İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 129. Bölüm

Wu Chang Jie 129. Bölüm

Zong Zi Heng geceleri, eskiye dair gördüğü rüyalardan birkaç kez uyanırdı ve bu noktaya nasıl geldiklerini düşünürdü. Eğer tüm gerçekleri anlatırsa eskisi gibi olmalarının bir yolu olup olmadığını sorgulardı.

Tüm gerçekleri anlatmayı hiç düşünmemiş değildi. Hataları ve pişmanlıkları vardı ama Xiao Jiu’ya asla zarar vermemişti.

Yine de sanki, ağzını kapatan ve üzerine baskı yapan, görünmez ellere benzeyen kat kat pranga vardı.

Zong Klanı’nın en büyük prensiydi, İmparator Zong’du. Tüm Daming Zong Klanı’nın üç yüz yıllık temeli ve ihtişamı omuzlarına yüklenmişti. Zong Ming He’den nefret etmesine rağmen, bu sırrı ölümüne kadar saklamak zorundaydı. İmparator Zong Ming He’nin kendi ağabeyini ve oğullarını bile önemsemeden, altın özlerine göz diken bir şeytani efsuncu olduğunu kimsenin bilmesine izin veremezdi.

Zong Ming He’nin Wuyun Sekti’nin büyümesine izin vermesinin nedeni tam olarak Lu Zhao Feng’in Daming Zong Klanı’nı yok etmek için yeterli olan sırrı elinde tutuyor olmasıydı. Bu sayede iki taraf yıllarca birbirini kontrol altında tutmuştu.

Zong Zi Xiao’nun Wuyun Sekti’ne yaklaştığını duyduğunda, karışık duygular içindeydi. Tıpkı giyotinin içinde, boynuna düşeceği anı bekleyen bir mahkum gibiydi.

Ancak, Lu Zhao Feng’in ölene kadar Zong Ming He’nin gerçek yüzünü açıklamamasını da hiç beklemiyordu. Lu Zhao Feng, doğal olarak Zong Zi Xiao’nun Zong Zi Heng’e olan nefretinin Zong Klanı’na daha çok zarar vereceğini biliyordu.

Lu Zhao Feng o kadar sinsiydi ki ölümünde bile intikam almak uğruna kendi oğlunu kullanmayı tercih etmişti.

Gelgelelim, bu sırrı ve tüm Zong Klanı’nın devlet gücünün refahını sırtlanmak kendi kaderinde vardı.

Sevdiği, nefret ettiği, kırgın olduğu ve acıdığı annesi onun için sayısız günah işlemişti. En sonunda kendi canına kıymıştı ve oğlu olarak, o günahlara ortak olmak zorundaydı.

Ayrıca, söylese bile Zong Zi Xiao buna inanır mıydı ki? Gerçekler ortaya çıktıktan sonra eskisi gibi olabilecekler miydi?

Zhengji Salonu’nda meydana gelen vahşet, geçmişlerini tamamen parçalamıştı. O andan itibaren, bir daha asla Dage ve Xiao Jiu olamazlardı.

Zong Zi Xiao’nun gözlerindeki acıya bakarken, kendi kalbi de kederle doluyordu. Kanlı, şiddetli ve uğursuz Yüce İblis bir zamanlar sadece masum bir çocuktu.

Zong Zi Xiao, bu soruların cevaplarını alamayacağını biliyordu. Belki Zong Zi Heng’e soruyordu, belki de kendisine soruyordu. Aşağı tükürse sakal, yukarı tükürse bıyıktı; sevgi ve nefret duygularının arasında gidip gelmekten kurtulamıyordu.

Zong Zi Heng kalbinde binlerce kez fikir değiştirdikten sonra yorgun düştü, artık ne söylese nafileydi, “Geçmişte sana hep samimiyetle davrandım.”

Zong Zi Xiao onu yakasından tuttu ve dişlerini sıktı, “Samimiyetin midemi bulandırıyor.”

Zong Zi Heng’in nefesi kesildi.

“Söylesene, sen kime karşı samimiydin? Hua Yu Xin’i seviyordun, yine de onu Lu Zhao Feng’i ifşa etmek için kullandın. Dağları Yürüten Kırbaç aracılığıyla yeraltında sarayında ölmesine neden oldun ve şimdi de suçluluk duyduğun için yeğenini büyütüyorsun. Ailemin dağılmasına neden olmana rağmen sanki beni çok seviyormuşsun gibi bir de Bailu Köşkü’nün olduğu gibi kalmasını sağlamışsın!” diye kükredi Zong Zi Xiao, bakışları oldukça vahşiydi, “Madem karmadan korkuyorsun, işlediğin günahların bedelini ödeyebilecek misin?!”

Zong Zi Heng sessizce Zong Zi Xiao’ya baktı, gözlerinde kırgınlık yoktu; bakışları denizin derin sükûnetinin, altındaki dalgaları gizlemesi gibiydi.

“İstediğini elde etmene izin vermeyeceğim,” dedi Zong Zi Xiao öfkeyle, “Hua ailesine kendini affettirmek mi istiyorsun? Ne o, yoksa veleti İmparator mu yapacaksın?”

“Hayır,” dedi Zong Zi Heng, kalbinde korku duyuyordu, “Yetişkin olduğunda aslında kim olduğunu söyleyeceğim ve atalarını tanımasını sağlayacağım.”

“Ha?” dedi Zong Zi Xiao ve gözlerini kıstı, “Öyleyse tahtını kim devralacak? Elde etmek uğruna epey çaba sarf ettin. Nasıl tahtı miras bırakacağın bir veliahtın olmaz?” Soyunu devam ettirmek için hangi ailenin kızıyla evlenmeyi planlıyorsun?”

Zong Zi Heng dişlerini gıcırdattı, “Bir kadınla evlenmek gibi bir maksadım yok.” Uzun zaman önce Daming Zong Klanı’nın egemenliğinin sona ermek üzere olduğunu fark etmişti, ayrıca Zong Zi Xiao’nun dönüşü de bu tahminini doğrulamıştı. O, çok fazla haksızlığa uğramış bir adamdı ve artık bu dünyaya hiçbir bağlılığı kalmamıştı. Zaten bağlanmak da istemiyordu.

Bu sözler Zong Zi Xiao’yu biraz memnun etmiş gibiydi, “O halde bu çocuk daha da işe yaramaz demektir. Neden onu öldürüp ailesine kavuşmasına izin vermiyorsun?”

“Zong Zi Xiao!” diye bağırdı Zong Zi Heng, söylediklerinde ciddi olup olmadığını bilmiyordu, “Tüm kinini gelip benden çıkar. Altı yaşındaki bir çocuktan ne istiyorsun, delirdin mi?”

“Yetişkinler, çocuklar, erkekler, kadınlar, tüm varlıklar et parçasından ibaret, farkı ne ki?” dedi Zong Zi Xiao, Zong Zi Heng’e baktı ve gülümsedi, “Onu bu kadar önemsediğin için ölmeyi hak etmiyor mu?”

Zong Zi Heng’in ifadesi sertti, “Onu öldürmen için önce benim cesedimi çiğnemen gerekir!”

“Seni nasıl öldürebilirim ki?” dedi Zong Zi Xiao, eğildi ve Zong Zi Heng’in kulak memesini ısırdı, “Seni yeterince becermedim.” Kollarındaki kişiyi itti ve geriye doğru birkaç adım atıp koltuğa oturdu. Zong Zi Heng’e çapkın bir şekilde baktı, “Söylediklerimi yine mi unuttun? Bana iyi hizmet ettiğin sürece huzur içinde yaşayacağız.”

Anında Zong Zi Heng’in beti benzi attı.

“Neden yine suskun bir şekilde bakıyorsun? Seni pek çok kez becerdim ve boşaldın, değil mi? Sen de zevk almıyor muydun?”

“….Kapa çeneni.”

Zong Zi Xiao kıkırdadı ama bakışları buz gibiydi, “O çocuğun yaşamasını istiyorsan beni mutlu edeceksin.” Cüppesini kaldırdı ve uzun, ince bacaklarını açarak kendi kasıklarını işaret etti, “Onu mutlu et.”

Zong Zi Heng farkında olmadan geriye doğru bir adım attı. Zong Zi Xiao’nun cinsel konulardaki deliliği ve bitmek tükenmek bilmeyen istekleri karşısında artık ne yapacağını şaşırmıştı. Kendine tekrar tekrar bu adamın Xiao Jiu olmadığını ve onların kardeş olmadığını söylese de, utanç hissinden bir türlü kurtulamıyordu.

“Buraya gel,” dedi Zong Zi Xiao ve ona yumuşak bir şekilde baktı, “Yoksa onu öldürürüm.”

Zong Zi Heng yumruklarını sıktı ve uçurumun kenarına doğru yürüyormuş gibi Zong Zi Xiao’ya doğru bir adım attı.

Zong Zi Xiao, Dage’sının elini tuttu ve hafifçe gülümsedi. Avuçlarının içini sıcak bir şekilde ovalarken bacağını uzatıp aniden dizlerinin kenarına vurdu.

Zong Zi Heng bir gümbürtüyle dizlerinin üzerine düştü. Şaşırmıştı ve içgüdüsel olarak ayağa kalkmaya çalışıyordu.

Zong Zi Xiao ensesini tuttu ve onun başını kasıklarının arasına bastırdı. Ses tonu büyüleyiciydi, “Hadi bugün yeni bir şey deneyelim.”

Gözleri kızarırken Zong Zi Heng’in vücudu titriyordu ve şiddetle Zong Zi Xiao’ya bakıyordu.

“Acele et, sabrım tükenmek üzere,” dedi Zong Zi Xiao.

“Zong Zi Xiao, seni günahlar herif,” dedi Zong Zi Heng, gözleri kan çanağına dönmüştü.

Zong Zi Xiao onun başını yukarı doğru kaldırdı, yüzü asılmıştı, “Peki ya sen kimsin? Günahkar herif tarafından becerilen kişi mi?” O kadar heyecanlanmıştı ki, kalın nesne sertleşmişti ve Dage’sının yüzüne dokunmak üzereydi, “Bana itaatsizliğinin sonucunda neler olduğunu sana tekrar mı öğretmem lazım?”

Zong Zi Heng derin bir nefes aldı ve titreyen elini uzatıp Zong Zi Xiao’nun pantolonunu açtı. Devasa şey, bir anda pantolondan fırlayarak tüm görüş alanını kapladı.

“Beğendin mi? Dün gece, Dage’sını ruhu çıkıp gidene kadar beceren şey bu hazineydi,” dedi Zong Zi Xiao ve Zong Zi Heng’in yüzünü okşadı, “Hatta çabucak boşalmam için bana yalvarmıştın.”

Zong Zi Heng’in omuzları kontrolsüz bir şekilde sarsıldı.

Zong Zi Xiao belini öne doğru eğdi ve kalın nesne Zong Zi Heng’in çenesine çarptı. O yumuşak, kırmızı dudaklara dokunmak ve tadına varmak için çıldırıyordu ama aceleye gerek yoktu. Dage’sının kendi isteğiyle bu hazineyi ağzına almasını bekliyordu. Zong Zi Heng’in yüzüne nazikçe dokundu, “Neyi bekliyorsun? Aç ağzını.”

Zong Zi Heng, hissettiği utancı baskılamaya çalıştı ve o devasa şeyi ağzının içine aldı.

“Ngh,” diyerek hafifçe inledi Zong Zi Xiao, Dage’sının ağzının içi çok ıslak ve sıcaktı. Aniden o devasa şey daha da büyüdü.

Etten silah ağzının içinde büyüdükçe büyüyordu ve, ağzına tam sığmadığı için Zong Zi Heng oldukça rahatsız hissediyordu. Geri çekilmek istiyordu ama başı Zong Zi Xiao tarafından aşağı doğru bastırılıyordu.

“Düzgünce yala, dilini kullan. Ah, evet…”

Zong Zi Xiao, Zong Zi Heng’in ağzının içinde yavaşça hareket etmeye başladı. Zong Zi Heng’in arka bölgesine girmekten tamamen farklı olan bu his, zihninin zevkten dolayı karıncalanmasına sebep oluyordu. Nefesi ağırlaşmıştı, “Çok zevk alıyorum. Dage’nın bedeni bir adam tarafından becerilmek için tasarlanmış. Aksi takdirde hem ağzın hem de kalçaların neden bu kadar şehvetli olsun ki?”

Zong Zi Heng’in ağzı o devasa nesneyle dolmuştu, yanakları uyuşmuştu ve gözleri dolmuştu.

Zong Zi Xiao onun yeşim tokasını çıkardı ve parmaklarını kalın telli, mürekkep siyahı saçlarına doladı. Başlangıçta şefkatle saçlarını okşuyordu ama aniden ayağa kalkıp saçlarını kavrayarak şiddetle hareket etmeye başladı.

Bu neslin görkemli İmparator’u, erkek kardeşinin bacaklarının arasına diz çökmüştü ve ağzını kullanarak onun istilasına karşılık veriyordu. Gözyaşları ve tükürüğü aynı anda süzülüyordu ve bir çift parlak, siyah göz utançla dolup taşıyordu.

Zong Zi Heng’in neredeyse nefes alamadığını gören Zong Zi Xiao, son kez hareket ettikten sonra kendisini geri çekti.

Zong Zi Heng yere eğildi ve nefes nefese kaldı.

Zong Zi Xiao’nun etten silahı hala sertti ve tatmin olmamış görünüyordu. Zong Zi Heng’i yerden aldı, sandalyeye oturması için taşıdı ve iç çamaşırlarını yırtıp doğrudan içine girdi.

“Ahhh….”

Etten kılıç hızlı bir şekilde derinlere saplandı. Kaç kez yapmış olurlarsa olsun Zong Zi Heng’in bedeni bu devasa nesneye hala alışamamıştı. Bu yabancı şey, bedeninin her köşesinin titremesine neden oluyordu.

“İçin hala yumuşacık,” dedi Zong Zi Xiao ve Zong Zi Heng’in kalçasını sıktı, “Dün, bütün gece seni becerdiğim için kolayca içine girdi. Dage’nın içine boşalacağım, olur mu?”

Zong Zi Heng hala durmaksızın titriyordu. Dudaklarını ısırdı, inlemek istemiyordu.

Zong Zi Xiao onun kalçasını hareket ettirerek, o sıcak ve dar bölgeye hızla girip çıkıyordu. Sıcak dudakları Dage’sının kiraz dudaklarıyla birleşti ve onu şiddetle öptü.

Bedeninin alt bölgesine sertçe girip çıkan etten silah, Zong Zi Heng’in neredeyse havada durmasına neden oluyordu. Vücut ağırlığını desteklemek için Zong Zi Xiao’nun uzun ve kaslı kollarına güvenmekten başka çaresi yoktu. Aşağı doğru en ufak hareketinde etten kılıç daha da derine giriyordu. Dayanamayıp Zong Zi Xiao’nun boynuna sarıldı. Bu hızlı ve şiddetli zevk akışı durmaksızın devam ediyordu, yumuşak deliği şafak sökene kadar becerilmişti.

Zong Zi Xiao, Dage’sının pembemsi teni, hafifçe kızaran gözleri, ışıldayan burnu ve öpücüğüyle kıpkırmızı olan dudakları karşısında büyülenmişti. Şehvete yenik düşmüş olan bu görünüşünü başkasının görmesini asla istemiyordu. Zong Zi Heng’in alnına, burnunun ucuna, yanaklarına, boynuna öpücük kondurdu; bu bedenin her köşesine kendi izlerini bırakmak için sabırsızlanıyordu.

Onundu, bu kişi yalnızca ona aitti. Dage’sı kendisine aitti!

Zong Zi Heng’in siyah saçları kar beyazı sırtına dökülmüştü. Bacaklarının ikisi de genişçe açılmıştı ve Zong Zi Xiao’nun kucağında oturuyordu. Uzun etten kılıç içine girip çıkmaya devam ediyordu. Bu güzel kokulu sahnenin kraliyet haremine ait olmadığını, narince inleyen bu kişin bir cariye olmadığını, aslında milyonlarca insana egemen olan Zong Tianzi*, yani İmparator Kong Hua olduğunu kim bilebilirdi ki?”

ÇN: Cennetin Oğlu demek.


5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x