Yeni yılın ilk gününde Zong Zi Heng tören kıyafetlerini kuşanmıştı ve tüm ölümsüz sektlerden gelen konukların eşliğinde atalarına saygılarını sunmak üzere Daming Dağı’nın tepesindeki Cennet ve Dünya Platformu’na gitmişti.
Atalara saygı sunma töreni her yıl düzenlenirdi. Dini tören yetkilileri hazırlanmadan önce Zong Zi Heng, Zong Zi Xiao’nun bu mesele için niyetinin ne olduğunu sınamıştı. Çünkü Zong Zi Xiao’nun, Zong Klanı’nın atalarına saygı sunulmasını istemeyeceğini düşündüğünden dolayı endişeleniyordu.
Ama Zong Zi Xiao ona engel olmamıştı ve elbette kendisinin bu dini törene katılması imkansızdı.
Zong Zi Heng, sunakta dini tören vecizelerini yüksek sesle okuduktan sonra, yeniden tapınağın önünde diz çökerek günahlarını sessizce fısıldadı. Onu bu noktaya getiren ne olursa olsun, Zong Klanı’nın atalarına karşı utanç duyuyordu ve Zong Klanı kendi ellerinde yok olmaya mahkumdu. Zong Klanı ya kendisi tarafından yok edilecek ya da Zong Zi Xiao tarafından yok edilecekti. Ölümsüz efsun dünyasının Zong Zi Xiao’ya karşı birleşerek ittifak yapabilmesi için eski sistemi yıkması ve küllerinden yeniden doğması gerekiyordu.
Zaten çok fazla günahı vardı, yeni bir tanesini eklemek pek de bir fark yaratmazdı. En azından umutsuz olan bu gidişata bir son vermiş olacaktı.
Dini törenler bittikten sonra insanlar birer birer Wuji Sarayı’na döndüler. Zong Zhong Ming sabah erken kalktığı için uyuyakalmıştı ve Zong Zi Heng onu kucağında taşıyarak geri getirmişti.
Zong Zhong Ming odasına döndüğünde uyandı; gözlerini ovuşturdu ve etrafına bakındığında şaşırıp kaldı, “Baba, tören!”
“Çoktan bitti,” dedi Zong Zi Heng, çocuğun yumuşak saçlarını okşadı ve gülümsedi, “Mışıl mışıl uyuyordun, alay konusu olmaktan hiç korkmuyor musun?”
Zong Zhong Ming üzülmüştü, “Hata yaptım.”
“Sorun değil, daha çok küçüksün. Geçen sene de uyuyakalmıştın.”
“Gelecek yıl uyumayacağım, gerçekten!”
Zong Zi Heng, çocuğun sevimli ve tombik yüzüne baktı ve kalbi acıyla doldu, “Gelecek yıl diye bir şey yok.”
“Hm?” dedi Zong Zhong Ming, tam duyamamış gibi görünüyordu.
Zong Zi Heng çocuğun omuzlarını sıktı ve doğrudan gözlerinin içine baktı, “Zhong Ming, baban sana çok önemli bir şey söyleyecek.”
Zong Zhong Ming bilinçsizce daha dik oturdu. Büyük, berrak gözlerini kırpmadan Zong Zi Heng’e bakıyordu.
Zong Zi Heng kararlı bir ifade takındı, “Artık babanla kalamazsın. Wuji Sarayı ve Daming’den ayrılmak zorundasın.”
“İstemiyorum!” diyerek ince bir tonla bağırdı Zong Zhong Ming ve dehşet içinde Zong Zi Heng’in yakasını tuttu, “Baba, baba, neden, neden beni buradan kovuyorsun?”
Çocuğun yüzünü nazikçe okşarken Zong Zi Heng’in kalbi sızlıyordu, “Sen çok akıllı bir çocuksun, nedenini zaten biliyorsun.”
“O iblis yüzünden mi?” dedi Zong Zhong Ming ve gözlerinden boncuk boncuk yaşlar dökülmeye başladı, “Onu öldürmenin bir yolunu bulalım. Babamdan ayrı kalmak istemiyorum, ne olur, beni buradan gönderme.”
Zong Zi Heng gözyaşlarına hakim olmaya çalıştı, “Zhong Ming, baban senin büyüdüğünü, kocaman adam olduğunu görmek istiyor. Ama burada kalırsan hayatın hep tehlikede olacak. Ancak sen buradan gidersen baban bu baskıdan kurtulabilir.”
“Gitmek istemiyorum. Ölmekten korkmuyorum. Gitmeyeceğim,” dedi Zong Zhong Ming ve çaresizce başını salladı, “Beni gönderme. Hiçbir yere gitmek istemiyorum.”
Zong Zi Heng çocuğa sıkıca sarıldı, sesi titriyordu, “Zong Ming, baban çok üzgün. Ama ben kendimi bile koruyamazken seni nasıl koruyacağım? Sadece sen hayatta kalırsan baban gözleri açık gitmez, anlıyor musun?”
Zong Zhong Ming hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı.
“Aferin oğluma. Beşinci amcan seni buradan götürecek. Sana iyi bakacak. Gelecekte, birbirimizi tekrar göreceğiz.”
Yedi yaşındaki bir çocuk bile birbirlerini bir daha görmeyeceklerini biliyordu.
Zong Zhong Ming yorgun düşene dek Zong Zi Heng’in kollarında hıçkırarak ağladı. Gözleri o kadar kızarmış ve şişmişti ki, neredeyse zar zor açılıyordu. Ne kadar da acıklıydı.
Zong Zi Heng, çocuğun yüzünü ve ellerini ipek bir mendille sildi ama gözleri ağladığından dolayı hala kıpkırmızıydı.
“Baba,” diye boğuk bir tonla seslendi Zong Zhong Ming, “Ben buradan gidersem o iblisi yenebilecek misin?”
“Eğer sen gidersen baban senin için endişelenmeyecek ve onu yenmeye odaklanacak. Yoksa beni tehdit etmek için seni kullanır.”
Zong Zhong Ming iki eliyle gözlerini ovuşturdu ama yine de ağlamadan duramıyordu, “Peki, peki beni almaya ne zaman geleceksin?”
“…..Bu meseleyi çözdükten sonra baban seni almaya kesinlikle gelecek.”
“Ama ne zaman?”
“Bilmiyorum,” dedi Zong Zi Heng.
“Ama kesin geleceksin, değil mi?”
“Evet, ne kadar sürerse sürsün, kesin geleceğim.”
Zong Zhong Ming başını salladı, “Pekala, beşinci amcam ile gideceğim ve babamın gelip beni almasını bekleyeceğim.”
Zong Zi Heng arkasını döndü, gözyaşlarını saklamak için aceleyle sildi ve qiankun kesesini çıkardı. Satenden yapılmış beyaz bir kesenin üzerine zarif bir orkide ve nilüfer yaprağı işlenmişti. İşlenen orkide kendi yetiştirdiği o özel çeşitti ― Dangshanhe*
ÇN: ZZX’in odasından aldığı orkide, ayrıca Lan Chui Han’ın XBA’na verdiği orkide.
Zong Zhong Ming qiankun kesesini aldı, “Baba, içinde ne var?”
“İçinde pek çok altın, yeşim taşı, gümüş, büyülü hazine ve ölümsüz hap var. Bunlar iyi bir yaşam sürmen için yeterli. Ayrıca babanın değer vermeni istediği üç önemli şey var.”
“Neler?”
Zong Zi Heng qiankun kesesinden şunları çıkardı: bir kılıç, bir risale ve saksıda olan bir çiçek.
“Bu babanın yetiştirdiği Dangshanhe.”
Zong Zhong Ming, orkidenin yumuşak yapraklarını dikkatlice okşadı. Babasının bu saksıya çok değer verdiğini biliyordu ve ona bir kere bile sesini çıkarmayan babası sırf yaramazlık yapıp saksıyla oynamaya kalktığı için onu azarlamıştı.
“Bu çiçek baban için çok önemli, onunla benim yerime sen ilgilen, tamam mı?”
Zong Zi Xiao artık hatırlamasa bile bu, Xiao Jiu’dan kalbinde kalan son sevgi kırıntısıydı. Geçmişlerinden geriye kalan tek şey bu saksıdaki orkideydi. Belki de bir gün ikisi de küle dönüşeceklerdi, bu yüzden Xiao Jiu ile bir zamanlar sahip oldukları gerçek sevginin kanıtı olması için geride bir şey bırakıyordu.
Zong Zhong Ming ciddiyetle başını salladı, “Merak etme, baba. Harem ağasından babamın orkide bahçesi yetiştirdiğini duydum. Neden artık çiçek yetiştirmiyorsun?”
Zong Zi Heng usulca yanıtladı, “Artık çiçek yetiştirmek istemiyorum. Bunu yapacak takatim kalmadı. Yani, babandan kalan tek saksı bu.”
“Babam da isterse, sen beni almaya gelene kadar bir sürü orkide yetiştireceğim.”
Zong Zi Heng gülümseyerek başını salladı.
“Bu Junlan Kılıcı.”
Zong Zhong Ming kılıca dokundu. Nedense bu kılıcı, babasının belinde duran o neslin en ünlü kılıcı olan Zongxuan Kılıcı’na tercih ediyordu. Gerçi şu anda onun için fazlasıyla büyük ve ağırdı.
“Bu çok iyi bir kılıç. Lider Ran tarafından dövüldü ve bana Chunyang Sekti’nin Lideri Xu tarafından hediye edildi; baban bu kılıcı bugün sana miras bırakıyor. Bundan sonra bu kılıç senin hayat arkadaşın olacak.”
Zong Zhong Ming almakta tereddüt etti.
Zong Zi Heng kılıcı onun eline koydu.
Zong Zhong Ming, kalbinde sevinç ve kederle kılıcı kucakladı, “Teşekkür ederim baba.”
Zong Zi Heng risaleyi aldı. Kapağında bir şey yazmıyordu, içini açıp ilk sayfayı açtığında birkaç gösterişli kelime belirdi ― Junlan Kılıç Tekniği.
“Bu yoksa babamın kendi yarattığı kılıç tekniği mi?”
Zong Zi Heng başıyla onayladı, “Zongxuan Kılıç Tekniği şiddetli, hileli ve vahşi Gökyüzünün altındaki en güçlü kılıç tekniklerinden biri olmasına rağmen, çok düşmanca. Ben de aslında pek sevmiyorum.” Daha sonra ince beyaz parmak uçlarını nazikçe kılıcın kabzasında gezindi, “Kılıç sanatı öldürmek için değil, insanları kurtarmak içindir. Bir beyefendi orkide gibi zarif olmalıdır, bu yüzden baban bu kılıç tekniğini geliştirdi.”
Zong Zhong Ming kitabın sayfalarını biraz karıştırdı ve zarifçe çizilmiş olan kılıç resimlerini gördü, ancak pek bir şey anlayamadı.
“Zongxuan Kılıç Tekniği’nde henüz çok toysun, bu yüzden tekniği değiştirmek için geç değil. Beşinci amcanın rehberliğiyle beraber eminim ki güzelce öğrenirsin,” dedi Zong Zi Heng ve çocuğun başını okşadı, “Zhong Ming, Daming’den ayrıldıktan sonra Zongxuan Kılıç Tekniği’ni ve Zong soyadını bir daha kullanma.”
“Neden?”
“Çünkü kim olduğunu saklamak zorundasın. Büyüyünce anlayacaksın.”
“Tamam, babamın sözünü dinleyeceğim,” dedi Zong Zhong Ming somurtarak, “O halde, soyadım ne olacak?”
Zong Zi Heng yumuşak bir şekilde iç çekti, “Bundan sonra soyadın Lan.”
Zong Zhong Ming’in yetişkin olduğunda eline geçmesi gereken ve asıl kökenlerini anlatan bir mektup yazmış ve Zong Zi Yun’a vermişti. Şimdilik bu çocuk Hua ya da Zong soyadlarını kullanamazdı. Yetişkin olup tüm gerçekleri öğrendiğinde, hangi soyadını kullanarak yaşayacağına kendisi karar verecekti.
Zong Zhong Ming’in bir sekt kurmasına yetecek kadar servet hazırlamıştı. Gelecekte, Zong Zhong Ming, Huaying Sekti’ni yeniden kurmak isterse bunu yapabilecek kadar varlıklı olacaktı. Hua ailesi için yapabileceği tek şey buydu.
Zong Zhong Ming tekrar babasının kollarına atladı ve ağlamaya başladı, “Babam kesinlikle beni alıp eve geri getirmek zorunda. Ne kadar sürerse sürsün, seni bekleyeceğim.”
Zong Zi Heng sessizce ağlayarak çocuğa sıkıca sarıldı.
ÇN: Lan Chui Han gizemi hafiften çözülüyor sanki…Lan Chui Han, Zong Zi Heng’in üvey torunu mu? Yoksa Zong Zhong Ming, Lan Chui Han olarak reenkarne mi oldu? Lan Chui Han hem orkideleri biliyordu hem de Junlan Kılıcı’na sahipti (≧▽≦)