İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 120. Bölüm

Wu Chang Jie 120. Bölüm

Sonbahar başladı başlayalı Daming’e sürekli yağmur yağıyordu. Gökyüzü kara bulutlarla kaplanmıştı ve akşamları da zifiri karanlık çöküyordu.

Yılı bahar mevsiminin, günü ise sabahların düzenlediği söylenirdi. Bu yüzden sonbahar mevsiminde özellikle geceleri buz keserdi ve “Antik zamanlardan bu yana sonbahar üzgün ve yalnızdır” denilirdi. Sonbaharın alacakaranlığı yağmur bulutlarıyla birleştiğinde, yeryüzü kedere boğulurdu.

Zong Zi Heng de sonbaharı pek sevmezdi. Sonbaharın kendine has bir güzelliği olsa da orkideleri soldururdu. Üstelik üşümekten de hep korkuyordu.

Ve tekrar, artık orkidelerinin olmadığını anımsadı.

Yüksek bir terasta durup uzaklara doğru bakıyordu ancak gözleri, saçaklardan süzülen yağmur damlalarına takılmıştı.

Gökten düşen tatlı çiğ damlaları yere düştüğünde çamura dönüşüyordu. Buna rağmen neden yere düşmek için birbirleriyle yarışıyorlardı ki?

Soğuk bir rüzgar yere düşen yağmur perdesini ansızın savurdu ve terasa doğru esti. Zong Zi Heng yüzünde bir ürperti hissetti.

“İmparator, geceleri rüzgarlı ve soğuk oluyor. Lütfen geri dönün.”

Cai Cheng Yi, Qinghui Köşkü’nde hizmetkarların başıydı. Saraya ilk geldiği zamanlarda epey yakışıklı ve güçlüydü. Başlangıçta parlak bir geleceği vardı ama ne yazık ki sırtını incittikten sonra efendisine gerektiği gibi hizmet edemediği için Qinghui Köşkü’ne gönderilmişti. Saraydaki herkes, Qinghui Köşkü’nün Cariye’sinin merhum İmparatoriçe’yi gücendirdiğini ve merhum İmparator tarafından iyi karşılanmadığını biliyordu, bu yüzden oraya “sürgün” edilmişti.

Fakat kaderine boyun eğmek zorundaydı. Getirisi olmayan bir iş olmasına rağmen, bakacağı bir ailesi ya da herhangi bir sıkıntısı yoktu; bu yüzden karın tokluğuna çalışıyordu. Ayrıca güvenecek hiç kimseleri olmayan ve Qinghui Köşkü’nde yaşayan anne-oğula karşı da bir yakınlık duyuyordu.

Neyse ki en büyük prens, yüz yılda bir gelen nadir bir doğal yetenekle doğmuştu. Qinghui Köşkü’nün saraydaki konumu giderek daha da yükseğe tırmandı ve uğradıkları zorbalık miktarı da bununla orantılı olarak azalmaya başladı.

En büyük prensin bir bebekten, uslu ve mantıklı bir çocuğa, zeki ve nazik bir ergene, onurlu bir genç adama ve en nihayetinde de İmparator Zong Zi Heng’e dönüşmesini yakından izlemişti. Zong Klanı’nın iki prensi arasındaki Jiuzhou’yu kasıp kavuran o kan davasına da tanık olmuştu. Artık kimse huzurlu değildi.

Genç İmparator artık eskisi kadar kibar ve güler yüzlü değildi, çiçeklerle de ilgilenmiyordu. Dünyadaki insanlar, babasını ve küçük kardeşini öldüren, güç peşinde koşan ve tahtı gasp eden bir kişinin ne kadar acımasız olduğunu düşünürken Cai Cheng Yi, İmparator Kong Hua’nın çocukken tüm kardeşlerini seven o saf, nazik halini hatırlıyordu. Yaşı küçük olmasına rağmen kardeşlerine karşı çok şefkatli ve korumacıydı, ayrıca herkes tarafından sevilen ve astlarına asla sesini yükseltmeyen biriydi. En büyük prens ne olmuştu da bu hale gelmişti?

Belki de Cai Cheng Yi artık yaşlanmıştı. Sıradan insanların bu yaştayken ruhani gücü zayıflardı; başı dönüyordu ve gözleri de eskisi kadar net göremiyordu. Zong Zi Heng’in kalbindekileri ve aklındakileri anlayamamasının nedeni bu olabilirdi.

Zong Zi Heng’in narin vücudu hareketsizdi, sonbahar esintisiyle gelen yağmurun yeşimler ve altınlarla bezenmiş kral cüppesine yağmasına izin veriyordu. Ses tonu her zamanki gibi yumuşaktı, “Burası Wuji Sarayı’nın en yüksek noktası. Hava açık ve güneşliyken, binlerce mil ötesini bile buradan görebilirsin.”

“Evet.”

“Zong Zi Xiao geri döndüğünde, onu buradan görebilirim,” dedi Zong Zi Heng, sesi rüzgarla beraber dağılacakmış kadar naif ve inceydi. Asla kaybolmayacak kadar yoğun bir keder biriken o donuk gözlerinde, az da olsa yumuşama belirtisi vardı.

Cai Cheng Yi karanlıkta içini çekti.

“On yıl olmuş, zaman ne kadar da çabuk geçiyor.”

“On yıldır onu hiç görmedim. Artık birbirimizi tanıyabilir miyiz, onu bile bilmiyorum.”

“Çocukken hep benden daha uzun olacağını söylerdi. Acaba şimdi boyu ne kadar uzamıştır?”

“Evlenmiş midir? Bence evlenmemiştir.”

“Dünyadaki herkes, arkasında binlerce Yin askeriyle beraber iblis tayı Wuya’ya binmesinin aşırı derecede korkunç olduğunu söylüyor. Yin askerleriyle gelip Wuji Sarayı’nı yerle bir edeceğini düşünüyorlar. Xuanyuan Gizli Kutsal Tılsımı’nı bana karşı kullanmayacağına inanıyorum.”

Cai Cheng Yi, Genç İmparator’un bir dinleyiciye ihtiyacı olduğunu değil, kendi kendine konuşmak istediğini düşünüyordu. Bu yüzden onu sükûnetle dinliyordu.

Fakat hemen sonrasında İmparator ona yöneldi, “Harem ağası Cai, nedenini biliyor musun?”

“Bu yaşlı köle bilmiyor.”

“Çünkü çocukluğundan beri rekabetçiydi. Zongxuan Kılıç Tekniği’nde beni yenmek istiyordu.”

O zamanlar Zong Zi Xiao kaçtıktan sonra, onların Kunlun’a gidişlerinden faydalanarak Wuji Sarayı’na gizlice girmiş ve Zong Klanı’nın en büyük hazinesi olan Shanhe Sheji Haritası’nı ele geçirmişti. Kimse genç bir çocuğun böyle bir ilahi hazineyi kullanmakta ustalaşacağını düşünmemişti fakat on yıl sonra o genç, bir değil iki tane büyülü silahı birden kontrol etmeye başlamıştı. Bu ruhani hazineleri kullanırsa, savaşı tereyağından kıl çeker gibi kazanırdı.

“İmparator, siz…hazırlanmayacak mısınız?”

On yıl önce, Dokuzuncu Prens Zong Zi Xiao, Daming’den kaçmış ve iz bile bırakmadan ortadan kaybolmuştu. Tam on yıl geçtikten sonra Yüce İblis Zong Zi Xiao elinde iki tane kadim büyülü silahla beraber yeniden ortaya çıkmış, tüm ölümsüz efsun dünyasını kasıp kavurmuştu ve kimse onu mağlup edememişti. Herkes onun bir gün Daming’e döneceğini biliyordu, çünkü Dage’sından intikam almak istiyordu.

“Ne için hazırlanacağım?”

“Şey….”

“Kaçmak için mi? Sen de benim yenileceğimi mi düşünüyorsun?”

Cai Cheng Yi telaşla “Hayır, bu yaşlı köle öyle demek istemedi,” diyerek açıklamaya çalıştı.

Zong Zi Heng usulca devam etti, “On yılda ne kadar güçlendiğini görmek istiyorum.”

“Dokuzuncu Ekselansları, o….”

“Ona Dokuzuncu Ekselansları diye hitap etme,” diyerek sözünü kesti Zong Zi Heng, “Artık Dokuzuncu Ekselansları değil.”

“Bu yaşlı kölenin yanlışlıkla ağzından kaçtı, bu yaşlı kölenin yanlışlıkla ağzından kaçtı,” diyerek tekrarladı Cai Cheng Yi korkuyla, “İmparator, bu yaşlı köle sizin için endişeleniyor.”

“Endişelenecek bir şey yok. Yaşam ve ölüm kaderin elindedir,” dedi Zong Zi Heng ve kasvetli yağmurun ortasında çok uzaklara baktı. Gölgeler, Zong Zi Xiao’nun Wuji Sarayına getireceği karanlık gibi görünüyordu. Göğsü sanki yıldırım düşmüşçesine sıkışıyordu, “Her imparator sonsuza kadar sürecek bir miras inşa etmek ister, ancak hanedanlar sürekli olarak değişebilir. Daming Zong Klanı artık yolun sonuna geldi.”

Cai Cheng Yi içten içe çok kötü hissediyordu ve İmparator’u nasıl teselli edeceğini bilmiyordu. Yüce İblis’in karşı konulmaz gücü öylesine baskındı ki tüm ölümsüz efsun dünyası artık ona karşı savaşacak durumda değildi. Mevcut ölümsüz efsun dünyasında Zong Klanı artık yalnızca ismen vardı ve diğer ölümsüz sektler de birbirinden ayrılmış durumdaydı; bu yüzden bireysel olarak savaşıyorlardı. Düşmana karşı tüm kinlerini ve önyargılarını bir kenara bırakıp güç birliği yapmak bir gecede yapılabilecek bir şey değildi.

Yüce İblis’e karşı savaşacak kimse kalmamıştı.

Cai Cheng Yi, Yüce İblis’in tahtı ele geçirip kendisini imparator olarak taçlandırmasının şu anda orada duran görkemli saray için olabilecek en kötü son olduğunu düşünüyordu. Fakat ne olursa olsun İmparator, Yüce İblis’in en derin nefreti ve öfkesiyle karşı karşıya kalacaktı. Onu bu durumdan nasıl koruyabilirdi?

Gelgelelim kalbinde, İmparator’un Zong Zi Xiao’yu hala sevdiğini hissediyordu.

İmparator genellikle soğukkanlı ve suskundu, fakat ara sıra onunla çocukluğundan; Zong Zi Xiao’nun da dahil olduğu hikayelerden konuşurdu. Yalnızca o zamanlarda İmparator’un çatık kaşları biraz olsun gevşerdi.

Buna ek olarak, İmparator’un yatak odasında sakladığı yalnızca tek bir tane orkide saksısı vardı…

Zong Zi Heng elini uzattı ve avucuna yağmur suyu doldu. Sudaki yansımasına baktı, fakat o küçük su birikintisi görünüşünü tam olarak yansıtamıyordu. Sadece yağmurun ortasında puslu, bulutlu bir çift göz görebiliyordu.

Xiao Jiu….

Buraya geliyorsun, değil mi? Çok yakında yeniden buluşacağız.

Tam on yıl oldu. Dünya değişti. Sen ve ben birbirimizi tanıyamayacak kadar değiştik.

On yıl boyunca neler yaptın? Bu derin sarayın içinde bedenim buz kesiyor ama kalbim sanki cehennemde. Sen peki? Sen de çok acı çektin, değil mi? Sağlığını merak eden, karnını doyuran, kıyafetlerini giydiren biri oldu mu?

Ne yazık ki sen ve ben; iki kardeş olarak ölümüne savaşmak zorundayız. Neticede, güneş ve ay birlikte parlayamaz.

Eğer ölürsem, kalbin eskisi gibi yeniden çiçek açabilir mi?

Eğer ölürsem, benden nefret etmeyi bırakır mısın?

Sık sık, eğer on yıl önce daha güçlü olsaydım seni koruyabilir miydim diye düşünüyorum.

Fakat, artık “eğer” diye bir şey yok.

Xiao Jiu, Dage bunca zamandır seni çok özlüyor.


ÇN: Son kısımda KZ- Say Something dinliyordum ve gözyaşlarım kendi başlarına hareket ederek düşmeyi seçtiler. Şarkıyla dinleyince 10x daha duygusal oldu…

Bu şarkı benden Zong Zi Heng ve Zong Zi Xiao’ya gelsin o halde:

Say something, I’m giving up on you I’m sorry that I couldn’t get to you Anywhere, I would’ve followed you Say something, I’m giving up on you

5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x