İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 161. Bölüm

Wu Chang Jie 161. Bölüm

Vadi şimdiden cesetlerle kaplanmıştı ve kan nehirleriyle dolup taşıyordu. Binlerce Yin askeri savaş alanında ilerliyor, sınırsız bir karanlık yayıyorlardı. Ölümün yakarışları ve çığlıkları gökyüzünden yeraltı diyarına dek ulaşmıştı. Kan, parçalanmış cesetler, acı, günah, korku; dünya ile cehennem arasında ne fark kalmıştı ki?

Bu trajik sahneyi gören Zong Zi Heng’in gözleri yavaş yavaş kan çanağına döndü. Nefesi neredeyse duracaktı. Efsuncular orada can vermişlerdi, cesetleri hâlâ soğumamıştı, kanları hâlâ kurumamıştı; onların hepsi masumdu, başkalarının bencil arzuları uğruna ölmemeleri gerekiyordu!

Bütün kötü sebepler ve sonuçlar, sayısız günahlar ve borçlar, boş yere kaybedilen tüm hayatlar, hepsi onun yüzündendi, hepsi karnındaki altın özü yüzündendi! Geriye dönüp baktığında omuzlarına bir suçluluk dağı bindi ve bunun ağırlığına dayanamadı.

Zong Zi Heng tökezleyerek yürümeye çalışırken yüzü sanki hem ağlıyor hem de gülüyormuş gibi görünüyordu.

Qi Meng Sheng mağaradan çıkıp onun peşinden koştu ama artık ona elini süremezdi.

Uçurumun kenarında duran Zong Zi Heng derin bir nefes aldı ve haykırdı, “Zong Zi Xiao ― ― ―”

Zong Zi Xiao, Xu Zhi Nan’ı kılıcıyla geriye doğru itti, Li Bu Yu’nun saldırısını savuşturduktan sonra, dağın üzerinde birkaç kez sıçradı ve bir kayanın üzerine indi.

Yaralıydı. Yüzü kanla kaplanmıştı, kılıcının ucundan kime ait olduğu bilinmeyen kanlar damlıyordu. Gözlerinin beyazına kan oturmuştu ve karanlık, sonu olmayan dipsiz bir kuyu gibi gözbebeklerini kaplamıştı. Gözlerindeki tek duygu öldürme niyetiydi ve Dage’sına o insanlık dışı gözleriyle bakıyordu.

Zong Zi Heng’in sesi titriyordu, “Dur artık. Daha kaç kişiyi öldürmek istiyorsun? Daha kaç tane günah işleyeceksin?”

“Beni öldürmek isteyen onlardı,” dedi Zong Zi Xiao, ifadesinde daha önce görülmeyen bir delilik vardı ve korkutucu bir şekilde gülümsüyordu, “Hepsini öldüreceğim, hepsini, öldüreceğim!” Aklında tek bir düşünce vardı, o da öldürmek, öldürmek ve öldürmekti! Onun ve Dage’sının önünde durmaya cüret edenlerin hepsi ölmeyi hak ediyordu.

“Gücünün bir bedeli var ve bu bedel ruhunu parçalayacak,” dedi Zong Zi Heng, Zong Zi Xiao’nun çoktan aklını kaçırdığının farkındaydı. Bu savaşta çok fazla Yin enerjisi emmişti ve sonsuz yıkıma uğraması an meselesiydi.

Zong Zi Xiao, Gizli Kutsal Tılsım’ı kavradı ve çılgınca güldü, “Ruhları yok olacak onlar!”

Zong Zi Heng’in gözlerinden iki damla yaş süzüldü, artık geri dönüşü yoktu. Hüzne boğulmuştu, “Seni kendi ellerimle büyüttüm. Lu ailesini kabul etmediğin için hala Zong ailesindensin. Bugün, Daming Zong Klanı’nın ataları adına, senden, sonsuza, dek, kurtulacağım.” Ani bir kükremeyle birlikte, mührün tamamından kurtulmak için yaralanma pahasına ruhani gücünü yoğunlaştırdı.

İç organlarında güçlü bir kasılma hissetti. Acı hissinden ötürü tüm hücreleri patlamak üzereydi, o anda ağzından kan geldi.

Zong Zi Xiao’nun gözleri sanki yerinden fırlayacaktı. Dünya tanınmaz hale gelene kadar kana bulanmıştı ama onun gözünde bu, Dage’sının vücudundaki kızıllıkla boy ölçüşemezdi. Birkaç adım attı, ve ona destek olmak için elini uzattı, “Sen….”

Zong Zi Heng aniden elini kaldırdı ve kılıç doğrudan Zong Zi Xiao’nun kalbine saplandı. Zong Zi Heng birkaç kez sendeledi, ağzının kenarındaki kanı sildi ve kılıcı sertçe geri çekti. Daha sonra sessizce Zong Zi Xiao’nun gözlerinin içine baktı.

Zong Zi Xiao, kalbinden sadece birkaç santim uzakta olan kılıca baktı ve Dage’sına yaklaşmak için can atan adımlarını durdurdu. Ona doğru uzattığı eli, hayal kırıklığıyla beraber bedeninin yanına düştü.

Xu Zhi Nan, Li Bu Yu ve Qi Meng Sheng, saldırıya hazır bir şekilde etraflarını sardılar.

Zong Zi Xiao etrafına bakındı ve kederli bakışları tekrar Dage’sının üstüne yöneldi. Tüm ölümsüz efsun dünyası ona karşı saldırıya geçtiğinde kaşlarını bile çatmamıştı ama önündeki bu adam kılıcını ona sapladığında dünyası başına yıkılmıştı. Her şeyi yok etmek isteyecek kadar canı yanıyordu.

“Bana yine ihanet ettin,” dedi Zong Zi Xiao, gözleri nefretle dolmuştu, “Tekrar ve tekrar, kendin için, başkaları için. Beni her canın istediğinde gözden çıkardın.”

“Zong Zi Xiao, bunu hep hatırla, yaşasan da ölsen de sakın unutma, ben, Zong Zi Heng sana bir kez olsun bile ihanet etmedim. Seni daha önce durduramadığım için özür dilerim,” dedi Zong Zi Heng, kalbindeki dayanılmaz acıya katlanırken bir kez daha ağız dolusu kan tükürdü, “Başından sonuna kadar.”

Kılıcını kaldırdı ve Zong Zi Xiao’ya saldırdı.

Xu Zhi Nan ve diğer ikisi de saldırıya geçti.

Zong Zi Xiao, kapana kısılmış bir canavar gibi kükredi ve kılıcını çekip karşılık verdi. Kılıcı o denli şiddetliydi ki, dağları ve denizleri ikiye bölebilirdi. Dördü bir anlığına da olsa geri çekilmek zorunda kalmıştı.

Ama yine de bir başına savaşıyordu ve en nihayetinde köşeye sıkışmıştı.

Zong Zi Heng acımasız ve umutsuz bir şekilde ona saldırmaya devam ediyordu. Zong Zi Xiao onun saldırısındaki öfkeyi öylesine hissetmişti ki, aklını kaybetmek üzereydi. Merhamet göstermeden kılıcıyla hücum ediyordu.

Zong Zi Heng onu engellemek için kılıcını kaldırdı ama yine de bu muazzam güç tarafından birkaç metre öteye fırlatıldı. Sırtı taş duvara sertçe çarptı. Acıyla yere diz çöktü ve ruhani güçlerindeki mührü tamamen kaldırmaya çalıştı. Ancak o kadar kötü yaralanmıştı ki, ayağa kalkmakta zorlanıyordu.

Zong Zi Xiao çılgına dönmüştü. Gözleri, öfkeli bir iblisin gözleri gibiydi. Gökyüzüne bakarak kükredi ve Xuanyuan Gizli Kutsal Tılsımı parlamaya başladı. Sonsuz bir ruhani güç tılsıma doğru akıyordu.

Yin askerlerinin sayısı arttı, geride kalan efsuncular artık yolun sonuna gelmek üzereydi.

Zong Zi Xiao, görkemli bir ruhani güç baskısı yaratarak Zongxuan Kılıç Tekniği’nde Cennetin Sekizinci Seviyesi’ni etkinleştirdi, “Wan Jian Gui Zong ― ―”

Gökten devasa bir kılıç indi. Kılıcın keskin gümüş bıçağı, ayaklarının altındaki yere şiddetle saplandı ve bir nehir gibi çağlayarak kılıç enerjisini serbest bıraktı.

Li Bu Yu ve Qi Meng Sheng aldığı darbeyle ağır yaralandı. Altın Oymalı Yeşim Zırh’ı giymiş Xu Zhi Nan bile bu kılıç enerjisiyle birlikte savruldu ve zırhı parçalandı. Dev formunda daha fazla dayanamazdı, eski haline geri dönmek ve kalan ruhani gücünü iyileşmek için kullanmaktan başka çaresi yoktu.

Zong Zi Xiao, dağın tepesinde duruyordu ve etrafına bakıyordu. Dağı kaplayan cesetlerin görüntüsü kendinden memnun bir şekilde kahkaha atmasına neden oldu, “Majesteleri diye hitap ettiğiniz kişiye itaatsizlik etmenizin sonucu bu işte. Hepinizi öldüreceğim, altın özlerinizi çıkaracağım, kemiklerinizi küle çevireceğim ve tüm ölümsüz efsun dünyasını katledeceğim ― ―”

“Zong Zi Xiao.”

Kulaklarının yanında adını söyleyen bir ses duydu. Ses soğuk ve sakindi, kargaşa içindeki dünyadan sanki hiç etkilenmemişti.

Zong Zi Xiao başını çevirip Zong Zi Heng’e baktı. Dage’sı bir kez daha ayağa kalkmıştı. Kıyafetleri kana bulanmıştı, yüzü bembeyazdı ama yine de dimdik duruyordu.

“Zong Zi Xiao, muhtemelen benden nefret ediyorsun,” dedi Zong Zi Heng ve ona baktı, “Ben olmasaydım, böyle birine dönüşmezdin.”

Zong Zi Xiao, Dage’sına sert bir bakış attı.

“Kader benimle oynadı…” dedi Zong Zi Heng, gözleri yaşlarla dolmuştu, “Dage elinden geleni yaptı.”

Bu “Dage” kelimesi, Zong Zi Xiao’nun kalbini titretti ve zihnini korku hissi işgal etti.

“Ama seni durdurmak zorundayım, altın özümü…asla alamayacaksın.”

Zong Zi Xiao’nun gözbebekleri, Zong Zi Heng’in elindeki kılıcı kaldırmasını izlerken şiddetle titredi.

Sadece İmparator tarafından miras alınabilecek olan Daming Zong Klanı’nın yadigarının, Zongxuan Kılıcı’nın bıçağı bir sonbahar donu kadar soğuktu. Zong Klanı’nın atasının bir sekt kurmasına, ölümsüz efsun dünyasını birleştirmesine, kendisini İmparator ilan etmesine kraliyet ailesinin üç yüz yıllık hegemonyasını başlatmasına yardımcı olan bir kılıçtı bu.

Bu kılıç ilk defa, İmparator Zong’un boğazını kesmek için kullanılmıştı.

“Hayır ― ― ―”

Kan fışkırarak Zong Zi Xiao’nun tüm dünyasını kırmızıya boyadı.

Dage’sının boğazındaki o korkunç yarayı elleriyle kapatmaya çalışırken Zong Zi Xiao’nun etrafındaki kara ölüm sisi tamamen dağıldı. Ruhani gücünü serbest bırakırken “Dage” diyerek ağlıyordu. Bu ses kin, öfke, çaresizlik ve yalvarış içeriyordu. Yüreği parçalara ayrılmıştı. Vücudu parçalara ayrılmıştı. Ruhu parçalara ayrılmıştı.

Zong Zi Heng’in gözyaşları süzüldü ve kanla karıştı. Kanın gözyaşıyla karışması bu dünyadaki en yürek burkucu şeydi. Artık acı hissetmiyordu, daha önce hiç hissetmediği kadar rahat ve özgür hissediyordu. Acı içinde ağlayan Zong Zi Xiao’nun yüzüne baktı ve gözyaşlarını silmek için elini kaldırmaya çalıştı.

Zong Zi Xiao’nun o ana kadar yaptığı tüm kötülükler yok oldu. Bu perişan yüzde tekrar Xiao Jiu’sunu gördü ve Xiao Jiu’nun gözyaşlarını silmek istedi.

“Altın özünü istemiyorum, altın özünü istemiyorum!” diye haykırdı Zong Zi Xiao, “Ben yalnızca seni istiyorum, altın özünü istemiyorum, Dage beni bırakma, beni bırakıp gitme!”

Zong Zi Heng kalan tüm gücüyle, başparmağını Zong Zi Xiao’nun yanağında hafifçe kaydırdı, ağzının köşesinden kontrolsüz bir şekilde kan akıyor ve boğazından hala kanlar fışkırıyordu, “Dage seni…hayal kırıklığına uğrattı.”

Özür dilerim, Dage seni koruyamadı.

Özür dilerim, sonsuza dek birlikte olmaya söz vermiştik ama Dage seni tekrar geride bıraktı.

Özür dilerim, Dage senin kötülük yapmaya devam etmeni ve ruhunu yok etmeni izleyemedi. Başka çarem yoktu.

Kollarındaki hayatın geri dönülmez bir şekilde kayıp gittiğini hisseden Zong Zi Xiao, ölüme doğru adım attığını hissediyordu, “Beni bırakma.” Ağlayarak yalvardı, “Dage, yalvarırım beni geride bırakma, Dage.”

Zong Zi Heng nazik ve hoş bir şekilde gülümsedi, tıpkı Zong Zi Xiao küçükken gülümsediği gibi. Gözleri eski saflığına geri kavuşmuştu, “Xiao Jiu….ne gelecek hayatta…ne de öbür dünyada, ebediyen…bir daha asla…karşılaşmayalım.”

Xiao Jiu, bir daha asla karşılaşmayalım.


ÇN: Ona son kez Xiao Jiu diye seslendi…

5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x