Zong Zhong Ming’i sakinleştirdikten sonra, Zong Zi Heng’in yapması gereken bir şey daha vardı ― Zong Ming He’nin mezarının taşınması için hazırlık yapmak.
Öfkesine hakim olamayan Zong Zi Xiao birkaç kez Zong Ming He ve Shen Shi Yao’nun mezarını kazıp kemiklerini küle çevireceğine dair tehditler savurmuştu. Zong Zi Heng de Zong Ming He’den ölümüne nefret ediyordu ama ne olursa olsun babasıydı ve çoktan ölmüştü. Zong Klanı’nın itibarını korumak uğruna, merhum imparatorun itibarını da korumak zorundaydı. Ayrıca, Zong Zi Xiao’nun daha fazla günah işlemesini istemiyordu.
Bu mesele gizlice halledilmeliydi, dışarıya tek bir söz bile yayılmamalıydı. Zong Zi Xiao, Fenglin Kıtası’na gittikten sonra, Xu Zhi Nan’dan kendisine yardım etmesini isteyecekti.
Xu Zhi Nan hala saraydaydı. Zong Zi Heng, bu konuyu tartışmak için onu aramaya çıkmışken yol üstünde Li Bu Yu’ya rastladı.
“İmparator,” dedi Li Bu Yu, onu gördüğüne şaşırmış gibiydi ama Zong Zi Heng’in kızarmış olan gözlerini fark ettikten sonra hafifçe kaşlarını çattı, “Sorun nedir, İmparator?”
Zong Zi Heng ifadesini gizleyememişti, “Rüzgar çok kuvvetli esiyor, gözlerime toz girdi.”
Li Bu Yu’nun bakışları karanlık bir hal aldı, “Zong Zi Xiao, İmparator’un işlerini zorlaştırmıyor yine, değil mi?”
Onun endişesi Zong Zi Heng’i biraz utandırmıştı, hafifçe öksürdü, “Xu Zhi Nan’ı gördün mü? Onunla konuşmam lazım.”
Xu Zhi Nan veya Li Bu Yu’yla tek başına görüşemezdi. Zong Zi Xiao’dan izin alması gerekiyordu. Gelgelelim o gün dini tören günü olduğu için sarayda insanlar oraya buraya koşuşturup duruyordu. Bu yüzden bu fırsatı değerlendirip Xu Zhi Nan’la görüşebilirdi.
“Kısa bir süre önce gördüm, ama şimdi nereye gittiğini bilmiyorum. Çok önemliyse ona iletebilirim.”
Zong Zi Heng, Xu Zhi Nan’ı bulamayacağından endişeleniyordu, “Tamam öyle yapalım. Xu Zhi Nan’a Zong Zi Xiao’nun yakında Fenglin Kıtası’na gideceğini ve Zong Zi Xiao gittikten sonra hemen gelip beni görmesini söyle lütfen.”
“Tamam,” dedi Li Bu Yu ve kalbi acıyla sızlayarak Zong Zi Heng’e baktı, “İmparator, pek çok şeye mecbur kaldığınızın farkındayım. Merak etmeyin, kısa zaman içinde sizi bu ızdıraptan kurtaracağız.”
Zong Zi Heng şaşırmıştı, “Bir planınız mı var?”
“Ölümsüz Lord Xu ve ben birçok ölümsüz sektle gizlice görüştük. Efsun dünyası kesinlikle bir ittifak kuracak. Uzun sürmeyecek.”
“Benim için yapmanı istediğim başka bir şey var,” dedi Zong Zi Heng ve uzunca iç çekti. Başkalarını bu işe dahil etmemesi gerekiyordu ama Wuji Sarayı’ndan izinsiz almaya cesaret edemiyordu. Zong Zi Xiao öğrenirse, nasıl tepki vereceğini kestiremiyordu.
“Lütfen söyleyin İmparator.”
“Bu Yu, Shu Dağı’na döndükten sonra annemin mezarını başka bir yere taşı.”
Li Bu Yu afallayıp kaldı.
“Bu konuda oldukça dikkatli olunması gerekiyor. Kimsenin öğrenmemesi lazım.”
“Neden?”
“Zong Zi Xiao’nun…ona bir saygısızlık yapmasından endişeleniyorum.”
Li Bu Yu ellerini birleştirdi, “Anlaşıldı. Döner dönmez bu meseleyle alakadar olacağım. Ama nereye taşıyayım?”
“Zhangyang, annemin memleketi. Oraya gidince Shen ailesinin atalarının mezarlarının nerede olduğunu soruştur, yaşlı insanlar yerini söyleyecektir.”
“Emredersiniz,” dedi Li Bu Yu, gözünü bile kırpmadan Zong Zi Heng’in yakışıklı yüzüne bakıyordu, “Bu Yu, İmparator’a sadakatle hizmet etmek istiyor. İmparator benden bir şey yapmamı isterse, söylemesi yeterli.”
Zong Zi Heng’in ifadesi yumuşamıştı, “Bana şimdiye kadar pek çok yardımın dokundu. Bu Yu, çok teşekkür ederim.” O zamanlar Shu Dağı’nda olanlar, asla uyanmayacağı bir kabus gibiydi. Eğer Li Bu Yu ortalığı temizlemesine yardım etmeseydi ve onun için yalvarmasaydı, bundan asla kurtulamayacaktı. Çocukluğundan beri ona her zaman saygıyla davranan Li Bu Yu’ya çok minnettardı. Bunun yanı sıra en karanlık taraflarına şahit olduğu için içgüdüsel olarak ona karşı mesafe koymak istemişti. Aslında, Li Bu Yu ile yüzleşmek istemediğinden değildi; geçmişle yüzleşmeye cesaret edemediğindendi.
Li Bu Yu gülümsedi, “İmparator’un endişelerini paylaşabildiğim için çok şanslıyım.”
―
Gündüzleri İmparator Kong Hua atalarına saygı törenleriyle meşguldü ve geceleri de yatakta şiddetle istila ediliyordu.
Üç kişinin yardımıyla giydiği dini tören cüppesi ve tacı öylesine karışıktı ki, Zong Zi Xiao uzunca bir süre çıkarmayı başaramamıştı. En sonunda sınırına ulaşınca, kıyafetleri yukarı doğru kaldırıp Zong Zi Heng’in iç çamaşırını yırttı ve sertçe içine girdi.
Zong Zi Xiao, bitkin düşene dek Zong Zi Heng’e sahip olmuştu. Uzun, ince bacakları çaresizce Yüce İblis’in omuzlarındaydı. Bu kontrolsüz saldırılara dayanmaya çalışırken inlemelerine ve şiddetle kasılmalarına hakim olamıyordu.
İmparator’un egemenliğinin simgesi olan o görkemli taç yere atılmıştı ve Zong Zi Heng’in uzun, siyah ve ışıldayan saçları tıpkı bir mürekkep gibi yatağa dağılmıştı. Bedeni hareket ettikçe daha da ışıldıyordu. Dağınık olan cüppesi kızarmış olan teninin ancak bir kısmını örtüyordu.
Başının üzerindeki beşli nilüfer lambasındaki mumların ışığı parlak bir şekilde dans ederken, Zong Zi Heng’in görüşü yavaş yavaş bulanıklaştı. O bulanıklığın içinde yalnızca ona vahşice sahip olan adamın çekici yüzü netliğini koruyordu. Sanki bu adamı gözleriyle değil de kalbiyle görüyordu; şarabın, orkidenin ve şehvetin kokusu ciğerlerine dolmuştu ve boğulacakmış gibi hissediyordu.
Zong Zi Xiao nihayet içine boşalmıştı ama kollarını sıkıca sararak geri çekilmeyi reddediyordu.
Zong Zi Heng yavaşça kendine geldi ve utanç içinde Zong Zi Xiao’nun kolunu itti, “Kalk, kalk üstümden.”
“İstemiyorum,” dedi Zong Zi Xiao, onun terli boynunu öptü ve kıkırdadı, “Keşke hayatımın sonuna dek böyle içinde kalabilseydim.”
“Seni…”
“Dage,” dedi Zong Zi Xiao yumuşak bir tonla, “Yarın Kunlun’a gidiyorum. Söylesene, seni de yanımda götürmeli miyim?”
Zong Zi Heng’in yüreği ağzına gelmişti ama Zong Zi Xiao’nun telaşlı olduğunu fark etmesine izin vermeye cesaret edemiyordu.
“Seni oraya götürürsem Wuji Sarayı boş kalır ve bu uygun olmaz. Ama seni yanımda götürmezsem de seni çok özlerim, ne yapacağım?” dedi Zong Zi Xiao ve Dage’sının göbeğini okşadı, “Sensiz uyumak çok zor.”
Zong Zi Heng’in ses tonu gayet normaldi, “Kısa süre içinde döneceğini söylememiş miydin?”
“Mn, o kadınla vakit kaybetmeye niyetim yok. Eğer buz kristallerini o vermezse, ben de kendim alırım.”
“Buz kristallerini alırsan istediğin ölümsüz hapı arıtacağına cidden emin misin?”
Zong Zi Xiao gözlerini kıstı, “Buz kristalleri işe yaramazsa, o halde….”
“O halde ne?” dedi Zong Zi Heng, ona doğru dönmedi. O anda Zong Zi Xiao’nun gözlerine bakmaya hiç cesareti yoktu.
Zong Zi Xiao, Dage’sının omzunu öptü, “Eğer daha önce hiçbir insanın altın özünü yemediğimi söyleseydim, bana inanır mıydın?”
“…..”
“Wuyun Sekti’ni katlettiğim ve tüm efsuncuların altın özlerini çıkardığım doğru, ama bir kere bile altın özü yemedim,” dedi Zong Zi Xiao usulca, “Diğer insanların benim hakkımda ne düşündüğü umurumda değil ama senin bunu bilmeni istiyorum.”
“Neden?”
“Ben zaten doğuştan yetenekliyim ve altın özü çalan şeytani efsuncuları oldum olası hep hor gördüm. Saraydan ilk kez çıkışımda ikimiz de onların saldırısına uğramıştık, hepsinden nefret ettiğimden bahsetmeye bile gerek yok,” dedi Zong Zi Xiao, “Ölmeden önce, Lu Zhao Feng kendi altın özünü çıkardı ve kendi elleriyle bana verdi. İşlediği günahları böyle telafi edebileceğini düşünüyordu. Günahlarının kefaretini ödemesine müsaade etmeye niyetim yoktu, bu yüzden o altın özünü ayaklarımla ezdim.”
Zong Zi Heng, hem Zong Zi Xiao’nun söyledikleri hem de bu sözlerin ardındaki daha derin anlam yüzünden sırtından aşağı bir ürperti indiğini hissediyordu, “Bunu neden şimdi anlatıyorsun?”
“Aniden öyle aklıma geldi. Dage, bana inanıyor musun?”
Zong Zi Heng uzun bir süre sessizliğin ardından yanıtladı, “İnanıyorum.” Zong Zi Xiao’nun altın özü yemeden bile şu andaki efsun seviyesine sahip olacağını en iyi kendisi biliyordu.
Bu sefer susma sırası Zong Zi Xiao’daydı. Tekrar ağzını açtığında Zong Zi Heng’in tüylerini diken diken eden bir şey söyledi, “Dage, birine zarar vermeden altın özünün alınabileceğini biliyor muydun?”
Zong Zi Heng’in sesi hafifçe titredi, “Ne demek istiyorsun?”
“Geçmişte, altın özü alınan pek çok insan öldü. Çoğu susturuldu ya da ağır yaralandı ve kan kaybından ötürü hayatını kaybetti. Eğer doğru yöntemle çıkarılsaydı o efsuncular ölmezdi.”
“Ne demeye çalışıyorsun?”
Zong Zi Xiao, kollarındaki kişinin ruh halinin değiştiğini hissetti ve aniden aklına bir kuşku düştü. Zong Zi Heng, Mutlak İmparator’u biliyor olabilir miydi?
Bu şüphe yüreğini ağzına getirdi.
Zong Zi Xiao, Dage’sına daha sıkı sarıldı. Aralarında hiç mesafe olmasa da, çok yakın olsalar da aslında sanki uçurumlar vardı.
“Hadi uyuyalım,” dedi Zong Zi Xiao usulca.
Zong Zi Heng’in gözleri sonuna kadar açılmıştı ve kıpkırmızı olmuştu.
―
Zong Zi Xiao sabah erkenden ayrıldı ve o ayrılır ayrılmaz Xu Zhi Nan saraya geldi.
Zong Zi Heng, önce Qi Meng Sheng’i sordu, “Onu ikna etmeye gittin ama hiç işe yaramadı mı? Şu anda Zong Zi Xiao’yla inatlaşmanın zamanı değil.”
“Endişelenme, İmparator. Meng Sheng inatçı ama aptal biri değil. Yalnızca Zong Zi Xiao’nun yeteneklerini sınamak istediğini ve durması gereken zamanda duracağını söyledi.”
Zong Zi Heng kaşlarını çattı, “Zong Zi Xiao bir keresinde Chunyang Sekti’nin bariyerini yalnızca On Sekiz Atlı’yı kullanarak kırmıştı. Ayrıca bütün Wuyun Sekti’ni dize getirdi, daha nasıl sınayacakmış yeteneklerini?”
Xu Zhi Nan biraz utanmıştı, “Zong Zi Xiao’ya karşı hiç savaşmadı, bu yüzden ikna etmesi güç. Zong Zi Xiao’nun hala ona ihtiyacı var, bu yüzden onu öldürmeyecektir. Çoktan kararını vermiş gibi görünüyor, bırakalım kendi halletsin.”
Zong Zi Heng başını salladı.
“İmparator’un beni saraya çağırmasının sebebi nedir?”
O gece ikisi Zong Ming He’nin mezarının bulunduğu Zong Klanı’nın mezarlığına gittiler.
Kukla tılsımlarını etkinleştirip Wuji Sarayı’ndan bir grup muhafızın mezarları farkında olmadan kazmalarını sağladılar.
Şafak sökerken Zong Ming He’nin tabutu nihayet çıkarılmıştı. Zong Zi Heng, onu dağın arkasına saklamayı ve tabutun içine başka bir ceset koymayı amaçlamıştı.
Zong Zi Heng çok rahatsız hissediyordu, bu yüzden Xu Zhi Nan’dan cesetleri değiştirmesini istemişti.
Xu Zhi Nan aniden afallamıştı, “Ha?”
Zong Zi Heng’in kalbi sıkıştı, “Ne oldu?”
“Bu…” dedi Xu Zhi Nan, “İmparator, gelip kendin baksan daha iyi olur.”
Başlangıçta uzakta duran Zong Zi Heng’in tabuta doğru yürümekten başka seçeneği yoktu. Brokar ve süslü giysilere sarılı olan kemik yığınına baktığı anda zangır zangır titremeye başladı.
“İmparator, ellerindeki kemiklere bak,” dedi Xu Zhi Nan ve cesedin kol kısmını sıyırdı.
Zong Zi Heng derin bir nefes aldı ve aşağı baktı. Cesedin parmaklarındaki kemikler inceydi ve farklı görünmüyordu ama aslında en büyük fark tam da buydu. Geriye doğru bir adım attı, yüzü o geceki ayın ışığından bile daha beyazdı.
Bunlar bir kılıç ustasının elleri değildi. Hangi kıdemli kılıç ustasının ellerindeki kemikler bu denli hasar alırdı ki?
“Merhum imparatorun kemikleri değil, bu başka…” dedi Xu Zhi Nan, konuşmak istese de susup kaldı.
Zong Zi Heng bedenindeki tüm tüylerin diken diken olduğunu hissetti. Afallayıp kalmıştı ve uzun süre bunun şokunu üstünden atamamıştı.
Zong Ming He’nin cesedine kim dokunmuştu?
O zamanlar Bagua Platformu’nda Zong Ming He’yi ağır yaraladıktan sonra Shen Shi Yao henüz iyileşme aşamasındayken onu öldürmüştü ve ardından da kendi canına kıymıştı. Zong Klanı’nın itibarını korumak adına bu günahı üstlenmek zorundaydı. Wuliang Sekti tarafından neredeyse etrafı kuşatılmıştı ve Li Bu Yu onu kurtarmıştı. Li Bu Yu, Xu Zhi Nan ve Qi Meng Sheng ile birlikte Wuliang Sekti’nin o zamanki lideriyle beraber Zong Zi Heng’in imparator olması için müzakere etmek üzere masaya oturmuştu. Tüm bunlar bittiğinde, Daming’e gömmek için Zong Ming He’nin tabutunu geri götürmüştü.
Wuliang Sekti’nden pek çok kişi Zong Ming He’nin cesedini değiştirmiş olabilirdi.
Ama nedeni neydi ve gerçek Zong Ming He şimdi neredeydi?!
ÇN: Bir dakika, Bagua Platformu’ndayken ZZX o şerefsizi yaraladı. Sonra Shen Shi Yao ağır yaralıyken onu öldürdü, öyle mi? Ama altın özü alınmıştı ve altın özünü yiyen kişi de Li Bu Yu’ydu. Yoksa Li Bu Yu hem ZZH’in annesini hem de babasını mı öldürdü? Shen Shi Yao İmparator’u öldürmemiş ki 🤔🤔