İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 137. Bölüm

Wu Chang Jie 137. Bölüm

Ölümsüz sektlerin hazineleri gruplar halinde Daming’e gönderildi. Atlar, arka arkaya ilerleyerek kar üzerinde nal izlerini bırakıyorlardı. Bunların hepsi Zong Klanı’nın dünyayı yağmalamaya çalışmasının kanıtıydı.

Wuji Sarayı bu kadar gürültülü olmayalı çok uzun zaman olmuştu ve yıllık vergilerin hesaplanması birkaç günü almıştı.

Ölümsüz sektlerin her biri farklı hazinelere sahip olsa da, en nihayetinde hepsi cansız eşyalardan ibaretti. Zong Zi Xiao onlardan vergi olarak canlı insanları istemekle bayağı acımasız davranmıştı. Elbette aslında istediği şey, sektlerin gizli simya yöntemlerini öğrenmekti. Ama nasıl böylesine önemli hazinelerden bir çırpıda vazgeçebilirlerdi ki? Başka seçenekleri olmadığı için pek çok sekt bu gizli yöntemleri miras alan mensuplarını Wuji Sarayı’na göndermişti. Zong Zi Xiao ölümsüz hapı arıtana kadar orada mahsur durumda kalacaklardı.

Bu insanlar arasında en önemli kişi Dev Ruh Köşkü’nün genç efendisi Ran Xing Wen’di.

Dev Ruh Köşkü’nün ölümsüz efsun dünyasında eşi benzeri yoktu. Yüzlerce yıldır süregelen bu sekt hiçbir zaman güçlü kılıç tekniklerinin ya da efsun yeteneklerinin peşinde koşmamıştı, tek ilgilendikleri zanaatkârlıktı.

Dev Ruh Köşkü zırh, hap, tılsım ve büyülü hazineler de dahil olmak pek çok şeyi arıtma üzerine ustalaşmıştı. Bu en iyi şeylerin Dev Ruh Köşkü tarafından üretildiği anlamına gelmiyordu; sonuçta en iyi hazinelerin arıtılması için en iyi hammaddeler gerekiyordu. Ama yine de Dev Ruh Köşkü’nün ürettiği şeyler diğerlerine nazaran daha iyiydi. Bu nedenle ölümsüz sektlerin çoğu Dev Ruh Köşkü’nden bir sürü şey satın alırdı ve buldukları hazineleri de arıtmaları için Dev Ruh Köşkü’ne gönderirlerdi.

Dev Ruh Köşkü hiçbir zaman sektler arasındaki çatışmalara bulaşmazdı. Ölümsüz efsun dünyası ne kadar çalkantılı olursa olsun, Dev Ruh Köşkü her zaman dimdik ayakta durmuştu.

Ta ki Zong Zi Xiao yeniden ortaya çıkana kadar.

Dev Ruh Köşkü’nün varisi bu aşağılamaya boyun eğip Wuji Sarayı’na gitmekten başka seçeneği yoktu.

Ran Xing Wen, inzivada yaşayan ve gençlik yıllarında Jiaolong Meclisi’ne dahi katılmamış olan gizemli bir adamdı. Buna ek olarak Dev Ruh Köşkü efsun gelişimine ağırlık vermezdi, bu nedenle diğer insanlar onun yeteneklerinin vasat olduğunu düşünüyorlardı. Fakat bunun bir önemi yoktu, önceki ustasından arıtma yeteneklerini miras aldığı sürece ölümsüz efsun dünyasında bir yer edinebilirdi.

Daming’e geldiğini duyunca herkes onu merak etmeye başlamıştı, hatta Zong Zi Heng bile biraz merak ediyordu.

Onunla karşılaştıklarında hayal kırıklığına uğradılar. Oldukça yakışıklıydı, ama az konuşuyordu ve çoğunlukla da ne demek istediği anlaşılamıyordu. Ancak yeteneklerini sorgulamaya kimsenin cesareti yoktu.

Zong Zi Xiao, Ran Xing Wen’e, ölümsüz hapın arıtılmasını planlamak ve bu yüce ölümsüz hapı arıtma yöntemi hakkında çeşitli sektlerden gelen üst düzey simyacılarla fikir alışverişinde bulunmak gibi önemli bir görev verdi. Önce Wuji Sarayı’nın kendi ocağında sınayacaklardı, emin olduktan sonra da Shen Nong Kazanı’nda arıtmak için gerekli malzemeleri kullanacaklardı.

Ran Xing Wen’in yüzünde hiçbir ifade yoktu. Gereksiz şeyler konuşmak yerine kendisini araştırmasına gömmüştü ve o kış, birçok pahalı hammadde birbiri ardına boşa gitmişti.

Zong Zi Xiao’nun ölümsüz hapları arıtmak için büyük bir tantana yaptığı günden beri, Zong Zi Heng’in zihni pek rahat değildi. Zong Zi Xiao’nun tam olarak ne tür bir ölümsüz hap istediğini bilmiyordu ve Gizli Kutsal Yazıt’ta ne yazdığını da anlayamıyordu. Ama yıllar öncesinde üstün ölümsüz hap olarak tanımlanan bir hap olduğunu biliyordu.

Bunu ona kendi babası söylemişti.

Zong Zi Heng ne kadar ilerlemiş olduklarını görmek için arıtma odasına gitmişti, fakat oda o denli sıcak ve nemliydi ki neredeyse içeri dahi giremeyecekti. Eğer gürültü patırtıyı kendi kulaklarıyla duymamış olsaydı, kesinlikle ocaklardan birinin patladığını düşünebilirdi.

Cai Cheng Yi içeri bakmak için boynunu uzattı ama odayı kalın bir duman bulutu kaplamıştı ve göz gözü bile görmüyordu, “Aiya, neler oluyor burada böyle? İmparator, içeri girip bir göz atayım mı?”

Zong Zi Heng, Cai Cheng Yi’ye koruma rünü oluşturdu, “Git.”

Kapıda beklerken bir süre sonra, su ve bağırış sesleri duyuldu. Arıtma ocağı patlamamış olsa bile muhtemelen ya yanmıştı ya da sönmüştü.

Arkasından biri yaklaştı ve Zong Zi Heng, arkasını döndüğünde gelen kişinin Huang Daozi olduğunu gördü.

“İmparator,” dedi Huang Daozi ve uzaktan selamladı, “Geçerken arıtma odasından kara dumanların çıktığını gördüm, ben de bir bakmaya geldim. Bu…”

“Arıtma ocağında yangın çıkmış. Muhtemelen ciddi bir mesele değildi.”

Huang Daozi başını salladı, “Bu kadar uğraştan sonra bile hiç ilerleme kaydedilememiş gibi görünüyor. İçine o kadar çok hazine atılmış ki, ne büyük israf.”

Zong Zi Heng’in ses tonu soğuktu, “Sen ilahi bir kahin değil misin? Neden Zong Zi Xiao’nun istediği ölümsüz hapı arıtıp arıtamayacağını söylemiyorsun?”

“Arıtamayacak.”

Zong Zi Heng başını çevirdi ve Huang Daozi’ya baktı.

Huang Daozi alçakgönüllü bir tonla devam etti, “İmparator, açık sözlü olduğum için lütfen beni suçlamayın.”

“Az önce ne dedin?” dedi Zong Zi Heng dişlerini gıcırdatarak, “Tekrar söyle.”

“Majesteleri’nin istediği ölümsüz hap arıtılamaz.”

Zong Zi Heng, Huang Daozi için kalbinde öldürme niyeti besliyordu. Bu adam ne kadar itaatkar görünürse görünsün sözlerinde hep bir saldırganlık vardı. Sanki bir dolandırıcıymış da sözlerinin hiçbir ağırlığı yokmuş gibi görünüyordu, bu da insanların onun geçmişini bilmesini tamamen imkansız hale getiriyordu. Ancak bu kişinin Wuji Sarayı’na bir amaçla geldiğine ve büyük olasılıkla kötü niyetli olduğuna ikna olmuştu.

Huang Daozi, Zong Zi Heng’in öldürücü aurasını hissetmiş gibiydi ve acele etmeden diz çöktü, “İmparator, lütfen beni bağışlayın.”

“….Ne için bağışlayayım?”

Huang Daozi gülümsemeye çalıştı, “Bilmiyorum. Ben sadece bir falcıyım. İmparator sorduğu için cevap verdim.”

“Bunu gerçekten öngörebildin mi?”

“Evet, öngördüm.”

“O halde neden Zong Zi Xiao’ya söylemedin?”

“Majesteleri sormadı, canıma susamadıysam neden durduk yere söyleyeyim ki? Ayrıca, söylesem bile, Majesteleri muhtemelen bana inanmaz.”

Gerçekten de dediği gibiydi. Şu anda Zong Zi Xiao son derece kibirli ve gururluydu. Huang Daozi’nın kendi kaderini öngörebileceğine inanmıyordu ve bu ölümsüz hapla ilgili söyleyeceklerine de büyük ihtimalle inanmayacaktı.

Zong Zi Heng soğuk bir tonla cevapladı, “Bugün sormasaydım, bunu saklamaya devam edip bu insanların körü körüne işkence görüşünü, insan gücünün ve kaynaklarının boşa harcanışını öylece izleyecek miydin?”

“Amacım bunu gizlemek değildi,” dedi Huang Daozi çaresizce, “Sadece söylemeye cüret edemedim.”

“Bu ölümsüz hapı arıtamazsa, Zong Zi Xiao’nun sayısız insanın altın özünü alacağının farkında değil misin?”

“Farkındayım,” dedi Huang Daozi başını öne eğdi ve yere baktı, bakışları şahin gibi keskindi, “Bu yüzden söylemeye cesaret edemedim.”

“Neden Wuji Sarayı’na geldin?” dedi Zong Zi Heng ve ayaklarının dibinde diz çökmüş olan Huang Daozi’ya baktı, “Eğer para içinse, bana gerçek amacını söylediğin sürece sana on bin altın veririm.”

“Gerçek amacım, Majesteleri’nin ölümsüz hapı arıtmasına yardım etmekten başka bir şey değildir.”

Gümüş bir ışık parlaması ile Zongxuan Kılıcı kınından çıktı. Soğuk bıçağı Huang Daozi’nın boğazına dayandı.

Zong Zi Heng’in ruhani güçleri hala mühürlüydü ve sadece çok az bir ruhani gücü harekete geçirebilmişti, ancak kılıcının hızı hiç de yavaş değildi.

“Rol yapmayı kes, tam olarak kimsin ve amacın ne?”

Huang Daozi paniklemedi ve sessiz kaldı.

“On yıldan daha uzun bir zaman önce merhum İmparator’a ve anneme kaderimde imparatorluk olduğunu söyleyen sendin. Babamın altın özüme göz dikmesine ve annemin imparator olmam için her şeyi yapmasına sebep oldun. Zong Klanı’nın başına gelen musibetlerin tamamı senin yüzünden olmasa da, senin de payın var ve bunun suçluluğundan kaçamazsın!”

Huang Daozi usulca başını kaldırdı, “İmparator, ben yalnızca geleceği az da olsa öngörebilen bir faniyim. İmparator’un deneyimlediği her şey kaderinde yazılıydı. Ben burada olsam da, olmasam da bir şey değişmeyecekti.”

Zong Zi Heng’in gözleri yavaş yavaş kan çanağına döndü, “Ölümsüz hapın arıtılamayacağını öngörmüş olmana rağmen yardım edeceğini söyledin. Bu oldukça çelişkili, değil mi?”

“Majesteleri bu hapı arıtamaz çünkü onun ihtiyaç duyduğu şey bu değil,” diye yanıtladı Huang Daozi ve bakışları giderek daha da derinleşti.

Zong Zi Heng’in kalbi sıkışmaya başladı, “Neyi ima ediyorsun?”

“İmparator çoktan ne olduğunu tahmin etti, değil mi?”

“Canına susamışsın sen!” diye bağırdı Zong Zi Heng, kılıcı kavrayan eli titredi ve yere birkaç damla kan aktı.

Huang Daozi kanlar fışkıran boynunu parmaklarıyla tuttu, kılıcın onu öldürme niyetinde olmadığı gayet açıktı; çünkü hayati bir damarı kesmemişti. Aksi takdirde bu dünyada İmparator Kong Hua’nın kılıcından çok az sayıda insan kurtulabilirdi.

Zong Zi Heng’in sesi titriyordu, “Eğer seni öldürürsem ‘Mutlak İmparator’dan asla haberi olmaz.”

“İmparator gerçekten öyle düşünüyor olsaydı, şimdiye ölmüş olurdum.”

Zong Zi Heng’in yüzü renkten renge giriyordu, gözleri şaşkınlık ve acıyla doluydu. On yıl kısa bir süre gibi gelmişti. On yıl öncesinde altın özünün alınmasına engel olabilmek uğruna tahtı ele geçirmek için kılıcını çekmekten başka çaresi yoktu. On yıl sonra ise altın özü bu kez Zong Zi Xiao’nun aradığı en büyük hazine oluvermişti.

Zong Zi Xiao’nun henüz hiçbir şeyden haberi yoktu ve susturmak için Huang Daozi’yı öldürebilirdi. Fakat Huang Daozi’nın da söylediği gibi, kaderin ne kadar acımasız ve alçak olabileceğini görmüştü. Zong Zi Xiao tüm dünyayı aramış, sayısız miktarda para harcamıştı ve hala ölümsüz hapı arıtamamıştı. Er ya da geç, ya birinden duyacaktı ya da efsanelerin yazılı olduğu kitapların birinde denk gelecekti.

O zaman geldiğinde, ne olacaktı?

Zongxuan Kılıç Tekniği’nde Cennetin Dokuzuncu Seviyesi’ne geçebilmek uğruna Zong Zi Xiao ona neler yapardı kim bilir? Düşüncesi bile kulağa çok dehşet verici geliyordu.

Huang Daozi’nın boynundaki kanama durmuştu, “İmparator, ben Majesteleri’ne ölümsüz hapı arıtmasında yardımcı olmak için geldim ama arıtamayacak.”

“….Ne demeye çalışıyorsun?” dedi Zong Zi Heng boğuk bir sesle.

“Bu konu Jiuzhou’nun kaderiyle ilgili. İnsanlar ve hayaletler arasındaki denge bozulmamalı ve göksel sırlar açığa çıkmamalı,” dedi Huang Daozi ve Zong Zi Heng’in önünde yere kadar eğildi, “Ne olursa olsun İmparator, Majesteleri’nin altın özünü almasına izin vermemeli.”

Zong Zi Heng, Huang Daozi’ya şaşkın şaşkın baktı.

O anda, Cai Cheng Yi bir feryatla dışarı fırladı, “İmparator ah, içerisi çok sıcak. Ocaktaki hap…” Daha sonra kan revan içinde olan Huang Daozi’ya baktı ve donakaldı.

Zong Zi Heng kılıcını kınına soktu ve arkasına bakmadan oradan uzaklaştı.

Öğle yemeği zamanında Zong Zi Xiao geri dönmüştü. Zong Zi Heng’in kaşlarını çattığını görünce sordu, “Huang Daozi ile aranda ne geçti? Onu öldürmek mi istemiştin?”

Zong Zi Heng başını eğip fısıldadı, “Onu öldürmek isteseydim, hala hayatta olur muydu ki? Kaba saba konuştuğu için cezalandırdım.”

“İmparator olarak onu kendi kılıcını çekerek mi cezalandırdın?” dedi Zong Zi Xiao, Zong Zi Heng’in çenesini kaldırdı ve gözlerinin içine baktı, “Bana karşı gelişigüzel davranma. Bu Huang Daozi senin normalden farklı davranmana sebep oluyor nedense. Aranızda tam olarak neler geçti?”

Zong Zi Heng ifadesizdi, “Eskiden kaderimde imparatorluk olduğunu öngörmüştü.”

“Sonra ne oldu?”

“Hem babama hem de anneme söyledi.”

Zong Zi Xiao hemen anladı ve tiksinti dolu bir bakış attı, “Demek bu yüzden o zehirli kadın Shen Shi Yao, senin İmparator olacağına ikna oldu ve yolundaki engelleri kaldırmak uğruna kendisi yoldan çıktı. Hoş, Huang Daozi olmasaydı da anne ve oğul olarak yine aynı şeyleri yaşardınız.”

Zong Zi Heng alaycı bir şekilde kahkaha attı, “Haklısın. Huang Daozi olmasaydı bile annem, itibar sahibi olduğumu göremeseydi mutsuz olurdu.”

Zong Zi Xiao dişlerini gıcırdattı ve içindeki duygu dalgalanmasını bastırmaya çalıştı. Son zamanlarda, o ve Dage’sı birbirleriyle çok daha iyi anlaşıyorlardı. Aralarındaki bu hava bozulsun istemiyordu ve eski düşmanlıkların gündeme getirilmesinden de hazzetmiyordu. Derin bir nefes aldı, “Peki onu neden öldürmedin?”

“Ödül almanın peşindeydi, önemli bir şey değildi,” dedi Zong Zi Heng ve Huang Daozi’nın söylediklerini tekrar tekrar hatırladı. Bu adam önemli bir şeyi öngörmüş olmalıydı. Belki de bu sonu ölüm olan kaderi tersine çevirmenin bir yolunu biliyordu.

Huang Daozi, Zong Zi Xiao’nun umurunda bile değildi ve nihayet biraz sakinleşmişti, “Onunla bir daha görüşme ki seni rahatsız etmesin.”

“Mn.”

“Dağda çok kar yağıyor. Karın tadını çıkarman için seni oraya götüreceğim.”

“……”

Eskiden Zong Zi Heng, ne zaman kar yağsa karın tadını çıkarmak için Xiao Jiu’yu dağlara götürürdü.


5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x