İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 158. Bölüm

Wu Chang Jie 158. Bölüm

“Ngh….ahhh…hayır…”

Mağaranın derinliklerinde cılız bir ışık yanıyordu. Ağır nefes sesleri, tenin tene sürtünme sesleri durmaksızın devam ediyordu ve araya, yüksek sesli inlemeler serpiştirilmişti. Sanki dağa kötü bir ruh musallat olmuş gibiydi.

Yanan ateşin cılız ışığı karanlığın içinde taş duvarların üstüne iki büyük gölge düşürüyordu. Dizlerinin üzerinde olan bir adamın kalçası yukarı doğru kalkmıştı ve ince, zarif belinin eğimi insanın kalp atışlarını hızlandırıyordu. Çok daha uzun boylu olan figür arkasındaydı ve vahşi, hızlı ve sert bir şekilde kendisini ona doğru itiyordu. Kalçasının arasına sürekli olarak girip çıkan o kalın ve uzun şey, bedenini delmek amacıyla defalarca saldıran devasa bir öldürücü silah gibiydi.

Zong Zi Heng’in bedeninin üst kısmı bitkin düşmüştü ve yere doğru uzanmıştı. Zong Zi Xiao’nun şiddetli saldırısına maruz kalırken kalçaları hafifçe havaya doğru yükseliyordu. Bir şaplağın sesine, yapış yapış bir ses karıştı; birbirleriyle tek beden oldukları o kısım şehvet sıvısıyla sırılsıklam olmuştu. Hatta uzun, ince ve kar beyazı baldırlarından aşağı doğru akıyor ve kürk mantosuna damlıyordu. Kürk mantosunun üzerinde halihazırda kurumuş olan beyaz lekeler vardı.

Zong Zi Heng’in uzun saçları darmadağınıktı; saç tutamları terden ötürü yanaklarına ve sırtına yapışmıştı. Kızaran gözleri hafifçe kapanmıştı, pembe yanakları yaşlarla dolmuştu ve kirpikleri gözyaşlarından dolayı hala nemliydi. Dudakları öpüşmenin etkisiyle kızarmış ve şişmişti, ağır ağır nefes alıyordu. Porselen beyazı bedeni emilmekten dolayı mor izlerle kaplanmıştı. Dayanılmaz derecede sert olan darbelerden ötürü bacakları titriyordu ve parmaklarının altındaki kürkü çaresizce kavrıyordu. Bu istila edilmiş görüntüsü baştan çıkarıcı, büyüleyici ve hayranlık uyandırıcıydı; insanın içinde acıma hissinden daha çok hayvani arzular uyandırıyordu.

Zong Zi Heng savaşı kaybettiği için cezası tüm gece sürmüştü.

İlk başta, Zong Zi Heng karşı koydu ama en sonunda teslim oldu. Zong Zi Xiao, vücudunun her santimini ele geçirdi, zaferini kabul etmesi için her yolu denedi ve defalarca kez içine boşaldı. Zong Zi Heng’le sevişirken defalarca kez doruk noktasına ulaşan kişi yalnızca kendisi değildi. Dage’sı da onunla beraber sayısız kez boşalmıştı. Utanç verici beden sıvıları her yere fışkırdı ve havaya şehvetin kokusu yayıldı. Zong Zi Heng’in yorgun düşen erkekliği artık sertleşemiyordu ancak Zong Zi Xiao’nun etten kılıcı korkunç derecede sert ve sıcaktı; hala ıslak olan girişe durmaksızın girip çıkıyordu.

Bütün gece istila edildikten sonra Zong Zi Heng’in arka bölgesi kızarmış ve şişmişti, bedeni doruk noktasına ulaştıktan sonra daha da hassaslaşmıştı. Zong Zi Xiao’nun her hamlesi her hücresinin karıncalanmasına ve sanki onu ölümün uçurumundan itiyormuşçasına heyecanlanmasına neden oluyordu. Bu nihai zevkten dolayı neredeyse aklını kaçırmak üzereydi. İnliyor ve merhamet dileniyordu. Bir çözüm bulabilmek için kendine gelmeye çalıştı ve kalan son gücüyle ileriye doğru süründü.

Zong Zi Xiao onu saçlarından yakaladı ve kulağını ısırmak için eğildi, “Dage, nereye kaçıyorsun?”

Zong Zi Heng’in gözleri fal taşı gibi açıldı ve gözyaşları yanaklarından süzüldü.

“Benden ayrılmayı asla düşünme. Bir kez daha beni terk edersen, sana sonuçlarında neler olacağını tekrar tekrar hatırlatırım,” dedi Zong Zi Xiao, Wuya’nın yularını çekiyormuş gibi Dage’sının saçlarını kavradı, bedenini önceki yerine tekrar sabitledi ve acımasızca içine girmeye devam etti.

Zong Zi Heng artık ileri doğru sürünemiyordu Zong Zi Xiao’nun ellerinde sıkışmış gibiydi ve hareket edemiyordu.

“Hayır…ahhh…hayır…yeter…bırak beni…ah…” diyerek bilinçsizce inledi Zong Zi Heng. Ses tonu son derece boğuktu.

“Bırakmayacağım,” dedi Zong Zi Xiao, aniden etten kılıcını Zong Z Heng’in içinden çıkardı ve onu ters çevirdi. Bacaklarını ayırıp arasına girdikten sonra onun güzel yüzüne bakarak hareketlerine devam etti.

Zong Zi Heng iki elini Zong Zi Xiao’nun sert, güçlü göğsüne doğru bastırdı. Zong Zi Xiao’yu uzaklaştırmaya çalışsa da başarılı olamamıştı.

Zong Zi Xiao, Dage’sının iki elini tutup kendi boynuna doladı ve kendisini onun üstüne doğru bastırdı. Etten kılıç bu kez Zong Zi Heng’in içine, daha derinlere gömüldü. Hızı biraz yavaşlamış olsa da gücü bir nebze bile azalmamıştı.

“Bir daha kaçmaya cüret edecek misin?” dedi Zong Zi Xiao, Dage’sının terli yüzünü okşadı ve tekrar sertçe kendisini itti, “Cevap ver.”

Zong Zi Heng çılgınca başını salladı, “Hayır…hayır….”

“Dage böylesine şehvetli bir bedenle nereye kaçabilir ki?” dedi Zong Zi Xiao, Zong Zi Heng’in yüzündeki saçları kulaklarının arkasına itti ve önce terli göz kapaklarına ardından da dudaklarına öpücük kondurdu, “Bütün gece sevişmiş olmamıza rağmen hala içinden çıkmayayım diye beni sıkıca kavrıyorsun. Ön tarafına dokunmadığım halde kaç kere boşaldın. Bedenin artık benden ayrılamaz, değil mi?”

Zong Zi Heng’in gözlerinden yaşlar süzülüyordu, “Ahh…”

Zong Zi Xiao bir kez daha şiddetle derinlere girdi, “Değil mi?”

Zong Zi Heng, dış dünyanın seslerine karşı muhakeme yeteneğini kaybetmişti. İçgüdüsel olarak kendisine sahip olan adama teslim oluyordu. Kafası karışmıştı. Artık kendisinde değilmiş gibiydi.

Zong Zi Xiao Dage’sının dudaklarını öperek inlemesine engel oldu ve içine şiddetle girmeye devam etti.

Zong Zi Heng’in bacakları artık kapanmıyordu, Zong Zi Xiao’nun dilediği gibi en derinlerine ulaşmasına izin veriyordu. Şiddetle kasılıyordu ve boşalmak üzereymiş gibi hissediyordu.

Zong Zi Xiao’nun da doruk noktasına ulaşmak üzere olduğunu fark ettiğinde Zong Zi Heng kalan son bilinç damlasına tutunarak seslendi, “Hayır…ah…içime olmaz…”

Karnının içi Zong Zi Xiao’nun vücut sıvısıyla dolmuştu ve etten silah yüzünden hala sarsılıyordu. Hem fiziksel hem de zihinsel olarak çektiği bu eziyete artık dayanamıyordu.

Zong Zi Xiao’nun şehvetle ıslanmış gözleri arzuyla dolup taşıyordu. Sanki bir insanın gözleri değildi. Zong Zi Heng’in söylediklerini duyunca sert, ıslak silahını çıkardı; bu manzara yakışıklı yüzünün görüntüsüyle birlikte baştan çıkarıcı bir tezatlık oluşturuyordu.

“Hep içine boşalıyorum ama görünüşe göre Dage da artık bitkin düştü,” dedi Zong Zi Xiao, Zong Zi Heng’in üstüne doğru eğildi, birkaç kez eliyle etten silahına dokundu ve beyaz sıvı Dage’sının göğsüne, yüzüne ve saçlarına sıçradı.

Zong Zi Heng’in bedeni tamamen uyuşmuştu ve hareket edemiyordu. Gözlerini kapattığında tekrar yaşlar süzüldü.

Zong Zi Xiao kendisini Dage’sının yanına bitkin bir şekilde attı ve onu kollarının arasına aldı. Vahşiliğin ardından gelen bu sakinlik, uygunsuz hissettiriyordu. Ama üstlerine sinen şehvetin kokusu ve izleri bu müstehcen geceye tanıklık eder nitelikteydi.

“Beni terk etme,” dedi Zong Zi Xiao, ses tonu sanki bir iblisin baştan çıkarıcı fısıltısı gibiydi. İnsanın boynuna görünmez kelepçeler bağlıyordu, “Beni lütfen terk etme.”

“Çünkü ben senden ayrılamam,” diyerek devam etti Zong Zi Xiao, küstah bir ses tonu kullanmaya çalışsa da acısını ve öfkesini gizleyemiyordu, “Eserinle gurur duy. On dört yıl boyunca kendini bana, ruhuma ve tüm hayatıma kazıdın, öyle ki senden vazgeçemiyorum bile. Senden nefret etmeme rağmen seni öldürmeye dayanamadım. Bu yüzden hiçbir korkun yok.

Doğru, senden vazgeçemiyorum. Son on yıldır her saat, her dakika seni düşünüyorum. Bana ne yaptın böyle, üstümde hangi zehri kullandın? Senden nefret ediyorum,” dedi Zong Zi Xiao ve Zong Zi Heng’e daha sıkı sarıldı. Gözleri kan çanağına dönmüştü ancak ağlamak üzereymişçesine nemli görünüyordu, “Hal böyleyken, hayatın boyunca benden ayrılmayı aklından bile geçirme. Nereye kaçarsan kaç seni mutlaka bulacağım. Benim hayatımı mahvettin, annemin ölümüne sebep oldun, hayatının geri kalanında bedelini ödeyeceksin.”

Daha sonra Zong Zi Xiao, yüzünü Zong Zi Heng’in boynuna gömdü ve ağlayarak “Dage” diye seslendi.

Zong Zi Heng boş boş bakıyordu. Zihni bazen kargaşa içindeydi bazen de bomboştu. Açıkça Zong Zi Xiao’nun kollarının arasındaydı ama sanki kendi bedenini hissedemiyordu; kendindeymiş gibi hissedemiyordu.

Zong Zi Xiao’nun ona Xiao Jiu’nun ses tonuyla “Dage” diye seslenmeyi kesmesini istiyordu. Bu hitap kulaklarına küfür gibi geliyordu ve iğrenç hissettiriyordu.

Neden orada olduğunu merak ediyordu. Tüm bunlar neden oluyordu? Olanları düşündüğünde geriye kalan tek şey sonsuz karanlıktı. Kendisinin ya da Zong Zi Xiao’nun; kimin kimi uçuruma sürüklediğinin bir önemi yoktu. Sadece özgür olmak istiyordu.

Xiao Jiu’dan kalan son anıları da alıp, Zong Zi Xiao’nun onu asla bulamayacağı bir yere gitmek istiyordu.

Zong Zi Heng uyandığında ruhani güçlerinin bir kez daha Zong Zi Xiao tarafından mühürlenmiş olduğunu ve rünle çevresine sınırlar çizildiğini fark etti. Bedeni yıkanmıştı ve temiz kıyafetler giyinmişti. Saçları bile yıkanmıştı, orkide kokusu burnuna ilişiyordu. Fakat bedenindeki o ince sızı ona şunu söylüyordu; önceki gece bir rüya değildi. Zong Zi Xiao’nun Wuji Sarayı’na dönmesinden bu yana gerçekleşen hiçbir şey bir rüyadan ibaret değildi.

Aslında, Zong Zi Xiao ile tekrar bir araya geldiği andan itibaren, Xiao Jiu’nun çoktan gittiğini anlamıştı, ama yine de “Dage” diye her seslenişinde etkilenmekten kendisini alamıyordu. Zong Zi Xiao’nun ara sıra yakınmaları tarafından baştan çıkarılmıştı. Ancak, geçmiş ilişkilerini ne kadar özlerse özlesin, bu süreç içerisinde bu düşünce artık tamamen silinip gitmişti. Artık geriye dönmeleri imkansızdı.

Nefret etmek isteyeceği son kişi Zong Zi Xiao’ydu. Zaten bu dünyada kendisine en yakın olan kişilerden; anne ve babasından nefret ediyordu. Canından çok sevdiği kardeşinden nefret edemezdi. Çok üzücüydü, sanki sevgiye hiç layık değilmiş gibiydi. En nihayetinde elinde kalan tek şey nefretti. Bu yüzden Zong Zi Xiao için hep bahaneler bulmuştu. Dage olarak ona öğüt vermek, affetmek ve kederine ortak olmak istiyordu. Fakat Zong Zi Xiao’nun altın özüne göz diktiğini kendi kulaklarıyla duyduğunda ve Shen Klanı’nın atalarının mezarlığını yok ettiğini gördüğünde artık daha fazla dayanamamıştı.

Mağaranın dışından ayak sesleri geliyordu. Zong Zi Heng kimin geldiğini biliyor olmasına rağmen o denli hissizdi ki, bakmak için başını bile kaldırmamıştı.

Zong Zi Heng’in görüş alanına bir çift siyah çizme girdi. Gelen kişi hafifçe çömeldi ve Zong Zi Heng’in çenesini kaldırdı. Son derecede güzel ve çekici görünen tilki gözlere kayıtsızca bir bakış attı.

“Acıkmış olmalısın. Şehre inip yiyecek bir şeyler aldım,” dedi Zong Zi Xiao ve Zong Zi Heng’in solgun, bitkin yüzüne bakınca kalbi sıkıştı.

Zong Zi Heng ona şaşkın şaşkın baktı. Ama sanki bakışları tam olarak onun üstünde değil de boşluğa doğru yönelmiş gibiydi.

Zong Zi Xiao parmaklarını onun kuru, çatlamış dudaklarında gezdirdi ve su kasesini alıp ağzına doğru götürdü, “Biraz su iç.” Bir süre beklemesine rağmen hiçbir karşılık alamayınca dudaklarını araladı ve suyu Zong Zi Heng’in ağzının içine döktü.

Dage’sının yavaşça yutkunduğunu gören Zong Zi Xiao’nun kalbi rahatsız bir şekilde sızladı. Onu kollarına doğru yasladı ve dudaklarına bu kez tatlı bir şey uzattı, “Bu çok lezzetli. Hadi birazcık ye…Bölüp küçük lokmalar halinde benim yedirmemi ister misin?”

Bu sözlerin üzerine Zong Zi Heng ağzını açtı ve bir ısırık aldı. Lokmanın sağ yanağında yaptığı şişkinliği gören Zong Zi Xiao’nun kalbi yumuşacık oldu ve bu görüntüyü epey sevimli buldu.

Zong Zi Heng onun bakışlarını fark edince anında kendisine çeki düzen verdi.

“Ye hadi,” dedi Zong Zi Xiao ve başka bir parça daha uzattı, “Lezzetli mi?”

Zong Zi Heng, başlangıçta tadına dikkat etmeden yutmuştu. Fakat sonradan ağzındaki tatlılığı fark ettiğinde bu tanıdık tat karşısında donakaldı.

“Tuzlu çıtır şeker, küçükken hep bundan yerdik. Burada bulmayı hiç beklemiyordum,” dedi Zong Zi Xiao, sanki bir şeyleri hatırlıyormuş gibiydi, bakışları giderek yumuşuyordu, “Dişlerimin çürümesinden korktuğun için günde en fazla bir parça yememe izin veriyordun. Ama her seferinde bir parça daha istiyordum, hatırlıyor musun?”

“Elbette hatırlıyorum,” dedi Zong Zi Heng. Ancak ses tonu buz gibiydi, “Tuzlu çıtır şekerler Zhangyang’a özgüdür, tarifini yalnızca annem biliyordu.”

Bu kez donakalma sırası Zong Zi Xiao’daydı, şekerlerin geri kalanını kese kağıdına geri attı.

Uzun bir sessizliğin ardından Zong Zi Xiao söze girdi, “Buna sen sebep oldun.”

Evet, kendisi sebep olmuştu.

“Beni terk etmemeliydin. Bunu aklından bile geçirmemen lazımdı. Jiuzhou’nun hangi köşesine kaçarsan kaç, yine de seni bulabilirim. Kaçman beni kızdırmaktan başka hiçbir işe yaramaz,” dedi Zong Zi Xiao ve Dage’sının saçlarını okşadı, “Bu yüzden seni kilit altında tutacağım. Üstünde hep benim ruhani güç izim duracak. Her istediğimde seni görebileceğim.”

Zong Zi Heng, Zong Zi Xiao’ya sakince baktı, “Altın özümü ne zaman almayı planlıyorsun?”

“…Sabırsızlanıyormuşsun gibi görünüyor,” dedi Zong Zi Xiao, bu soruyu duyunca sinirleri tekrar zıplamıştı, “Altın özünü kendi isteğinle vermen aslında ikimiz için de daha iyi olurdu. Her neyse, bir daha kaçmaman için ruhani güçlerindeki mührü kaldırmayacağım.”

Zong Zi Heng’in duyguları şaşırtıcı derecede sakindi.

“Ben burada olduğum sürece kimse sana zarar vermeye ve tahtını ele geçirmeye cesaret edemeyecek. Başarılı olduğumda ölümsüz olmanı sağlayacağım. Tüm hayatın boyunca çalışsan bile ölümsüz olamayabilirsin, bu çok iyi değil mi?” dedi Zong Zi Xiao, Zong Zi Heng’i mi yoksa kendisini mi ikna etmeye çalıştığını bilemiyordu. Kalbinde zayıf ama kararlı bir ses bunu yapmaması gerektiğini, hatta kesinlikle ne olursa olsun yapmamasını söylüyordu. Pişman olacaktı, altın özünü değil Dage’sının güçlü ve sağlıklı olmasını istiyordu. Ancak kalbini ele geçiren o karanlık hırsın sesi o denli şiddetliydi ki, adeta kulaklarını sağır ediyordu.

Zong Zi Heng ona baktı. Bir süre sonra yumuşak bir tonla yanıtladı, “Zong Zi Xiao, sana asla zarar vermedim. Ben İmparator olmak istemiyorum.” Keşke bana inansaydın.

Zong Zi Xiao afalladı ve kaşlarını çattı, “Bunca zaman sonra hala bunu mu söylüyorsun?” Dage’sının solgun yüzüne baktı, kalbi acıyla sıkışıyordu. Tam ona bir şey söylemek üzereydi ki aniden Zhangyang’a her yönden yaklaşan ruhabi güç baskısını hissetti.

Zong Zi Xiao, deri pelerinini Zong Zi Heng’in üzerine örttü, “Gidip bir göz atacağım.”

Daha sonra duraksadı, başını eğdi ve Dage’sının dudaklarını tekrar öptü, “Dage, dönmemi bekle.”


 

5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest


0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

Light
Dark
0
Would love your thoughts, please comment.x