İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 149. Bölüm

Wu Chang Jie 149. Bölüm

Shen Shi Yao’nun mezarı, Diancang Zirvesi’nin karşısında bulunan ve Shu Dağı’nın ikinci zirvesi olan Yunlai Zirvesi’nde yer almaktaydı. Dağda yaşayan pek çok efsuncu vardı ve sıradan insanlar vefat eden aile bireylerini buraya gömüyorlardı.

Gizli kalması için mezar taşına Shen Shi Yao’nun evlenmeden önce sahip olduğu göbek adı* yazılmıştı. Aslında, ormanın derinliklerinde yer alan bu mezarı muhtemelen kimse bulamazdı. Zong Zi Heng oraya ruhani işaretler bırakmasaydı kendisi de bulamayacaktı.

ÇN: Burada anlatılmak istenen çocuklukta koyulan bir isim, lakap gibiymiş.

Zong Zi Heng önce saygılarını sundu ve mezarı kazmaya başlamadan önce dini bir ayin gerçekleştirdi. Ardından bir kenarda durdu ve kalbi sıkışarak annesinin tabutunun yavaş yavaş ortaya çıkışını izledi.

Li Bu Yu teskin edici bir şekilde fısıldadı, “İmparator, merak etmeyin. Siz sadece Cariye Shen’i korumaya çalışıyorsunuz, sizi suçlamayacaktır.”

Zong Zi Heng gözlerini kırpmadan ileriye baktı. Li Bu Yu’ya doğrudan bakamıyordu çünkü, duygularını bakışlarıyla ele vermekten çekiniyordu.

Önceki gece Xu Zhi Nan ile beraber ne yapabileceklerini konuşmuşlardı.

Li Bu Yu yüksek bir konumdaydı, ayrıca hala Wuliang Sekti’nin bölgesindeydiler. Bunun yanı sıra baş etmeye çalıştıkları bir diğer düşman daha vardı; Zong Zi Xiao. Zong Zi Heng eşi benzeri görülmemiş bir ikilemin içine düşmüştü.

En nihayetinde, kesin kanıt bulana kadar saldırmamaları gerektiği konusunda anlaşmaya vardılar. On yıl geçmişti ve bir kanıt mevcutsa, yalnızca Shen Shi Yao’nun cesedinde olabilirdi. Fakat Shen Shi Yao’nun artık kemikleri kalmıştı, nasıl bir kanıt bulabilirlerdi ki?

Zong Zi Heng, Huang Daozi tarafından kendisine verilen Zhou Hou Ruh Sopası’nı düşündü. Huang Daozi güvenmeye değer olsun ya da olmasın, şimdilik denemesi gerekiyordu ama soru sorabileceği biri olmalıydı.

Shen Shi Yao’nun tabutu nihayet çıkarıldı ve gecenin karanlığına bir sessizlik hakim oldu.

Zong Zi Heng yürüdü ve üzerindeki tozu eliyle nazikçe sildi. Hüznün ifadesi yüzünde ayın yansıyan ışığıyla birleşti.

İmparator Kong Hua’yı rahatsız etmeye cesaret edemedikleri için çıt bile çıkarmıyorlardı.

Bir müddet sonra Zong Zi Heng emretti, “Tabutu açın.”

Li Bu Yu’nun ifadesi biraz değişti, “Bu…”

Birkaç Wuliang Sekti efsuncusu da birbirine baktı. Yalnızca mezarın yeri değişecekti, tabutun açılmasına gerek var mıydı?

Zong Zi Heng’in ses tonu daha da soğuklaştı, “Açın dedim.”

“İmparator, burada neler oluyor?” dedi Li Bu Yu, daha sonra Zong Zi Heng’in yanına yürüdü ve fısıldadı, “Bu pek uygun olmaz.” Sanki, Xu Zhi Nan’ın da gelip Zong Zi Heng’i bunun uygunsuz olduğuna ikna edeceğini umuyormuş gibi Xu Zhi Nan’a bir bakış attı.

Nedense, Xu Zhi Nan hiçbir şey söylemedi.

Zong Zi Heng’in ifadesi hafifçe yumuşadı, “Ben, annemi görmek istiyorum.”

Kendinden “ben” diye bahseden onurlu İmparator Kong Hua, annesini özleyen sıradan bir insan gibiydi ve kimse duygulanmadan edememişti. Fakat gömülü bir kişinin tabutunu açmak, ölen kişiye büyük bir saygısızlıktı ve gelecek nesillerin kutsanmasına büyük ölçüde zarar verirdi; bu yüzden oldukça büyük bir tabuydu.

Li Bu Yu, Zong Zi Heng’in gergin ifadesine ve odaklanmış gözlerine baktı. İkna olmayacağını anlamıştı, biraz düşündükten sonra seslendi, “Pekala, tabutu açın.”

Tabutun üzerindeki yedi çivi tek tek çıkarıldı.

Herkes geri çekildi.

Zong Zi Heng tabutun kapağına sarıldı ve fısıldadı, “Anne, özür dilerim.” Ruhani gücünü yoğunlaştırdı ve tabutun bin kiloluk kapağını kenara fırlattı.

Tabutun içinde, mücevherlerle çevrelenmiş ve brokar giymiş bir iskelet duruyordu.

Zong Zi Heng tabutun üzerine eğildi, omuzları şiddetle titriyordu ve gözyaşları yanaklarından usul usul akıyordu.

On yıl geçmişti. Annesinin işlediği günahlar ve yaptığı hatalar hem kendisinin hem de annesinin omuzlarındaydı. Yine de ona karşı olan tüm kırgınlığı o anda dağıldı, anılarında kalan tek şey annesinin ona olan sevgisiydi.

Annesini gömdüğü, tüm yükü tek başına taşımaya karar verdiği gün; onun günahlarının kefaretini ödedikten sonra mutlu ve iyi bir insan olarak reenkarne olmasını yürekten dilemişti.

Ancak annesi babasını öldürmediyse ve kendisini asmadıysa, perde arkasındaki gerçekleri öğrenmek zorundaydı!

Zong Zi Heng kederini bastırarak tabuta atladı, süslü kıyafetleri dikkatlice çıkardı ve beyaz kemikleri inceledi.

Kendilerini asan insanlar genellikle boyun omurlarını kırarlardı, ancak Shen Shi Yao’nun boyun kemiği sağlamdı. Büyük olasılıkla mücadele etmediği içindi, bunun dışında olağandışı bir şey yoktu. Bu onun öldürülmüş olduğu sonucuna varmak için yeterli değildi.

Eğer cesedi o zamanlar incelemiş olsaydı, bir şeylerin yanlış olduğunu muhakkak ortaya çıkarırdı. Ancak o sırada dağılmanın eşiğindeydi ve Li Bu Yu’dan da en ufak bir şüphesi yoktu, bu yüzden bu fırsat çoktan kaçmıştı.

Hayal kırıklığına uğrayan Zong Zi Heng, annesinin kıyafetlerini tekrar toparladı ama yanlışlıkla kafasındaki taca dokundu.

Kafatasının üzerinde hala seyrek bir şekilde saç vardı ve taç hareket edince saçlar dağılmıştı. Zong Zi Heng’in keskin gözleri bir şey gördü. Saçların arasını karıştırdı ve kafasının Baihui* bölgesindeki çatlakta örümcek ağı olduğunu fark etti.

ÇN: Akapunktur noktalarından biriymiş.

Zong Zi Heng’in kalbi sıkıştı. Dikkatlice gözlemledi ve bu çatlağın çok garip olduğunu düşündü; çünkü ince ve uzundu. En tuhafı ise, kafatası hala sağlamdı.

Kemiklerdeki çatlaklara, ya çarpmalar ya da keskin nesneler neden olurdu. Bu gibi şeyler kemiğe zarar verirdi ve kalıcı bir iz bırakırdı. Fakat bu çatlak çok küçüktü ve derin değildi. Yüzeyinde çok hafif bir çıkıntı vardı. Elleriyle dokunmasaydı neredeyse pürüzsüz görünüyordu, sanki….üzerine bir desen olarak işlenmiş gibi.

Baihui bölgesindeki bu uğursuz iz, büyük olasılıkla annesinin ölümünün gerçek nedeniydi.

Zehir miydi? Cadılık mıydı? Kara büyü müydü? Bu da neydi böyle?!

Xu Zhi Nan ondan daha bilgiliydi ve ne olduğunu biliyor olabilirdi.

Zong Zi Heng, Shen Shi Yao’nun iskeletini ve kıyafetlerini çabucak eski haline getirdi ve tabuttan atladı. Kendisine çekidüzen verdikten sonra Li Bu Yu ve diğerlerini geri çağırdı.

Tabut yedi çiviyle yeniden çivilendi ve Li Bu Yu tabutu uçabilen bir büyülü eşyaya koyduktan sonra bir gecede Zhangyang’a uçtu.

Zhangyang, Shu Dağı’ndan çok uzakta değildi. Aynı gece Shen Shi Yao’yu daha önceden belirledikleri bir yere gömdüler. Zong Zi Heng şafak sökene kadar mezarın önünde diz çöktü.

Zong Zi Heng, Yunding’e döndükten sonra Xu Zhi Nan’a neler gördüğünü anlattı.

Xu Zhi Nan sessizce dinledi ve yavaşça alnını ovaladı.

Bunu gören Zong Zi Heng, Xu Zhi Nan’ın cevabı zaten bildiğini anlamıştı, bu yüzden söylemesi için ona baskı yapmadı. Aslında duyacağı şeylerden korkuyordu.

Xu Zhi Nan uzun bir süre sonra fısıldadı, “İmparator, gördüğün o desenli çatlak Yıldırım Hazinesi’yle yapılmış.”

Zong Zi Heng sersemlemiş bir şekilde ileriye doğru baktı, gözleri durgun bir su birikintisi gibiydi.

“Sıradan birinin üstüne yıldırım düştüğünde, cildin üzerinde örümcek ağına benzeyen kırmızı izler bırakır. Yıldırım Hazinesi ise kişinin kemiklerine ve ruhuna iz bırakabilecek kadar güçlüdür, hatta ruhunu bile yok edebilir.”

Zong Zi Heng mırıldandı, “Yani ya Li Bu Yu ya da Wuliang Sekti’nin eski lideri.”

Xu Zhi Nan ciddiyetle başını salladı, “Bence Li Bu Yu yaptı. Cariye Shen’i kendini asmış gibi göstermiş ve geride bir kanıt kalmaması için her şeyi yapmış. Eski liderin Cariye Shen’i öldürmek için Yıldırım Hazinesi’ni kullanmasına gerek bile yoktu, ama Li Bu Yu o dönem çok güçsüzdü. Yıldırım Hazinesi’ni kullanarak öldürmüş olmalı.”

“O halde…annemin…” dedi Zong Zi Heng ve gözlerinde derin bir umutsuzlukla Xu Zhi Nan’a baktı, “Ruhu çoktan dağıldı, değil mi?

Yıldırım Hazinesi ile ilgili en korkunç şey bir kişinin ruhunu, reenkarne olma şansının bile olmadığı bir noktaya kadar parçalayabilmesi ve onu üç alemden tamamen silebilmesiydi.

Xu Zhi Nan cevaplamaya dayanamadı ve başını eğdi.

“Annem çok kötülük yaptı, ama… aynı zamanda zavallı biriydi,” dedi Zong Zi Heng, titriyordu ve boğazı düğümleniyordu, “Çok acı bir hayatı vardı, ölene kadar hep mutsuzdu, ben istedim ki…günahlarının kefaretini ödesin ve sonraki hayatında sıradan ama mutlu bir yaşam sürsün. Bu kadar varlıklı olmasına da gerek yoktu. Biri ona içtenlikle davrandığı ve sevdiği sürece…kötü biri olmazdı.” Gözlerini kapattı ama gözyaşları parmaklarının arasından süzülüyordu.

“…..”

Xu Zhi Nan’ın da kalbi sızlıyordu ama Zong Zi Heng’i nasıl teselli edeceğini bilmiyordu. Böyle bir acıyı dindirebilecek hiçbir kelime yoktu.

“Ama, Li Bu Yu onu öldürdü,” dedi Zong Zi Heng ve yavaşça başını kaldırdı, yüzü kederle doluydu, “Onu öldürüp ruhunu yok etmekle ve yeni bir hayatı olmasını engellemekle kalmadı, bir de üzerine katil damgası yapıştırdı. Oysa ki sonsuza dek suçlu tutulması gereken tek kişi bendim!”

Xu Zhi Nan yumruğunu sıktı, “Li Bu Yu ölmeyi hak ediyor.”

Zong Zi Heng ayağa kalktı, kılıcının kabzasını kaptı ve kapıya doğru koştu. Xu Zhi Nan onu durdurmak üzere hareketlenmeden önce kendiliğinden duraksadı. Kapalı kapıya baktı, gözleri nefretle yanıp tutuşuyordu ama aslında sakinleşmişti.

“İmparator,” diye seslendi Xu Zhi Nan, ona doğru yürüdü ve nazikçe omzunu sıktı, “Li Bu Yu ölmeyi hak ediyor, ama şu anda aceleyle bir şey yapmamalıyız. Gerçeği kendi ağzından duymak için onu canlı olarak ele geçirmeliyiz.”

Zong Zi Heng’in yüzündeki gözyaşları henüz kurumamıştı ama gözleri şaşırtıcı bir şekilde berraktı, “Evet, canlı olarak yakalamalıyız.” İntikam almak istiyordu, gerçeği öğrenmek istiyordu ve Li Bu Yu’nun gözlerinin içine bakıp ikiyüzlülüğünü yüzüne vurmak istiyordu!

“Li Bu Yu’yu Yunding’den uzak bir yere tek başına çağıralım. İmparator’la güç birliği yapacağım ve onun savunmasızlığından faydalanacağım. Onu dizginleyebiliriz.”

“Altın Oymalı Yeşim Zırh’ı yanında getirdin mi?”

Altın Oymalı Yeşim Zırh Chunyang Sekti’nin en önemli büyülü hazinesiydi. Xu Zhi Nan ona sahip olduğu sürece Yıldırım Hazinesi’ne karşı savaşabilirdi.

“Sekt lideri olarak Altın Oymalı Yeşim Zırh’ı hep yanımda taşıyorum. Ama kullanırsam gürültü çıkar ve Wuliang Sekti efsuncuları fark eder.”

“O halde ne yapmamız lazım?”

Xu Zhi Nan bir şey söylemek istiyordu ama yanıt vermedi.

“Bu noktaya gelmişken daha ne için tereddüt ediyorsun?! Söylesene be adam!” diye bağırdı Zong Zi Heng boğuk bir sesle.

“Neredeyse kusursuz bir planım var ama İmparator’un konumunu bir kenara bırakması gerekiyor. Korkarım ki bu İmparator’a bir saygısızlık olabilir.”

“Söyle.”

“İmparator fark etmemiş olabilir….” dedi Xu Zhi Nan, ilk kez bu şekilde konuşuyordu ve kelimelerini sürekli tartıyordu, “Li Bu Yu’nun İmparator’a nasıl baktığını.”

“Ne demek istiyorsun?” dedi Zong Zi Heng, hiçbir şey anlamamıştı.

“Şey…Benim sektim saf bir Yang enerjisiyle efsun çalışıyor. Hayatımız boyunca bu enerjiyi dışarı bırakamayız, aksi takdirde tüm emeklerimiz bir çırpıda silinir. Bunu İmparator da biliyor.”

“Bu saçmalığı neden anlatıyorsun?” dedi Zong Zi Heng, dinledikçe kafası daha da karışıyordu.

Xu Zhi Nan artık koyverdi ve düşündüğü şeyi doğrudan söyledi, “Chunyang Sekti’ne kadınlar giremez, bu yüzden çok fazla kesik kollu var.”

Zong Zi Heng afallayıp kaldı.

Li Bu Yu’nun gençken ona olan ilgisini, ona bakışını, kasıtlı mı yoksa kasıtsız mı olduğunu bilmeden birkaç kez yaklaştığını ve Ördek Göleti’nde yıkanırken olanları hatırladı. Yoksa Li Bu Yu…

Xu Zhi Nan’ın ifadesi tuhaftı, “Diğer insanlar bunu göremeyebilir ve İmparator da fark etmemiş olabilir, ama ben çok fazla denk geldiğim için hemen anladım. Li Bu Yu muhtemelen İmparator’a küçüklüğünden beri hayranlık duyuyordu.”

Zong Zi Heng o kadar şaşırmıştı ki, ne düşünmesi gerektiğini bilemiyordu. Sadece Zong Zi Xiao’nun ona karşı böyle hisler beslediğini sanıyordu. Ama Li Bu Yu da mı?

“Demem o ki, eğer Wuliang Sekti’ni rahatsız etmeden Li Bu Yu’yu yakalamak istiyorsak bunu ancak İmparator yapabilir.”


ÇN: Ne??? Eğer ZZH, Li Bu Yu’ya azıcık cilve yaparsa ZZX dünyayı yakar sdkfnskd

5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x