“Bu dediğin ölümsüz hap, daha önce başkası tarafından arıtıldı mı hiç?”
“Hayır. O kadar basit olsaydı, ona nasıl yüce ölümsüz hap denebilirdi ki?”
“Hap arıtmak, efsun çalışmaktan bile daha zor. Bir kişi doğuştan yetenekli olmasa da, çok fazla efsun çalışarak ilerleme kaydedebilir. Fakat ölümsüz hap arıtmak daha risklidir ve tüm çabalar boşa gidebilir.”
Zong Zi Xiao başını sallayarak onayladı.
“Birçok sekt, gizli bir hap arıtma yöntemi bulmadan önce pek çok başarısızlığa uğradı. Dev Ruh Köşkü gelip en üstün hapı arıtmaya çalışsa bile başlarına bir talihsizlik gelmeyeceğinin bir garantisi yok,” dedi Zong Zi Heng ve kaşlarını çattı, “Bu hapı arıtma meselesinde ısrarcı olmaya devam edersen korkarım ki çok fazla kaynak ve insan gücü israf olacak. Tekrar tekrar başarısız olarak, ölümsüz sektlerin mallarını çarçur etmek mi istiyorsun?”
Zong Zi Xiao güldü, “Öyleyse ne olmuş?”
Zong Zi Heng’in ses tonu derindi, “Eğer hapı arıtamazsan, insanların altın özünü mü kullanacaksın?”
“Daha önce kullanmadım mı ki?”
“Zong Zi Xiao, nasıl birine dönüştüğünün farkında mısın?!” diye bağırdı Zong Zi Heng. Xiao Jiu’su biraz inatçı ve kibirliydi ama asla soğukkanlı ve acımasız bir şeytani efsuncuya dönüşemezdi. Xiao Jiu’nun…Yüce İblis’e dönüşmesindense ölmesini tercih ederdi!
Zong Zi Xiao alay etti, “Bu hale gelmem Dage’mın eseri. Bana çocukluğumdan beri doğruluğu, fazileti ve iyiliği öğretirken, kendisi de dünyanın en utanmaz, en alçak ve en kötü şeylerini yaptı. İkiyüzlü olanların güzel ahlaktan ve iyilikten ahkam kesmesi oldukça mide bulandırıcı. Ben, alnım açık bir şekilde kötü biri olmayı yeğliyorum.”
Zong Zi Heng’in vücudu titredi. Omuzları bu ağır yükü artık taşıyamıyormuş gibi çöktü ve yüzünde bozguna uğramış bir ifade belirdi.
“Bütün ölümsüz efsun dünyası varını yoğunu ortaya koymak zorunda kalsa bile, benim için gereken hapı arıtacak. Eğer yapamazlarsa altın özlerini onlardan söküp alacağım,” dedi Zong Zi Xiao, gülümsemesi cehennemden sürünerek çıkıp gelen bir hayalet kadar vahşi ve acımasızdı. Zong Zi Heng’in yüzündeki ifade onda hayranlık uyandırıyor ve tuhaf bir zevk veriyordu.
Aslında, bir kere dahi bile altın özü yememişti. Zong Zi Heng ile beraber sekiz yaşındayken altın özü çalan şeytani bir efsuncu yüzünden ölümle burun buruna geldiği o günden bu yana altın özü hırsızlarından iğreniyordu. Altın özü hırsızı olan Lu Zhao Feng’in de ortaya çıkışı bu nefretini pekiştirmişti. Yin askerlerine Wuyun Sekti’nin efsuncularının altın özlerini çıkarttırmıştı, çünkü reenkarne olsalar bile bir daha asla altın özü geliştiremeyeceklerdi. Zong Zi Xiao’nun altın özü hırsızlarına biçtiği ceza işte buydu. Üçüncü ablasının gelin gittiği aile gibi Lu Zhao Feng’e boyun eğmek istemeyenler, Dağları Yürüten Kırbaç yüzünden çoktan hayatlarını kaybetmişti. Wuyun Sekti’nde geri kalanların hiçbiri masum değildi.
Lu Zhao Feng kendi altın özünü çıkarıp ölmeden önce ona yemesi için verseydi bile umurunda olmazdı.
Ama bunu kimseye açıklamaya ihtiyacı yoktu, kaldı ki açıklasaydı da ona kimse inanmazdı. Korku en iyi yönetme şekliydi, bu yüzden dünyanın ondan korkmasına izin vermişti.
Zong Zi Heng pencereden dışarı şaşkın şaşkın bakıyordu, “Zong Zi Xiao, yoldan saptın ve tüm dünyaya düşman kesildin. Er ya da geç bunun bedelini ödeyeceksin.”
“Üstün bir güce sahip olduğum sürece kimse bana bir şey yapamaz,” dedi Zong Zi Xiao, Dage’sına doğru yürüdü ve kollarını arkadan onun ince, zarif beline doladı. Kulağına doğru eğildi, ses tonu tehlikeli derecede büyüleyiciydi, “Aynısı senin için de geçerli. Gizlice mührü kırmaya çalıştığını bilmediğimi mi sanıyorsun? Ruhani güçlerinin üzerindeki mührü kırsan bile bana ne yapabilirsin ki? Beni yenemezsin, yoksa başka bir saldırı mı planlıyorsun?”
Zong Zi Heng dudaklarını büzdü ve hiçbir şey söylemedi.
“Aslında, gizli bir saldırı mümkün olabilir,” dedi Zong Zi Xiao ve dilinin ucuyla Zong Zi Heng’in kulak memesini usulca yaladı, “Dage’nın tadı aklımı başımdan alıyor. İçine girmek ve hep o şekilde kalarak asla çıkmamak istiyorum.” Ardından çapkın bir şekilde güldü, “Gerçi tek beden olmuş halde sevişirken bana saldırırsan, muhtemelen başarılı olursun.”
Zong Zi Heng kayıtsızca yanıtladı, “Madem sana zarar veremeyeceğimden bu kadar eminsin, neden mührü kaldırmıyorsun?”
“Yanımda uyuyan zehirli bir yılan var, nasıl görmezden gelebilirim ki?” dedi Zong Zi Xiao ve Dage’sının yüzünü çevirip sıcak, yumuşak dudaklarını öptü, “Böyle şeylere fazla kafa yorma.”
Zong Zi Heng başını diğer tarafa çevirdi.
Zong Zi Xiao dişleriyle yakasından tutup onu çekti ve orkide gibi kokan kar beyazı, ince boynunu hafifçe ısırdı, “Bu renk tenine çok yakışıyor. Küçüklüğünden beri Dage hep beyaz giymeyi severdi ama bir gün benim için kırmızı renk* giymeni istiyorum.”
ÇN: Çin gelneksel düğün kıyafetlerini kastediyor.
Kelimeler ağzından çıkar çıkmaz ikisi de aynı anda kaskatı kesildi. Kulağa fazlasıyla romantik ve çekici bir aşk cümlesi gibi geliyordu. Sevdiğine evlenme teklifi ediyor ve onun için kırmızı kıyafet giymesini istiyormuş gibiydi.
Kelimeler o anda, o iki kişi için oldukça eğreti duruyordu.
Zong Zi Xiao biraz pişman olmuştu fakat, yıllardan beri söylemeyi arzuladığı şeyi söyledikten sonra Dage’sının yüzünde bir karşılık görmeyi beklemekten de kendisini alamamıştı.
Ne yazık ki, Zong Zi Heng’in ifadesi ölümcül şekilde anlaşılamazdı. Bu güzel yüz, birini hem kendisine aşık edebilir, hem de nefret ettirebilirdi.
Hayal kırıklığı kalbinden dolup taşıyordu. Zong Zi Xiao kollarındaki kişiye sıkıca sarıldı ve içinden şöyle dedi: Beni sevsen de sevmesen de, sen her zaman benimsin!
―
Son birkaç gündür Zong Zi Heng, Xu Zhi Nan ve Li Bu Yu’yu tek başına görebilmek için fırsat kolluyordu. Onlarla gizlice buluşmanın pek mümkün olmadığını anladıktan sonra, Zong Zi Xiao’yu tavsiye verme bahanesiyle onlarla buluşmasına nasıl ikna edeceğini düşünüyordu.
Bu konuyu açtığında, Zong Zi Xiao beklenmedik bir şekilde kabul etmişti, ancak tek bir şartı vardı; aynı anda sadece tek bir kişiyle görüşecekti.
Zong Zi Heng onun derin planına karşı gizlice iç çekmeden edemedi. Xu Zhi Nan ve Li Bu Yu ne kadar kibar görünse de, her birinin kendince sebepleri vardı. Bu ikisi tek başlarına, hiçbir zaman çekincesiz bir şekilde işbirliği yapamazlardı, ancak Zong Zi Heng onlarla beraber konuşursa bir şansları olurdu. Zong Zi Xiao bunun pekala farkındaydı ve bu fırsatı onlara vermemişti.
Zong Zi Heng ilk önce en çok görmek istediği ve durumu tersine çevirmesine yardım edebilecek tek kişi olan Xu Zhi Nan’ı çağırdı.
İkisi sadece bir yıldır birbirlerini görmemişlerdi ama ölümsüz efsun dünyasının başına öyle şeyler gelmişti ki, ikisinin de yüzünde derin bir yorgunluk vardı.
“İmparator,” dedi Xu Zhi Nan eğilerek, “İmparator’u tekrar görebilmek, sahiden de…”
“Xu Dage,” dedi Zong Zi Heng ve Xu Zhi Nan’a sarıldı, “Burada yabancı kimse yok, resmi konuşmak zorunda değilsin.
Xu Zhi Nan uzunca iç çekti, “Bu birkaç ayda, İmparator yalnız bir şekilde Zong Zi Xiao ile başa çıkmaya çalışıyordu. Bir deri bir kemik kalmışsın.”
Zong Zi Heng’in ifadesi kasvetliydi, “Ancak tatlı dille yılanı deliğinden çıkarabilirsin.”
“İmparator yaşadığı müddetçe bizim için bir umut var demektir. Zong Zi Xiao bizi zorlarsa savaşmaktan başka çaremiz kalmaz.”
“Hepimiz bunu anlıyoruz ama ölümsüz efsun dünyası bir araya gelecek mi ki?” dedi Zong Zi Heng, “Ben, İmparator Zong ismine layık değilim. Ne Zong Klanı’nın içindekiler beni destekliyor ne de dışarıdaki yerel halk. Zong Zi Xiao’nun kılıcına yenik düştüm. Onunla savaşmayı istesem bile buna gücüm yok.”
“İmparator, lütfen bu şekilde düşünme. Geçmişte, Wuyun Sekti’ne karşı birlikte savaşmıştık, çünkü insanlıklarını kaybederek altın özü çalan şeytani efsuncular haline gelmişlerdi. Şu anda Zong Zi Xiao Wuyun Sekti’nden bile daha büyük bir tehdit ama onun ölümsüz sektlere karşı bir düşmanlığı yok. Küçük sektlerin çoğu, Gizli Kutsal Tılsım’dan korktuğu için bana dokunmayan yılan bin yaşasın diyor. Onların gözlerinin açılmasını beklersek, o zamana kadar Zong Zi Xiao iliklerine kadar hepsini sömürmüş olur. Mevcut ölümsüz efsun dünyası dağılmanın eşiğinde ama neyse ki sen hala buradasın. Dünyaya yalnızca sen hükmedebilirsin.”
Zong Zi Heng usulca başını salladı, “Senin ve Wuliang Sekti’nin desteğini alsam dahi, diğer ölümsüz sektlerin bana itaat etmesini sağlayamayabilirim.”
“Şu anda imkansız görünüyor, çünkü gereken dersi henüz almadılar,” dedi Xu Zhi Nan ciddi bir şekilde, “Buraya gelirken, Li Bu Yu ve ben o iblisi yatıştırmak için talep edilen verginin bir kısmını ödemeye razı gelmiştik. Er ya da geç bizden daha fazla vergi isteyecektir. Kaç kere olursa olsun, ölümsüz efsun dünyası bir gün mutlaka gerçeğin farkına varacaktır. Zamanı geldiğinde, tüm sorunun nedeninin Wuji Sarayı’nın içinden, Zong Zi Xiao’dan geldiği anlaşıldığında efsun dünyası daha da emin olacaktır. İmparator harekete geçmek için bir çağrıda bulunduğunda, o şeytani efsuncuyu yok etmek için canımız pahasına da olsa seni takip edeceğiz.”
Zong Zi Heng’in yüzü gergindi ve gözleri uzun süre hiçbir şey söylemeden boşluğa doğru baktı.
Zong Zi Xiao’nun ölümsüz efsun dünyasını sömürmesi ya da ölümsüz efsun dünyasının birleşip Zong Zi Xiao’yu öldürmesi, görmek istediği bir şey değildi. Zong Zi Xiao onu aşağılamış da olsa, Xiao Jiu’ya olan sevgisi ve duyduğu suçluluk nedeniyle ondan hiçbir şekilde nefret edemiyordu.
Zong Zi Xiao’nun ölmesini istemiyordu. O adamda Xiao Jiu’dan hiçbir iz kalmasa bile, o gece Yüce İblis’in kabus görüşünü asla unutamıyordu. Kollarına sokulup, ağlayarak ona “Dage” diye seslenmişti. Kalbi ona karşı defalarca kırılmıştı ama yine de ondan vazgeçemiyordu.
Ancak ne kadar düşünürse düşünsün bu meseleye bir çözüm bulamıyordu.
“İmparator,” diye seslendi Xu Zhi Nan yumuşak bir şekilde, “İmparator?”
Zong Zi Heng sessizce Xu Zhi Nan’a baktı, gözleri çözülemeyen bir acıyla dolup taşıyordu.
Xu Zhi Nan da sessizdi ve ancak uzun bir süre sonra söze girdi, “İmparator hala onu önemsiyor olabilir mi?”
Bu cümle kalbini delen keskin bir kılıç gibiydi ve Zong Zi Heng’in beti benzi atmıştı, ağzını açtı ama konuşamıyordu.
“O artık senin kardeşin değil,” dedi Xu Zhi Nan.
“Biliyorum.”
“Ölümsüz efsun dünyasını mahvetmesine engel olmalıyız.”
“Biliyorum,” dedi Zong Zi Heng ve kalbindeki keskin acıyı bastırmaya çalıştı, “Zamanı geldiğinde, ben şahsen…karışıklığı düzelteceğim.” Eğer Zong Zi Xiao’yu yenebilirlerse, bu savaştan sonra egemenliğini daha sağlam bir şekilde kurabilecekti ve belki de öyle olursa Zong Zi Xiao’nun yaşamasını sağlayabilirdi. Bu onun tek umudu olabilir miydi?
Xu Zhi Nan iç çekti, “Meng Sheng’e bir süre geri durmasını tavsiye edeceğim.”
Zong Zi Heng başını salladı, “Gururlu ve inatçı biri, korkarım ki onu ikna edebilecek tek kişi sensin.”
“Bu konuda pek kendime güvenmiyorum,” dedi Xu Zhi Nan gülerek, “Tüm ölümsüz efsun dünyası bir araya gelse bile Cangyu Sekti’nden bir grup kadın efsuncuya rakip olamaz.”
“Cangyu Sekti’nin boyun eğmemek için belirli bir gücü var, ama Zong Zi Xiao’yu kızdırırlarsa…” dedi Zong Zi Heng endişeyle, “Qi Meng Sheng’e mümkün olan en kısa sürede tavsiye vermelisin, aksi halde er ya da geç, Zong Zi Xiao başkalarına ibret olsun diye Kunlun’a gidecektir.”
“Pekala.”
“Xu Dage’nın bana yardım etmesini istediğim başka bir mesele var.”
“Lütfen söyle İmparator.”
“Zhong Ming’i buradaki insanlardan uzak kalması için beşinci kardeşime göndermek istiyorum,” dedi Zong Zi Heng usulca.
“Elbette. İmparator’un yapmamı istediği bir şey varsa bana söylemesi yeterli.”
“Her şey hazır olduğunda, seni haberdar bir yolunu bulacağım.”