlemediniz, buraya benim başıma bela olmak için mi geldiniz?” dedi Zhong Kui ve can sıkıntısıyla kafasını kaşıdı, “Yeteneklerinizi bayağı ilerlettiniz hatta şimdi siktiğimin Wuya’sına bile binebiliyorsunuz.”

“Shizun, Lord Cui’nin Yaşam ve Ölüm Kitabı’nda yazanları unuttun mu…” dedi Xie Bi An kaşlarını çatarak, “Fenglin Kıtası’nda nasıl içimiz rahat bir şekilde kalabilirdik ki?”

“Yaşamın ve ölümün kendi kaderi vardır. Eğer kaderimde Qi Meng Sheng’in ellerinde ölmek varsa, sizin gelmenizin ne anlamı var ki?”

“Saçma sapan konuşma. Kader değiştirilebilir. Belki de bu felaketten sonra ömrün uzar.”

Zhong Kui ilgisizce homurdandı, “Yapmam gereken neyse onu yapacağım, daha fazla kafa yormak istemiyorum. Şu anda Lan Chui Han’ı kurtarmalı ve Qi Meng Sheng’i durdurmalıyız.”

“Son durum nedir?” diye sordu Fan Wu She, “Qi Meng Sheng, Altın Kaplı Yeşim Kitap’ı ele geçirdi mi?”

“Tabii ki hayır. Aksi takdirde Qi Meng Sheng çoktan Tai Dağı’ndan ayrılmış olurdu. Fakat Tai Dağı öylesine büyük ki, Qingfeng Kılıcı’na sahip olsa da çok uzun süre bulamayacaktır.”

“Peki ya Lan Dage?”

“Li Bu Yu, Cangyu Sekti’yle iyi ilişkiler içinde olan sektleri anlaşmaları için gönderdi. Ama hepsi beyhude. Lan Chui Han hala hayatta, ama bir süredir yarı ölü…” dedi Zhong Kui ve Xie Bi An’a bakıp fısıldadı, “O şey, güvende, değil mi?”

Xie Bi An başıyla onayladı, “Shizun, endişelenme. Sonuçta Lan Dage’nın hayatı mevzubahis, onu canım pahasına koruyacağım.”

Fan Wu She kıskançlıkla dolup taşıyordu, “Canın pahasına korumana değen biri mi ki?”

“O şeyi dağa götürüp Lan Chui Han’la takas etmek istiyorum,” dedi Zhong Kui iç çekerek, “Köşk Efendisi Lan’ın sabrı taşmak üzere.”

“O zaman Cheng Yan Zhi meselesini henüz bilmiyorlar, değil mi?”

Zhong Kui başını salladı, “Li Bu Yu’ya güvenmiyorum, ayrıca bu konu Chunyang Sekti’nin iç meselesi. Zhao Wen’e söyleyip söylememe hususunda hala kararsızım.”

Xie Bi An onu onayladı, “Shizun böyle düşünmekte haklı. Ama Cheng Yan Zhi’nin cesedini teslim etmek, onu tekrar tehlikeye atmak değil mi?”

“Biz yabancılar, üçünün arasında olan şeye neden burnumuzu sokalım ki? İmparator Kong Hua ile ilgili olsa bile, sonuçta bu yüz yıl öncesinin meselesi,” dedi Zhong Kui, “Şu anda Lan Chui Han’ı kurtarmak ve Qi Meng Sheng’e engel olmak daha önemli.”

Fan Wu She gözlerini hafifçe kıstı, “Ama ona o şeyi verirsek, elimizde hiçbir koz kalmayacak.”

“Onunla rehineleri takas ettiğimizde, belki gizlice saldırma fırsatımız olur,” dedi Zhong Kui ve düşüncelere daldı, “Biraz düşünmem lazım.”

İkili Zhong Kui’nin düşüncelerde kayboluşunu izlerken, ikisinin de kalbinde kendi endişeleri vardı. Biri Qi Meng Sheng’den nasıl intikam alacağını ve Altın Kaplı Yeşim Kitap’ı nasıl ele geçireceğini düşünürken, diğerinin başı hala geçmiş yaşamının anılarıyla dertteydi.

Bir süre sonra, Zhong Kui’nin aklı başına gelmiş gibiydi, “Bu arada, yaralarınız ne durumda?”

“Ah, çok daha iyi. Artık yürüyebiliyorum,” dedi Xie Bi An ve ayaklarını salladı.

“Ben de iyiyim.”

“İyi o halde, gidip biraz dinlenin.”

“Shizun,” dedi Xie Bi An, daha fazla içinde tutamıyordu, “Bu öğrenci sana bir şey sormak istiyor.”

“Sor bakalım.”

“Shizun dünyayı dolaştı ve muhtemelen herkesten daha çok yer gördü, değil mi?”

Zhong Kui kendini beğenmiş bir şekilde omuz silkti, “Doğru, dünya uçsuz bucaksız ama Shizun’unuzun ayağının basmadığı neredeyse hiçbir yer kalmadı.”

“O zaman, ‘Gutuo’ adında bir yer duydun mu?”

Fan Wu She’nin ifadesi gerildi.

“‘Gutuo’,” dedi Zhong Kui düşünceli bir şekilde, “Galiba duymuştum. Chu topraklarındaymış gibi görünüyor.”

“Chu toprakları mı?” dedi Xie Bi An şaşkınlıkla.

“Sanırım. Az çok kulak aşinalığım var,” dedi Zhong Kui meraklanarak, “Bunu neden soruyorsun ki?”

“Ben, ben bir rüya gördüm ama oraya daha önce hiç gitmemiştim.”

Zhong Kui, Xie Bi An’ın başını okşadı, “Böyle gereksiz şeyleri kafana takma. Yorgunluktan bir deri bir kemik kalmışsın. Gidip iyice dinlen.”

“Pekala,” dedi Xie Bi An ve sonra içten içe şöyle düşündü: Chu topraklarında gerçekten de Gutuo diye bir yer varsa, o zaman Chunyang Sekti’nden birini bulup ona sorabilirim.

Fan Wu She’nin kalbi sıkışıyordu. Xie Bi An sahiden de geçmiş yaşamını araştırmakta kararlıydı. Xie Bi An’ın geçmiş yaşamlarının ne kadar nahoş olduğunu bilmesine izin veremezdi.


5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x