İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 159. Bölüm

Wu Chang Jie 159. Bölüm

Zong Zi Heng de denizden yükselen ve hızla kıyıya yaklaşan korkunç bir dalga gibi, her yönden akın eden ruhani güç baskısını hissedebiliyordu. Böylesine bir ruhani güç baskısı tek bir kişiden değil, ancak bir insan topluluğundan gelebilirdi.

Zhangyang yalnızca küçük ve pek bilinmeyen bir şehirdi; bu kadar çok sayıda efsuncunun oraya gelmesinin nedeni oldukça aşikardı.

Zong Zi Heng ayağa kalktı. Ağrıyan ve bitkin düşmüş bacakları ağırlığını zar zor taşıyabiliyordu. Taş duvara tutunarak acıya katlandı, doğruldu ve mağaranın dışına doğru yürüdü.

Mağara girişinden kör edici kadar şiddetli bir beyaz ışık yansıdı ve Zong Zi Heng, gözlerini korumak için elini yüzüne kapadı. Işığın geldiği yere zar zor ulaştıktan sonra fark etti ki, gökyüzü tamamen beyaz ışıkla kaplanmıştı.

Dağdaki izbe kayalıkların üzerinde dururken, sayısız efsuncunun Zhangyang Dağı’nın üzerinde uçtuğunu gördü. Wuliang Sekti’nin turkuaz rengi, Chunyang Sekti’nin altın rengi, Cangyu Sekti’nin buzlu grisi ve irili ufaklı pek çok sektin araya serpiştirdiği çeşitli renkler gökyüzünü kaplamıştı. Binlerce efsuncu uçsuz bucaksız mavi gökyüzünde boşlukta duruyordu.

Ölümsüz efsun dünyası daha önce hiç bu denli görkemli bir manzaraya şahit olmamıştı, hepsi karşılarında duran tek bir düşmana bakıyordu.

Zong Zi Heng, Zong Zi Xiao’nun soğuk ve kasvetli yüzüne, gergin çenesine ve aşırı güç kullanmasından ötürü bembeyaz olan kılıç tutan eline baktı.

“Zong Zi Xiao!”

Gökyüzünden sert bir kükreme geldi. Bulutlarda yankılanan bu ses, derin bir efsun yeteneğine sahip birinden gelmiş olmalıydı, ama kulağa çok genç geliyordu.

Zong Zi Heng irkildi ve uzaktaki turkuaz renkli cüppe giyinmiş olan kişiye baktı. Ruhani güçleri mühürlü olduğu için aktarabileceği ruhani güç miktarı sınırlıydı. Gözlerine ruhani gücünü aktarıp görüşünü netleştirdiğinde gözlerine inanamadı, çünkü o kişi Wuliang Sekti’nin lideriydi. Evet, o kişi Shen Shi Yao’nun mezarında kendini öldürmüş olan Li Bu Yu’dan başkası değildi!

Li Bu Yu, turkuaz bir Taocu cübbesi giyiyordu, belinin etrafında mor-altın renklerinde yeşim bir kemer vardı. Kılıcın tepesinde çelik gibi sağlam bir figür duruyordu, yakışıklı yüzünde epey ciddi bir ifade vardı. Kıyafetleri uçuşuyordu ve çevresindeki asil hava yüzünden bir ölümsüz gibi görünüyordu.

Bu nasıl olabilirdi ki? Li Bu Yu’nun kendi önünde can verişini görmüştü. Nabzını kontrol ettikten sonra onu kendi elleriyle gömmüştü. Bu nasıl mümkün olabilirdi?!

İlk önce Li Bu Yu’nun sahte olduğundan şüphelendi ancak sonradan bu seçenek ona pek mantıklı gelmedi. Chunyang Sekti’nin kemik değiştirme yöntemi kullanılsaydı, bu ancak görünüşü değiştirirdi. Li Bu Yu kendisine benzeyen birini bulmuş olsaydı bile, nasıl Wuliang Kılıç Tekniği’ni uygulayabilir, Yıldırım Hazinesi’ni kontrol edebilir ve Wuliang Sekti’ne fark ettirmeden tıpkı onun gibi davranabilirdi ki?

Yani geriye tek bir ihtimal kalmıştı; Li Bu Yu’nun ölümü sahteydi.

Chunyang Sekti’nin tekniği kemikleri ve uzuvları yenileyecek bir seviyede olduğu için, sahte bir ölüm gerçekleştirmesi imkansız olmayabilirdi. Hem Cheng Yan Zhi’nin hem de Zong Ming He’nin efsun yeteneklerini ele geçiren Li Bu Yu artık mükemmel güçlere sahipti. Henüz gücünün zirvesine ulaşmamış olan bu genç sekt lideri, artık dünyadaki en güçlü kişilerden birine dönüşmüştü.

Li Bu Yu, Zong Zi Heng’in bakışlarını fark etti ve göz göze geldiler. Zong Zi Heng o anda o kişinin kesinlikle Li Bu Yu olduğundan emin oldu. Li Bu Yu ona bir kez daha yalan söylemişti!

Li Bu Yu’nun bakışları titredi ve tekrar Zong Zi Xiao’ya döndü. Yüksek sesle bağırdı, “Zong Zi Xiao, Cennet’in yasalarına karşı geldin, imparatorluk emirlerini hiçe saydın, ölümsüz sektlerin hazinelerini yağmaladın. Tahtı ele geçirme niyetiyle İmparator’u kaçırıp hapsettin. Bunlarla kalmayıp üstüne Zhangyang Shen Klanı’nın mezarlığını yok ettin. Wuyun Sekti’ni yok etmen yaptığın kötülüklerin üstünü örtmez. Hemen şimdi idam edileceksin!”

Sanki gülünç bir şaka duymuş gibi Zong Zi Xiao çılgınca güldü, “Li Bu Yu, o kadar çok yüzün var ki bir kitabın sayfalarını değiştirir gibi yüz değiştiriyorsun. Daha birkaç gün önce bana ‘Majesteleri’ diye hitap ediyordun, şimdiyse bir günahkar olduğumu mu söylüyorsun?”

Li Bu Yu’nun ifadesi değişmedi, “Bu sadece bir önlemdi. Senden, yani iblisin tekinden kurtulana kadar ayıya dayı demenin nesi yanlış ki?”

Zong Zi Xiao kahkahalara boğuldu, ama ses sonu soğuk ve keskindi, “Her şeyin sizin elinizde olduğunu mu sanıyorsunuz yani?”

Xu Zhi Nan derin bir tonla yanıtladı, “Zong Zi Xiao, dün Shanhe Sheji Haritası’nı kullandın ve çok fazla ruhani güç tükettin. Kısa sürede ruhani güçlerinin yenilenmesi mümkün değil. Elinde iki tane kadim hazine olsa da, sayıca biz daha üstünüz. Eğer teslim olursan….” Bunları söyledikten sonra Zong Zi Heng’e döndü, “İmparator seninle geçirdiği kardeşlik günlerinin hatırına canını bağışlayabilir.”

Zong Zi Xiao başını çevirdi ve arkasında duran Zong Zi Heng’e baktı.

Zong Zi Heng de ona bakıyordu. Gözleri karanlık, kasvetli ve anlaşılması zordu.

Zong Zi Xiao aniden iki eliyle bir mühür oluşturdu ve Dage’sına kara bir ruh büyüsü yaptı.

Zong Zi Heng, güçlü bir ruhani güç tarafından anında mühürlendi ve etrafı kara sise benzer bir engelle çevrelendi. Bu kara sis iç içe geçti, adeta kafesteki bir kuşa benziyordu.

Li Bu Yu öfkelenmişti, “Zong Zi Xiao, demek hala İmparator’u bırakmıyorsun!”

“Dage, sen de görüyorsun. İyiyle kötüyü ayırt edemeyip, eceline susayanlar onlar,” dedi Zong Zi Xiao ve Dage’sına baktı, “Onlar için sakın yalvarmaya kalkma.”

Zong Zi Heng, iki taraf arasındaki savaşta kimin zafer kazanacağını kiminse mağlup olacağını zaten biliyordu. Ölümsüz efsun dünyası Yüce İblis yüzünden uzun bir süre acı çekmişti. Bu gün er ya da geç gelecekti, ama ölümsüz efsun dünyasının doğru zamanı bekleyeceğini düşünmüştü. Belki de “doğru zaman”ın ne zaman olduğunu kimse bilemiyordu. Xu Zhi Nan haklı olabilirdi, Zong Zi Xiao Shanhe Sheji Haritası’nı kullandığında fazla güç tüketmiş olabilirdi, belki de doğru zaman şimdiydi.

Kanlı bir savaş yaşanmak üzereydi, orada öylece durup seyirci mi kalacaktı?

Zong Zi Heng yumruklarını sıktı ve ruhani güçlerinin üstündeki mührü kırmaya çalıştı.

Xu Zhi Nan’ın bakışları bir bıçak kadar keskindi. Görkemli bir tavırla bağırdı, “Zong Zi Xiao, daha fazla adaletsizlik yaparsan öleceksin. Ölmek zorunda kalacaksın.” Elinde ışıldayan, altın ve yeşim zincirlerden oluşan yumuşak bir zırh vardı. Giydiği anda zırh, Cennet’ten inen ilahi bir nesneymiş gibi parlak bir beyaz ışık yaymaya başladı.

Bu gerçekten de Chunyang Sekti’nin hazinesiydi ― ― Altın Oymalı Yeşim Zırh. Bu zırh, kullanıcısına muazzam bir güç verirdi ve onu tüm silahlara karşı korurdu. Zaten olağanüstü bir güce ve yok edilemez bir bedene sahip olan Chunyang Sekti’nin yüksek rütbeli bir efsuncusu bu zırhı giyerse, insanın hayal edemeyeceği bir güce sahip olurdu.

Qi Meng Sheng de Cangyu Sekti’nin hazinesi olan Buz ve Kar Yeşimi’ni çıkardı. İki yeşim, birbirine bağlanmıştı. Buz Yeşimi yağmuru, buzu, karı ve hava durumunu kontrol edebilirken, Kar Yeşimi Buz ve Kar Tanrıçası Qingnü’nün antik canavar kar baykuşunu çağırabilirdi.

Li Bu Yu Yıldırım Hazinesi’ni harekete geçirmek için hazırda bekletiyordu.

Wuyun Sekti’nin yok edilmesinden sonra, Li Bu Yu tarafından ele geçirilen Dağları Yürüten Kırbaç ise, bir Wuliang Sekti kıdemlisinin elindeydi.

Yıldırım Hazinesi, Altın Oymalı Yeşim Zırh, Dağları Yürüten Kırbaç ve Buz ve Kar Yeşimi ölümsüz efsun dünyasının en büyük büyülü hazineleriydi ve Antik Çağların Dört Kadim Hazinesi’nden sonra ikinci sıradalardı. Böyle bir karşılaşma binlerce yıldır görülmemişti ve orada bulunan herkesin kalbi çılgınca titriyordu.

Kara ölüm sisiyle çevrili gizemli bir tılsım, Zong Zi Xiao’nun avucunda belirdi. Bu tılsım yeşil ışıltılı bir yeşimden oluşuyordu ve üstüne kanla bir şeyler çizilmişti. Ürkütücü bir hayalet enerjisi yayıyordu.

Xuanyuan Gizli Kutsal Tılsımı!

Dağlar sessizdi. Ormandaki hayvanlar ve kuşlar uzun zaman önce oradan kaçmıştı. Kara bulutlar güneşin üstünü kaplamıştı ve tüyler ürperten kasvetli bir rüzgar esiyordu.

Küçük yeşil tılsımın üzerine bir çift göz yansıdı.

Orada bulunanların çoğu, Wuyun Sekti’nin binlerce Yin askeri tarafından katledildiği kıyamet sahnesine kendi gözleriyle şahit olmuştu. Tılsımı görünce her biri dişlerini sıktı. O manzarayı kendi gözleriyle görmeyenler de kulaktan duyarak öğrenmişlerdi. Yüzleşmek üzere oldukları şey, ölümsüz hayalet savaşçılardı.

Xu Zhi Nan ilk adımı attı. Ruhani güç baskısı çılgınca zırhtan dışarı sızıyordu. Altın ve yeşim giysilere sarılı vücudu aniden güçlendi ve yumuşak zincirler sert, ağır zırh parçalarına dönüştü. Xu Zhi Nan’ın tenini ejderha pulları gibi kapladı ve onu yeşim zırhın içindeki bir deve dönüştürdü!

Kar beyazı renginde devasa bir kuş Zhangyang Dağı’nın üzerinde uçarken kanatlarını açıp kederli bir çığlık attı ve sesi gökyüzünü delip geçti.

Xuanyuan Gizli Kutsal Tılsımı Zong Zi Xiao’nun avuçlarında yükseldi. Alev alev yanan gözlerine ne gökyüzü, ne toprak, ne de binlerce azılı düşmanı yansıyordu; yalnızca tılsım yansıyordu. Dudakları bir büyüyü hafifçe mırıldandı, “Gökyüzündeki yıldızlar öldürme niyetiyle kayar, yeryüzünde öldürme niyeti yayılır, ejderha ve yılan dirilip karaya çıkar, dünya ters yüz olur, Cennet tek bir adamla birleşir ve tüm öldürme niyetlerini adamın üzerinde toplar ― ―”

Alev alev yanan bir ateş gibi, kara ölüm sisi gökyüzünün yarısını sardı ve tüm ışığı yuttu. Görünmeyen gökyüzünün karanlığında, yavaş yavaş bir grup insan formu belirdi. Birkaç dakika içinde sayısız Yin askeri gölgelerin içinden sürünerek çıktı. Bazıları zırh ve kılıç kuşanmıştı, bazıları ise atlı süvarilerdi. İnsan biçimindelerdi ancak insan gibi görünmüyorlardı. Her biri siyah sisin içinden çıkan kuklalara benziyorlardı, ama aniden çevik hareketlerle birlikte karşılarındaki düşmana doğru atıldılar.

Yin askerleri acıyı hissetmiyor, geri çekilmiyor, korkmuyor ve asla ölmüyorlardı. Çekirge sürüsü gibi saniyeler içinde düşmanı kuşattılar ve dünyayı kasıp kavuran bir kasırga gibi düşman hattında kim varsa herkese hücum ettiler.

Efsuncuların her biri ruhani güçlerini serbest bıraktı. Silahları ve büyülü hazineleri ilahi bir ışık yayıyordu ve güçleri gökyüzüne kadar ulaşıyordu.

Rünün içinde kapana kısılan Zong Zi Heng, önündeki sahneyi izlerken titriyordu. Asura’nın* cehennemi bile buradan daha kötü olamazdı.

ÇN: *Asura mitolojiye göre kötü ruhlar. Hayalet Krallar falan bu kategoriye giriyor. Çincesi  (xiū luóşeklinde yazılıyor. Kökeni hint mitolojisine dayansa da diğer mitolojilere de girmiş bir karakter, örneğin Japon mitolojisinde de Ashura olarak geçiyor.

Daha önce, Zong Zi Xiao ile ölümüne bir savaşa tutuştuğu sırada Yin askerlerini yalnızca bir kez görmüştü. O anda, her ikisi de Zongxuan Kılıç Tekniği’nde Cennetin Sekizinci Seviyesi’ndelerdi ve On Bin Kılıcın Dönüşü’nü kullanıyorlardı. Bu savaşta Wuji Sarayı’nın yarısını yerle bir eden bir güç ortaya çıkmıştı. Mağlup edildikten sonra üstüne doğru gelen öldürücü darbeyi kabul ederek ölmeye hazırlanmıştı fakat Zong Zi Xiao devasa bir canavar kullanarak onu kurtarmıştı. O canavar darbeyi kendisinin yerine üstüne aldıktan sonra ruhu bile kalmayana kadar parçalanmıştı.

Şu anda Wuyun Sekti’ni yeryüzünden silen Gizli Kutsal Tılsım’ın gücünü nihayet kendi gözleriyle görüyordu. Sayısız Yin askerleri, kana susamış iblisler gibi dört bir yana saldırıyorlardı. Gittikleri her yer kana bulanıyordu.

En yüksek düzeyde eğitimli ve savaş tecrübesine sahip olan efsuncular bile daha önce hiç bu kadar çok kötü ruhla karşılaşmamıştı. Çok geçmeden hepsi ağır yaralandı.

Yin askerleri tamamen yok edilemezdi, ancak Zong Zi Xiao’nun ruhani gücünün bir sınırı vardı. Binlerce Yin askerini kontrol etmek için Gizli Kutsal Tılsım’ı kullanırken bir yandan da, Li Bu Yu ve Xu Zhi Nan ile savaşıyordu. Ruhani gücü sel gibi akarken uzun süre dayanabilmesi mümkün değildi ve herkes ruhani gücünün tamamen tükeneceği o anı bekliyordu.

Buna rağmen hiçbir zayıflık belirtisi göstermiyordu, aksine sanki güçleri daha da artıyor gibiydi. Gözleri kan çanağına dönmüştü ve bakışları daha da karanlıklaşmıştı.

Zong Zi Heng’in kalbi endişeyle yanıyordu ve ruhani güçlerindeki mührü kırabilmek üçün tüm gücüyle çabalıyordu. Zong Zi Xiao’nun ona yaptığı büyüyü bozması daha önceden birkaç saatini almıştı ama şu anda kaybedecek tek bir dakikası bile yoktu. Zong Zi Xiao’nun daha fazla masum insanı öldürmemesi için ona engel olmak zorundaydı!

Ruhani güçlerini zorlamasının bir sonucu olarak iç organları şiddetle ağrıdı ve ağzından, burnundan kanlar fışkırdı.

Aniden, bir figür Zong Zi Heng’in önüne indi. O kişi Qi Meng Sheng’di, ona doğru seslendi, “Rünü boz.”

Qi Meng Sheng elini boşluğa doğru uzattı. Aniden kara sisten oluşan kafes belirdi ve havaya bir yanık kokusu yayıldı. Qi Meng Sheng, boğuk bir homurtuyla üzerinde siyah yanık izi oluşan elini geri çekti. Yüzündeki öfkeli ifadeyle birlikte kafesi tekrar tuttu ve kafesin içine doğru buz yayılmaya başladı. Zong Zi Xiao’nun geride bıraktığı büyüye karşı gizlice savaşırken bile ifadesi vahşileşmişti.

Zong Zi Xiao, Qi Meng Sheng’i gördü ve başını onlara doğru çevirdi. Gökyüzünden beyaz bir alev indi ve gök şiddetle gürledi. Yıldırım Hazinesi’nin neden olduğu ilahi şimşek o kadar güçlüydü ki, Zong Zi Xiao doğrudan darbeyi savuşturmaya cesaret edemedi ve kenara çekilmek zorunda kaldı. Hemen sonrasında Xu Zhi Nan’ın dönüştüğü altın zırhlı dev önüne geçerek yoluna engel oldu.

Bir çatırtıyla beraber kafes parçalandı.

Özgürlüğünü geri kazanmış olan Zong Zi Heng, Qi Meng Sheng’e döndü ve aceleyle seslendi, “Ruhani güçlerimi mühürledi, mührü kaldırmama yardım et.”


5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x