Saraydaki son üç gün son derece şehvetli geçmişti. Zong Zi Xiao, “Xiao Jiu” ismine oldukça takıntılıydı ve Zong Zi Heng’in ağzından duymak için mümkün olan her yolu denemişti. Dage’sının bu ismi söylememesi Zong Zi Xiao’nun acı ve nefret duymasına neden olsa da tüm bunlar en sonunda sahiplenme dürtüsüne dönüşüyordu.
Zong Zi Xiao onu becermek için her pozisyonu kullandı, hatta halk arasında kullanılan bazı aletlerin saraya gönderilmesini emretti. Gece ya da gündüz fark etmeksizin Dage’sının utancını yerle bir etmekten büyük keyif duyuyordu.
Örneğin şu anda yeni numarası, Zong Zi Xiao’nun Dage’sının çıplak vücuduna kendi pelerinini sarması ve Dage’sının soğuktan korktuğunu bildiği için karın ortasında ona istediği her şeyi yapmasıydı. Kunlun’daki o soğuktan donma deneyimi tekrar Zong Zi Heng’in zihninde canlandı ve tek ısı kaynağı olan kişiye sımsıkı sarıldı. Bedenini umutsuzca Zong Zi Xiao’nun göğsüne bastırdı ve hatta bacaklarını bile onun beline sardı.
Siyah pelerin kara iblis ayısının kürkünden yapılmıştı ve oldukça kalındı. Dage’sının bedenine sıkıca sarılmıştı, tıpkı bir ceylanı yemek üzere olan bir kaplan gibiydi. Zong Zi Xiao’nun içine girip çıkmasıyla beraber Zong Zi Heng şiddetle kasıldı ve titremeye başladı.
Zong Zi Xiao, Zong Zi Heng’in kar beyazı omzunu ısırdı ve doyumsuzca onu istila etmeye devam etti.
Zong Zi Heng ağladı, merhamet diledi ve dağıldı, fakat bu şehvet işkencesinden yine de kaçamadı.
Wuji Sarayına döndüklerinde Zong Zi Heng o kadar uykuluydu ki göz kapakları kapanmak için direniyordu. Zong Zi Xiao, diğerlerine aldırmadan onu sedan koltuktan indirdi ve yatak odasına taşıdı. Astlar ve hizmetkarlar artık bu görüntüye alışmışlardı, onları görünce tuhaf hissetmiyorlardı. Açık saçık söylentiler tüm ölümsüz efsun dünyasına yayılalı çok uzun zaman olmuştu. Onurlu İmparator Zong, Yüce İblis’in yatağında, tam altındaydı. Bundan daha iyi bir yemek sonrasında yapılacak bir dedikodu var mıydı ki?
Zong Zi Heng yatak odasına döner dönmez uyuyakaldı.
Zong Zi Xiao onun ince, dar çenesine baktı ve fısıldadı, “Bak, senin için akşam yemeği hazırlattım. Hepsi senin en sevdiklerin.”
Zong Zi Heng bakışlarını yere eğdi ve hiçbir şey söylemedi.
“Çok zayıfladın ve hala hiçbir şey yemiyorsun,” dedi Zong Zi Xiao, Dage’sını kollarına aldı ve nazikçe elini tuttu. Ruh hali eskisi kadar iyi değildi ve giderek daha da kilo kaybediyordu. Zong Zi Xiao’nun kalbi sızlıyordu ve endişeleniyordu ama yine de bunu açıkça belirtmeyi reddediyordu, “Niyetim asla seni mutsuz etmek değildi, neden bu kadar inat ediyorsun?”
Zong Zi Heng ona hafif bir bakış attı, “Niyetin değil miydi?”
“….Ben sadece seni istiyorum,” dedi Zong Zi Xiao ve onun kolunu kavradı, “Dage, eğer daha düşünceli ve duyarlı olursan bu ikimiz için de daha iyi olur.”
“Düşünceli ve duyarlı mı?” diyerek Zong Zi Xiao’nun kelimelerini tekrarladı Zong Zi Heng fakat, ses tonunda en ufak bir değişim yoktu, “Bana bir fahişeymişim gibi davranıp, pişkince düşünceli olmamı mı istiyorsun?”
Zong Zi Xiao kaşlarını çattı, “Sakın bir daha böyle konuşma.”
Zong Zi Heng gözlerini kapadı.
“Sana karşı ne kadar bağışlayıcı olduğumu anlayamıyor musun?” dedi Zong Zi Xiao soğuk bir tonla, “Yaptığın kötülüklerin bedelini ölsen de ödeyemezsin ama ben seni öldürmedim, hatta tahtta kalmana da izin verdim, hala varlıklı bir yaşam sürüyorsun. Hangi fahişeyle kıyaslayabilirsin kendini? Ne için bu kadar öfkelisin?
Ve Shen Shi Yao ve Zong Ming He’ye gelince, cesetlerini çıkarıp onlara işkence bile etmedim. Bunca zamandır itibarını kaybetmemen için hiçbir şey yapmadım.
Ayrıca itaatkar olduğun sürece seni çok mutlu edeceğimi söyledim.
Kaç kere benimle birlikte oldun? Sana bir kere bile sesimi yükseltmedim. Tek istediğim şey çocukken seslendiğin gibi bana seslenmendi ama onu bile bana çok gördün. Bu senin zeytinyağı gibi üste çıkma yöntemin mi?”
Zong Zi Xiao, soğuk bakışlarla Dage’sının ifadesini gözlemlese de aslında bakışları alev alev yanıyordu. Her gün, her dakika defalarca kez aşk ve nefret arasında gidip geliyordu. Bu kişiye karşı içinde dinmek bilmeyen arzuyu bir türlü bastıramıyordu ama ne zaman ilgiye ve şefkate yenik düşse, annesine karşı duyduğu suçluluk duygusuyla kıvranıyordu. Zaman zaman Bailu Köşkü’ne giderek düşüncelere dalardı ve annesinin ölümünün boş yere olmadığına dair kendisini uyarırdı.
Ama Zong Zi Heng’in kayıtsızlığını gören Zong Zi Xiao, yeniden boğuluyormuş gibi hissetti. Gözleri donuklaştı, “Neyse daha fazla konuşmayalım, hadi yemeğini ye.”
Zong Zi Heng, görkemli yemeklerle donatılan masayı görünce şaşkınlığını gizleyemedi. Uzun zamandır böylesine lezzetli yemekler yememişti.
“Ye hadi,” dedi Zong Zi Xiao ve Dage’sının ağzına bir parça et koydu, ses tonu derindi, “Bedenine kasten zarar vererek eline ne geçecek ki?”
Zong Zi Heng hala ilgisiz görünüyordu, “Ruhani güçlerimi mühürlediğin için zayıf düştüm. Perhiz yaparak efsun çalışma hakkına sahibim. Bana nasıl engel olabilirsin ki?”
“Sıradan insanların ruhani güçleri yoktur. Normal bir şekilde beslendikleri sürece senin gibi zayıflamazlar,” diyerek homurdandı Zong Zi Xiao, “Eğer sen yemek yemezsen, Zong Zhong Ming de yemeyecek. Şu andan itibaren sen ne kadar yemek yersen o da o kadar yiyecek.”
Zong Zi Heng etten kocaman bir ısırık aldı ve yavaşça çiğnemeye başladı.
Zong Zi Xiao onu güzelce besledi. Öyle özenliydi ki, sanki kollarındaki kişiyi son derece önemsiyormuş gibi görünüyordu; onları gören kişi duygulanmadan edemezdi. Fakat aralarındaki ilişkinin aslında ne kadar katlanılmaz olduğunu kim tahmin edebilirdi ki?
Zong Zi Heng sahiden de çok fazla yemişti, hatta Zong Zi Xiao yeterince yediğine ikna olmadan önce bile karnının doyduğunu hissetmişti. Dage’sının sırtını sıvazlarken Zong Zi Xiao’nun ses tonu yumuşacıktı, “Aferin, güzelce yemeğini yedin. Eğer hala yorgunsan hadi gidip dinlen. Bu gece seni rahatsız etmeyeceğim.”
Zong Zi Heng, Zong Zi Xiao’ya baktı, “Bir süreliğine mührü kaldırabilir misin?”
Zong Zi Xiao’nun bakışları biraz değişti.
“Eğer ruhani güçlerim uzun süre mühürlenirse, efsun yeteneklerime zarar verir ve bedenim…daha da kötüleşir,” dedi Zong Zi Heng, doğal olarak göründüğü kadar zayıf değildi ama bu Zong Zi Xiao’nun gardını düşürecekti ve ayrıca söylediği şey de doğruydu.
Zong Zi Xiao aniden gülümsedi, “Dage yoksa bana yalvarıyor mu?”
“….Boş versene.”
Zong Zi Xiao, ona zorla “yalvarmayı” öğretmişti ve bu anılar hala zihninde taze olarak duruyordu.
“Pekala.”
Zong Zi Heng’in gözleri şaşkınlıkla sonuna kadar açıldı, açıkçası Zong Zi Xiao’nun bu kadar kolay ikna olacağını düşünmemişti.
Zong Zi Xiao mührü kaldırdı, “Ruhani güçlerinin yenilenmesi için birkaç gün mührü kaldırıyorum. Düzgünce beslenmemen için başka bir bahanen kaldı mı?”
Güçlü ruhani güç akımı dantian bölgesinden fışkırdı ve tüm hücrelerine hücum etti. Öylesine kuvvetliydi ki, Zong Zi Heng’in anında yüzüne renk gelmişti.
Dage’sının yüzünün ışıldamasını seyrederken Zong Zi Xiao’nun kalbi küt küt atmaya başladı. Dage’sını her ne kadar boyun eğmeye zorluyor olsa da, aslında ihtişamlı ve görkemli olan Dage’sına sonsuz bir hayranlık besliyordu.
Daha sonra olan tüm o olaylar olmasaydı, ne kadar güçlü olursa olsun, hayatının geri kalanında hala Dage’sının sözünü dinlemeye istekli olurdu.
Zong Zi Heng kalkmak üzereydi ki Zong Zi Xiao kollarını beline sararak onu bırakmadı, “Soruma hala cevap vermedin.”
“Düzgünce besleneceğim.”
“Daha fazla zayıflamak yok,” dedi Zong Zi Xiao çapkın bir tonla, “Seviştiğimizde kilo almış ol, tamam mı?”
“Bırak beni, gidip meditasyon yapacağım.”
“Ruhani güçlerin geri döndüğü için artık gözümün önünden ayrılamazsın,” diyerek uyardı Zong Zi Xiao, “Ayrıca sakın bir muziplik yapmaya kalkma.”
“Bütün Wuji Sarayı senin avucunda, neden endişeleniyorsun ki?”
Zong Zi Xiao Dage’sına baktı, dudakları gülümsese de gözleri gülümsemiyordu, “Tabii ki de senin için endişeleniyorum. Şu anki efsun seviyen yüzünden nasıl tetikte olmayayım ki?”
Zong Zi Heng’in yatak odasında kalmaktan başka seçeneği yoktu. Meditasyon yapıp ruhani gücünü yoğunlaştırmak üzere kanepenin üzerinde bağdaş kurdu fakat Zong Zi Xiao gelip dizlerine yattı, rahat pozisyonu bulmak için başını kasıklarına sürttü ve ona doğru bakarak gözlerini kırpıştırdı.
Zong Zi Heng aşağı doğru baktı, “Bir süre meditasyon yapmama izin verebilir misin?”
“Sen yap meditasyonunu, ben seni rahatsız etmeyeceğim,” diyerek karşılık verdi Zong Zi Xiao, Dage’sının belindeki orkide şeklinde olan yeşim süsü aldı ve onunla oynamaya başladı.
“Böyle yaparsan nasıl meditasyon yapabilirim ki?”
Zong Zi Heng, kucağındaki ağırlığı hissetti. Xiao Jiu küçükken de kucağına yatmayı hep çok severdi ama onun kafası minicikti. Parmaklarıyla Xiao Jiu’sunun başını okşarken, Xiao Jiu bir kedi gibi kıvrılırdı ve akşam yemeğinde ne yemek istediğiyle ilgili mırıldanırdı.
“Ama ben seninle kalmak istiyorum,” diye mırıldandı Zong Zi Xiao.
Zong Zi Xiao, uzun bir süre bekledikten ve Dage’sından yanıt gelmediğini gördükten sonra hayal kırıklığını gizledi ve kalkıp doğruldu, “Neredeyse yılbaşı geldi. Wuji Sarayı’nda büyük bir ziyafet verilecek. Dage ne yapmak istiyor?”
“Abartamaya gerek yok. Geçmişte….”
“Geçmiş mazi oldu. Bu yıl ben varım, o yüzden farklı olacak,” dedi Zong Zi Xiao gururlu bir tonla, “İmparator olarak nasıl olur da Dage bir imparatorun savurganlığına sahip olmaz? Bütün dünyanın görmesini istiyorum.”
Zong Zi Heng içten içe şöyle düşündü: Dünyaya göstermek istediğin şey; senin, Zong Zi Xiao’nun, İmparator’u bile nasıl avucunun içine aldığın.
“Zong Klanı, Cangyu Sekti’ni de ziyafete davet edecek. Bu, Qi Meng Sheng’e vereceğim son şans,” dedi Zong Zi Xiao ve soğukça gülümsedi, “Eğer gelmezse, Fenglin Kıtası’nı bizzat ziyaret edeceğim.”
―
İmparator Ning Hua savurganlığı severdi. Hayattayken her yılbaşında ziyafet verirdi. Zong Klanı’nın itibarı azalıyor olsa da, nesiller boyunca biriken devasa servet asla tamamen israf edilmezdi.
Ancak İmparator Kong Hua çok farklı bir insandı ve mütevazı bir adam olarak tanınıyordu.
Bununla birlikte, İmparator Ning Hua’nın ziyafetleri abartılı olsa da, büyük sektleri davet etmesine rağmen nadiren sekt liderleri bizzat katılırdı. İmparator Kong Hua dokuz yıllık egemenliğinden sonra ilk kez ziyafet verdiğinde tüm efsun dünyası eksiksiz bir şekilde ziyafete katılmıştı.
Yıl sona ererken, bir süre önce gelen Xu Zhi Nan ve Li Bu Yu da dahil olmak üzere tüm ölümsüz sektler İmparator Zong için tebrik hediyeleri ile birbiri ardına Daming’e adım attı. Cangyu Sekti yalnızca bir tane kıdemli göndermişti ve Qi Meng Sheng hala hasta olduğunu iddia ediyordu.
Bu sefer ziyafete gelen çok özel biri vardı ― Beşinci Prens Zong Zi Yun.
Konuk listesi hazırlanırken, Zong Zi Heng beşinci kardeşini görmek istediğini söylemişti. Lao Wu’nun Zong Zhong Ming’i çok uzaklara götürmesi için bu fırsatı değerlendirmek istiyordu.
Zong Zi Heng’in “babasını öldürme” meselesinden sonra tüm kardeşlerinin arasından sadece Zong Zi Yun ona karşı çıkmamıştı. Zong Zi Xiao beşinci ağabeyiyle çok yakın olmasa da geçmişte ondan yana hiçbir şikayeti yoktu, bu yüzden kabul etmişti.
Zong Zi Yun sıradan bir adam gibi görünüyordu. Ne olağanüstüydü ne de sıra dışıydı ama efsun yetenekleri fena sayılmazdı. Varlıklı bir yaşam sürüyordu ve Zong Ming He’nin dokuz oğlu arasında en kaygısız olanı oydu.
Zong Zi Xiao’nun diğer kardeşlerinin nerede olduğunu sorması epey nadir bir durumdu.
“Tahta geçtikten sonra kendi yollarını bulmalarına izin vererek onları saraydan gönderdim,” dedi Zong Zi Heng kayıtsızca, “Benimle yüz yüze gelmemeleri için burada tutmadım.”
Zong Zi Xiao alaycı bir şekilde cevapladı, “Doğru. Çocukken hepsi sana hayrandı.”
“Üçüncü ablan…” dedi Zong Zi Heng, zavallı kız kardeşini düşündüğünde kalbi hala sızlıyordu. Wuyun Sekti’ndeki olaydan sonra, Zong Ming He nişanı bozmayı reddetmişti ve kısa bir süre sonra Wuyun Sekti’ne gelin gitmişti. Kayınpederi sekt liderliğini devralmıştı ancak, Lu Zhao Feng döndükten sonra boyun eğmeyi reddettikleri için trajik bir şekilde katledilmişlerdi.
“Onun intikamını aldım ve hem kendisi hem de eşinin ailesi için orada bir mezar inşa ettim,” dedi Zong Zi Xiao, Lu Zhao Feng’i düşündü ve yeniden nefret hissiyle doldu, “Dage olarak hangi kardeşini koruyabildin ki?”
“….Haklısın.”
Dage olarak kardeşlerini koruyup gözetmeliydi ancak bunu yapamamıştı. Kimi korumaya çalışırsa çalışsın, eninde sonunda başarısız olmuştu. Tüm sevdikleri ya onu terk etmişti ya da sırt çevirmişlerdi.
Belki de milyonda bir olan bu imparatorluk kaderi, acıdan başka bir şeyi ifade etmiyordu.
ÇN: Xiao Jiu gibi davranıp böyle üzgünce ilgi bekleyince yelkenleri suya indiriyorum ben, bana sağlam bir dayak lazım 🙁 Zong Zi Heng niye okşamadın başını be, içime dert kaldı