İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 179. Bölüm

Wu Chang Jie 179. Bölüm

Lan Chui Han gittikten sonra neredeyse şafak sökmek üzereydi. İkisinin de hiç uykusu yoktu, gıcırdayan taburelere oturup ısınmak için sobaya doğru yaslandılar.

Xie Bi An sobaya iki tane daha kuru odun attı. Gözlerini kamaştıran kızıl alevi izlerken derin düşüncelere daldı. Odadaki tek ses tutuşan odunların çıtırdayarak yanma sesiydi.

Uzun bir süre sonra Fan Wu She ayağa kalktı ve yeniden oturmadan önce Xie Bi An’ın ellerine bir fincan sıcak çay bıraktı.

Xie Bi An çayı tutup bir yudum aldıktan sonra Fan Wu She’ye nazikçe gülümsedi, “Bu benim yaptığım çay karışımı değil mi? Tadı çok güzel.”

“Qiankun kesende yer kalmadığını düşündüğümden dolayı senin için biraz yanıma almıştım,” dedi Fan Wu She ve o da bir yudum aldı, “Çok hoş kokuyor.”

“Çayı kavururken içine biraz da orkide koydum, bu yüzden kendine has bir kokusu var. Lord Cui de benim çaylarımı çok sever,” dedi Xie Bi An, Lord Cui’nin bahsi açılınca yüzünü hüzün bulutları kaplayıverdi, “Birkaç gündür yeraltı diyarından uzaktayız. Jiang Qu Lian’ın geri dönüp dönmediğini, ayrıca hazine sandıklarına birinin dokunmuş olduğunu fark edip fark etmediğini merak ediyorum.”

“Öğrenmesi an meselesi ama onunla uğraşacak vaktimiz yok. Bu yüzden şu anda dikkatinin dağılmasına izin verme.”

“Mn, haklısın,” dedi Xie Bi An ve yeniden gülümsedi, “Artık Lan Dage’yı ne zaman görsem kalbimde tuhaf şeyler hissediyorum.”

“Anılar yüzünden mi?”

“Haha, evet. Lan Dage’nın yüzü o çocuğun yüzüyle örtüşüyor….” dedi Xie Bi An, aniden sersemledi ve aklına bazı ürpertici düşünceler geldi, “İmparator Kong Hua’nın bir oğlu olduğuna dair tarih kitaplarında hiçbir kayıt yok. Ne evlenmişti ne de bir cariye edinmişti, o halde nasıl bir oğlu olmuştu ki?”

“Sanırım meşru oğlu değildi.”

Zong Zi Heng, Wuyun Sekti’nden geriye kalan kişilerin misilleme yapmasından korktuğu için Zong Zhong Ming’in doğumuyla alakalı her şeyi gizlemişti. Yetişkin olduğunda atalarının kim olduğunu öğrenme şansını bulabilsin diye onu Zong Klanı’nın aile geçmişine dahil etmemişti. Zong Zi Heng bu çocuğu koruyabilmek adına onu Wuji Sarayı’nda bir adı ve konumu olmadan büyütmüştü, bu sayede ileride istediği gibi bir hayata sahip olabilecekti. Daming Zong Klanı’nın yıkılışından sonra hiçbir şeye bulaşmadan yeni bir hayata başlayabilecekti.

Zong Zhong Ming’in neden atalarını onurlandırmadığına ve Huaying Sekti’ni kurmadığına gelinecek olursa, Fan Wu She de bunun nedenini kestiremiyordu.

“Çocuğun nereden geldiğinin bir önemi yok. Ama İmparator Kong Hua için değerli biri olmalı. Ama neden Lan Dage’yla yüzünü zihnimde bağdaştırıyorum ki? İlk başta bunun hala Yun Zhong Jun’un illüzyonunun etkisi olduğunu sanmıştım ancak üzerinden neredeyse üç ay geçti.”

“Lord Cui yanılsamaların bilinçaltındaki etkisinin öngörülemez olduğunu söylememiş miydi?”

Xie Bi An kısa bir anlığına sessiz kaldı, “Lan Dage’nın İmparator Kong Hua’nın oğluyla bir ilgisi var mı diye düşünmeden edemiyorum. Ya benimle aynıysa…”

“Shixiong,” dedi Fan Wu She ve Xie Bi An’ın elini okşadı, “Aklından ne geçtiğini biliyorum. Eğer sahiden de öyleyse, bu bir tesadüf olamaz. Ama kim reenkarnasyonu yönlendirebilecek kadar esrarengiz bir yeteneğe sahip olabilir ki? Ayrıca, bunu hangi amaçla yapmış olabilir? Bence ya hala illüzyonun etkisi altındasın ya da Lan Chui Han’ın Zong Zhong Ming ile bir akrabalığı var. Zaten böylesi daha mantıklı olur, değil mi?”

Xie Bi An açıklanamaz bir şekilde rahat bir nefes verdi, “Evet, doğru söylüyorsun.”

“Kafana çok fazla takılıyorsa, bir dahaki sefere Lan Chui Han’ı gördüğünde ona sormayı deneyebilirsin. Her halükarda kafanda kurmandan daha iyi olur.”

Xie Bi An başıyla onayladı, “Xianyue Köşkü’nün kurucusu, Lan Dage’nın büyükbabası Hua Yuan Zhen Ren hep gizemli biri olarak kalmıştı. İnsanların çok azı adını biliyordu ya da onu görmüştü. Bu musibetten kurtulduğumuzda gidip bizzat araştıracağım.”

Ah Lu’nun evinde kaldıkları birkaç gün boyunca, genç kızın odun kırmasına ve yemek yapmasına yardımcı olmuşlardı. Hava kararınca da Ölümsüz İttifak’ın kamplarında ve Chidi Şehri’nin yakınlarında geziniyorlardı. Lan Chui Han plana sadık kalarak Yun Zhong Jun ile Chidi Şehri’nde görüşme talebinde bulundu. Kimse tam olarak ne söylediğini bilmiyordu, lakin efsuncular kendi aralarında Lan Chui Han’ın Qing Wu Zi’yı eleştirdiğine dair söylentiler yaymaya başlamışlardı. Görünüşe göre düşmanlarının arasına nifak tohumları ekme planları sonuç veriyordu.

Düşmanlarının arasına nifak tohumları ekmekten bahsetmişken, bazıları Cangyu Sekti’ndeki kadın efsuncuların güzelliğini tartışırken bazıları da Qi Meng Sheng’in cazibesini kullanarak Xu Zhi Nan’ı nasıl baştan çıkardığını konuşuyorlardı. Chidi Şehri işgal edilirse ikili efsun çalışabilmek üzere kadın efsuncuları ele geçirmenin hesabını yapıyorlardı.

Bu insanların çoğu gelenekçi ölümsüz sektlerden geliyorlardı. Kendilerine göre doğru olmayan herhangi bir efsun yolunu küçümseyen bencil kimselerdi. Şu anda gerçek renklerini belli ediyorlardı; ne kadar da tiksindiriciydi. Xie Bi An bu kahramanca harekata Cangyu Sekti’ni her anlamda yağmalamak için gelen akbabaların doluştuğunu fark edince kaşlarını çattı ve savaşın akıbeti için endişelenmeye başladı.

Fan Wu She’nin ifadesi soğuktu, “Shixiong bu söylenenleri ciddiye alma. Bunların hepsi lafa gelince doğrucu kesilen ama aslında ikiyüzlü olan bir avuç pislik sadece. Temiz bir aileden gelen Lu Zhao Feng bir altın özü hırsızıydı ve asırlık bir sekt olan Wuyun Sekti’ne katılmıştı. Yalnızca kendi altın özü yemekle kalmamış, üstelik Wuyun Sekti’nin tamamını altın özü yiyen şeytani efsunculara çevirmişti. Mesela, gelenekçi oldukları söylenmesine rağmen onur sahibi olmayan Li Bu Yu’yu ve Zong Ming He’yi düşün. Cangyu Sekti onların aksine tek bir efsun yoluna bağlı değildi. İçlerinden yalnızca Qi Meng Sheng İmparator’un altın özünü yemek istiyor. O da açık bir şekilde ortaya çıkarak bunu beyan ediyor. En azından açık sözlü biri. Diğer kötülerle karşılaştırıldığında, ikiyüzlüler daha mide bulandırıcı.”

“İnsan kalbine akıl sır ermez.”

Üstüne kalın bir yorgan almış olsa da Fan Wu She geceleri Xie Bi An’ın yanına sokuluyordu ve elbette; ellerini, bacaklarını ve ağzını kullanarak bedeninde gezinmeyi de ihmal etmiyordu.

Öpücükten başı dönen Xie Bi An, Fan Wu She’nin aşağıya doğru yönelen elini tuttu ve fısıldadı, “Elin kolun rahat dursun, burası başkasının evi.”

“Başkasının evinde olmak benim de hoşuma gitmiyor ama tüm gün kendime hakim olmaya çalışmam çok zor,” dedi Fan Wu She, ağzını açtı ve ve Xie Bi An’ın kızaran, yumuşak yanağını emmeye başladı. Tam tekrar yanağını ısıracaktı ki, Xie Bi An’ın titreyen omuzları tarafından engel olundu.

“Isırma artık, nesin sen böyle?” dedi Xie Bi An kıkırdayarak, ardından onu usulca itti, “Ölçüyü kaçırıyorsun.”

“Benim ne olduğumun bir önemi yok, sadece seni ısırmak istiyorum,” dedi Fan Wu She ve fırsatını bulduğu anda elini Xie Bi An’ın erkekliğine attı.

Xie Bi An hemen nefesini tuttu ve sessizce mücadele etti, “Wu She, olmaz. Bu odadaki duvarlar çok ince.”

“Onlara sakinleştirici bir büyü yaptım, mışıl mışıl uyuyorlar.”

Xie Bi An gülse mi ağlasa mı bilmiyordu, “Demek önceden planlamıştın, ah.”

“Mn.”

Fan Wu She, Xie Bi An’ın kıyafetlerini çoktan çıkarmıştı ama Xie Bi An hala kendisini rahat hissetmiyordu. Hatta yan odada iki tane çocuğun uyuduğunu düşündüğünde, öpüşürken bile suçluluk duyuyordu.

Fan Wu She onu zorlamak niyetinde değildi, bu yüzden ikisinin erkekliğini bir araya getirip okşamaya başladı.

Xie Bi An yorganı çekerek üstlerini tamamen örttü. Bunu yalnızca kendilerini gizleme içgüdüsüyle yapmış olsa da, sanki bu yorganın içi onlara küçük bir dünya yaratmıştı ve bu dünyada yalnızca ikisi vardı.

Karanlıkta, yorganın altında tutkuyla öpüşerek birbirlerinin erkekliklerini okşuyorlardı. Dudaklarından ve dillerinden çıkan şehvetli sesler, nefes seslerine karışarak kulaklarına ilişiyordu. Bu sebeple yorganın altı giderek daha da sıcak oluyordu. Bedenlerindeki tüm kan alt bölgelerine hücum ediyordu ve zihinlerinin karıncalanmasına neden oluyordu.

Yorgan sıkıca örtülmüşse de, altındaki kişilerin hareketlerine dayanarak ne yaptıkları gayet anlaşılabilirdi.

Ne kadar zaman geçmişti bilinmez, nihayet birbirlerinin ellerine boşaldılar.

Xie Bi An’ın tüm vücudu bitkin düşmüştü. Kendini Fan Wu She’nin terli yüzüne doğru bastırdı ve semiz bir kedinin sürtünmesi gibi ona nazikçe sürtünmeye başladı.

Hemen kulağının dibinde Fan Wu She kıkırdadı, “Yorganı çekerek kimin görmesine engel oluyorsun ki?”

“Başımızın üstünde tanrılar var,” diyerek hafifçe mırıldandı Xie Bi An, “Tanrıların gözlerini lekeleme.”

“Ama nefessiz kalırsam ölürüm.”

“O halde sen neden yorganı kaldırmıyorsun?”

“Şu anki halini tanrıların görmesini bile istemiyorum.”

Xie Bi An’ın kalp atışları ansızın hızlanmaya başladı ve nefesi ağırlaştı. Hemencecik yorganı kaldırıverdi. Onun alelacele hareketlerini görünce Fan Wu She kahkahalara boğuldu.

Temiz havayı soluduktan sonra Xie Bi An sonunda sakinleşmişti. Kara gözbebekleriyle Fan Wu She’ye baktı ve şakayla karışık azarladı, “Ne kadar da tatlı dillisin. Bunları kim öğretti sana bakayım?”

Fan Wu She, Xie Bi An’ın alnına dökülen saçlarını parmaklarıyla düzelterek nazikçe kulaklarının arkasına attı. Kızaran ve birkaç ter damlası beliren bu beyaz yeşim yüz; tıpkı ilkbahar sabahının çiyiyle lekelenmiş bir amber çiçeği gibi görünüyordu. Ona bakan kişi güzelliğine hayran kalarak onu dalından koparmak isterdi. Bu görünüşü tanrılara göremezdi, kimse göremezdi; sadece ve sadece kendisine aitti.

Fan Wu She’nin gözünü kırpmadan onu izlediğini fark edince Xie Bi An daha da kızardı.

Aniden, aynı anda etraflarında kasten serbest bırakılmış iki farklı ruhani güç baskısı hissettiler.

Lan Chui Han mı gelmişti?

Xie Bi An ayağa kalktı ve dağılmış olan kıyafetlerine çeki düzen vermeye çalıştı.

Kapı gıcırdayarak açılıp kapanırken Xie Bi An’ı bir panik havası sardı, hatta titremekten düğmelerini bile yanlış ilikledi.

“Sen bırak ben iliklerim,” dedi Fan Wu She ve Xie Bi An’ın giyinmesine, kemerini bağlamasına yardım ettikten sonra onu yakından süzdü, “Anlarsa, kabul etmek zorundasın. Benim için sorun değil zaten.” Aslında Lan Chui Han’ın öğrenmesini canıgönülden istiyordu.

“Saçmalama,” dedi Xie Bi An, yüzünü sertçe tokatlayarak kızarıklıktan kurtulmaya çalıştı. Odadaki loş mum ışığından dolayı net bir şekilde görülemeyeceğini anımsadığında içi biraz da olsa rahatladı.

Fan Wu She yavaşça giyiniyordu, sanki kasten oyalanıyor gibiydi. Xie Bi An onu iki kez uyardıktan sonra nihayet tamamen giyinmişti.

Kapıyı açtıktan sonra biri uzun diğeri kısa iki figürün pencerenin önünde durduğunu gördüler. Sıradan bir beden yapısına sahip olan keçi sakallı adam Huang Daozi’nın öğrencisi, Qing Wu Zi’ydı.

Lan Chui Han şüpheyle ikisine baktı, bir şey söylemek istese de ağzını açmadı. İfadelerinde tuhaf bir şeyler varmış gibi hissediyordu.

O bir şey demeden önce Xie Bi An seslendi, “Lan Dage, sonunda geldin.”

Lan Chui Han yanıt veremeden önce bu kez araya Qing Wu Zi girdi, “İki Geçici Ölümsüz, sizinle tanışmak benim için bir şeref.”


ÇN: Bu adamın amacı ne çok merak ediyorum. Ayrıca muhtemelen LCH’ın kim olduğunu da biliyor bu. 

5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x