İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 123. Bölüm

Wu Chang Jie 123. Bölüm

Zong Zi Heng iç çekti, “Zong Klanı’nın soyundan olsaydın gönül rahatlığıyla tahtı sana verirdim, fakat damarlarında akan kan Zong Klanı’na ait değil. Kemiklerim parça pinçik olsa bile, ben…”

“Senin sallanan tahtın kimin umurunda ki?” dedi Zong Zi Xiao alaycı bir şekilde gülümseyerek, “Daming Zong Klanı’ndan geriye yalnızca bir avuç insan kaldı. Geçmişteki o ihtişamlı günlere tutunarak hayaller mi kuruyorsun?”

Zong Zi Heng’in ifadesi kasvetliydi, “…..Haklısın.”

Daming Zong Klanı eğer onun ellerindeyken yok olursa, öldükten sonra atalarının yüzüne nasıl bakacaktı?

“Bu ejderha tahtı uğruna çok fazla insana zarar verdin. Bugün, yaptıklarının bedelinin ne kadar ağır olduğunu sana göstereceğim!”

Daming Zong Klanı ölümsüz efsun dünyasını birleştirdikten ve hükümdar olduktan sonra tam dört yüz yıl boyunca Wuji Sarayı’ndaki Zhengji Salonu, Jiuzhou’daki en asil ve kutsal salondu. Ölümsüz sektlerin liderleri göreve atandıktan sonra onaylanmak üzere Zhengji Salonu’na gelmek zorundaydı ve yalnızca yüksek konumda olanlar güçlü bir şekilde korunan ana kapıdan girebilirlerdi.

Fakat şu anda Zhengji Salonu’nun kapısının önünde şiddetli bir ölüm-kalım savaşı gerçekleşiyordu. İmparator ve Yüce İblis arasındaki düello, gökyüzünün ve yeryüzünün renk değiştirmesine, güneş ve ayın da ihtişamını kaybetmesine neden olmuştu. Görkemli ruhani güçle çevrelenmiş kılıcın enerjisi tüm alanı kasıp kavurarak ortalığı birbirine katıyordu.

Zong Zi Xiao’nun söylediği şey doğruydu. Düşman, Zhengji Salonu’na kadar girmişti ve kılıcını İmparator Zong’a doğrultuyordu. Daming Zong Klanı kalan son itibar damlasını da yitirmişti ve geriye hardal tanesi kadar bir ihtişam kalmıştı.

Ancak Zong Zi Heng henüz yenilgiyi kabul edemiyordu. Karşısındaki adam savaşmayı en son isteyeceği kişiydi ama başka seçeneği de yoktu. Savaşın sonunda Zong Zi Xiao’nun ellerinde can vereceğini düşünüyordu, belki de ikisi için en iyi son bu olurdu.

Yüzlerce hamleden sonra ikisi de yaralanmıştı. Zongxuan Kılıç Tekniği uzun süre devam ettirilemezdi, çok fazla güç tüketiyordu ve çoktan Zong Zi Heng bitkin düşmüştü.

Zong Zi Xiao gelen hamleyi kılıcıyla savuşturdu ve Zong Zi Heng’i duvara yapıştırdı, “Bir cümleyi geri alıyorum; senin gücün zayıflamadı, sadece ben daha çok güçlendim.” Kadim silahları ele geçirdiğinden bu yana, hiç kimse onun canını yakamazdı; tabii hem kalbinde hem de bedeninde kapanması imkansız yaralar açan bu adam dışında.

Zong Zi Heng, Zong Zi Xiao’yu itti, göğsü şiddetle inip kalkıyordu. Kollarından, bileğinden ve kılıcından yere kan damlıyordu.

“Wuji Sarayı’ndan kaçtığım gün beni kılıcınla yaraladın,” dedi Zong Zi Xiao ve bir adım daha yaklaştı, gözleri nefretle parlıyordu, “Sadece omzumu mu yaraladın sanıyorsun? Hayır, kalbimi de delip geçtin. On yıldır bugünü bekliyordum. Pişman oluşunu kendi gözlerimle görmek istiyorum.”

Zong Zi Heng derin bir nefes aldı ve aniden kılıcını iki eliyle göğsünün önünde tutarak ruhani gücünü dantian bölgesinde yoğunlaştırdı. Zong Zi Xiao’ya sessizce baktı, sesi kederle doluydu, “Xiao Jiu, eğer ölürsem her şey son bulacak.”

Bu “Xiao Jiu” kelimeleri Zong Zi Xiao’nun ciğerini ve kalbini paramparça etti. Zong Zi Heng’in Zongxuan Kılıç Tekniği’nde Cennetin Sekizinci Seviyesi’ni etkinleştirişini izlemek bile, bu iki kelime kadar büyük bir şok yaşatmamıştı.

Altın özü ve kılıç birbirine uyum sağladı ve kılıcın üzerinde rünler belirdi. Yaprak bile kımıldamıyordu fakat Zong Zi Heng’in simsiyah saçları savruluyor, kıyafetleri uçuşuyordu ve kılıcı aniden daha parlak bir beyaz ışık yaymaya başlamıştı. Zong Zi Heng gözlerini kapatarak usulca mırıldandı, “Wan, Jian, Gui, Zong* ― ―”

ÇN: On bin kılıç Zong’a geri döndü demek.

Zong Zi Xiao da kendisini hazırladı.

Gökyüzü ve yeryüzü arasında biri siyah diğeri beyaz iki büyük kılıç belirdi. Kılıçların bıçakları doğrudan birbiriyle çarpışıyordu.

Bam ― ― ―

Yeryüzü ve dağlar sarsılmaya başladı!

Biri siyah diğeri beyaz kılıç enerjisi birbirini tüketmeye devam ederken etraflarındaki ruhani güç baskısının oluşturduğu halka da giderek genişliyordu.

Zong Zi Heng sahip olduğu tüm ruhani gücü serbest bırakırken gözleri ardına dek açıldı ve boğazı titreyerek alçak, ama derin bir şekilde kükredi.

Zong Zi Xiao’nun ifadesi de sertti. Alnındaki damarlar belirginleşiyordu ve ruhani gücü bir sel gibi akıyordu.

Eninde sonunda, yüksek bir gürültüyle kılıç enerjisi patladı ve dört bir yana hücum etmeye başladı; tıpkı binlerce okun her şeyi yok etmek üzere yaydan fırlaması gibiydi.

Bu, dünyadaki en güçlü kılıç tekniğinin sekizinci seviyesiydi. Ölümsüzlüğe ulaşılabilecek olan dokuzuncu seviyeye geçmemiş olsa da, dağları devirecek, denizleri kasıp kavuracak kadar güçlüydü.

Zhengji Salonu’nun yarısı kılıç enerjisi tarafından yok edildi

Zong Zi Heng yerde uyuşmuş bir şekilde duruyordu, gözlerini kapattı ve kendisini hayatının son anına hazırladı.

Ruhani güç baskısı tarafından bedeninin parçalanmasını bekliyordu ama henüz hiçbir yeri acımamıştı.

Zong Zi Heng yavaşça gözlerini açtı ve simsiyah şeytani bir yaratığın önünde duruyor olduğunu gördü.

Şeytani yaratık, kılıç enerjisi tarafından parçalandı ve ruhu etrafa dağıldı; tıpkı dünyaya yayılan bir duman bulutu gibiydi.

Zong Zi Xiao yavaşça yürüdü. Yüzü solgundu ve her adımında yerde kanlı bir ayak izi oluşuyordu. En sonunda, Zong Zi Heng’in önüne çömeldi, “Bu yaratığı ele geçirmek için çok çaba sarf etmiştim ama senin için kullandım.”

Zong Zi Heng kısık bir tonla, “Öldür beni,” diye mırıldandı.

“Seni öldüreyim mi? Öleceksin, ama kolay ve onurlu bir şekilde değil,” dedi Zong Zi Xiao, uzandı ve çenesini kavradı, “Yüce İblis’in ellerinde kahramanca ölürsen tarih kitaplarına adını yazdırmış olmaz mısın? Bu senin için fazla basit.”

“Ne istiyorsun?” diye sordu Zong Zi Heng sakince.

Zong Zi Xiao kısık sesle kahkaha attı, “Dage, sana söylediğim şeyi hatırlıyor musun?”

“Neyi?”

“Gelecekte bir gün seninle evlenmek istediğimi söylemiştim.”

Zong Zi Heng sersemlemişti ve kendine gelemiyordu.

Zong Zi Xiao yüzünü ona yaklaştırdı, bakışları alev alevdi, “Çocukça bir zırvalık olduğunu sanmıştın, değil mi?”

“…..”

Zong Zi Heng aniden kalbinin korkuyla çarptığını hissetti.

“Kulağını dört aç,” dedi Zong Zi Xiao ve parmak uçları, Zong Zi Heng’in yumuşak dudaklarına hafifçe dokundu, “Seni arzuluyorum. Beni karımmışsın gibi memnun etmeni istiyorum.”

Zong Zi Heng yıldırım çarpmışçasına afalladı. Zong Zi Xiao’yu şiddetle itmek için tüm gücünü topladı. Beti benzi atmıştı, “Sen, sen, sen kafayı sıyırmışsın.”

Zong Zi Xiao memnuniyetle bir kahkaha patlattı, “Hahahaha.” Ardından devam etti, “Evet, evet, Jiuzhou’da, uçsuz bucaksız gökyüzünün altında benim, Zong Zi Xiao’nun delirmiş bir iblise dönüştüğünü bilmeyen var mı?”

Zong Zi Heng bilinçsizce geri çekildi, sesi titriyordu, “Eğer beni öldürmek istiyorsan…..”

“Seni öldürmenin nesi eğlenceli?” dedikten sonra, Zong Zi Xiao uğursuzca güldü, “Daha önce de söyledim, asla kolay ve onurlu bir şekilde ölmene izin vermeyeceğim. Çektiğim tüm acılar ve aşağılanmaların iki katını yaşayacaksın!”

Sıcak ve titreyen okşamaları aniden değişti ve aniden Zong Zi Heng’i boynundan tutarak onu ayağa kaldırdı.

Zong Zi Heng kendi elleriyle büyüttüğü bu çocuğun ne kadar uzun ve güçlü olduğunu o anda daha net hissediyordu. Boynundan kavranmıştı ve ayakları yerden kesilmiş şekilde havada duruyordu. Ölmeyi çoktan kabullenmişti ancak boğulmaktan korkma içgüdüsü doğal olarak mücadele etmesine neden oldu.

“Bugünü hep hatırlayacaksın, Dage.”

“Dage” diye seslenen o ses belirsiz ve uğursuzdu.

Zong Zi Heng, Zhengji Salonu’na fırlatıldı. Zaten yaralanmış olan bedeni, duvarlarla çevrili soğuk, sert zemine atılmıştı. Acı ve umutsuzluk aynı anda zihnini istila etti. Adım adım kendisine yaklaşan Zong Zi Xiao’ya baktı, hala kulaklarının duyduğu şeylere inanamıyordu.

İnansa da inanmasa da, Zong Zi Xiao’nun ona işkence etmek için elinden gelen her şeyi yapacağını biliyordu. Aklı çoktan başından uçup gitmişti, ruhani gücünden kalan o son damlayı da parmak uçlarında topladı ve kendi kalbine doğru yöneldi.

Zong Zi Xiao onun elini tekmeleyerek uzaklaştırdı, ses tonu soğuktu, “İntihar etmek mi istiyorsun? Eğer ölmeye cüret edersen, Wuji Sarayı’nı, Daming Şehri’ni, Chunyang Sekti’ni ve Cangyu Sekti’ni katlederim. Değer verdiğin herkesi seninle birlikte gömerim.”

“Zong, Zi, Xiao.” dedi Zong Zi Heng ve ona kan çanağına dönmüş gözlerle baktı, “Seninle benim aramdaki kan davasına daha kaç masum insanı dahil edeceksin?!”

“Ben de bir zamanlar masumdum. Sen bana hiç acıdın mı?”

Zong Zi Xiao bir kez daha Zong Zi Heng’i yerden kaldırdı ve harap olmuş Zhengji Salonu’ndan geçip hala sağlam olan tahta doğru yürüdü.

Zong Zi Heng’i tahtın üzerine attı ve tüyler ürpertici bir şekilde gülümsedi, “Dage, bak, bu uğruna babanı ve kardeşini öldürdüğün taht. Hayatında en sevdiğin şey bu olmalı.”

Zong Zi Heng sıkıca kenardaki molozlara tutundu.

Zong Zi Xiao yaklaştı ve Zong Zi Heng’e sert bir şekilde baktı. Ardından dudaklarının kenarları kıvrıldı, “Seni tam da burada becereceğim.”

(Yazar) SQC’nin notu: Rahat hissetmiyorsanız, 124’ü atlayabilirsiniz (Ana hikayeden hiçbir şeyi kaçırmazsınız)


ÇN: Yazarın da dediği gibi, rahatsız olacak kişiler 124’ü atlayabilirler. Ayrıca geçmişteki en acı verici bölümün 124 olduğunu düşünüyorsanız yanılıyorsunuz…Eğer psikolojik olarak sizi çok fazla etkileyecekse kitaba lütfen devam etmeyin. Kendi ruhsal sağlığınız herhangi bir şeyden çok çok çok daha önemli 💜

5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x