İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 130. Bölüm

Wu Chang Jie 130. Bölüm

Bir fırtınanın ortasına atılmıştı, sıcak hava dalgaları yükseldi ve Zong Zi Heng’in etrafını sardı. Giderek daha da terliyordu, sanki diri diri haşlanıyormuş gibiydi.

Uykusundan yorgun bir halde uyandı.

Gözlerini açtığında hala şaşkındı ve kafası karışmıştı. Nerede olduğunu, günün hangi vakti olduğunu bilmiyordu ve kılını dahi kıpırdatacak takati kalmamıştı.

Çok geçmeden onu saran gücü hissetti. Aşağıya baktı ve Daming’deki sonbahar yağmuru sırasında uzun süredir devam eden kuzgun karası bulutlara benzeyen bir siyahlığın ona dolaştığını gördü.

Daha sonra neler olduğunu anımsadı, ardından Zong Zi Xiao’nun kolları ve bacaklarıyla onu sardığını fark etti. Zong Zi Xiao’nun vücut ısısı çok yüksekti, bu kadar bunalmış olması şaşırtıcı değildi ve zar zor nefes alıyordu. Önceki geceye ait şeyler gözünde canlanınca utançtan yüzü anında alev aldı.

Utanmaz adam!

Zong Zi Heng bedenindeki uyuşukluğa ve ağrıya dayanmaya çalışarak bu kucaklamanın içinden çıkmaya çalışsa da, demirden kollar daha da sıkı kapanmıştı. İkisi de çırılçıplaktı, tenleri birbirine değiyordu ve bu sağlam göğüs, bedenini yakan sıcak bir kalkan gibiydi.

Zong Zi Heng, elini Zong Zi Xiao’nun göğsüne koydu ve biraz geri çekilmeye çalıştı fakat, Zong Zi Xiao’nun bacakları kendi bacaklarına kenetlenmişti ve saçları da yatakta birbirine dolanmıştı. Sanki teninin her santimine, tepeden tırnağa Zong Zi Xiao’nun kokusu sinmişti ve şehvetin kokusuyla çevrelenmişlerdi.

Tıpkı sahibi tarafından işaretlenmiş bir av gibiydi.

Tam o sırada hafif bir fısıltı duydu.

“Anne.”

Zong Zi Heng donakaldı.

“Anne, beni bırakma…” diye mırıldandı Zong Zi Xiao, kaşları sıkıca çatılmıştı ve kabusunun içinde boğulurken alnında ince bir ter tabakası belirmişti, “Ölme, gitme, ah…Anne….”

Zong Zi Heng uzunca iç çekti. Zong Zi Xiao’nun yüzündeki acı kalbinin sıkışmasına neden olmuştu. İnsanların önünde bu kadar güçlü ve yenilmez olan Yüce İblis, geceleri uykusunda bir çocuk gibi annesine sesleniyordu.

Ona son on yılı nasıl geçirdiğini sormak istiyordu. Fakat artık oturup barış içinde sohbet edemezlerdi.

“Dage….”

Zong Zi Heng’in tüm bedeni sarsıldı.

“Dage, değişme….kurtar beni, ben….” dedi Zong Zi Xiao ve bir kez daha kollarıyla bacaklarını Dage’sına sardı. Büyüleyici derecede yakışıklı olan yüzü, kabustan ötürü acıyla dolmuştu ve gözlerinin kenarlarından yaşlar süzülüyordu.

Zong Zi Heng’in kalbini hüzün kapladı ve gözleri doldu.

Zong Zi Xiao boğuk bir tonla seslendi, “Dage, korkuyorum…”

Keder, keskin bir kılıç gibi Zong Zi Heng’in kalbini deldi. Birkaç kez tereddüt ettikten sonra titreyen elini uzattı ve nazikçe Zong Zi Xiao’nun alnını okşadı.

Zong Zi Heng kardeşine karşı hep ilgisini ve sevgisini göstermişti; ona hayran olduğunu söylemek pek de abartı olmazdı. Bu olaylar olmasaydı, dünyanın en yakın kardeşleri ve yan yana yaşam mücadelesi veren paydaşlar olacaklardı. Xiao Jiu, şüphesiz hayatındaki en değerli insandı. Yüce İblis Zong Zi Xiao’ya karşı mesafeli olabilirdi ama kalbindeki Xiao Jiu’sunu asla terk edemezdi.

“Dage, Dage….”

Zong Zi Xiao, karanlığı dağıtan bir ışığa seslenircesine “Dage” deyip duruyordu. Sanki bunu söylemeye devam ettiği sürece karanlık onu alt edemezdi.

Zong Zi Heng içgüdüsel olarak cevap vermeye yeltendi ve dudakları titredi, ama ağzı açılmadı.

Zong Zi Xiao, onunla birleşmeye can atıyormuş gibi başını Zong Zi Heng’in göğsüne gömdü. Kollarını sıkıca sardı ve hıçkırarak ağladı, “Dage, yardım et…”

Zong Zi Heng’in kalbi sızladı ve gözyaşları yanaklarından süzülmeye başladı. Onun sıkıca çatılmış kaşlarını düzeltmeye çalıştı ama kalbinde açtığı yaranın asla iyileşemeyeceğini biliyordu. O anda Zong Zi Xiao’ya karşı olan tüm öfkesi ve korkusu geride kaldı ve titreyen bir tonla seslendi, “Xiao Jiu, korkma. Dage yanında.”

Xiao Jiu, korkma. Dage yanında.

Bu sözleri on yıl önce söyleyebilmiş ve küçük kardeşini koruyabilmiş olsaydı; Xiao Jiu’su şeytani yola düşmezdi ve şu anda içinde oldukları bu çıkmaza girmezlerdi.

Xiao Jiu’sunu geri alabilecekse, ölmeye bile razıydı.

Daha önceleri Zong Zi Xiao’yu defalarca kez itmişti fakat bu kez kendi isteğiyle ona sımsıkı sarılıyordu. Onun kalın telli, siyah saçlarını okşadı, geniş ve sağlam duran sırtını sıvazladı ve hafifçe teselli etti, “Xiao Jiu, Dage yanında.”

Dage seni koruyamadı. Bana en çok ihtiyacın olan zamanda yanında olamadım ama bir an olsun bile aklımdan çıkmadın. Dage hayatı pahasına da olsa bundan sonra seni koruyacak.

Zong Zi Xiao yavaş yavaş Dage’sının kollarında ağlamayı bırakıp sakinleşti. Alnı usulca gevşedi ve vücudundaki kaslar da artık gergin değildi. Sanki dünyanın en sıcak, en rahat yerini, kendisini özgür bırakabileceği, huzurla sığınabileceği o limanı bulmuş gibiydi. Eşsiz güzellikte bir rüya görüyordu ve bu rüya onu çocukluğuna geri götürmüştü. Sevgi dolu olan babasının ve annesinin, gülümsemesi bir Mayıs baharında açan kayısı ağacı çiçeği kadar zarif olan Dage’sının olduğu bir yerdeydi. Kayısı ağaçları çiçek açmıştı, yağmurun çiseleyişi ve yüzüne çarpan o hafif esinti adeta baş döndürücüydü.

Böylesine huzurlu şekilde uyumayalı çok uzun zaman olmuştu.

Zong Zi Heng, uyuşuk kollarının ağrısıyla uyandı.

Gözlerini açar açmaz bir çift meraklı gözle karşılaştı. Bu bakış çok derindi ve karanlık bir su birikintisine benziyordu.

Zong Zi Heng irkildi ve kalkmaya çalıştı ama kolu geceleyin yastık görevini üstlendiği için uyuşmuş haldeydi. Kollarını biraz ovuşturduktan sonra göğsünde birleştirdi.

Yorgan göğsünü kaplıyordu, sadece kar beyazı omuzları ve boynu görünüyordu. Omuzları bıçak gibi keskindi, boynu ince ve narindi ama üstünde Zong Zi Xiao’nun önceki geceden kalma ısırık izleri vardı, ki bu da Zong Zi Xiao’nun yeniden heyecanlanmasına neden oluyordu.

Zong Zi Heng o kaotik geceyi hatırladı. Gecenin ilk yarısındaki iki kişiyle, sonraki yarısındaki iki kişi birbirinden alakasız gibiydi. Sadece kendisinin ve Xiao Jiu’nun yeniden kavuştuğu bir rüya gördüğüne kendisini ikna etti, hepsi bu kadardı. Çünkü artık uyanmıştı ve karşısındaki kişinin Yüce İblis olduğunun pekala farkındaydı.

“Sen….” dedi Zong Zi Xiao, sabah uyandığında Zong Zi Heng’i kendisine sarılırken bulmuştu ve hala o anın şokundan kurtulamamıştı. Uzun, upuzun bir rüya görmüştü; sanki o tuzakların hiçbiri kurulmamıştı ve kötü şeylerin hiçbiri olmamıştı. Hala herkesin gözdesi olan Dokuzuncu Prens’ti. Dage’sının kollarına atlayıp ona cilve yapabiliyordu. Dage’sı ona sıkıca sarılıp usulca fısıldıyordu. Ömrünün sonuna dek o anda kalmak istiyordu. Uyandığında kendisini gerçekten de Dage’sının kollarında bulduğunda sersemlemişti, tüm acıların bir kabus olduğunu; o kabustan artık uyandığını ve artık dünyada en çok sevdiği kişinin yanında olduğunu düşünmüştü.

Bu rüya da neyin nesiydi? Gerçek miydi? Gerçeklik dayanılmaz derecede acı verirken, bu muhteşem rüyadan neden uyanmıştı ki?

Zong Zi Heng başını eğdi ve yataktan çıkmak üzere doğruldu.

Zong Zi Xiao onu tuttu ve, “Dün gece, ben….” diyerek mırıldandı, fakat tam olarak ne sorması gerektiğini bilemiyordu.

Zong Zi Heng’in de ağzını bıçak açmıyordu.

“Dün gece eski günlerle ilgili pek çok rüya gördüm,” dedi Zong Zi Xiao ve Dage’sını kollarına doğru çekti. Kollarını beline doladı ve ona arkadan sıkıca sarıldı, “Rüyamda sen de vardın.”

Zong Zi Heng’in nefesi kesildi.

“Tüm bunlar olmasaydı, şimdi nasıl olurduk hiç düşündün mü?”

“…..”

“Ama yine de seni istiyorum. Başka bir kadınla evlenmene izin vermeyeceğim. Benim eşim olmanı istiyorum. Sonsuza kadar benim olmanı istiyorum,” dedi Zong Zi Xiao ve dudaklarını Dage’sının yanaklarına sürttü, “Bunu o zamanlar da düşünmüştüm. Benim Dage’mdın. Ne söylesen her sözünü dinlerdim. Bana itaat etmeni sağlayacak tek şey benim İmparator olmamdı.”

Zong Zi Heng’in vücudu kaskatı kesildi.

“Belki de, bizim savaşmamız kaderimizde vardı,” dedi Zong Zi Xiao, önce onun kulak memesini, yanağını, boynunu ve ardından da köprücük kemiğini öptü, “Ne senin ne de benim kazanamamış olmam ne kadar da üzücü.”

Zong Zi Heng mırıldandı, “İkimiz de kaybettik.”

“Bir daha asla kaybetmeyeceğim,” dedi Zong Zi Xiao, Dage’sına sıkıca sarıldı ve kulağına fısıldadı, “Cennetin Dokuzuncu Seviyesi’ne eriştiğimde, bu dünyadaki kimse bana rakip olamayacak. Sen yanımda olduğun sürece, ben….” Buradan sonrasını söylemekte biraz tereddüt ediyordu, “Seni mutlu edeceğim.”

Zong Zi Heng fısıldadı, “Zong Zhong Ming için işleri zorlaştırma.”

“Bu sana bağlı.”

Zong Zi Xiao gözlerini kapadı ve vücudunun ağırlığını Dage’sına bastırdı, Zong Zi Heng’in vücudundaki sıcak, hafif orkide kokusunu sevgiyle kokladı.

Zong Zi Heng, omuzlarında onun ağırlığını hissetti ve önceki gece bu adamın kollarına sarılıp hıçkıra hıçkıra ağladığını anımsadığında, kalbi tekrar kederle doldu.


5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x