İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 188. Bölüm

Wu Chang Jie 188. Bölüm

Öğleyin, sokakları didik didik arayan kişiler bekledikleri üzere onların bulundukları eve gelmişlerdi. Hepsi görüş engelleyici tılsımların işe yarayacağı düşük rütbeli efsuncular ya da sıradan muhafızlardan ibaretti.

Qingfeng Kılıcı’nın çalınmış olduğu haberi hala yayılmamıştı. Yun Xiang Yi’nin öğrenip öğrenmediğini yahut Qi Meng Sheng’i haberdar edip etmediğini henüz bilmiyorlardı ama muhtemelen kolay kolay peşlerini bırakmayacaklardı. O yüzden bir an evvel oradan kaçmaları şart olmuştu.

Muhafızlar ve efsuncular gittikten sonra Fan Wu She ve Xie Bi An bir müddet kestirdiler. Chidi Şehri’ne girdiklerinden beri, yani tam olarak üç gündür uyumuyorlardı.

Güneş battıktan sonra Chidi Şehri’nde sokağa çıkmak yasaklanmıştı, ilaveten sokakta gezen devriyelerin sayısı da bir hayli arttırılmıştı. Bu küçük kale tıpkı bir kafes gibiydi ve kaçmak daha da imkansız hale gelmişti.

Üçü bu meseleyi uzun uzadıya tartıştılar. Dikkati başka yöne çekme kisvesi altında zorla dışarı çıkmaktan başka hiçbir yol bulamıyorlardı. Lan Chui Han, peşlerindekilerin dikkatini dağıtmak için yem olma fikrini öne sürmüştü ancak Xie Bi An tarafından bu öneriye anında karşı çıkılmıştı.

Tam akıllarına artık hiçbir çözüm gelmiyordu ki, o anda Xie Bi An tuhaf bir hareketlenme sezdi. Arkasını döndüğünde, odanın ortasında koyu mavi cüppeler kuşanmış bir adam ve bir kadının belirdiğini gördü. Hem çok ihtişamlı hem de çok uyumlu görünüyorlardı. Abes olan tek şey kadının gözlerinin sıkıca yumulmuş olması ve uyuyormuş gibi havada süzülmesiydi.

Xie Bi An, iki hayalet ölümsüze şaşkınlıkla baktı, “Gündüz Devriyesi ve Gece Devriyesi.”

Fan Wu She içten içe emindi. Bu iki devriyenin görevleri yeryüzünde devriye gezmekti ama yeryüzündeki meselelere karışmazlardı. Orada ortaya çıktıklarına göre ya Cui Jue onları görevlendirmişti ya da Zhong Kui göndermişti ama kesin olan tek şey, yardım etmek üzere orada olduklarıydı.

Lan Chui Han’ın ruh silahı olmadığı için onları göremiyordu, ayrıca yeraltı diyarının generalleri olarak üstlerindeki Yin enerjisini tamamen gizleyebilirlerdi. Bu nedenle Lan Chui Han onların varlığını hissedemezdi. Fan Wu She’nin ve Xie Bi An’ın söylediklerini duymak ve hareketlerini izlemek onun için oldukça kafa karıştırıcıydı.

“Geçici Ölümsüz,” dedi Gündüz Devriyesi, ifadesi soğuk ve sesi sakindi, “Lord Cui yardım etmemiz için bizi buraya gönderdi.”

“Harika!” dedi Xie Bi An neşeyle, “Shizun’u gördünüz mü?”

“Mn, Cennet Efendisi şehre Qingfeng Kılıcı’nı çalmak için geldiğinizi biliyor.”

“Çalmak mı? Qingfeng Kılıcı Shizun’a aitti. Eşyaları alıp asıl sahibine vermek çalmak değildir,” diyerek onun dediklerini düzeltti Xie Bi An.

Gündüz Devriyesi’nin onunla bu saçma münakaşaya girmek istemediği gayet açıktı, “Qingfeng Kılıcı’nı bana verin.”

Lan Chui Han, Xie Bi An’ın önündeki boşluğa baktı, “Bi An, kiminle konuşuyorsun? Gündüz Devriyesi ve Gece Devriyesi olan tanrılarla mı?”

“Evet. Lan Dage, onlar Qingfeng Kılıcı’nı şehrin dışına çıkarabilirler.”

Fan Wu She dosdoğru bir şekilde araya girdi, “Shixiong, onlara güvenebilir miyiz?”

Xie Bi An yanıtladı, “Gündüz Devriyesi ve Gece Devriyesi, Lord Cui’nin astları. Yani tabii ki de güvenebiliriz.” Yalnızca bu da değildi; bu çift önceki hayatlarındaki günahlarının bedellerini ödemek ve beraber reenkarne olabilmek için yeraltı diyarında çalışıyorlardı. Yargıca ihanet etmeye asla cüret edemezlerdi. Fan Wu She’yi asıl şaşırtan şey, görevine kendisini adayan ve yeraltı kurallarına sıkıca bağlı olan Lord Cui’nin bu yeraltı generallerini göndererek yeryüzündeki çekişmelere karışmış olmasıydı. Bu yüzden bir kuşku duymuştu.

“Lord Cui, bunun artık sadece dünyevi bir mesele olmadığını söyledi.”

“Bu ne demek oluyor?”

“Lord Cui açıkça belirtmedi.”

Xie Bi An üstelemedi çünkü Cui Jue’nin vereceği herhangi bir kararın oldukça önemli olduğuna itibar ediyordu. Böylece Qingfeng Kılıcı’nı Gündüz Devriyesi’ne verdi.

“Peki ya biz?” dedi Lan Chui Han, “Bizim de hala buradan kaçmamız gerekiyor.”

“Hava karardıktan sonra, Gece Devriyesi kaçmanıza yardım edecek,” dedi Gündüz Devriyesi.

Gündüz Devriyesi hala derin bir uykuda olan Gece Devriyesi’ni geride bırakarak hemen oradan ayrıldı.

Fan Wu She bu hayalet çifti yalnızca Cennet Efendisi Sarayı’ndayken görmüştü. O bile geçmiş hayatlarında ne gibi günah işlemiş olduklarını merak etmeden edemiyordu, bu yüzden Xie Bi An’a sordu.

“Önceki hayatlarında biri prensesken diğeri bir muhafızmış. Gizlice birbirlerine aşık olmuşlar. Prenses komşu ülkenin imparatoruyla nişanlanmak zorunda kalmış ama evlilik arifesindeyken birlikte kaçmışlar. Komşu ülkenin tüm dünyaya egemen olma gibi bir emeli varmış, bu kaçışı askerlerini göndermek için bahane olarak kullanmış. Savaşta yüzbinlerce asker ve halk hayatını kaybederken, canlı kalanların da hayatları mahvolmuş. İkisi de öyle büyük suçluluk duyuyorlarmış ki, ülkeleri uğruna kendi canlarına kıymışlar.”

Lan Chui Han da araya girdi, “Sanki bununla ilgili tarih kitaplarında bir şeyler okumuştum. Beş yüz yıldan daha uzun bir süre önce Nanliang Hanedanlığı döneminde yaşanan bir hikaye miydi?”

“Evet,” diyerek iç çekti Xie Bi An, “Ölümlerinin ardından İmparator bu derin aşktan çok etkilenmiş. Ne yazık ki, kasten istemeseler de onların yüzünden sayısız insan katledilmiş. Böylece onları yeraltı diyarının generalleri yaparken aynı zamanda da cezalandırmış; biri gündüz devriye gezerken diğeri geceleri geziyor. Aynı günün içinde birbirlerini uyanık olarak görebildikleri yalnızca iki kısacık an var; gecenin gündüze, gündüzün de geceye dönüştüğü an. Beş yüz yıldır, bir gün birlikte reenkarne olabilmelerinin umuduyla günahlarının bedelini ödüyorlar.”

Bu sözlerin üzerine Lan Chui Han iç çekti, “Büyük İmparator Beiyin’in bu hareketinin hoşgörülü ve nazik mi yoksa zalimce mi olduğunu bilemiyorum.”

“Onlara göre hoşgörülü ve nazik,” dedi Xie Bi An, “Beş yüz yıl cehennemde acı çekmelerindense böyle cezalandırılmaları daha iyiydi. Ayrıca İmparator’un sayesinde reenkarne olsalar da birbirlerinden ayrılmayacaklar.”

“Ayrılmadıkları sürece, birbirlerine bakabildikleri o kısacık bir an bile çok kıymetli,” dedi Fan Wu She ve cümlesini bitirir bitirmez Xie Bi An’a doğru baktı.

Xie Bi An kalbinde bir sıcaklık hissetti. Fan Wu She’nin ona kendisini sonsuza dek seveceğini söylediğindeki kararlılığıyla, şu anda bunu söylerkenki kararlılığının aynı olduğunu düşündü. Böylesine derin bir sevgiyi nasıl kolayca sorgulayabilirdi ki? Zong Zi Heng’in anıları aralarındaki aşkı silemezdi.

Güneş battıktan sonra Gece Devriyesi gözlerini açtı. Hemen etrafına bakındı ama birden bir şeyi hatırladı. Ardından odadakilere sakin bir bakış attı, “Qingfeng Kılıcı’nı götürdü mü?”

Xie Bi An başını evet anlamında salladıktan sonra devam etti, “Gece Devriyesi, acaba üçümüzü şehirden nasıl çıkarmayı planladığınızı sorabilir miyim?”

“Shen Nong Kazanı açıldıktan sonra, Cangyu Sekti’nin efsuncuları gece gündüz Birinci Kale Qian’dan ocağa malzeme taşıyacaklar. Gece yarısına doğru buradan ayrılacaklar. Teslimattan sorumlu olan kıdemlinin bedenini ele geçirerek araya karışmanızı sağlayacağım.”

“Tamamdır.”

“Kıdemlinin bedenini çok uzun süre ele geçiremem. Birinci Kale Qian’dan ayrıldıktan sonra geldiğiniz yoldan geri dönün.”

Xie Bi An ellerini yumruk yaparak birleştirdi, “Çok teşekkürler, Gece Devriyesi.” Yüksek rütbeli bir efsuncunun bedenini ele geçirmesi Gece Devriyesi’nin efsun yeteneklerini kaybetmesine neden olabilirdi, bu yüzden Xie Bi An son derece minnettar hissediyordu.

Gece geç saatlere kadar dinlendiler. Gece Devriyesi, kapıdan birkaç erzak arabasının çıkarılışını kontrol ederken arabanın tekerleği aniden patladı ve yere yan yattı. Bazı kavunlar ve meyveler caddenin dört bir yanına yuvarlandı.

“Kıdemli” yüksek sesle bir azar çektikten sonra birkaç efsuncu meyveleri toplamaya koyuldu.

Xie Bi An ve diğerleri bu kaosu fırsat bilerek uzun zaman önce hazırlanmış olan ahşap kutuya girdiler ve Birinci Kale Qian’dan çıkmak üzere hazırlandılar.

Ahşap kutunun içindeyken hiçbir şeyi göremiyorlardı, bu yüzden efsun kullanarak diğer duyularını keskinleştirdiler. Ahşap kutunun içi giderek daha da sıcak oluyordu. Ahşap kutunun çatlaklarından bakarak havanın aydınlık olduğunu görüyorlardı, böylelikle Shen Nong Kazanı’na yaklaşmış olduklarını anlayabiliyorlardı.

“Durun,” dedi kıdemli, “Tuhaf bir ses duyuyorum. Arabaları kontrol edin.”

“Emredersiniz.”

İçlerinden biri fısıldadı, “Bugünün malzemeleri o kadar da ağır değildi ama neden tekerleklerde bu kadar baskı var ki….”

O konuşurken birkaç ağır şey yere düştü. Ortalık biraz sessizleştikten sonra biri ahşap kutuya birkaç kez tıkladı.

Üçü kutuyu iterek açtıktan sonra yere yuvarlandı. İçerideki bunaltıcı havadan kurtulduktan sonra derin derin nefes aldılar.

Xie Bi An ısının asıl geldiği yöne doğru döndü, uçsuz bucaksız göğün altında bir yanardağ geceyi ışıl ışıl aydınlatıyordu. Bu güçlü ilahi baskı bedenini titretiyor ve nefesini kesiyordu.

Gece Devriyesi anında onları uyardı, “Çabuk buradan gidin.”

Xie Bi An kendine geldi ve yere çömeldi, “Lan Dage, ben seni taşırım.” Kılıçla uçmaya cesaret edemiyorlardı, bu nedenle şafak sökmeden önce Altıncı Kale Kan’a geri dönerken yürümek zorundaydılar.

Fan Wu She hemen onların önüne geçti, “Ben taşırım.”

“Nereye kaçtığınızı zannediyorsunuz ―”

Öfkeli bir kükreme, rüzgarı delip geçen okların sesleriyle birbirine karıştı.

Fan Wu She arkasına dönerek buz okunu kılıcıyla kesti. Uyuşmuş olan kolunu sallarken, Cangyu Sekti’nin efsuncularıyla beraber peşlerinden gelen Yun Xiang Yi ve Hua Xiang Rong’a soğukça baktı.

SQC notu: Bir sonraki bölüm çok önemli anahtar bölümlerden biri olacak.


ÇN: Kitabın başına bu hanım kızlarımızın yuri çift olduklarını yazmış mıydım? Neyse official artları çıkınca eklerim…

5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x