İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 183. Bölüm

Wu Chang Jie 183. Bölüm

Uzaktan tanıdık bir kadın sesi işittiler, “Neler oluyor?” Sesi gençti ama kendine has güçlü bir havası vardı. Onu duyunca kaos içinde olan kalabalığın adımları yavaşladı.

“Shijie, yan taraftaki çan kulesi yanıyor!”

Gelen kişi, Qi Meng Sheng’in evlatlık kızı, Uçan Tüy Elçisi Yun Xiang Yi’den bir başkası değildi.

Her ne kadar Xie Bi An yüzünü gizlemiş olsa da suçlu hissetmeden edemiyordu ve bu yüzden başını eğmişti.

“Yanıyor mu?” dedi Yun Xiang Yi kaşlarını çatarak, “Durduk yere nasıl yangın çıkabilir? Hemen gidip kontrol edin.”

Üçü insan kalabalığına karışarak daha da derinlere ilerledi.

Saray dışarıdan küçük görünse de içeride çok fazla koridor vardı. Xie Bi An, Wuqiongbi aracılığıyla Qingfeng Kılıcı’nın yerini saptamaya devam ediyordu fakat yaklaştıkça tam yerini bulmak daha da zorlaşıyordu.

“Bu şekilde çok fazla zaman kaybedeceğiz. Ayrılarak aramaya devam edelim,” dedi Xie Bi An, “Wu She, sana Qingfeng Kılıcı’nı hissedebilmek için ruh kancasını nasıl kullanacağını öğretmiştim. Vaktimiz dar. Önce kendi güçlerini kullanarak Büyük İmparator Beiyin’in ruhani gücünden bir parçanın olduğu ruh kancasını sezmeye çalış, ardından benzer enerjiye sahip daha güçlü bir silahı hissetmeyi dene. Aslında kötü ruhları algılamaya çalışmaktan çok da farklı değil.”

“Tamamdır.”

“Lan Dage, Qing Wu Zi’nın sana bıraktığı ses iletim çiçeğini kullan. Saray neredeyse tamamen bomboş. Qingfeng Kılıcı’nı bulma konusunda daha fazla şansımız var,” dedi Xie Bi An ve çevresine bakındı, “Tıpkı daha önce anlaştığımız gibi, kim önce bulursa diğerlerini anında haberdar edecek. Ama fark edilirsek ilk önceliğimiz kaçmak olacak.”

Lan Chui Han, Xie Bi An’ın omzunu sıktı, “Dikkatli ol.”

Üçü farklı yönlere dağıldı.

Xie Bi An, Wuqiongbi’yi etkileyen ruh silahının yaydığı enerjiyi dikkatlice hissetmeye çalıştı. Qingfeng Kılıcı pek de uzakta değildi ama orada çok sayıda oda bulunuyordu. Yol boyunca Cangyu Sekti’nin efsuncularından kaçınmaya çalıştığı için sarayın derinliklerine ilerlemişti.

Çok geçmeden Lan Chui Han’dan Qing Wu Zi’yı bulduğunu söyleyen bir ses iletim çiçeği aldı. Ses iletim çiçeğinin rehberliğini takip ederek Lan Chui Han’ı buldu.

Lan Chui Han onu, Qing Wu Zi’nın endişeyle bir ileri bir geri volta atmakta olduğu odanın içine çekti.

Xie Bi An, Qing Wu Zi’ya bakarak, “Qingfeng Kılıcı’nın yakınlarda olduğunu hissediyorum, tam olarak nerede?” diye sordu.

“Muhtemelen Qi Meng Sheng’in çalışma odasında.”

“Qi Meng Sheng şu anda orada mı?”

Qing Wu Zi başını iki yana salladı, “Chidi Şehri’ne geldiğinden beri yatak odasından hiç dışarı çıkmadı. Çalışma odasının ve yatak odasının kapıları farklı olsa da, aralarında sadece bir duvar var. En ufak bir ruhani güç baskısını ya da hareketi fark edecektir. Lakin yine de en iyi zaman şu an. İki Uçan Tüy Elçisi yangını söndürmeye gitti ve görünüşe göre Yun Zhong Jun da sarayda değil.”

“Bariyer olmadığı sürece sessizce girersek bir sorun olmaz,” dedi Lan Chui Han.

“Bariyer yok ama yine de kimse oraya yaklaşmaya cüret edemiyor. Onu yalnızca Yun Xiang Yi ve Yun Zhong Jun gördü.”

“Kaybedecek vaktimiz yok, hadi gidelim,” dedi Xie Bi An ve bir ses iletim çiçeği çıkardı, “Wu She’ye bir mesaj göndereceğim. Gelip bize katılırsa daha iyi olur.” Fan Wu She ile görüştükten sonra başka bir soruna yol açmamak için Altın Kaplı Yeşim Kitap’ı da ele geçirme planlarından Lan Chui Han’a bahsetmemişti. Eğer Qingfeng Kılıcı’nı başarılı bir şekilde alabilirlerse o zaman ona anlatacaktı. Şu anda, Fan Wu She muhtemelen Altın Kaplı Yeşim Kitap’ı arıyordu ― o da yeraltı diyarına ait bir nesneydi ve ruh silahıyla hissedilebilirdi.

Lan Chui Han biraz şaşırmıştı, “Onu beklemeyecek miyiz?”

“Beklemeyeceğiz. İçeride bize bir şey olursa, dışarıdan ulaşabilir.”

“Haklısın,” dedi Lan Chui Han ve ardından ona sataşmaya başladı, “Sadece, Shidi’n ne yapsan peşinde olduğu için bu kez de beraber içeri girersiniz diye düşünmüştüm.”

“Lan Dage, bizimle alay etme,” dedi Xie Bi An utanarak, “Shidi’m biraz çocuksu olsa da efsun yetenekleri hiç fena sayılmaz, ayrıca oldukça zeki. Birkaç kez tehlikedeyken onun sayesinde kurtulduk.”

Lan Chui Han, gözlerinde anlamlı bir gülümsemeyle “Hm” sesi çıkardıktan sonra devam etti, “Cennet Efendisi’nin öğrenci seçme yeteneği cidden çok etkileyici.”

Qing Wu Zi’nın yönlendirmesiyle beraber, Qi Meng Sheng’in yatak odasına kadar yürüdüler.

İki muhafız onları durdurdu, “Zhen Ren, bir şeye mi ihtiyacınız var?”

Qing Wu Zi cevapladı, “Çan kulesi yanıyor ve Shijie yangını söndürmekle meşgul. Bu yüzden bizi Ölümsüz Lord’un rahatsız olup olmadığını kontrol etmemiz için gönderdi.”

“Hayır, Ölümsüz Lord bizi çağırmadı.”

“Güzel.”

Daha onlar farkına varmadan, Xie Bi An ve Lan Chui Han kol yenlerindeki kukla tılsımlarını çıkardılar.

İki muhafız sarsıldıktan sonra gözleri donuklaştı ve biri konuşmaya başladı, “Sizi madem Shijie gönderdi, lütfen içeri buyurun.”

Qing Wu Zi gizlice rahat bir nefes verdi. Üçü muhafızları takip ederek Qi Meng Sheng’in yatak odasına gittiler.

Yolda karşılaştıkları muhafızlar ve hizmetkarlar onlarla pek de ilgilenmemişlerdi. Onlara yol vermek için ara sıra koridorda kenara doğru çekilmek zorunda kalıyorlardı, o kadar.

Çalışma odasına yaklaştıkça ruhani güç baskılarını mümkün olduğunca en aza indirmeye çalıştılar. Ne kadar güçlü olursa olsun herhangi bir efsuncu uzaktan onları fark edemezdi. Qing Wu Zi zaten sıradan biriydi ve kendisini gizlemesine gerek yoktu. Ancak Xie Bi An, ruhani güçlerindense kalbini bastırması gerektiğini hissediyordu. Kendi kalp atışları kulaklarına doluyordu. Qi Meng Sheng’in uzakta olmadığı düşüncesi ona soğuk soğuk terler döktürüyordu.

Qing Wu Zi, koridorda kimse yokken sessizce çalışma odasının kapısını açtı ve üçü hızla içeri girdikten sonra kapıyı kapattı.

Kapı sıkıca kapanır kapanmaz üçü de rahat bir nefes verdi. Xie Bi An alnından akan soğuk terleri sildi ve boğazının kuruduğunu hissettiği için hafifçe yutkundu.

Lan Chui Han çalışma odasının ortasındaki kitaplığı işaret etti. Üzerinde Zhong Kui’nin Qingfeng Kılıcı’nı destekleyen abanoz kılıç askılığı vardı ama kılıcın üzerinde herhangi bir kılıf yoktu. Kırlangıç ​​kuyruğu kadar ince, başak kadar keskin görünüyordu. Orada sessizce dinlenirken, yalnız ve soğuk bir hava yayıyordu.

Qingfeng Kılıcı, Büyük İmparator Beiyin’in ruhu tarafından aydınlatılan, Yang dünyasındaki tek kılıçtı. Sadece insan ve hayalet alemleri arasında özgürce seyahat etmekle kalmıyor, aynı zamanda hem fiziksel bedene hem de üç ruha ve yedi cana nüfuz edebiliyordu. Hayaletler üzerinde de inanılmaz bir etkisi vardı.

Xie Bi An oraya doğru yürüdü, kılıcın soğuk bıçağını usulca okşadı ve o anda parmak uçları heyecandan ötürü titremeye başladı.

“Burada uzun süre kalamayız, hadi gidelim,” diyerek kısık bir tonla uyardı Lan Chui Han.

Xie Bi An tam Qingfeng Kılıcı’nı almak üzereydi ki, tanıdık bir dalgalanma hissetti. Aşağıya baktığında kolunda yeşil bir ışığın parladığını gördü. Parlayan şey Wuqiongbi’ydi. Bu tepki onun için çok açıktı; yakınlarda kesinlikle kötü bir ruh vardı! Böylesine güçlü bir şekilde tepki vermesi, kötü ruhun çok yakında olduğunu kanıtlıyordu…

Xie Bi An keskin bir şekilde başını kaldırdı ve yanda duran Qing Wu Zi’ya baktı.

Qing Wu Zi aceleyle seslendi, “Niye boş boş bakıyorsun? Hadi acele etmemiz lazım.”

Xie Bi An gözlerini kıstı ve bir müddet düşündükten sonra avucunda fazladan yeşil renkli bir yeşim sopa belirdi.

Qing Wu Zi yeşil yeşim sopayı gördüğünde ifadesi biraz tuhaflaştı ve bilinçsizce geriye doğru bir adım attı.

“Bi An, sorun ne?”

“Qing Wu Zi,” diyerek derin bir tonla seslendi Xie Bi An, “Ne zaman öldün?”

Qing Wu Zi donakaldı, “N-Ne?”

Lan Chui Han’ın ifadesi de değişti.

“Seni kim kontrol ediyor? Sana tam olarak ne yaptı ve amacı ne?”

Qing Wu Zi kekeledi ve yanıt veremedi. İfadesi giderek daha da korkunç bir hal alıyordu, geriye doğru birkaç adım sendeledi. Yüzündeki ve ellerindeki deri, çıplak gözle görülebilecek bir hızla çürümeye başlamıştı. İrinle karışık kan akmaya başladı, sanki tüm kemikleri bedeninden sökülmüş gibiydi. Bedeni büzüştü, yere düştü ve en sonunda “canlı” bir insandan geriye Qing Wu Zi’nın çürüyen et ve kemiklerden oluşan bir sıvı birikintisi kaldı. O anda burunlarına birdenbire çürük kokusu ilişti.

Xie Bi An ve Lan Chui Han burunlarını kapatarak duvarın dibine kadar geri çekildiler.

“Olamaz!” dedi Lan Chui Han dişlerini gıcırdatarak, “Korkarım ki bir illüzyonun içine düştük.”

Yun Zhong Jun?!

Xie Bi An zihninde çılgınca Saf Zihin Tekniği’ni uyguluyordu. Yun Zhong Jun’un illüzyonu hayatında çok büyük bir etki yaratmıştı ve bir kez daha gafil avlanmıştı. Zhong Kui’nin ona öğrettiği Qingfeng Kılıç Tekniği ve Kalp Tekniği tıpkı kendisi gibi basit ve dürüsttü, dolayısıyla bu tarz illüzyonlarla baş etmekte pek de iyi değildi. Qiankun kesesinden bir şey çıkardı, gözlerini kapadı ve yüzüne sıktı.

Bu nane, ruh dizginleyen ot ve sarımsağı ezerek elde ettiği bir suydu. Tadı oldukça güçlüydü ama illüzyonlara karşı çok etkiliydi.

“Dage.”

Xie Bi An gözlerini açmamıştı ama kulağının yanında çocuksu bir ses duymuştu. Kalbi ve ruhu, sanki üstüne yıldırım düşmüşçesine titriyordu.

Xiao Jiu….

İllüzyonlar! Lanet illüzyonlar!

“Baba.”

Zhong Ming. Bu kişi Zhong Ming.

Xie Bi An’ın kılıcı tutan eli tir tir titriyordu. Gözlerini açmaya asla cüret edemiyordu. Xiao Jiu ve Zhong Ming’i görürse, kendisini tamamen kaybedeceğinden korkuyordu.


ÇN: Heyecandan ben de yerimde duramıyorum

5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x