“Çok fazla şey gördüm,” dedi Xie Bi An, yatıştırıcı çayı iki elinin arasında tutuyordu ve parmak uçları çay fincanının yüzeyinde dikkatle geziniyordu. Duyguları biraz da olsun yatışmıştı, “Zong Zi Heng daha gençken, ailesiyle ve kardeşleriyle arası bozuldu. İmparator oldu, o…ölene kadar Zong Zi Xiao’nun hapsinde tutulmuştu. Bu anıların hepsi kafa karıştırıcı ve eksik, ama bir şeyden çok eminim; İmparator Kong Hua diğer insanların gözündekinden çok farklı.”
Fan Wu She başını eğdi, ses tonu derindi, “Tam olarak neyi farklı?”
Xie Bi An kaşlarını çattı ve hatırlamaya çalıştı, “Örneğin, Kunlun’a gitmişti. Shen Nong Kazanı’nı kendi gözleriyle görmüştü, ancak bir nedenden ötürü İmparator Ning Hua ve Zong Klanı’nın kıdemlileriyle savaştı. Ağır yaralı bir şekilde kurtulduktan sonra karlı ovalarda neredeyse donarak ölecekti.”
“Ne?” dedi Fan Wu She, Kunlun’a gittiklerini biliyordu ama Zong Zi Heng’in Kunlun’da Zong Ming He ile savaştığını ve hatta neredeyse öldüğünü nasıl olmuştu da öğrenmemişti?
“Hala ne kadar soğuk olduğunu hissedebiliyorum, hatta o kadar soğuktu ki sanki milyonlarca iğne derime saplanıyor gibiydi,” dedi Xie Bi An ve bedeni bilinçsizce titremeye başladı, “Bu yüzden mi soğuktan korkarak büyüdüm?”
Fan Wu She donakaldı. Çocukken her yıl Dage’sıyla beraber karda oynuyordu ama Dage’sı İmparator Zong olduktan sonra soğuktan öylesine korkar duruma gelmişti ki, mağarada karın tadını çıkarırken bile dışarı adımını atmamıştı. Ama Dage’sını çırılçıplak soyarak karın üstünde onunla…..
“Daha sonra onu muhtemelen Qi Meng Sheng kurtardı. Gençken Qi Meng Sheng’le görüştüğünü hatırlıyorum ayrıca Mutlak İmparator’u da biliyordu.”
“Zong Zi Heng neden ona Mutlak İmparator’u anlattı?”
Bu soru Xie Bi An’ı şaşırttı. Başını sallarken anılar gözlerinin önünde dalgalanıyordu. Sanki bir şeyleri hatırlıyormuş gibiydi, açıkça hatırlıyordu, o zamanlar….
Onun çatık kaşlarını görünce Fan Wu She teskin etmeye çalıştı, “Shixiong, hatırlamak için kendini zorlama.”
“Hayır, hatırlıyorum, hatırlıyorum….” dedi Xie Bi An ve zihninde aniden bir şimşek çaktı, “Mutlak İmparator yüzünden ciddi şekilde yaralanmıştı.”
Fan Wu She afallamıştı, “Yani, Zong Ming He…” Aklında onu iliklerine kadar donduran bir düşünce yeşerdi. Zong Ming He’nin altın özü yediğini öğrenmeden önce bu ihtimal aklına bile gelmemişti, peki ya şimdi?
Xie Bi An açıklanamaz bir şekilde kalbinin sıkıştığını hissediyordu, “Evet, Zong Ming He kendi öz oğlunun altın özünü almak istiyordu.” Zihninde, Zong Zi Heng’in Zong Ming He yüzünden çektiği acılar canlanıyordu. Her kelimesinde kalbi sanki deliniyormuş gibi sızlıyordu. Bu nasıl bir korku ve çaresizlikti böyle? Öz babası altın özüne göz dikmişti. Zong Zi Heng İmparator’u, babasını öldürmüştü ve sonsuza dek bunun yükü omuzlarındaydı ama Zong Ming He ölmeyi hak eden bir canavardı.
Fan Wu She’nin bakışları son derece acımasızdı. Neden aklına hiç gelmemişti ki? Bunu önceki hayatında düşünmemiş olsa bile, Zong Ming He’nin altın özü yiyerek Zongxuan Kılıcı’nda Cennetin Sekizinci Seviyesi’ne geçtiğini öğrendiğinde, bu ihtimal aklına gelmiş olmalıydı. Altın özü yiyen şeytani bir efsuncu Mutlak İmparator’u elde etmeden asla duramazdı, özellikle de değer vermediği bir oğlunun altın özünü.
Fakat Dage’sı ona hiçbir şey söylememişti ve onun İmparator’u öldürmesi için taht dışında bir neden bulamamıştı. Zong Zi Heng bunu Zong Klanı’nı korumak için mi yapmıştı?
“Wu She, onun tüm acısını hissedebiliyordum; saldırıya uğradığında, ölmek üzere olduğunda, hatta ölümden döndüğünde bile,” dedi Xie Bi An ve dudaklarını hafifçe ısırdı, gözleri yavaş yavaş kızarıyordu, “İmparator Kong Hua, hep acı çekiyordu.”
Bu sözler Fan Wu She’nin kalbine bir bıçak gibi saplandı. O kadar canı yanıyordu ki, beti benzi atmıştı. Dage’sı hep acı çekiyordu….Mutlu olması gerekmez miydi? Hep kendisiyle beraber acı çekmesini istediği kişi tüm hayatını acıyla geçirmişti, istediği şey bu değil miydi? Bu kelimeleri duyduğunda hiç mutlu olmadı, aksine canı daha fazla yanmaya başladı. Kollarında can veren Dage’sının son bakışını asla unutamazdı. Nihayet huzura erdiğini açıkça gösteren bu bakış ona cehennemde çektiği tüm azaplardan daha çok acı vermişti.
Aslında Dage’sının zarar görmesini istememişti. Tekrar gülümsemesini, sağlıklı bir şekilde yanında oturmasını dilemişti. Fakat artık çok geçti; ölümlü diyarı ve hayalet diyarını birbirine katmıştı ve yine de Dage’sını geri alamamıştı.
“Ayrıca Li Bu Yu ve Xu Zhi Nan’ın gençlik dönemlerini de gördüm. Li Bu Yu, İmparator Kong Hua’nın ayaklarının dibinde diz çökmüştü ve acı içinde ağlayarak merhamet dileniyordu.”
“…Neden?” diye sordu Fan Wu She, Li Bu Yu’nun her zaman Zong Zi Heng’e boyun eğdiğini hatırlıyordu, Dage’sını öfkelendirecek ne yapmış olabilirdi ki? Eğer Li Bu Yu ölümsüz efsun dünyasını birleştirip ona karşı savaş açmasaydı, onun yalnızca ısıracak cesareti olmayan ama havlayan bir köpek olduğunu düşünürdü.
Xie Bi An hala hatırlamaya çalışıyordu, “Şu anda hatırlayamıyorum, ama büyük olasılıkla Zong Ming He ile ilgili olduğunu düşünüyorum. Bir düşünsene, Zong Ming He’nin altın özü çalındı ve cesedi Diancang Zirvesi’ne mühürlendi. Bunu bence Li Bu Yu yaptı. Eğer İmparator Kong Hua yüz öncesinde bunu öğrendiyse, kesinlikle Li Bu Yu’yu cezalandırmış olmalı.”
Fan Wu She gözlerini kıstı. Yüz yıl öncesinde hiç bilmediği şeyleri yavaş yavaş idrak ediyordu. O zamanlar Zong Zi Heng, Shen Shi Yao’ya saygı göstermek istediğini söyleyerek aniden Shu Dağı’na gitmişti, fakat ne Qingming Festivali’ydi ne de Shen Shi Yao’nun ölüm yıldönümüydü. Neden o kadar riske girip saraydan izinsizce ayrılarak oraya gitmişti ki? Gerçek sebep muhtemelen Zong Ming He’nin cesediyle ilgiliydi.
“Ah, ayrıca bir tane oğlu vardı,” dedi Xie Bi An, anılar zihninde dönüp duruyordu, “Adı…Zhong Ming miydi? Altı ya da yedi yaşlarında görünüyordu.”
Bu isim Fan Wu She’nin de düşüncelere dalmasına neden oldu, o da yavaş yavaş anımsıyordu. Evet Dage’sının oğluydu ama öz değildi.
Xie Bi An’ın ifadesi değişti, “Ama bir nedenden ötürü, çocuk sanki birini andırıyordu.”
“Kimi?”
“Biraz Lan Dage’ya benziyordu,” dedi Xie Bi An tereddütle.
Fan Wu She donakaldı, “Kime??”
Zong Zhong Ming, Lan Chui Han’a mı benziyordu?
“Lan Dage,” dedi Xie Bi An ve iç çekti, “Bunun Yun Zhong Jun’un yanılsama büyüsünün bir yan etkisi olup olmadığından emin değilim. Tanıdığım insanların yüzüyle tanımadığım insanların yüzünü birbirine karıştırmama neden oldu, mesela….”
Fan Wu She’ye bir bakış attı, cümlesine devam etmek istemiyordu.
“Ben de öyle tahmin ediyorum,” dedi Fan Wu She, elbette öyle olmadığını biliyordu ama kalbindeki paniği gizlemek zorundaydı. Kendi mezarını kazacak hali yoktu. Zong Zhong Ming, Lan Chui Han’a benziyorsa, bunun bir nedeni olmalıydı. Lan ailesinin kılıç tekniğine Junlan Kılıç Tekniği deniliyordu, aile armaları orkideydi ve Huayueye’de binlerce çeşit orkide yetiştiriliyordu. Tüm bunlar bu durumu yeterince açıklamıyor muydu? Diğer insanlar Lan Chui Han’ın büyükbabası Hua Yuan Zhen Ren’in yalnızca Taocu olduğunu biliyordu ve neredeyse onu kimse tanımıyordu. Eğer o kişi aslında Zong Zhong Ming ise bu, Xianyue Köşkü’nü kurabilecek kadar varlıklı oluşunu açıklıyor demekti.
“Bu meseleyi belki de Lan Dage’ya sormalıyım,” dedi Xie Bi An ve ağrıyan kaşlarını ovuşturdu, “Aklım o kadar dolu ki, tam olarak anlayamıyorum. Belki biraz zaman geçerse daha net hatırlayabilirim.”
“Shixiong,” dedi Fan Wu She, Xie Bi An’ın omuzlarına bastırdı ve gözlerinin içine baktı, “Lord Cui’nin ruh çağırma tekniği uygulamasını neden kabul ettiğini unuttun mu?”
“İmparator’un reenkarnasyonu olup olmadığımı doğrulamak içindi. Belki bu Shizun’un ölümüyle ilgili bir şeyler yapabilmemizi sağlar ve önceki hayatımın takıntılarını çözebilir.”
“Doğru, önceki hayatınla ilgili olanları doğruladın. Peki Zong Zi Heng’in ne gibi takıntıları olduğunu biliyor musun?”
Xie Bi An nasıl cevap vereceğini bilemediği için bir süre ağzını bıçak açmadı.
“Yüz yıl öncesinde olanları öğrenmek için biz ipuçlarını takip edebiliriz, Lan Chu Han’a ya da Li, Bu Yu’ya sorabiliriz ama sen soramazsın. Anlıyor musun?” dedi Fan Wu She ve doğrudan Xie Bi An’ın gözlerinin içine baktı, “Ne kadar çok şeyi hatırlarsan, o kadar tehlikeli olur. Tıpkı Lord Cui’nin dediği gibi, iki hayatının anıları birbirine karışabilir ve aklını kaybedebilirsin.” Dage’sını tekrar görebilmek için özlemle yanıp tutuşuyordu ama mantığı ona hep Xie Bi An’ın hatırlamamasının daha iyi olacağını söylüyordu. Hem canına kıyarak onu terk eden Dage’sıyla nasıl yüzleşeceğini bilmiyordu hem de Xie Bi An’ın ona olan güvenini ve sevgisini mahvetmek istemiyordu.
Xie Bi An’ın ifadesi kasvetliydi, “Biliyorum, ama…”
“Aması yok, Shixiong. Saf Zihin Tekniği’ni her gün uygulaman lazım. Meng Po Çorbası’nı içmek istemiyorsun, değil mi?”
Xie Bi An başını salladı, “Seni unutmak istemiyorum. Shizun’u, Lord Cui’yi ve şimdiki hayatımı unutmak istemiyorum.”
“Bu yüzden hatırlamak için kendini zorlamamalısın,” dedi Fan Wu She ve nazikçe Xie Bi An’ın yüzünü okşadı, “Şu anda en önemli meselemiz Shizun. Bu süreçte aklının başında olması lazım.”
“Haklısın,” dedi Xie Bi An, gözleri kararlılıkla parlıyordu, “Geçmiş hayatımın anılarına kapılıp başka birine dönüşemem.” Geçmiş yaşamına ait anıların araya girmesi, hiç yaşamadığı şeyler için empati kurmasını sağlamıştı. Zong Zi Heng’in hem nefretini hem de sevgisini deneyimliyordu. Lord Cui’den Zong Zi Xiao’nun uzun zaman önce Cehennem Yolu’nda reenkarne olarak ebediyen lanetlendiğini öğrendiğinde rahatlamıştı, ama aynı zamanda tarif edilemez bir acı hissetmişti. Üzüntünün kendisine ait olmadığını biliyordu ama bu daha da dehşet vericiydi.
Fan Wu She gülümsemeye çalıştı, “Shixiong, yorgun düşmüş olmalısın. Hadi uyu artık.”
“Tamam.”
“Bu gece senin yanında kalacağım, tamam mı?”
“Ah, tamam değil,” dedi Xie Bi An gözlerini kaçırarak, “Bo Zhu sabah yüzümü yıkamam için su getirdiğinde seni görebilir. Sen kendi odana dön.”
“Görsün, ne olacak ki?”
“Nasıl ne olacak ki? İkimizin aynı yatakta uyuması hiç münasip mi?” dedi Xie Bi An ve Fan Wu She’yi itti.
Ancak Fan Wu She gitmeyi reddediyordu, “Ama Shixiong önce bana sarıldı sonra da öptü. Söyle bakalım, bu münasip miydi?”
“Aceleci davranma,” dedi Xie Bi An, “Hadi odana dön.”
Fan Wu She gözünü bile kırpmadan Xie Bi An’a bakıyordu, “Shixiong ne zaman rahatça benimle beraber olacak?”
“….Şu anda tek düşündüğüm Shizun.”
“Ben yalnızca Shixiong’a sarılmak istiyorum. Ben yokken korkmandan endişeleniyorum,” dedi Fan Wu She ve Xie Bi An’ın elini alıp kalbinin üstüne doğru bastırdı. Gözlerinde şefkat ve derin bir sevgi vardı, “Tek bir an bile Shixiong’dan ayrı kalmak istemiyorum.”
Xie Bi An çaresizce omuzlarını silkti, “Pekala.” Fan Wu She’ye hiç kıyamıyordu, özellikle de zayıflık gösterdiğinde veya cilveli davrandığında.
Fan Wu She, Xie Bi An’a sarıldı ve yatağa uzanıp yüzünü onun sıcacık göğsüne gömdü.
Xie Bi An kıkırdayarak Fan Wu She’nin başını okşadı, “Bence asıl korkan sensin. Ne o, yoksa hayaletlerden mi korkuyorsun?”
Fan Wu She başını salladı ve ona daha sıkı sarıldı.
Doğru, asıl korkan kişi kendisiydi. Son yüz yıldır, Dage’sını bir daha görememekten ve onu tekrar kaybetmekten korkmadığı tek bir gün bile geçmemişti.
ÇN: Bir yorum vardı hala gülüyorum:
Zong Zi Heng: Her şeyi gizler ve tüm acıları yüklenir
*Xie Bi An gördüğü her şeyi anlatır*
Zong Zi Heng: 👁️👄👁️