İmparator Zong döneminden bu yana yüz yıl geçmişti. Yeteneklerin birbiri ardına çıktığı ve dünyanın üstünlük mücadelesi uğruna kaosa sürüklendiği bir dönemdi. Zong Klanı’nda içsel çekişmeler, sektler arasında ise karşılıklı çatışmalar vardı ve altın özü hırsızları durmaksızın insanları katlediyordu. Herkes büyük bir risk altındaydı. Milyonlarca yıldır gömülü olan iki kadim ilahi hazine o neslin Yüce İblisi’yle beraber ortaya çıkmış ve Jiuzhou’yu dümdüz etmişti. En nihayetinde, Zong Zi Xiao hırsları tarafından yutularak kendi sonunu getirmişti.
O fırtınalı yıllarda, Zong Zi Heng ve Zong Zi Xiao arasındaki ölümcül çekişme, uzun uzadıya olan bir kıyametin merkeziydi. İkisinin de üstün yetenekleri vardı; biri fazla ilgiden ötürü, diğeri ise ihmal edilmişlik yüzünden acı çekiyordu. Fakat bir gün ansızın kader tersine dönmüştü. Zong Zi Xiao bir altın özü hırsızının oğlu olmakla aşağılanırken Zong Zi Heng doğru anı kollayarak tahtı ele geçirmişti. Güçlü olmanın şiddetli arzusu olmasaydı, birbirine sevgiyle bağlı olan kişi kardeş nasıl birbirine karşı kılıç doğrultabilirdi ki? İnsanlar onların hikayesini duyduğunda akıllarında tek bir düşünce oluşuyordu: kraliyet ailesinde doğmak ne büyük bir şansızlıktı.
Efsanelerden mitlere, mitlerden hikayelere kadar bu iki kardeş hakkında sayısız şey yazılıp çizilmişti. Aradan bir asır geçmiş olmasına rağmen hala hikayeleri kulaktan kulağa dolaşmaktaydı.
Toplumun tamamı gibi Xie Bi An da onların hikayelerini duyarak büyümüştü. Bu efsanevi figürlerin kendisiyle nasıl bir ilgisi olabilirdi ki?
Ama Üç Yaşam Taşı onun kaderini gösterememişti. Bagua Platformu’nda bir kan gölü görmüştü. Rüyasında bir imparatordu ve Xiao Jiu adında küçük bir kardeşi vardı. Küçükken ona çok yakın olsa da büyüdüğünde ondan nefret etmişti. Geçmiş hayatına dair anıları onu rahatsız ediyordu ve “Gutuo” adının nedense bu yapbozun çok önemli bir parçası olduğunu içten içe hissediyordu. Bu parça yapboza eklendiğinde resmin tamamını görmesine yetmese de, çok önemli bir gerçeği anlamasını sağlamıştı.
İmparator’un reenkarnasyonu olduğunu ve önceki hayatında…Yüce İblis Zong Zi Xiao ile bir bağlantısı olduğunu nasıl kabul edebilirdi ki?
Bilinçsizce elini karnına koydu. Dantian bölgesinin içinde dönen ve yaşam boyu efsun yeteneklerini yoğunlaştıran altın özü, bu savaşın asıl suçlusu olabilirdi. Qi Meng Sheng’in ondan diri diri almak istediği şey tam da buydu!
Fan Wu She, Xie Bi An’ın renkten renge giren ifadesine baktı, bakışları durmaksızın daha da karanlıklaşıyordu. Bagua Platformu’nda Xie Bi An’ın geçmiş anılarının geri gelmeye başladığını öğrendiğinde, kendisini bu gün için hazırlamıştı ama beklediğinden çok daha erken olmuştu. Xie Bi An’ın, Zong Zi Heng’in anılarını kazanışını adım adım izliyordu ama bu konuda yapabileceği hiçbir şey yoktu ve giderek daha büyük bir çelişkinin içine düşüyordu.
Li Bu Yu’nun ses tonu sertti, “Madem İmparator’a sundun, o halde neden tekrar senin eline geçti? Acımasız, kararsız ve kötülük dolusun. Bu da bunun en bariz kanıtı.”
“İmparator öldü, onu Zong Klanı’nı bölmeye çalışan sizin gibi aç köpeklerin eline mi bırakacaktım?” dedi Qi Meng Sheng açık açık, “Orada bulunanlara Wuliang Sekti’nin ve Ölümsüz İttifak Lideri’nin nasıl bu konuma geldiğini açıklamaya yüreğin var mı?”
“Zong Zi Xiao zalim ve kanunsuzdu; İmparator da onun kuklası haline gelmişti. Tüm ölümsüz efsun dünyası, onun kontrolü altında Zong Klanı tarafından yağmalandı ve baskı altına alındı. Zong Klanı devrildiğinde doğal olarak herkes kendisine ait olanı geri almak istedi,” dedi Li Bu Yu hor görerek, “Yani sadece senin Cangyu Sekti’n mi en hakkaniyetli olan?”
“Cangyu Sekti, Zong Klanı’nın hazinelerini yağmalamadı ve klan mensuplarını yok etmeye çalışmadı. Ya da Zongxuan Kılıç Tekniği’ni tüm dünyada yasaklayarak Wuliang Kılıç Tekniği’nin bir numaralı teknik olmasını sağlamadı.”
Bir dizi bakış, hem açık hem de örtülü olarak Li Bu Yu’ya doğru sürüklendi. Dişlerini sıkarken Li Bu Yu’nun ifadesi son derece sertti, “Wuliang Sekti’nin yaptığı şey, Yüce İblis’in kalan zehrini tamamen ortadan kaldırmak ve insanları kurtarmaktı.”
Qi Meng Sheng alaycı bir kahkaha attı, “Zong Ming He’nin altın özünü yiyip kemik yapını değiştirdin, bunu da dünyadaki insanların iyiliği için mi yapmıştın?”
Bu açıklama oradaki herkesi şok etti.
Li Bu Yu’nun gevşekçe sarkan göz kapakları anında gerildi, cüppesi soğuk rüzgarın etkisiyle uçuştu ve zangır zangır titreyen bedenini gizledi. Ancak yüz ifadesi kendisine ihanet ediyordu, “Sen…Sen….”
Zhong Kui, öğrencileri, Zhao Wen ve Chunyang Sekti efsuncuları da şaşkına dönmüştü. Xu Zhi Nan ölmeden önce Li Bu Yu tarafından Diancang Zirvesi’nde mühürlenen yürüyen cesedin İmparator Ning Hua, yani Zong Ming He olduğunu anlamışlardı. Ayrıca muhtemelen onun altın özünü de Li Bu Yu almıştı ama Qi Meng Sheng’in de bundan haberdar olduğunu bilmiyorlardı. Artık tüm ölümsüz efsun dünyasının önünde bu mesele doğrulanmıştı.
“Bana nasıl öğrendiğimi mi sormak istiyorsun?” dedi Qi Meng Sheng ve ona sert bir şekilde baktı, “İnsanların öğrenmesini istemediğin şeyleri, en baştan yapmayacaktın. Yüz yıl sonra yaşlı herkes öldükten sonra, hiç kimsenin Li Bu Yu’nun yeteneklerinin başlangıçta vasat olduğunu hatırlamayacağını mı sandın? Zong Klanı’ndan iliklerine kadar nefret ediyorsun ama konumun, efsun yeteneklerin ve atalarına getirdiğin tüm erdemler sana Zong Klanı tarafından verildi.”
“Qi Meng Sheng, sırf İmparator Zong dönemine benim gibi şahit oldun diye doğruyla yanlışı ayırt edebildiğini mi sanıyorsun?” dedi Li Bu Yu, kısa bir an da olsa soğukkanlılığını kaybetmişti ama şimdi tekrar kazanmıştı, “Doğru, İmparator ile karşılaştırdığında ben, Li Bu Yu, vasat yeteneklere sahibim. İmparator’un üstün yetenekleri senin dürüstlüğünü kaybetmene ve bir hain olmana neden olmadı mı? Hem de tüm efsun dünyasını bile karşına alma pahasına. Hayatımda efsun çalışırken bir gün olsun bile tembellik etmedim. Cennet gayretli olanları her zaman ödüllendirir, ben de bu şekilde başarılı oldum. Kendi emellerine ulaşmak için iftira bile atıyorsun. Senin gibi şeytani yollara başvuran bir kadına kim inanır ki?!”
Song Chun Gui de öfkelenmişti, “Shizun, bu öğrenci bu şeytani kadının zaman kazanmaya çalıştığını düşünüyor. Shizun’un erdemlerini herkes aşikar bir şekilde gördü, bu şeytani kadının seni lekelemeye çalışmasına nasıl göz yumabiliriz?”
Diğerleri de onun söylediklerini tekrar etti, “Doğru, Ölümsüz İttifak Lideri nasıl birinin altın özünü yiyebilir, hem de İmparator Ning Hua’nınkini? Bu dünyayla alay etmekten başka bir şey değil. İmparator Ning Hua’nın Bagua Platformu’nda kendi oğlu tarafından öldürüldüğünü bilmeyen var mı ki?”
Qi Meng Sheng soğuk bir şekilde güldü, “Diancang Zirvesi’nde, Büyükayı Zhengji İblis Bağlama Rünü’yle mühürlenen yürüyen cesedi duymayan var mı? O ceset Zong Ming He’ydi.”
Bu kez yalnızca Zhong Kui, öğrencileri ve hikayenin gerçek yüzünü bilen Chunyang Sekti kıdemlileri değil, Li Bu Yu’nun doğum günü ziyafetine katılan herkes sessizliğe bürünmüştü.
Diancang Zirvesi’ndeki yürüyen ceset, Büyükayı Zhengji İblis Bağlama Rünü, iki Geçici Ölümsüz’ü ağır yaralayan o kötü ruh ve Li Bu Yu’nun atalarının Yıldırım Hazinesi’ni ruhu “susturmak” için kullanması; herkes bunlara kendi gözleriyle şahit olmuştu. Eğer o kişi sahiden de Zong Ming He ise, tüm bunlar bir mantık kazanmış olacaktı.
Fan Wu She’nin de aklı karışmıştı. Diğerleri Li Bu Yu’nun, Zong Ming He’nin altın özünü yiyip yemediğini anlamaya çalışırken o, Zong Ming He’yi aslında kimin öldürdüğünü öğrenmek istiyordu.
Eğer herkesin bildiği Zong Zi Heng’in Bagua Platformu’nda kendi babasını öldürme hikayesi gerçek olsaydı Li Bu Yu, Zong Ming He’nin altın özünü yemiş olamazdı. Çünkü kişi öldüğünde ruhani güçleri de yok olurdu ve altın özü tamamen işe yaramaz hale gelirdi. Fakat Li Bu Yu’nun Zong Ming He’nin altın özünü yemiş olduğu doğruydu, demek ki o esnada Zong Ming He hala hayattaydı.
Zong Ming He’ye karşı hisleri çok karmaşıktı. Zong Ming He’den nefret etse de aralarındaki on dört yıllık baba-oğul sevgisini nasıl bir çırpıda unutabilirdi ki? Zong Ming He ile karşılaştırıldığında, Zong Zi Heng ve Lu Zhao Feng’den daha çok nefret ediyordu. Zong Zi Heng’in Zong Ming He’yi öldürdüğünü ve tahtı ele geçirdiğini öğrendiğinde, Zong Zi Heng’in hem annesini hem de babasını taht uğruna öldürdüğünü düşünmüştü.
Peki ya perde arkasında neler yaşanmıştı? Üstünden yüz yıl geçmişti ve İmparator Zong dönemine ait ne kadar şey ortaya çıkarsa, o kadar çok şeyi gerçekte bilmediğini fark etmeye başlamıştı.
Li Bu Yu’nun ifadesi soğuktu, “Diancang Zirvesi’nde, Chunyang Sekti’nin uzuvlarını yenileme yeteneğine sahip olan yürüyen ceset Zong Ming He değil. Gerçek kimliğini bilen hiç kimse yok. Qi Meng Sheng sen kafayı sıyırmışsın!”
Eğer düşmanları ile aralarında güç farkı olmasaydı Zhong Kui, Li Bu Yu’nun gerçek yüzünü o anda ortaya çıkarırdı fakat Qi Meng Sheng’i yenebilmek için güç birliği yapmaları gerekiyordu.
“Shizun, seninle tartışarak zaman kazanıyor olmalı. Onun zihnini bulandırmasına izin vermemelisin,” dedi Song Chun Gui ve kılıcını kaldırdı, gözleri öfkeyle parlıyordu.
Li Bu Yu derin bir nefes aldı ve, “Doğru, bana iftira atarak bir yere varamazsın. Şeytani kadın, idam edileceksin,” dedi, ardından yüksek sesle kükreyerek Qi Meng Sheng’e saldırdı.
Ve böylece büyük bir savaşın ilk fitilleri ateşlenmiş oldu.
Xie Bi An’ın kafasında binlerce hatta milyonlarca soru vardı ama şu noktada artık bunları düşünemezdi. Zhong Kui’ye yardım etmek için kılıcıyla uçtu ve Fan Wu She de onu takip etti.
Birbirlerine baktılar, ikisinin de gözlerinde derin bir endişe vardı.
Xie Bi An, Fan Wu She’ye rüyasıyla ilgili neredeyse her şeyi anlatmıştı, elbette Xiao Jiu ile yaptığı anlatılması imkansız olan şeyler dışında.
Fan Wu She’nin ne düşündüğüne dair kafa patlatacak zamanı yoktu. Şu anda en önemli şey Qi Meng Sheng’i durdurmaktı.
Qi Meng Sheng’in komutası altında birkaç kıdemli, Uçan Tüy Elçileri ve bir grup yüksek rütbeli efsuncu vardı. Her biri soğuk buz büyüsü kullanarak kendisine kanatlar yarattı ve gökyüzüne doğru uçtu. Sayıları iki düzineyi geçmiyordu ama Ölümsüz İttifak’ın yüzden fazla mensubuna karşı en ufak bir zayıflık bile göstermiyorlardı. Kar ve buz olduğu müddetçe durdurulamazlarmış gibi görünüyorlardı.
Zhong Kui ve Li Bu Yu, Qi Meng Sheng’e karşı güçlerini birleştirdi. Qi Meng Sheng’in elinde buzdan bir yay vardı ve güneşe bile ok atabilecek kadar güçlü görünüyordu. Sırtında kardan yapılmış yeşim gibi kanatlar vardı ve adeta cennetten düşen bir tanrıya benziyordu.
Zhong Kui, Li Bu Yu’nun Wuliang Kılıcı’yla eş zamanlı saldırmak için sıradan bir kılıç kullanıyordu ama birkaç kere saldırdıktan sonra kılıç Qi Meng Sheng tarafından parçalara ayrılmıştı.
Li Bu Yu atalarından miras kalan Yıldırım Hazinesi’ni çağırdı. Gök öyle şiddetli bir şekilde gürüldedi ki, ne bir insan ne de bir hayalet ona yaklaşmaya cesaret edemezdi. Qi Meng Sheng de korkmuştu ve az önceki gibi vahşi saldırılar yapamıyordu, bu yüzden kaçınmak için dağların arasına uçtu.
Zong Zi Xiao ile Büyük İmparator Beiyin arasında gerçekleşen Luofeng Dağı savaşının üzerinden yüz yıl geçmişti. Orada bulunanların her biri kendi ilahi güçlerini sergileyen yüksek rütbeli efsunculardı ve çok geçmeden ruhani güç baskısı yavaş yavaş dağa yayılmaya başlamıştı.
Aniden muazzam bir ses duyuldu, dünya ve dağlar sarsılırken altın bir ışık gökyüzüne doğru yükseldi.
Zhong Kui aniden farkına vardı ve ifadesi değişti, “Olamaz, tuzağa düştük!”
Manzarayı gören herkes ne olduğunu anlamıştı.
Qi Meng Sheng, savaşmak için onları kasıtlı olarak dağa çekmişti. Luo Shui Yeşim Zırhı, Altın Kaplı Yeşim Kitap’ın konumunu belirli bir yere kadar tahmine edebilirdi ama, tam olarak öngöremezdi. Büyük İmparator Dongyue, Altın Kaplı Yeşim Kitap’ı mühürlerken onu görünmez yapmıştı ve dağa gizlemişti. Yalnızca saldırıya uğradığı zaman tepki verirdi. Bu kaotik savaş sayesinde Li Bu Yu’nun Yıldırım Hazinesi, Altın Kaplı Yeşim Kitap’a saldırmıştı ve böylece Qi Meng Sheng’in onu bulmasına yardım etmişti!
Xie Bi An’ın gözleri fal taşı gibi açıldı ve o ilahi ışık gözbebeklerine yansıyarak görüş alanını tamamen kapladı.
Dantian bölgesinde belli belirsiz bir acı hissetti. Bir tanrı ya da hayaletin fısıltısına benzeyen bir ses, ona karnındaki altın özünün tüm kötülüklerin kaynağı olduğunu söylüyordu.
Altın Kaplı Yeşim Kitap ortaya çıkmıştı!
ÇN: Senin hatan değil bebeğim, insanlar açgözlü sadece 🙁