Xie Bi An pek çok önemli noktayı gizledi, Cui Jue’nin gerçek kimliğini kendi yöntemiyle öğrendiğini, yeraltı diyarına gittiklerinde onlara söylediğini ve bu yüzden de Zhong Kui’nin Kunlun’a gelmelerini yasakladığını anlattı.
Lan Chui Han uzun süre konuşmadı. Şaşkınlık, şüphe, endişe, idrak edememe; her türlü duygu yüz ifadesine yansıyordu.
Xie Bi An sabırla onun bu sırrı sindirmesini bekledi.
Uzun süre sonra Lan Chui Han usulca söze girdi, “Lord Cui’ye inanıyor musun?”
“Evet, Shizun ve ben ona inanıyoruz,” diyerek tereddütsüzce yanıtladı Xie Bi An.
“İmparator Kong Hua’nın reenkarnasyonusun demek,” dedi Lan Chui Han ve Xie Bi An’a baktı. Gözleri karanlık, kasvetli ve anlaşılması zordu. Yavaşça dudaklarını büzdü, “Bütün bunlar tesadüf olamaz, değil mi?”
Tüm hayatı İmparator Zong döneminde olan şeylerle ve ölümsüz efsun dünyasının karmaşalarıyla bağlantılıydı. Nasıl tesadüften ibaret olabilirdi ki? Ancak kendisi bile şüphe bulutlarının arkasındaki gerçeği henüz bilmiyordu. Yine de dürüstçe karşılık vermesi gerekiyordu, “Lan Dage, İmparator’un reenkarnasyonu olduğumu ben de yeni öğrendim. Senin gibi benim de kafamı karıştıran bir sürü şey var.”
“Peki ya Cennet Efendisi? Cennet Efendisi’nin de bunu yeni öğrendiğine inanıyor musun?”
Xie Bi An, Lan Chui Han’ın kıvrak zekasına hayran kalmıştı, “Emin değilim. Sanırım Shizun ta en başından beri biliyordu. Bu nedenle beni öğrencisi olarak kabul etti.”
Fan Wu She, Lan Chui Han’ın bu saldırgan tavırlarına daha fazla tahammül edemedi, “Shizun başından beri biliyorduysa da, bu gayet makul. Altın özü yüzünden Shxiong’un öldürülmesinden korktuğu için onu yanına alarak korudu.”
Lan Chui Han iç çekti, “Cennet Efendisi’nden şüphe etmiyorum ama bu mesele beni çok şaşırttı. Nedense her şeyin aslında düşündüğümüz kadar basit olmadığı, aksine daha karmaşık olduğu hissine kapılıyorum.”
“Lan Dage, ben de seninle aynı düşüncelere sahibim. Sormak istediğim şeyleri sorabilmem için Shizun’u görene kadar beklemem lazım. Ama şu anda senin de dediğin gibi, en önemli şey Qi Meng Sheng’i durdurmak.”
“Qi Meng Sheng’in yanındaki Qing Wu Zi’nın Altın Kaplı Yeşim Kitap’ı çarpıttığını mı söylemiştin?”
“Evet, Altın Kaplı Yeşim Kitap’ı o buldu. Neden yaptığını bilemiyorum ama muhtemelen benim altın özüm içindir.”
“Ama Shen Nong Kazanı açıldıktan sonra Qi Meng Sheng, Mutlak İmparator’u arıtamadığında altın özünün gerçek olmadığını anlayacak. Bu durumda kuşkulanacağı ilk kişi Qing Wu Zi olacaktır.”
Xie Bi An başını salladı, “Qing Wu Zi benim İmparator’un reenkarnasyonu olduğumu biliyor ama benim bildiğimi bilmiyor. Haberi alır almaz kesinlikle bizi görmeye gelecektir, onu Qi Meng Sheng’e söylemekle tehdit edebiliriz.”
“Qing Wu Zi’yla nasıl görüşeceğim?”
“Qing Wu Zi’yla görüşmene gerek yok, sadece Yun Zhong Jun’la görüşmen lazım,” dedi Fan Wu She, “Li Bu Yu, Qi Meng Sheng ile birkaç kez müzakere etmeye çalıştı ve Qi Meng Sheng sadece Yun Zhong Jun’u yolladı. Eski dostluğunuzu kullanarak Yun Zhong Jun’la görüşmeyi talep edersen, seni geri çevirmeyecektir.”
“Ee sonra?”
“Onu her zamanki gibi teslim olmaya ikna etmeye çalış, ardından da Qing Wu Zi’nın Shifu’su Huang Daozi’nın bir şarlatan olduğunu söyle. Qing Wu Zi’nın Shifu’sundan daha kötü olduğunu ve ona asla güvenilmemesi gerektiğini söyle. Tabii bunlardan sonra da Yanzhou’da buldukları efsuncunun yeteneklerinin vasat olduğunu ve İmparator Kong Hua’nın reenkarnasyonu olamayacağını, Cennet Efendisi’nin gerçek reenkarnasyon hakkında bilgi almak için yeraltı diyarına geri döndüğünü anlatman lazım,” dedi Xie Bi An, “Qi Meng Sheng’in buna inanıp inanmaması mühim değil. En azından kalbine şüphe tohumları ekilmiş olacak. Ayrıca tüm bunlar Qing Wu Zi’nın kulağına gidecektir. Hiçbir şey yapmadan öylece oturamayacak ve kesinlikle kendi ayaklarıyla bize gelecek.”
Lan Chui Han başını salladı, “Bu plan pekala uygulanabilir. Ama eğer Qi Meng Sheng, Qing Wu Zi’dan şüphelenirse, korkarım ki canını bağışlamaz.” Bir müddet düşündükten sonra tekrar sordu, “Cennet Efendisi’yle bu meseleyi tartışmalı mıyız?”
Xie Bi An başını iki yana salladı ve acıyla gülümsedi, “Lan Dage, eğer Shizun’la konuşabilseydik seni gizlice buraya çağırır mıydık? Shizun buraya geldiğimi öğrenirse çok kızar, hatta beni öğrencilikten bile reddedebilir.”
“Cennet Efendisi doğru şeyi yapıyor,” dedi Lan Chui Han ve eliyle aheste aheste şamdanı tuttu. Ani bir ışık parlaması yüzünün daha net görülmesini sağladı, yüzünde karanlık bir ifade vardı, “Bu plan makul görünüyor, ama ben bunu neden yapayım ki?”
Xie Bi An irkildi, Fan Wu She’nin gözleri ise kasvetli bir hal aldı.
“Lan Dage…”
Lan Chui Han hafifçe gülümsedi. Bu gülümseme sıradan bir gülümsemeden çok da farklı olmamasına rağmen Xie Bi An onun öfkesini sezmişti.
“Cennet Efendisi’nin sizi yeraltı diyarında bırakması en güvenli plandı. Eğer gerçekten de İmparator’un reenkarnasyonuysan, Qi Meng Sheng altın özünü elde edemeyeceği için kendi kendini tüketecek ve eninde sonunda ölecek. Tüm ölümsüz efsun dünyasının kendisini feda etmesine gerek yok. Chidi Şehri’nde kendi kazdığı tuzağa düşse yeterli.”
Xie Bi An’ın bir anlığına dili tutuldu.
“Tabii benden daha önemli bir şeyi saklamıyorsan.”
Fan Wu She soğukça araya girdi, “Qi Meng Sheng kandırıldığını öğrendiğinde, İmparator’un gerçek reenkarnasyonunu bulmak için her yolu deneyecektir. Daha fazla insanı katledecek, ölümsüz efsun dünyasını bununla tehdit ederek bizi teslim olmaya zorlayacak. Ne kadar ömrünün kaldığını kimse bilmiyor, o yaşadığı sürece efsun dünyası asla huzur içinde olamayacak. Ondan tamamen kurtulursak, masum insanların bir hiç uğruna ölmelerine engel olabiliriz.”
“Ama savaşta da çok fazla insan ölecek,” dedi Lan Chui Han usulca gülümseyerek, “Bence, planı değiştirmeden devam etmeliyiz. Bi An, Cennet Efendisi’ne itaat ederek yeraltı diyarına geri dönmelisin. Mutlak İmparator’u elde edemediği sürece Qi Meng Sheng’le olan savaşta kazanan taraf biz olacağız.”
Xie Bi An işin içinden bir türlü çıkamıyordu. Lan Chui Han’ın niyetinin ne olduğunun farkındaydı ama bir yeraltı generali Cennet’in sırlarını ona nasıl söyleyebilirdi ki?
“Shizun bu savaşta ölecek.”
Xie Bi An onu durdurmak için “Wu She!” diye bağırdı ama artık çok geçti.
Lan Chui Han donup kaldı, “Ne demek istiyorsun?”
Xie Bi An öfkeyle Fan Wu She’ye bir bakış attı ve hayal kırıklığıyla omuzlarını silkti, “Yaşam ve Ölüm Kitabı’na baktım.”
Lan Chui Han bir süre düşündükten sonra cevapladı, “Sebep-sonuç ve karma birbiriyle ilişkilidir. Karmayı değiştirmeye çalışıyorsun ama bunun daha korkunç bir etkisinin olabileceğini hiç düşündün mü? Sen gelmeseydin de Cennet Efendisi’nin bu musibetten kurtulması ihtimali vardı.”
“Düşündüm,” dedi Xie Bi An, ifadesi ciddiydi ve sesi alçaktı, “Ama olmayan şeyler için kimse tahminde bulunamaz. Acaba Shizun öldü mü kaldı mı diye endişelenerek yeraltı diyarında eli kolu bağlı bir şekilde oturamazdım. Bunun yerine hayatım pahasına savaşmayı yeğlerim.” Ardından Lan Chui Han’a ışıltılı gözleriyle bir bakış attı, “Lan Dage, şimdi bize yardım etmeye razı mısın?”
“Pekala,” dedi Lan Chui Han iç çekerek, “İster insanın özgür benliğiyle, ister de kader tarafından bir şeyler değiştirilse de, yolumuza bakıp ilerlemekten başka çaremiz yok.”
Xie Bi An minnettar hissediyordu, “Teşekkür ederim.”
Lan Chui Han, Xie Bi An’a çaresizce baktı, “Sana hiç hayır diyemiyorum. Hatırlıyor musun, bir keresinde sen ve Cennet Efendisi Huayueye’ye konuk olarak gelmiştiniz ve kızarıp bozararak, hatta kekeleyerek benden bir tane Dangshanhe istemiştin?”
Xie Bi An, Lan Chui Han’ın neden birdenbire bu konuyu gündeme getirdiğini bilmiyordu. Hafifçe gülümsedi, “Tabii ki de hatırlıyorum. Şimdi düşünüyorum da, bana böylesine değerli bir çiçek verdiğin için biraz utanıyorum.”
Fan Wu She, Lan Chui Han’a buz gibi gözlerle bakıyordu. Xie Bi An’a “kibar olacağına” dair söz vermişti bir kere. Lakin kalbinde Lan Chui Han’a karşı duyduğu reddedişin yüzüne yansımasına engel olamıyordu. Lan Chui Han’ın Zong Zhong Ming’in torunu olabileceğini öğrendiğinden beri, bu kişiyi her gördüğünde neden sinirlendiğini nihayet anlamıştı.
“Evet, sana verdiğim Dangshanhe’nin ikinci nesliydi. Doğrudan ilk bitkinin soyundan geliyordu.”
“Bu…” dedi Xie Bi An, bir çift siyah gözü fal taşı gibi açıldı. Kendisini düşüncelerde kaybolmuş gibi hissediyordu. Elindeki orkidenin yüz yaşında olduğunu ve bir servet ödense bile satın alınamayacağını biliyordu; ne var ki bu kadar nadir bir hazine olduğunu bilmiyordu. Lan Chui Han nasıl çok da iyi tanımadığı bir dostuna böyle bir hediyeyi vermişti ki?
Lan Chui Han sanki Xie Bi An’ın zihnini okumuştu, “Endişelenmene gerek yok, sana bu hediyeyi vermekten hiç pişmanlık duymuyorum. Belki de bu kaderdi. İmparator Kong Hua’nın gençken orkideleri sevdiği söyleniyordu.”
Xie Bi An aniden gerildi. Evet, Zong Zi Heng orkideleri severdi. Ancak hafızasındaki parça parça anılarda bir yerden sonra artık orkideler yoktu.
Fan Wu She daha da kötü hissediyordu. Dage’sının “orkide bahçesi”ni hatırladı, özellikle de yok olduğu o günü. O günkü yağmur, kalbini delip geçmişti.
Lan Chui Han ayağa kalktı, “Ben artık gideyim. Siz ikiniz benden haber bekleyin.”
“Tamam,” dedi Xie Bi An, “Qing Wu Zi ile iletişime geçene kadar bekleyeceğiz. Daha sonra ne yapacağımızı yeniden planlarız.”