İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 152. Bölüm

Wu Chang Jie 152. Bölüm

Zong Zi Heng, alanı iyice daraltmak için birkaç kez büyülü hazineye sordu ve sonunda kendisini şoke edecek sonuçlara vardı, “Diancang Zirvesi…Zong Ming He’nin cesedi Diancang Zirvesi’nde mi?”

Li Bu Yu, Zong Ming He’nin cesedini sahte bir cesetle değiştirip Wuliang Sekti’nin olduğu yere mi gömmüştü?

“Zong Ming He’nin sana olan davranışlarına rağmen hala onun cesedini umursuyorsun. İmparator gerçekten de muhteşem bir evlat,” dedi Li Bu Yu alayvari bir üslupla.

“Ne kadar kötü biri olursa olsun o sonuçta bir dönem İmparator Zong’du. Zong Klanı’nı aşağılama sırası sana mı geldi?” dedi Zong Zi Heng ve aniden Li Bu Yu’nun kısa süre önce söylediklerini hatırladı. Bir anlığına duraksadı, “Demin ‘onu gömmek mi istiyorsun’ demiştin, demek ki şu anda gömülmüş değil…Ona tam olarak ne yaptın?”

Li Bu Yu kendini beğenmiş şekilde karşılık verdi, “Sana söylemek bir şeyi değiştirmez. Diancang Zirvesi’ne onu Tiangang Zengji Ruh Bağlama Rünü’yle mühürledim. Bu sayede sonsuza dek öldüğü o anın acısını ve umutsuzluğunu yaşayacak ve asla reenkarne olamayacak!”

Zong Zi Heng nefesini tuttu.

Li Bu Yu gerçekten delirmişti. Tiangang Zengji Ruh Bağlama Rünü Yin ve Yang’ı tersine çeviren, Cennet’in yasalarını ihlal eden ve kötü karmalar yaratan bir kara büyü sanatıydı. Kendisi de bunun cezasına maruz kalacaktı. Zong Ming He’ye karşı olan nefreti, tam olarak bu denli fazlaydı.

Zong Zi Heng’in duyguları darmadağın olmuştu. Klanının onurunu korumak zorunda olduğunu biliyordu ama, Zong Ming’in işlediği günahları düşündüğünde, nefretle yanıp tutuşuyordu.

Dikkatsizliği yüzünden Li Bu Yu’nun kolunun tamamen yenilendiğinin farkına varamadı. Yeniden çıkan kol aniden arkaya doğru uzandı ve tılsımı söküp attı.

Tılsımın etkisi zamanla azalmıştı ve yeniden çıkan kol da muazzam bir kuvvetle yenilenmişti.

Gümüş kılıç Zong Zi Heng’e doğru uçtu. Zong Zi Heng engellemek için kılıcını kaldırdı ve kılıcın gücüyle beraber geriye doğru birkaç adım sendeledi.

Li Bu Yu bir elinde kılıcını, diğerinde ise dünyanın ürkmesine neden olan Wuliang Sekti’nin en değerli hazinesini tutuyordu ― ― ― Yıldırım Hazinesi’ni.

Dört Büyük İlahi Hazine arasında, Yıldırım Hazinesi şüphesiz ölümsüz efsun dünyasının en güçlü büyülü silahlarından biriydi. Li Bu Yu, kılıç sanatında Zong Zi Heng’in dengi olmadığının farkındaydı.

Zong Zi Heng gerçekten de büyük bir düşmanla karşı karşıyaymış gibi hissediyordu, “Beni susturup kaçsan bile işlediğin günahlardan kaçamazsın.”

Li Bu Yu’nun yüzünde acılı bir ifade belirdi, “İmparator, ah İmparator, ne yapmamı istiyorsun? Keşke hiçbir şeyi öğrenmeseydin.”

Zong Zi Heng’in ses tonu sertti, “Li Bu Yu, Zong Ming He’nin cesedini teslim et ve işlediğin günahları kabul et.”

“Eğer Zong Zi Xiao tüm bunları öğrenirse Wuliang Sekti yok olur ve binlerce efsuncunun karnı deşilir. İmparator’un görmek istediği manzara bu mu?”

Zong Zi Heng donakaldı. Li Bu Yu onu cümleleriyle korkutmaya çalışmıyordu, Wuyun Sekti’ne daha öncesine tam da bu olmuştu. Li Bu Yu ölmeyi hak ediyordu ama Wuliang Sekti’ndeki diğer efsuncular efsun dünyasının güç kuleleriydi. Zong Zi Xiao’nun masumları ayrım gözetmeksizin öldürmesine nasıl izin verebilirdi ki? Dişlerini gıcırdattı, “Zong Ming He’nin cesedini teslim edeceksin ve Zhangyang’a gelip annemin mezarının önünde tüm suçların için af dileyeceksin; ancak bu şekilde Wuliang Sekti’ni koruyabilirsin.”

“Hahahahahaha ― ―” diyerek tuhaf bir kahkaha attı Li Bu Yu, “İmparator’a yıllardır hayranım. İmparator’un bana bakacağını hayal etmeye bile cesaret edememiştim. Birkaç övgü cümlesi bile yeterliydi benim için, demek ki sonunda bu noktaya gelmemiz gerekiyormuş.”

Elindeki parşömen usulca ilahi bir ışık yaymaya başladı.

Zong Zi Heng, ruhani gücünü harekete geçirdi ve kılıcına yoğunlaştırarak bu büyük savaşa hazırlandı.

Aniden gökyüzünde uçan bir adam belirdi. Yüzünü seçemeyecekleri kadar uzaktaydı ama Xu Zhi Nan olduğunu hemen anladılar. Tüm kılıç ustaları kılıçlarına binerek uçarlardı ancak Chunyang Sekti’ne mensup olanlar kılıç kullanmadıkları için ya yaprakların ya da kağıt parçalarının üstünde uçarlardı.

Xu Zhi Nan yerdeki kopmuş kola baktı, iki adam şu anda savaşa girmişti. Önceki tahminlerinde yanılmamış gibi görünüyordu, onlara bakıp seslendi, “İmparator, Zong Zi Xiao Shu Dağı’na geldi.”

İkisi de yıldırım çarpmış gibi sarsıldı.

Li Bu Yu, Zong Zi Heng’e ihtiyatla bakarken Zong Zi Heng ona çaresizce bir bakış attı. Xu Zhi Nan ise bir Zong Zi Heng’e bir Li Bu Yu’ya bakıyordu ve bu durum hem gülünç hem de uğursuzdu.

Bir süre düşündükten sonra Zong Zi Heng kılıcını bıraktı ve sert bir şekilde Li Bu Yu’ya baktı, “Bedelini ödeyeceksin.”

Li Bu Yu da kılıcını ve büyülü hazinesini bıraktı. Derin bir nefes aldı, “İmparator Wuliang Sekti’ni bağışladığı sürece, Bu Yu suçlarının bedelini canıyla ödemeye razı.”

Zong Zi Heng kılıcıyla göğe yükseldi ve Yunding’in Dağ Kapısı’na doğru uçtu.

Zong Zi Xiao, Bagua Platformu’nda durmuş, yüksek bir konumdan Shu Dağı’nın gri bulutlarını ve mavi-yeşil zirvelerini seyrediyordu. Wuliang Sekti’ndeki efsuncular büyük bir düşmanla karşı karşıyaydı ama kimse çıt bile çıkarmıyordu.

Arkasından yumuşak bir ses geldi. Zong Zi Xiao arkasını döndüğünde Dage’sının yere indiğini gördü. Zong Zi Heng’in gözleri bir şey olduğunu belli edercesine kan çanağına dönmüştü. Zong Zi Xiao kaşlarını çattı.

Zong Zi Heng’in kalbi şiddetle çarpıyordu, sağ eli bilinçsizce kılıcının kabzasına dokundu.

Zong Zi Xiao’nun bakışları kasvetli ve tüyler ürperticiydi, “Saraydan ayrılmamı fırsat bilerek Zong Zhong Ming’i uzaklara gönderdin ve kendin de Wuliang Sekti’ne kaçtın. Bu cesareti kimden alıyorsun?”

“Zhong Ming benim oğlum ve onu büyütmesi için beşinci kardeşime emanet etmemde yanlış hiçbir şey yok. Wuliang Sekti’ne anneme saygılarımı sunmak için geldim, birkaç gün içinde geri dönecektim. ‘Kaçtığımı’ da nereden çıkardın?”

“Zong Zhong Ming’i göndererek tüm dertlerinden kurtulacağını mı sandın? Onu istediğim zaman geri alabilirim.”

“Zong Zi Xiao, o sadece yedi yaşında bir çocuk, gitmesine izin vermelisin,” dedi Zong Zi Heng derin bir tonla, “Zhong Ming olsun ya da olmasın, senden zaten kaçamam. Neyden korkuyorsun ki?”

Zong Zi Xiao öfkeyle baktı. Zong Zhong Ming ile ilgili bazı naif düşüncelere sahipti. Aslında başlangıçta o veletten hoşlanmamıştı ama yine de Dage’sıyla beraber onu büyütme hayalleri kurmaktan kendisini alamamıştı. Buna rağmen Zong Zi Heng onu gizlice uzaklaştırmıştı, onu tam olarak nereye göndermişti?!

Öfkesinin nedenini açıkça belirtmekten çekiniyordu, ifadesi biraz yumuşadı, “O zehirli kadın Shen Shi Yao, Shu Dağı’na mı gömüldü? Ben de gidip saygı…”

“Ona dokunmak için önce benim cesedimi çiğnemen gerek,” diyerek kükredi Zong Zi Heng.

Zong Zi Xiao, Zong Zi Heng’e doğru birkaç adım attı ve yanağına dokundu, “Beni kendinle mi tehdit ediyorsun? Kendini ne zannediyorsun ki?”

“İmparator, Majesteleri.”

Zong Zi Xiao elini çekti ve sert bir şekilde Li Bu Yu’ya baktı.

Li Bu Yu çoktan kıyafetlerini değiştirmişti, hatta saçları bile yeniden toplanmıştı. Olağanüstü derece yakışıklı yüzüyle orada belirdiğinde, sanki Yunlai Zirvesi’ndeki o korkunç savaş hiç yaşanmamış gibi gülümsüyordu, “İmparator ve Majesteleri’nin birbiri ardına Yunding’i ziyaret etmeleri Wuliang Sekti için gerçekten büyük bir onurdur. Eğer düşüncesiz davrandıysak umarım İmparator ve Majesteleri Wuliang Sekti’ni mazur görür.”

Zong Zi Xiao, Li Bu Yu’nun gururlu bakışlarına tahammül edemiyordu ama şu anda ona sataşamazdı. Wuliang Sekti’ne ihtiyacı vardı, bu sebeple katlanmaya çalıştı, “Fenglin Kıtası’ndan buz kristallerini alıp geldim. Simya meselesini seninle konuşmam gerekiyor.”

Zong Zi Heng’in kalbi sıkıştı.

Xu Zhi Nan birkaç adım ileri çıktı, “Majesteleri, Ölümsüz Lord Qi….”

“Henüz ölmedi,” dedi Zong Zi Xiao, “Kendi yeteneklerine fazla güveniyor olsa da hala buz kristallerine ve Shen Nong Kazanı’na ihtiyacım var. Bu yüzden şimdilik onun hayatını bağışladım.”

Xu Zhi Nan rahat bir nefes verdi fakat parmak uçları hala titriyordu.

“Demek Majesteleri buz kristallerini aldı….” dedi Li Bu Yu gözlerini devirerek, “Ve şimdi simya daha etkili olacak.”

“Doğru, artık daha fazla oyalanmak istemiyorum. Kunlun’a gideceğim ve ölümsüz hapı arıtmak için doğrudan Shen Nong Kazanı’nı kullanacağım,” dedi Zong Zi Xiao ve oradaki herkese kibirli bir bakış attı, “Bu yüzden daha fazla hammadde ve hazine sunmanız lazım.”

Li Bu Yu ve Xu Zhi Nan, ikisi de cüppelerinin altında yumruklarını sıkmışlardı ve ifadeleri oldukça gergindi. Belli ki ikisi de kendisine hakim olmaya çalışıyordu.

Zong Zi Heng’in de beti benzi atmıştı. Zong Zi Xiao hapı arıtmak için Shen Nong Kazanı’nı mı kullanacaktı? Shen Nong Kazanı’nı açmak için uzun bir zaman ve çok fazla da emek gerekiyordu. Saraydaki ocakları patlatmakla aynı şey değildi, Zong Zi Xiao bu sefer sahiden de yapacaktı. Zong Zi Heng, Zong Ming He tarafından Kunlun’a gitmeye zorlandığı zamanı anımsadı. Tüm gücüyle kaçmaya çalışmasaydı, altın özü alınıp Shen Nong Kazanı’nda arıtılacaktı ve ardından da Zong Ming He’nin midesine inecekti. Şu anda da tıpkı o zamandaki gibiydi, sanki bir kabus sürekli tekerrür ediyordu. Zong Zi Xiao, Zong Ming He’ye dönüşüp altın özünü almak için onu Kunlun’a mı götürecekti?!

Zong Zi Xiao’nun en nefret ettiği kişiye dönüşmesine asla izin vermeyecekti.


5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x