İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 185. Bölüm

Wu Chang Jie 185. Bölüm

Molozlarla döşenmiş saray salonundalardı; buz grisi efsun cüppesi kuşanan erkek ve kadınlardan oluşan bir grup insan tarafından etrafları sarılmıştı. Sayısız yay, hilal şeklinde dizilmiş ve okların uçları ahenk içinde onların üzerine doğrultulmuştu.

O an sanki bir rüyadan uyanıp kendilerini kılıç denizinde bulmuşlar gibi hissediyorlardı. Xie Bi An’ın yüreği adeta ağzında atıyordu ve kılıcın kabzasını tutan elinden terler damlıyordu.

Xie Bi An’ın sırtına yaslanan Lan Chui Han’ın ses tonu çaresizliğini yansıtır nitelikteydi, “Nihayet uyandın.”

“Ben…özür dilerim,” dedi Xie Bi An, böyle bir kriz anında yine illüzyonun içine düştüğünden dolayı içi içini yiyordu. Kalabalığın içinde, yüzünü gizleyen uzun boylu adam çabucak gözüne çarptı, bakışları öldürme arzusuyla yanıp tutuşuyordu.

Lan Chui Han tekrar konuşmaya başladı, “Yun Xiong*, Qing Wu Zi’nın bizi şehrin içine getirerek tuzağa düşürmesi en başından senin planındı. Ama bunu neden yaptın? Bizi kaçırıp rehine olarak kullanmak istediğin için mi?” Elbette, Altın Kaplı Yeşim Kitap ve Qing Wu Zi meselesinin arkasında Yun Zhong Jun’un olduğunu çoktan tahmin etmişti. Amacı Xie Bi An’ın altın özünü ele geçirmekti ama Yun Zhong Jun, Cangyu Sekti mensuplarının özellikte Qi Meng Sheng’in gerçekleri öğrenmesini göze alamamıştı. Henüz kimse bilmiyor olduğu için bunu Yun Zhong Jun’a karşı bir koz olarak kullanabilirdi.

ÇN: *Xiong, kardeş – birader

Xie Bi An, Lan Chui Han’ın sırtındaki kasların gerildiğini hissedebiliyordu. Nefes aldıkça omuzları yükselip alçalıyordu. Belli ki göründüğü kadar sakin değildi.

Yun Zhong Jun’un ses tonu buz gibiydi, “Qing Wu Zi hala kayıp. Aranızda nasıl bir anlaşma yaptığınızı öğrenmek istiyorum. Chidi Şehri’ne izinsiz girerek Shizun’a karşı gizli planlar kurdunuz ve avucumuza kendi iradenizle düştünüz. Benim bir şey yapmama lüzum var mıydı ki?”

“Yun Xiong daha ne kadar süre rol yapacak?” diyerek soğukça gülümsedi Lan Chui Han, “Qing Wu Zi bizimle gerçekten bir anlaşma yapmış olsaydı, Ölümsüz Lord Qi Meng Sheng’in sarayda olmadığını bize söylemez miydi?”

“Qi Meng Sheng sarayda değil mi?” diyerek fısıldadı Xie Bi An, “Yoksa Shen Nong Kazanı’na mı gitti?”

Yun Zhong Jun cevapladı, “Evet, öyle. Shizun ocağın açılması için gereken hazırlıkları tamamlamak üzere üç gün önce Shen Nong Kazanı’na gitti. Sanıyorum ki Shizun’a suikast düzenleyecek kadar yürekli değilsinizdir, amacınız Qingfeng Kılıcı’nı ele geçirmek miydi?”

Xie Bi An, Yun Zhong Jun’a sertçe baktı, “Yun Zhong Jun gerçekten neden geldiğimizi bilmiyor mu? Neyse ki, biz senin amacını gayet iyi biliyoruz.”

Yun Zhong Jun’un yüzündeki maskenin arkasındaki ifadeyi görmek zordu ama gözlerinin altındaki gölgeden gözbebeklerinin titrediği anlaşılıyordu, “Neden bahsettiğini bilmiyorum. ‘Hiçlik Diyarı’na girdiğin için artık gerçeklikle illüzyonu ayırt edemiyor olabilir misin?” Bunları söyledikten sonra açık kırmızı renkli dudakları hafifçe kıvrıldı, “Şu anda uyanık olduğunuzu mu sanıyorsunuz?”

O anda hem Xie Bi An hem de Lan Chui Han kaskatı kesildi.

Lan Chui Han’ın ses tonu derindi, “Bi An, onun büyüsüne kapılma. Biz şu anda uyanığız.”

Xie Bi An aklını başına toplayarak “Endişelenme,” dedi ve ardından kısık bir tonla devam etti, “Wu She kesinlikle bizi kurtarmanın bir yolunu bulacaktır.”

“Bizi oyalayarak zaman kazanmanıza müsaade etmeyeceğiz. Teslim olmaktan başka çareniz yok!” diyerek bağırdı kıdemlilerden biri, “Sekt Lideri Ölümsüz Lord başarılı olduğunda, Cennet Efendisi Zhong ve İttifak Lideri Li’nin hatırına canınızı bağışlayabilir.”

“Qi Meng Sheng altın özünü arıtamayacak ve asla başarılı olamayacak.”

“Büyüklük taslamayın,” dedi Yun Zhong Jun, “Lan Xiong ve Beyaz Ölümsüz, şu anda ne tür bir durumun içinde olduğunuzu idrak etseniz sizin için daha iyi olur. Cennet Efendisi Zhong, Qingfeng Kılıcı’nı kaybetti, Li Bu Yu’nun çok az ömrü kaldı ve Xu Zhi Nan da zaten öldü. Jiuzhou’da Shizun’uma rakip olabilecek tek bir kişi bile yok. Mutlak İmparator’u arıtacak ve ölümsüz bir bedene sahip olduktan sonra efsun dünyasını birleştirecek. Bir beyefendi çökmekte olan duvarın yanında durmaz.* Biriniz yeraltı diyarından, diğeriniz ise Ölümsüz İttifak’tansınız ama yine de efsun dünyası tarafından tam anlamıyla saygı görmüyorsunuz. Neden Li Bu Yu için savaşasınız ki?”

ÇN: *Bu söz Çinli bir filozof olan Mengzi’ya ait. İki farklı anlamı var; birincisi önlem almak her zaman o zorluğa göğüs germekten daha iyidir. İkincisi ise; tehlikeyi gördüğünde kaçmak.

Xie Bi An bağırdı, “Dünyadaki bütün kahramanlar buraya geliyor; ama ne Li Bu Yu ne de Ölümsüz İttifak için. Sadece başka bir Yüce İblis olmaması için.”

“Bence bu yalnızca Merkez Ovalar halkının küstahlığı,” diyerek soğukça homurdandı Yun Zhong Jun, “Lafa gelince erdemli olduğunuzu vurgularsınız ama sırf geçidin dışındayız diye bize barbar muamelesi yaparsınız ve sektimizin efsun yöntemlerini eleştirirsiniz. Sadece bizim sizden daha güçlü olmamızı hazmedemiyorsunuz.”

Lan Chui Han’ın ifadesi ciddiydi, “Hangi hanedanlarda, nesillerde ve sektlerde olursa olsun, altın özü yiyen biri herkesçe cezalandırılması gereken şeytani bir efsuncudur!”

“Yun Zhong Jun, onlarla münakaşaya girmene gerek yok,” dedi kıdemli, “Ölümsüz Lord şu anda Shen Nong Kazanı’nda altın özünü arıtmakla meşgul, Chidi Şehri’nin sınırlarında da ters giden bir şey yok.”

“Bu iki adam işimize yarayabilir. Onları canlı olarak yakalayalım.”

Yun Zhong Jun’un elini savurmasıyla beraber sayısız ok üstlerine sicim gibi yağmaya başladı.

Xie Bi An’ın ve Lan Chui Han’ın ellerindeki kılıçlar gümüş renginde göz kamaştırıcı bir ışık yaymaya başladı. Kılıçların enerjisi yerden yükselen bir fırtına gibiydi; anında etrafı kasıp kavurdu ve bütün okları tıpkı sonbaharda dökülen yapraklarmış gibi geri püskürttü.

Xie Bi An ve Lan Chui Han aynı anda başlarını çevirip birbirlerine gülümsediler. İkisi sadece tek bir kez yıllar önce Huayueye’de savaşmışlardı. O zamanlar Xie Bi An henüz yetişkin değildi. Kılıç pratiği yapıyorlardı ama buna Lan Chui Han onunla oynuyordu demek aslında daha doğru olurdu. Nedense Lan ailesinin kılıç tekniğine açıklanamaz bir biçimde aşinalık duyuyordu, tıpkı Zongxuan Kılıç Tekniği’ne duyduğu gibi. İlk başta Shizun’u çeşitli sektlerin güçlü yönlerini birleştirerek Qingfeng Kılıç Tekniği’ni yarattığı için, Junlan Kılıç Tekniği’ne aşinalık hissettiğini düşünmüştü. Ama artık bunun doğru olmadığını, aslında önceki yaşamı yüzünden olduğunu öğrenmişti. Bu yüzden şu anda Lan Chui Han bu tekniği kullanırken sanki doğuştan beri biliyormuşçasına usta bir şekilde onunla gizli bir hamle yapmıştı.

Yun Zhong Jun’un çenesinin anlık olarak gerilmesi ne kadar şaşırdığını gözler önüne seriyordu.

Ancak her şeye rağmen bu iki adama hiç zaman vermeden tekrar yaylarını gerdiler. Göz açıp kapayıncaya kadar Lan Chui Han ve Xie Bi An oldukları noktadan kayboldular, gölgeleri dahi ışığın hızıyla yarışıyordu.

Yun Zhong Jun da Lan Chui Han’a şaşırtıcı bir hızla saldırdı ve havada sayısız buz belirdi.

Xie Bi An kılıcını kavisli bir şekilde tutarak efsuncuları üçer beşer geri çekilmeye zorluyordu. Elindeki Pei Xue tıpkı bir ejderha gibiydi, düşman hattında kim varsa silip süpürüyordu.

Soğukkanlılıkla karışık öldürücü bir hava salonu sardı ve Xie Bi An bedenindeki bütün tüylerin diken diken olduğunu hissetti. Zamanında geri çekilemedi ve yere düştükten sonra dikkatlice yerde yuvarlandı. Arkasından birkaç çatırdama sesi geldi. İlk önce kolunun keskin bir acıyla yandığını ardında da uyuştuğunu hissetti; sanki buzdan bir mağaranın içindeymiş gibiydi.

Xie Bi An yerden sıçradı ve birkaç adım atarak hızla geri çekildikten sonra sırtını taş bir sütuna dayadı. Sol kolu bir buz okuyla delinmişti ve yaranın etrafı da buzla kaplanmıştı.

Hua Xiang Rong, adeta gökten inen bir peri gibiydi. Elindeki buz kristali yayından beyaz bir buhar çıktı ve kasvetli bir ifadeyle Xie Bi An’a baktı. Lakin gözleri öfkeyle dolup taşıyordu, anlaşılan Fengming Gölü’nün dibindeki savaşın utancını hala unutamamıştı.

Xie Bi An buz okunu sıkıca kavrayarak kolundan tek hamlede çıkardı ve hemen akabinde kan pıhtılaştırıcı bir büyü yaptı. Ancak büyü işe yaramıyordu, çünkü kanı zaten donmuştu. Hua Xiang Rong’a ifadesizce baktı, “Cangyu Sekti’nin mensupları sinsice saldırmaya bayılıyor. Ne kadar da saygısızca.”

“Bir yay kullanıyorum, doğal olarak gizlice saldırmam gerekiyor,” dedi Hua Xiang Rong ve Xie Bi An’a doğru yürüdü, “Fengming Gölü’nün dibinde şansın yaver gittiği için kazandın. Ama buna rağmen bugün buraya gelerek kendini feda ediyorsun. Gunainai* seni bir daha geri dönemeyecek hale getirecek!”

ÇN: *HXR bu kelimeyle kendisini kastediyor, bu kelime yaşça büyük bekar kadınlar için kullanılıyormuş. Aklıma Türkçede değişik şeyler geldi ama söylemeyeyim fdshjgfd

“Ben şans eseri kazanmamıştım. Çünkü sen diğerleri kadar yetenekli değildin,” diyerek ciddiyetle karşılık verdi Xie Bi An, “Kendin de bunun farkındasın, o yüzden kalabalığın arkasına saklanarak buz okları fırlatıyorsun.”

Hua Xiang Rong o kadar öfkelenmişti ki yüzü mosmor olmuştu, “Geber!”

Düşmanın ininin derinliklerinde çetin bir savaş başladı.

Lan Chui Han ve Xie Bi An birkaç kez kaçma girişiminde bulunsalar da ne yazık ki başaramadılar.

Xie Bi An bir yandan düşmanla savaşırken diğer yandan da Fan Wu She’nin de düşman tarafından etrafının kuşatılmış olup olmadığından endişeleniyordu. Eğer öyle olmasaydı, şimdiye dek onlara yardım etmek için gelmiş olmaz mıydı?

Tam kapana kısılmalarına ramak kalmıştı ki uzaktan bir ses duyuldu ve bütün saray sarsılmaya başladı. Kalabalık hazırlıksız yakalanmıştı, hatta bazıları ayakta duramayarak yere düşüyorlardı.

Bu bir deprem değildi, patlamaydı!

Yun Zhong Jun bağırdı, “Derhal gidip neler olduğunu kontrol edin!”

Lan Chui Han, kılıcıyla Yun Zhong Jun’u geri çekilmek zorunda bıraktı ve anında kükredi, “Bi An, hemen kaçalım!”

Xie Bi An kılıcıyla son bir kez darbeyi indirdikten sonra arkasına döndü ve kaçmaya başladı.

İkisi birlikte savaşarak saraydan çıkmayı başardılar.

Fakat Birinci Kale Qian’ın zifiri karanlığında, gökyüzüne doğru yükselen iki alev vardı. Biri sönmek üzere olan saat kulesi, diğeri şehir surlarıydı ve havaya tuhaf bir kükürt kokusu yayılıyordu.

Xie Bi An telaşla bağırdı, “Bu koku…Yıldırım taşları.” Chidi Şehri’nin surlarını havaya uçurmak için kimin yıldırım taşları kullandığını bilmiyor olsalar da, bu sahiden de muazzam bir hamleydi. Chidi Şehri’nin duvarları, bagua rününün bir parçasıydı. Bagua rününün içindeki Yin ve Yang kısmını oluşturan duvarlar Chidi Şehri’nin duvarlarıydı ve eğer bu duvarlar zarar görürse rün de bozulmuş olacaktı.

Lan Chui Han, Xie Bi An’ı çekti, “Önce buradan ayrılalım.”

Kunlun halkı evlerinden kaçmaya çalışırken, Cangyu Sekti’nin efsuncuları duvarları onarmak için koşuşturuyordu. Rün hem Chidi Şehri’ni hem de Shen Nong Kazanı’nı koruyordu. Bu saldırının hedefinin Qi Meng Sheng olduğu barizdi.

Xie Bi An ve Lan Chui Han halkın içindeki kaostan ve karanlıktan faydalanarak nihayet kaçmışlardı. Zaten şehir surlarının deforme olması nedeniyle Cangyu Sekti’ndekilerin artık onların peşinden koşacak vakitleri de yoktu.

İkisi karanlık bir ara sokakta saklandılar ve ruhani güçlerini kullanarak kendilerini iyileştirmeye çalıştılar. Çok fazla ruhani güç kaybetmişlerdi ve eğer yakalanırlarsa muhtemelen bir daha kaçabilecek durumda olmayacaklardı.

“Lan Dage, yaraların ağır mı?” dedi Xie Bi An ve ayın loş ışığının altında onun kıyafetlerine bulaşan kanı görünce telaşla kontrol etmeye çalıştı.

“Ciddi bir şeyim yoktur muhtemelen, peki ya sen?” dedi Lan Chui Han, yüzü acınası bir şekilde solgundu ve görünüşe göre hala huzursuzdu. Yun Zhong Jun ve birkaç kıdemliyle savaşıyordu, nasıl yaralanmamış olabilirdi ki?

“Birkaç morluk dışında bir şeyim yok,” dedi Xie Bi An ve durmaksızın kanayan bölgeyi kontrol etmek için hançerini kullanarak Lan Chui Han’ın pantolonunu kesti. Lan Chui Han’ın bacağındaki et paramparça olmuştu ve hatta kemiği görünüyordu. Xie Bi An yarayı görünce kalakaldı, “Böyle bir yarayla nasıl kaçabildin?”

“Chunyang Sekti’nin tekniği acıyı hissetmeyi engelleyebilir,” dedi Lan Chui Han, dişlerini gıcırdattı ve gülümsemeye çalıştı, “Her ne kadar on bir yaşındayken Chunyang Sekti’nden ayrılmış olsam da, böyle hayati teknikleri hala hatırlıyorum.”

Xie Bi An başını salladı ve iç çekti, ardından qiankun kesesinden bir ilaç çıkararak yarasının üstüne döktü, “Peki Chunyang Sekti’nin efsuncuları gibi sen de daha hızlı bir şekilde mi iyileşiyorsun?”

“Şey, Chunyang Sekti’nin tekniğini hiç çalışmamış olanlara göre biraz daha hızlı,” dedi Lan Chui Han, Xie Bi An’a göz kırptı ve masum bir ifade takındı, “Ama uzun zaman önce benim tekniğim sona erdi.”

ÇN: Chunyang Sekti’nin efsun tekniği bakirlik üzerineydi hatırlarsanız…Yani….

Xie Bi An onu alaya aldı, “Bugün öğrenmeseydim, hala Lan Dage’nın bedenini bir yeşim taşı gibi koruduğunu zannederdim.”

“Hahahaha, bu dünyanın zevklerinden neden vazgeçeyim ki? Benim için hiç uygun değil, ben gayet sıradan biriyim,” dedi Lan Chui Han ve ifadesi aniden değişti, “Bi An, peki ya sen?”

Xie Bi An, Lan Chui Han’ın yarasını sarmak için hemen başını eğdi ve anlamıyormuş gibi numara yaptı, “Ben ne?”

“Sen de pek çok ülke gezdin, bir sürü insanla tanıştın. Ne o, yoksa şimdiye kadar hala deneyimlemedin mi?”

Xie Bi An aniden sargıları sıkılaştırdı.

Lan Chui Han neredeyse acıdan çığlık atacaktı.

“Ah, olamaz,” diyerek güldü Xie Bi An, “Hala acıyı mühürlemiş olduğunu sanıyordum.”

Lan Chui Han bir kahkaha attı, “Utandığın için söyleyemiyor musun? Artık yirmi bir yaşındasın, güzel bahar manzarasının* tadını çıkarmıyorsan bile en azından Cennet Efendisi’nin artık senin için bir evlilik ayarlamasının zamanı geldi.”

ÇN: Genelevlere gitmekten bahsediyor. Lan Chui Han ciddi ciddi sen züppenin teki misin? TT

“Shizun da bu yaşa gelmesine rağmen hala bekar, ona bu konuda güvenmemek daha iyi olur,” dedi Xie Bi An ve Lan Chui Han’ın yarasını sardıktan sonra ona iyileştirici bir tılsım yapıştırdı, “Şimdi böyle şeylerden bahsetmeyelim. Ben hala Wu She için çok endişeleniyorum, acaba nereye kaçtı?”

“Güvenli bir yerdedir, merak etme,” dedi Lan Chui Han imalı bir şekilde, “Shidi’n için sürekli endişeleniyorsun, ona şefkatli ve hoşgörülü davranıyorsun. Sanki Shixiong’u değil de babası gibisin.”

Xie Bi An gülümsemeye çalıştı, “Lan Dage, benimle alay etme. Sadece bir tanecik Shidi’m var.” Daha sonra konuyu değiştirmek için ekledi, “Birinci Kale Qian’ın duvarları hasar gördü. Acaba Shizun bu fırsattan yararlanarak Chidi Şehri’ne saldıracak mı?”

“Saldıracaktır,” dedi Lan Chui Han, “Muhtemelen Cangyu Sekti’nin mensupları şehrin surlarını hemen onarmaya çalışacaklardır. Bu, şehre girmek için kaçırılmayacak bir fırsat.”

“Shizun ve diğerlerinin planı ne olursa olsun, biz Chidi Şehri’ne gelme amacımızda başarılı olamadık,” dedi Xie Bi An, biraz hüsrana uğramıştı, “Dahası, kimliklerimizi de açık ettik.”

“Bu aslında kötü sayılmayabilir,” dedi Lan Chui Han, “Qingfeng Kılıcı’nın varlığını hissettiğini söylemiştin. Sarayda onu aramak için hala bir şansımız var.”

“Ama saray şu an sıkı bir şekilde korunuyor ve sen de hala yaralısın.”

“Sence Yun Zhong Jun, bizim yakalanmamızı istiyor mu?”

“Yani diyorsun ki……”

Lan Chui Han bir çift anka gözünü hafifçe kıstı, “Eskiden Yun Zhong Jun’la dostken, onun ve Yun Xiang Yi’nin sekt liderliği için rekabet ettiğini duymuştum. Ne zaman sorsam açıkça söylemek yerine hep şifreli bir yanıt verirdi. Cangyu Sekti’nin efsuncuları tarafından yakalanırsak bu onun yararına olmazdı. Yun Xiang Yi ve Hua Xiang Rong sana karşı yenilmişti, bu yüzden onlar intikam almak için yanıp tutuşuyorlardı. Fakat Yun Zhong Jun az önce bilerek bizi serbest bıraktı, yoksa kolayca kaçamazdık.”

“Ne kadar da ikiyüzlü biri, ne yapmaya çalıştığını anlayamıyorum,” dedi Xie Bi An ve ardından Lan Chui Han’a Hiçlik Diyarı’nda Yun Zhong Jun ile yaptığı konuşmayı anlattı, “Altın özümü istemesine rağmen Qi Meng Sheng’in öğrenmesini istemiyordu. Aksi takdirde Qi Meng Sheng onu hain olduğu için öldürürdü.”

“Demek bu yüzden Qing Wu Zi’nın Altın Kaplı Yeşim Kitap’ı değiştirmesini sağladı ve bizi Chidi Şehri’ne çekmek için kullandı. Bu sayede seni illüzyona düşürerek altın özünü alacaktı. Lakin Hiçlik Diyarı’na düşmek yerine Cangyu Sekti’ndekileri alarma geçirmiş olduk.”

Xie Bi An yumruğunu sıktı, “Bu adam sahiden de çok kötü niyetli. Sırf sekt liderliği ve benim altın özüm için onu yetiştiren Shizun’una ihanet etti.”

Lan Chui Han iç çekti, “Ben de onunla dost olabileceğimi zannederek yanıldım.”

“Lan Dage, sence onu Qingfeng Kılıcı’nı almak için kullanabilir miyiz?”

“Eğer sekt liderliğini hedefliyorsa, Ölümsüz İttifak’ın Qi Meng Sheng’i yenmesine yardım ederse sekt lideri olabilir. Ne de olsa geçidin ötesindeki bu soğuk toprakları ele geçirmek isteyen hiçbir sekt yok.”

“Ama ya istediği şey Mutlak İmparator ise?”

Lan Chui Han sessizliğe gömüldü.

Xie Bi An tanıdık bir ruhani güç baskısı hissetti. Arkasını döndü ve bir ses iletim çiçeği ona doğru uçtu, “Bu Wu She!”

Ses iletim çiçeğinin kat edebileceği mesafe sınırlıydı. Büyük bir malikanenin dışına bile çıkamayabilirdi, sadece çok yakındaysa diğer kişiyi bulabilirdi.

Ses iletim çiçeği Xie Bi An’ın kulağının yanına doğru uçtu ve Fan Wu She’nin sakin ses tonu duyuldu, “Shixiong, neredesin?”

Xie Bi An da Fan Wu She’nin onları bulabilmesi için hemen bir çiçek gönderdi.

Fan Wu She, Xie Bi An’ın yanına koştu ve kol yenlerindeki kanı görünce yüzü anında düşüverdi, “Yaralandın mı?” Ardından elini uzatıp kontrol etmeye çalıştı.

“Endişelenme, sadece küçük bir yara. Ben çoktan ilgilendim,” dedi Xie Bi An, “Asıl sen neredeydin? Biz Yun Zhong Jun’un tuzağına düştük. Biri duvarları havaya uçurmasaydı, çoktan….” Cümlesini aniden yarıda kesip burnunu kırıştırdı, “Wu She, kükürt kokuyorsun. Yoksa sen mi yaptın?!”

“Ben değildim,” dedi Fan Wu She, “Ben sadece yakınlarda bir yerlerdeydim. Hava yıldırım taşlarının kokusuyla dolu.”

Xie Bi An açıklanamaz bir şekilde rahatlamıştı, “Doğru ya, senin nasıl bu kadar çok yıldırım taşların olabilir ki? Ama tam olarak neredeydin?”

“Evet, neredeydin bakayım?” diyerek araya girdi Lan Chui Han ve Fan Wu She’ye imalı bir şekilde dik dik baktı, “Cangyu Sekti tarafından etrafımız sarılmıştı. Resmen kıyamet koptu, sen neden bizi kurtarmaya gelmedin?”

“Altın Kaplı Yeşim Kitap’ı ve Qingfeng Kılıcı’nı bulmaya gitmiştim.”

Xie Bi An’ın bir an için dili tutuldu. Fan Wu She’nin Altın Kaplı Yeşim Kitap’ı bulmaya gitmesi konunda anlaşmaya vardıkları doğruydu. Fakat birileri tarafından fark edilirse tüm gücüyle kaçması gerekiyordu.

“Ne?” dedi Lan Chui Han, bu durumdan hiç hoşnut değildi, “Daha önce Qingfeng Kılıcı’na öncelik vererek, sonrasına bakacağımız konusunda anlaşmıştık. Qingfeng Kılıcı’nı bulmadan doğrudan Altın Kaplı Yeşim Kitap’ı bulmaya mı gittin?”

Fan Wu She, Lan Chui Han’a gözlerini kısarak baktı, “Sizin bulamamış olmanız, benim de bulamadığım anlamına gelmiyor. Qingfeng Kılıcı’nın yerini biliyorum.”

“Wu She, demek Qingfeng Kılıcı’nı buldun!” diyerek sevinçten havalara uçtu Xie Bi An, “Neredeydi?”

“Sarayın içinde, bir işaret bıraktım,” dedi Fan Wu She ve Xie Bi An’ın konuşmasına fırsat vermeden devam etti, “Doğru, hemen gidip onu oradan almamız lazım. Cangyu Sekti’ndekilerin çoğu duvarları onarmaya gitti. Muhtemelen kaçtıktan sonra geri döneceğimizi düşünmüyorlardır.”

Xie Bi An tereddütle Lan Chui Han’a baktı, “Ama Lan Dage….”

“Benim için endişelenme. Neredeyse şafak sökmek üzere, siz ikiniz çabucak gidin.”

Xie Bi An ve Fan Wu She gece giydikleri siyah cüppeleri kuşanarak gizlice saraya girdiler.

Sarayın savunması sahiden de güçlendirilmişti ama surlarda çıkan yangın hala söndürülememişti. Efsuncuların çoğu şu anda sarayda değildi, bu sayede sorunsuz bir şekilde saraya tekrar sızdılar.

Fan Wu She bıraktığı işaretin izini sürerek Qingfeng Kılıcı’nı buldu. İkisi birkaç muhafızın icabına gizlice baksalar da yine de karşılarına bir engel çıktı.

Bu rünün koruduğu alan çok küçüktü ama gücü o kadar çok fazlaydı ki, kolay kolay kırılamazdı.

“Acele etmemiz lazım. Daha önce gözlemlemiştim, her bir tütsü yanma süresinde burada devriye geziyorlar,” dedi Fan Wu She, rüne dokundu ve sessizce ruhani güçlerini aktarmaya başladı.

Xie Bi An da ruhani güçlerini aktararak rünleri kırmaya çalıştı.

Tam rünleri kırmaya odaklanmışlardı ki, aniden arkalarında başka bir ruhani güç baskısı belirdi. O anda ikisi birden arkasına döndü. Beyaz maskeli birinin üflediği soğuk bir hava ikisinin göğsüne doğru geldi. Geriye doğru uçtular, arkalarındaki kapalı kapı birdenbire açıldı ve içeri savrulduktan sonra kapı örtüldü.

Xie Bi An’ın kalbi şiddetle ağrıyordu, elini kalbine bastırdı ve önünde duran Yun Zhong Jun’a baktı. İkisi de yere savrulmuşlardı, bu yüzden karşılarındaki adam daha da uzun ve güçlü görünüyordu.

“Duvarları havaya uçurdunuz diye Qingfeng Kılıcı’nın savunmasını düşüreceğimi sanmıyordunuz, değil mi?”

Ayağa kalktıktan sonra Xie Bi An sessizce Qingfeng Kılıcı’na baktı. Bu kez gerçek olduğundan adı gibi emindi.

“Duvarların havaya uçurulması epey önemliymiş gibi görünüyor, yoksa neden burada yalnız başına olasın ki?” dedi Fan Wu She, “Sen tek başına Qingfeng Kılıcı’nı koruyamazsın.”

Yun Zhong Jun alaycı bir şekilde gülümsedi ve, “Ben müsaade etmeseydim bugün hiçbiriniz paçayı sıyıramazdınız, ama…” dedikten sonra Xie Bi An’a döndü, “Hiçlik Diyarı’nda da söylediğim gibi, bir anlaşma yapmak istiyorum.”

Xie Bi An’ın beyaz, bitkin yüzü aniden gerildi, “Aklın yerinde mi? Qingfeng Kılıcı’na karşılık altın özümü vermem nasıl mümkün olabilir?”

“Şu anda altın özünü istemiyorum. Cangyu Sekti’nin yeni lideri olmak istiyorum.”


5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x