Konukevine döner dönmez Zong Zi Xiao Dage’sına sıkıca sarıldı ve bol bol öptü. Daha sonra yüzünü Dage’sının boynuna gömdü, “Kunlun çok soğuktu.”
Zong Zi Heng Kunlun’un ne kadar soğuk olduğunu çok iyi biliyordu.
Zong Zi Xiao öfkeyle devam etti, “O şeytani kadın Qi Meng Sheng’in sahip olduğu büyülü hazine çok güçlü. Bu tür bir soğuğa ruhani güçle bile dayanmak zor, Geçit’in dışında herhangi bir müdahale olmadan gelişebilmelerine şaşmamalı. Kim o lanet yere gitmek ister ki?”
“Sen gittin ama.”
“Gittim ama bu seyahate değmesi için yanıma birkaç buz kristali aldım,” dedi Zong Zi Xiao ve dudaklarının köşeleri kıvrıldı, “Buz kristalleri sahiden de çok kıymetli. Tanrıların geride bıraktığı ruhani gücü içeriyorlar. Eğer yeterince ruh kristali olsaydı, başka bir mağara bile yaratabilirlerdi.”
Zong Zi Heng başını eğdi, dikkati dağılmış görünüyordu. Ruhu çekilmiş gibi hissediyordu, uyuşuk ifadesinin altında aslında fırtınalar kopuyordu.
“Neyin var?” dedi Zong Zi Xiao ve onun yüzüne dokundu, “Çok kayıtsız görünüyorsun. Seni daha cezalandırmadım ki, ne o şimdiden korktun mu yoksa?”
Zong Zi Heng donuk gözlerle ona baktı.
Zong Zi Xiao kaşlarını çattı, “Neyin var diye sordum?”
“Hiçbir şey.”
“Xu Zhi Nan ve Li Bu Yu sana bir şey dedi, değil mi?” dedi Zong Zi Xiao, “Mesela, bana karşı onlarla birlik olman gibi?”
“Hayır.”
“İtaat ediyormuş gibi rol yaptıklarını ama aslında arkamdan iş çevirdiklerini bilmediğimi mi sanıyorsun?” dedi Zong Zi Xiao ve soğukça gülümsedi, “Dage, kafan karışmasın. Biz bir aileyiz. Ben olduğum müddetçe İmparator Zong olmaya devam edeceksin.”
Zong Zi Heng gülünç hissediyordu, kukla bir İmparator olmanın ve haysiyetsiz yaşamanın nesi bu kadar önemliydi ki?
“Zong Zhong Ming’i gönderdin ve iznim olmadan saraydan ayrıldın. Seninle tartışmak bile istemiyorum.”
Dage’sının sersemlemiş ifadesine bakan Zong Zi Xiao’nun kalbi sızladı. Birbirlerini görmeyeli sadece birkaç gün olmuştu ama Dage’sı yaşlanmış gibiydi. Yaşlanan şey bedeni değildi; eskisinden bile daha kederli ve donuk bakan gözleriydi. Daming’e döndüğünden beri, Dage’sı sadece Zong Zhong Ming’le birlikteyken az da olsa gülümsüyordu. Ne kadar kıskançlık duyarsa duysun, gerçek buydu ve değiştiremezdi. Bu yüzden Zong Zhong Ming’in onların yanında kalması gerekiyordu, “Döndüğümüzde Zong Zhong Ming’i geri getir.”
Zong Zi Heng hızla Zong Zi Xiao’ya baktı, “Neyin peşindesin?”
Zong Zi Xiao tembelce yanıtladı, “Neyin peşinde olabilirim ki? Senin oğlun olduğu için yanında kalması daha doğru olur.”
“Onu büyütmesi için beşinci kardeşime emanet ettim. Sarayın dışı uçsuz bucaksız, orada daha özgür olacaktır.”
“Büyüdüğünde istediği gibi dışarı çıkıp gezebilir, şu anda senden ayrılmayı nasıl kabul edebilir ki?” dedi Zong Zi Xiao ciddiyetle, “Sen gidip almazsan ben alırım.”
“Tanrı aşkına ne yapmak istiyorsun?” dedi Zong Zi Heng derin bir tonla.
Zong Zi Xiao, Dage’sından çok yorulmuştu, ne yaparsa yapsın hep düşmanına bakıyormuş gibi bakıyordu. Artık cidden sabrı taşmak üzereydi, “Eğer o senin oğlunsa, benim de oğlum demektir. Onun ikimizin oğlu olmasını istiyorum.”
Zong Zi Heng, Zong Zi Xiao’ya şaşkınlıkla baktı.
Zong Zi Xiao dudaklarını büzdü ve beceriksizce birkaç cümle daha sarf etti, “Geçen sefer ona söylediklerim sadece seni korkutmak içindi. Neden yemek yemeyerek beni küçük bir çocuğu tehdit unsuru olarak kullanmak zorunda bırakıyorsun? Onu geri al ve güzelce yetiştirelim.”
“….Boş hayallere kapılma. Ondan Hua ailesinin oğlu olduğu için nefret ettiğini söylemiştin. Hua ailesinin oğlunu yetiştirmeye sahiden de istekli misin?”
“Sen yetiştirebiliyorsan ben neden yetiştiremeyeyim ki? O veledi sevmiyor muydun? Neden onu uzaklara gönderdin? Ona bir şey yapmayacağımı söylemiştim sana.”
Bir süre sessiz kaldıktan sonra Zong Zi Heng karşılık verdi, “O da Wuji Sarayı’nda kısılıp kalmamalı.”
Zong Zi Xiao sinirlenmek yerine gülümsedi, “O da mı? Seni Wuji Sarayı’nda hapsettiğimi mi ima ediyorsun? Orası, sahip olmak uğruna her şeyi yaptığın Wuji Sarayı. Eğer ‘hapsetmek’ten bahsedeceksek; oraya seni ben hapsetmedim, kendin hapsettin.”
“Haklısın, kendimi oraya hapseden bendim,” diyerek alçak sesle mırıldandı Zong Zi Heng.
“Bana böyle gereksiz şeylerden bahsetme. Onu sen getirmezsen, ben araması için birini gönderirim. Zong Zi Yun onu göndermeyi reddederse, kaba davrandığım için sonradan sakın beni suçlama.”
Zong Zi Heng yumruğunu sıktı.
“Dage, sen ve ben ömrümüz boyunca kendi çocuğumuza sahip olamayacağız,” dedi Zong Zi Xiao ve nazikçe Dage’sının yüzünü çevirdi, yeşim gibi olan teni kağıt gibi bembeyazdı. Çok güçlü bir adamdı ancak sanki dokunsan parçalanacak gibi olan ama insanı büyüleyen eşsiz bir kırılganlığa sahipti, “Bu yüzden Zong Zhong Ming bizim oğlumuz olacak. Gelecekte mutlu bir aile olacağız.”
“Aile” kelimesi Zong Zi Heng’in kalbini titretti. Bu, Zong Zi Xiao’nun daha önce bahsettiği ve Zong Klanı’na atıfta bulunduğu aileden çok farklıydı. Bu ailede yalnızca üçü olacaktı. Dünyada birbirine en bağlı olan “aile”; tıpkı geçmişte Zong Zi Heng ve Zong Zi Xiao’nun olduğu gibi. Bu kelimeler Zong Zi Heng’i açıklanamaz bir şekilde üzdü. Yüzünü çevirerek ifadesini gizledi, “Onu ne ben bulabilirim ne de sen bulabilirsin.” Zong Zi Yun’un efsun yetenekleri onlarınki kadar iyi olmasa da gökyüzü uçsuz bucaksız, denizler de engindi ve saklanması pek de güç değildi.
“Ben bulabilirim,” diyerek soğukça homurdandı Zong Zi Xiao, “Kesinlikle onu alıp geri getireceğim.”
Zong Zi Heng dudaklarını büzdü, azıcık endişeli hissediyordu.
“Geri döndüğünde, ona bizzat kılıç eğitimi vereceğim ve efsun öğrenmesi için yardımcı olacağım,” dedi Zong Zi Xiao ve parmak ucuyla Dage’sının dudağının kenarına dokundu, “Mutlu ol. Sarayda kalmasını istediğini biliyorum. Sen ve ben onu birlikte büyüteceğiz. Yetersiz kalırsa ona mutlaka nasihat veririm. Ama çalışırken incinirse ağlayarak sana koşabilir, onu sakın şımartma.” Konuşurken aklında “üç kişilik bir aile” resmi canlandı ve kalbini bir sıcaklık kapladı. Hayallerini yüksek sesle söylemekten çok utanıyordu, ama istediği şey tam olarak buydu. Hayatının geri kalanını Dage’sıyla böyle geçirmek istiyordu. Dudaklarının kenarları usulca kıvrıldı, “Sen ve ben kesin ‘otoriter baba ve sevecen’ anne olan ebeveyn figürleri oluruz.”
“Saçmalamayı kes,” diyerek azarladı Zong Zi Heng.
Zong Zi Xiao çapkın bir şekilde gülümsedi, “Ama sen benim eşimsin.”
Zong Zi Heng onu itti, “Defol.”
Zong Zi Xiao onu tekrar kollarına çekti, “Neye kızdın yine? Beni günlerdir görmedin. Dage beni hiç özlemedi mi?”
Zong Zi Heng ona bakmıyordu bile.
“Dage benim burnumda tüttü,” dedi Zong Zi Xiao, başını eğdi ve Dage’sının saçlarına bir öpücük kondurdu, “Kunlun çok soğuktu, geceleri Dage’ma sımsıkı sarılarak uyumak istiyordum. Dage da ben yokken Wuji Sarayı’nda üşüdü ve benimle uyumayı özledi mi?
Wuji Sarayı’nda beni beklemek yerine Shu Dağı’na koştun. Ama nereye giderse gitsin ben hep Dage’nın aklındayım, değil mi?” dedi Zong Zi Xiao, kollarındaki kişiye daha sıkı sarıldı ve alt bölgelerini birbirine bastırdı.
Zong Zi Heng’in bedeni anında gerildi.
“Kunlun çok soğuktu. Benimki çok üşüdü, Dage’mın içine sokarak onu ısıtmak istiyorum.”
“Bu kadar yeter,” dedi Zong Zi Heng öfkeyle, “Bütün gün bu ahlaksız şeyleri söylüyorsun, sadece….”
Zong Zi Xiao durmaksızın kıkırdıyordu, “Dage’mın utandığını görmek çok hoşuma gidiyor.”
“Bırak beni.”
“Bırakmayacağım,” dedi Zong Zi Xiao ve onu tekrar kollarına sıkıca sardı, “Böyle hareket ederek Wuliang Sekti’nde güpegündüz seninle sevişmem için beni kışkırtmaya mı çalışıyorsun?”
Zong Zi Heng anında kıpırdamayı kesti.
“Aslında ben isterim ama utançtan ve öfkeden dolayı yemek yemezsin diye korkuyorum,” dedi Zong Zi Xiao ve Dage’sının yanaklarını çimdikledi, “Sana kilo aldırmak epey zor oldu, değil mi?”
“Neyse ki daha gündüz olduğunun farkındasın. Önce beni bırak da sonra ne söyleyeceksen söyle,” dedi Zong Zi Heng anlayışlı bir tonla. Zong Zi Xiao’nun inatçılığına ve otoriterliğine alışmıştı. Ona bu şekilde sarılmaya devam ederse, en ufak kıvılcımda Zong Zi Xiao anında fikrini değiştirirdi.
“Dage’ma sarılarak konuşmak istiyorum,” dedi Zong Zi Xiao, buz kristallerini almış olduğu için iyi bir ruh hali içindeydi ve Zong Zi Heng’in kayıtsızlığı bile keyfini kaçıramıyordu, “Biliyor musun, Kunlun’a gittiğimde aslında bir şey daha yaptım.”
“…..”
“Ne yaptığımı sorsana bana,” dedi Zong Zi Xiao ve Dage’sının boynunu nazikçe ısırdı.
“Ne yaptın?”
“Wuya’yı Fenglin Kıtası’nda bıraktım.”
Zong Zi Heng meraklanmaya başlamıştı, “Neden?”
Bunca zamandır Zong Zi Xiao nereye giderse gitsin iblis tayı hep onunla beraberdi.
“Senin bunda biraz payın var.”
“Ne demek istiyorsun?”
“Qi Meng Sheng ile savaştığımda Wuya, Fengming Gölü’nün dibine düştü. Daha sonra onu aramak için gölün dibine gittim. Bana göl suyunun bazı anılarını geri getirdiğini ve ona Wujiang Nehri’ni hatırlattığını söyledi. Bana tüm yol boyunca eşlik etti fakat eski efendisini korumak için Wujiang Nehri’ne geri dönmek istiyordu. Onun bu dileğini yerine getirecektim ama Wuji Sarayı’ndan kaçtığını öğrenince apar topar geri dönmek zorunda kaldım.”
“Bunun onu Fengming Gölü’nün dibinde bırakmanla ne ilgisi var ki?”
“Fengming Gölü, ruhani gücün bol olduğu Cangyu Sekti’nin özel mağarasıdır. Ruhani güçleri orada büyük miktarda gelişebilir. Shen Nong Kazanı’nda ölümsüz hap arıtmak üzere Kunlun’a geri döneceğim, döndüğümde onu alabilirim.”
Zong Zi Heng kısa bir süre düşündükten sonra yanıtladı, “Shen Nong Kazanı’nı bir kereliğine açmak bile oldukça zahmetli ve maliyetlidir. Onu açıp hapı arıtacağından nasıl bu kadar eminsin?”
“Doğru söylüyorsun ama eğer buz kristalleri kullanılırsa ocağın ateşi daha harlı olur ve simya süresi de kısalır. Geçmişte, büyük sektler Sheng Nong Kazanı’nda bir şey arıtmak istediğinde Cangyu Sekti’ne ücret ödemek zorunda kalıyordu. Cangyu Sekti birkaç kıdemliyle beraber buz kristalleri gönderiyordu ve buz kristalleri harikalar yaratıyordu. Fengming Gölü’nün dibinden çok fazla buz kristali aldım, denememek için hiçbir neden yok.”
“Arıtma süresini kısaltsan da ocağa koyduğun şeyi tekrar geri alma şansın olmayacak. Birkaç kez denemene rağmen başarılı olamazsan, ölümsüz efsun dünyasında ne var ne yoksa boşa mı harcayacaksın?”
“Başarılı olamayacağımı nereden biliyorsun?” diyerek usulca homurdandı Zong Zi Xiao, “Ran Xing Wen, ölümsüz hapı arıtmanın bir yolunu bulduğunu söylemişti. Shen Nong Kazanı’nı kullanırsa şansı daha da yükselir.”
Zong Zi Heng, gözlerindeki acıyı saklamak için başını eğdi ama kalbi titriyordu, “Peki, onun istediği temel malzemeyi buldun mu?”
Zong Zi Xiao donakaldı ve yılbaşı gecesinde öylesine uydurduğu o canavar meselesini hatırladı.
“Bu ender hazine dünyadaki tüm hazinelerden daha üstün olduğu için yüce ölümsüz hapı arıtmana gerçekten de yardımcı olabilir mi?” dedi Zong Zi Heng ve boşluğa doğru baktı, gözleri yavaş yavaş kan çanağına dönüyordu.
Zong Zi Xiao yapmacık bir şekilde “Mn,” diyerek yanıtladı ve sonra bakışlarını yere eğdi. Shen Nong Kazanı’na buz kristallerini eklemesine rağmen ya ölümsüz hapı arıtamazsa, o zaman ne olacaktı? Farkında olmadan elini Dage’sının karnına koydu. Başarılı olmasını sağlayacak yegane şey bu ince et ve deri tabakasıyla kaplıydı ama bunu düşünmeye bile cüret edemiyordu.
Buna dayanamazdı. Bu bembeyaz tenin ve narin göbeğin aynı kalmasını istiyordu.
Zong Zi Heng de karnında gezinen o eli fark etmişti. Sanki derisinin ve etinin kalınlığını ölçüyor ve dantian bölgesini deşip o altın özünü çıkarmak için doğru anı bekliyor gibiydi.
O anda umutsuzluk tarafından çepeçevre sarıldı.