İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 144. Bölüm

Wu Chang Jie 144. Bölüm

Huang Daozi, boynunu kavrayan Zong Zi Xiao tarafından yavaşça havaya kaldırıldı. Efsun seviyesi düşük olan biri karşısında ruhani güç baskısı dağın tepesinden düşen ve gittikçe büyüyen bir çığ gibiydi, insanın dehşete kapılmasına neden oluyordu.

“Majes…teleri…”

Huang Daozi’nın bacakları havada çaresizce çırpındı. Yüzü sapsarı oldu ve gözleri yerinden fırlayacakmış gibi sonuna kadar açıldı.

“Ölmeyi, hak, ediyorsun ― ―” dedi Zong Zi Xiao, ifadesi daha da ürkütücü olmuştu. Gözlerinde son derece soğuk bir öldürme niyeti vardı. Rüzgar esmiyor olmasına rağmen saçları dalgalanıyordu. Etrafındaki kara sis bulutu adeta dans ediyordu, tıpkı cehennemden çıkıp gelen bir iblis gibi görünüyordu.

Huang Daozi’nın gözlerinin feri sönmeye başladı. Kalan son gücüyle beraber Zong Zi Xiao’nun arka tarafını işaret etti, “İmpa…ra…tor….”

Zong Zi Xiao bunun bir hile olduğunu bilse de içgüdüsel olarak arkasına döndü ve gerçekten de arkasında kimse yoktu.

Ruhani güç baskısı bir nebze de olsa hafifledi ve Huang Daozi yere düştü. Tüm vücudu titriyordu, ağzı sonuna kadar açıktı ve umutsuzca nefes almaya çalışıyordu.

Zong Zi Xiao anlık öfke patlamasıyla birlikte bir netlik parıltısı kazandı. Yerde sinmiş olan Huang Daozi’ya baktı ve sırtından aşağı bir ürperti indi. Zihninin içinde yanardağ patlamasına benzeyen bir korku hissi uyandı ve ellerinde kara bir sis belirdi, “Sana gelmeni kim emretti ve asıl niyetin ne?”

“Majesteleri, bu mütevazı köle sizi kandırmaya cüret edemez.”

Zong Zi Xiao’nun ifadesi kasvetliydi, “Kılıcımla öldürmeye değmezsin. On bin hayalet tarafından kemirilmenin tadına varmak ister misin?”

Huang Daozi’nın yüzü kireç gibi olmuştu ve titriyordu, “Majesteleri, kimse bana talimat vermedi. Majesteleri’ne ya da İmparator’a karşı kötü bir niyetim yok. Ama bir şey söylemeseydim de Majesteleri Ran ailesini zorlayarak öğrenecekti ve bir şey değişmeyecekti.”

“….Doğru düzgün anlat.”

“Lütfen açıklamamı dinleyin,” dedi Huang Daozi ve derin bir nefes aldı, “Soyu tükenmiş bir antik kitapta, bir zamanlar sahiden de ölümsüz bir hapın varlığı yazılıydı. Az sayıda kişi bu kitabın varlığından haberdar. Çok seyahat ettim ve falcılık yaptım, elime ne geçerse okuma şansım oldu. Garip hikayeleri istemeden de olsa öğrenmiş bulundum. Ran ailesi hap arıtma sanatında ustalaştı, ayrıca simya üzerine çok fazla çalıştıkları için muhtemelen onlar da biliyor olmalı.”

“Yani o ölümsüz hap bir insanın altın özü mü?” dedi Zong Zi Xiao dişlerini gıcırdatarak, “Ölümsüz efsun dünyasında İmparator’dan daha yüksek efsun seviyesine sahip efsuncular var, ne haddine senin İmparator’un altın özünden bahsetmek?”

“Majesteleri, bu altın özünün sebebi efsun seviyesi değil,” dedi Huang Daozi, ifadesi son nefesini veriyormuş gibiydi, “Bu ölümsüz hapın adı ‘Mutlak İmparator’ ve yalnızca kaderinde imparatorluk olan birinin altın özüyle arıtılabilir.”

“İmparatorluk kaderi….”

“Doğru. İmparatorluk kaderine sahip olan kişi bir tanrının reenkarnasyonudur. Doğduğunda altın özünde ilahi bir güç vardır. Bu altın özü sıradan insanları dahi değiştirebilir. Majesteleri’nin efsun seviyesi zaten olağanüstü, eğer bu altın özünü kullanırsa kesinlikle istediği başarıya sahip olacaktır.”

Zong Zi Xiao yumruklarını sıktı, tüyleri diken diken olmuştu.

Bunu bilmek istemiyordu.

Bunu öğrenmemesi gerekiyordu.

“Madem tuhaf parşömenlerden öğrendin, ne kadar güvenilir ki?” dedi Zong Zi Xiao boğuk bir tonla, “Kulaktan dolma şeylerle saçmalama cüretinde bulunuyorsun.”

“Bu altın özü gerçek dışı değil. Tarihte imparatorların altın özü için pek çok ayaklanma ve savaş çıktı. Bu altın özüne sahip olan imparatorlar tüm kanıtları yok etti,” dedi Huang Daozi aceleyle, “Majesteleri bana inanmıyorsa Lider Ran’a sorabilir. Bu sır kaçınılmaz olarak Ran ailesinde nesilden nesile aktarılmış olmalı.”

Zong Zi Xiao’nun vücudu kaskatı kesildi ve uzun süre ağzını bıçak açmadı.

“Aslında…Eğer Majesteleri başarılı olursa İmparator’u sonsuza dek koruyabilir. Aksi takdirde Zong Klanı er ya da geç yıkılacaktır,” dedi Huang Daozi, Zong Zi Xiao’ya temkinli bir bakış attı ve fısıldadı, “Altın özünü almak onu öldürmeyecek.”

“Kaç kişi bu sırrı biliyor?” dedi Zong Zi Xiao, “Başka kime söyledin?”

“Başka kimseye söylemedim,” dedi Huang Daozi, Zong Zi Xiao’nun onu susturmak istediğinin farkındaydı, bu yüzden aceleyle devam etti, “Majesteleri’nin bana hala ihtiyacı var, lütfen beni öldürmeyin.”

“Sana ne için ihtiyacım varmış?”

“İmparatorluk kaderine sahip olan altın özü çok güçlüdür, bu yüzden çıkarıldıktan hemen sonra arıtılması gerekir, ben…”

“Altın özünü alacağımı nereden çıkardın?” dedi Zong Zi Xiao ve Huang Daozi’ya öldürücü bir bakış attı.

Zong Zi Heng, Wuji Sarayı’nın gözetleme kulesinde duruyor, uçsuz bucaksız olan gökyüzüne, yeni yıl arifesinde patlatılan havai fişekler kadar parlak olan yıldızlara ve kanca gibi asılmış duran ayı seyrediyordu. Sarayın derinliklerindeydi ama yine de aşağıdaki Daming Şehri’nden gelen şenlik seslerini duyabiliyordu. Şu anda ölümlü diyardaki herkes neşe ve sevinçle doluydu.

Fakat o, Zong Zi Xiao’nun dönüşünü izlediği o günü, karanlığın adım adım Wuji Sarayı’na ilerleyişini ve hayatını karanlığa gömüşünü hatırlıyordu.

Arkasından ayak sesleri duyuldu.

Zong Zi Heng arkasına döndü.

Yakışıklı ama bir hayalet kadar solgun bir yüz belirdi. Zong Zi Xiao karanlığın içinden çıkageldi, daha doğrusu karanlık onun arkasına çekildi; Karanlığın Lordu’ydu, karanlık ona diz çöküp tapınıyordu.

İkisi, sanki bakışlarıyla birbirlerinin göğüslerini açıp alev alev yanan o kalpte neler olup bittiğini görmek istiyormuşçasına birbirine baktı.

Zong Zi Heng onun ifadesine bakınca altın özünün sırrını çoktan öğrenmiş olduğunu anladı.

Zong Zi Xiao, Dage’sının yanına yürüdü ve pelerininin önünü sıkıca kapadı, “Soğuktan korkmuyor muydun? Neden burada duruyorsun?”

“Yeni yılın gelişini izlemek istiyorum.”

“Pekala, birlikte izleyelim.”

Zong Zi Heng, Zong Zi Xiao’ya baktı, “Ne öğrendin?”

“Yüzyıllardır kimsenin görmediği yabancı bir canavarın özü,” dedi Zong Zi Xiao, Dage’sına sarıldı, başını omzuna koydu ve sanki tek dayanağı oymuş gibi bedeninin ağırlığını Dage’sına yükledi.

Zong Zi Heng dimdik durdu ve bu ağırlığı taşıdı. Zong Zi Xiao’nun yalan söylediğini biliyordu ve şaşırmamıştı. Yalnızca her şeyin kontrolünün altında olduğunu düşünen o kalpsiz canavar Zong Ming He, yüzüne karşı altın özünü alacağını söylemişti.

Zong Zi Xiao’ya altın özünü alıp almayacağını sormak istiyordu ama buna cesareti yoktu. Dayanamayacağı bir yanıt almaktan ölümüne korkuyordu. Onun bu yalanına ayak uydurdu, “Peki, onu elde edebilecek misin?”

“Araştırması için birini göndereceğim, belki de bulabilirim,” dedi Zong Zi Xiao boğuk bir tonla, “Neden aniden ölümsüz hap arıtmamla bu kadar ilgilenmeye başladın?”

“Ran ailesi için işleri zora sokmandan endişeleniyorum.”

“Hala benim için ölümsüz hap arıtmaları gerekiyor, şimdilik ölmeyecekler.”

Zong Zi Heng’in başının arkasında gözleri yoktu, bu yüzden Zong Zi Xiao’nun kasvetli ifadesini ve kan çanağına dönmüş olan gözlerini göremiyordu.

Altın özünü almak, onu öldürmeyecek.

Dage’sına sarılırken Huang Daozi’nın sözleri zihninde yankılanıyordu. Onu delirten, kendisine aşık eden, nefret etmesine neden olan bu adamın kat kat kıyafetlerinin altında, karnında duran o canlılığı hissedebiliyor gibiydi.

Altın özü alınsa da bir insanın yaşayacağı doğruydu ama bir efsuncunun altın özünü kaybetmesi ölümden bile beterdi.

Ne düşünüyordu böyle?

Hiçbir zaman altın özü yememişti. Altın özü hırsızı olan tüm şeytani efsunculardan nefret ediyordu. Lu Zhao Feng ile hiçbir ilgisi olmasını istemiyordu. Her şeyden daha önemlisi bu kişi Zong Zi Heng’di, Dage’sıydı, ona asla…elini süremezdi.

Ancak zayıf bir ses ruhuna işkence ediyordu: Huang Daozi’yı neden öldürmedin?

Zong Zi Xiao nefesini tuttu ve sanki kollarındaki kişiyi kalbinin içine sokmak için can atıyormuş gibi aniden daha sıkı sarıldı.

Zong Zi Heng homurdandı, “Canımı yakıyorsun.” Zong Zi Xiao’nun kalbindeki mücadeleyi hissediyor gibiydi ve kendi kalbi de giderek daha çok soğuyordu. Zong Ming He’nin ona açgözlü ve kötü niyetli bir şekilde bakarken yaşadığı o korkuyu bir kez daha deneyimliyordu. Artık bir insan değildi, altın özünü taşımak için gereken bir kabuktan ibaretti.

Hayatında en çok nefret ettiği kişi Zong Ming He’ydi. Kendi öz babası, annesinin hayatını, kendi hayatını ve dünyada en çok değer verdiği Xiao Jiu’sunun hayatını yerle bir etmişti.

Eğer Zong Zi Xiao onun altın özünü isterse, eğer Zong Zi Xiao Zong Ming He’ye dönüşürse ölmeyi yeğlerdi!

Zong Zi Xiao önce onu serbest bıraktı ama sonra aniden kucağına alarak içeri doğru yürümeye başladı.

“Sen….”

“Yeni yılı Dage ile beraber bekleyeceğim,” dedi Zong Zi Xiao ve Dage’sının alnına bir öpücük kondurdu. Ses tonu kısık ve karanlıktı, “Yeni yılı beklerken uyumamıza gerek yok, sevişeceğiz.”

Zong Zi Heng’in kalbi duyguyla dolup taşıyordu, “Kendine biraz hakim olacağını söylemiştin ve dün gece ―”

“Dün gece ne?” dedi Zong Zi Xiao ve hafifçe gülümsedi, ardından başını eğip kulağını ısırdı, “Dün gece yalnızca iki kez seviştik ama yine de dayanamadın. Yeni yıla girerken en azından istediğim her şeyi yapmama izin vermelisin.”

Zong Zi Xiao, Zong Zi Heng’i yatağın üstüne koydu.

“Zong Zi Xiao!” dedi Zong Zi Heng, şu anda bunu yapmak istemiyordu.

Zong Zi Xiao, Dage’sının iki bileğini bir eliyle tuttu ve ona bakmak için eğildi.

Birbirlerinin gözlerine derin derin baktılar, sanki gözbebeklerindeki karanlığı görmüş gibiydiler.

Zong Zi Xiao aniden tutuşunu gevşetti ve Dage’sının üzerine uzandı. Ardından ona sımsıkı sarıldı ve sanki uykuya dalmış gibi ne hareket etti ne de daha fazla konuştu.

Yorgana bakarken Zong Zi Heng’in gözleri fal taşı gibi açılmıştı. Yanındaki kişiyi uyandırma korkusuyla nefesini bastırıyordu. Zong Zi Xiao’nun davranışlarının sınırsız oluşu nedeniyle onun altın özünü alacağına çoktan ikna olmuştu.

İkisi uzun bir süre birbirine kenetlenmiş halde, yüzünü karşısındakinin boynuna gömmüş şekilde uzandıktan sonra Zong Zi Xiao kulağına fısıldadı, “Dage, daha önce hiç…gelecek hakkında düşündün mü?”

“….”

“Eğer ben geri dönmemiş olsaydım ne yapacaktın? Döndüğüm için, artık ne yapacaksın?”

Zong Zi Heng uzunca bir süre sessiz kaldıktan sonra karşılık verdi, “Bilmiyorum.”

“Ben düşündüm.”

Zong Zi Heng, onun “gelecek” ile ilgili ne düşündüğünü söylemesini bekliyordu, ancak uzun bir süre bekledikten sonra ses seda çıkmamıştı. Belki de, söylemeye niyetli değildi.

Bu doğruydu, Zong Zi Xiao bir şey söylemeyi planlamıyordu ve asla söylemeyecekti. Çünkü onun hayali “geleceği”nde hep Dage’sıyla birlikte olmaktı. Annesinin ölümüne sebep olan ve hayatını mahveden düşmanına çaresizce aşıktı. Tüm hayatını onunla geçirmek istiyordu. Bu sırrı sonsuza dek tutardı ve mezara götürürdü; kimsenin de öğrenmesine izin vermezdi.

Yüksek sesle dile getirmediği sürece gerçek değilmiş gibi davranabilirdi ve intikamından vazgeçebilirdi. Kapana kısılmış iki hayvan gibi birbirleriyle uğraşmaya devam edeceklerdi. İkisi de omuzlarında çok fazla günah taşıyordu ve hiçbirinin bu günahların kefaretinden özgür olmaya hakkı yoktu.

Hiçbiri özgür kalamayacaktı.

O gece ikisi hiçbir şey yapmadı. Zihinlerinde dolaşan kırk tilkiyle beraber birbirlerine sımsıkı sarılmışlardı ve yeni yıla eskiden olduğu gibi birlikte girmişlerdi.

SQC’nin notu (Yazar) : Herkesin Dage’nın ölümünü beklediğine inanamıyorum. Şey…öncesinde başka şeyler var ama çok yakında…


ÇN: ZZX bakışlarından ZZH’in o gece birlikte olmak istemediğini anladı ve sadece sarılıp uyudu…Affedin dostlarım ben yanlış yollara sapmak üzereyim…

5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x