Qi Meng Sheng, Shen Nong Kazanı’na bakmak için başını eğdi. Alevlerin ışığı ak saçlarına ve buz kristali bedenine yayılıyordu; tıpkı ateşin ve buzun tesadüfi karşılaşışı, ahenkle iç içe geçişi ve birbiriyle çarpışı gibiydi. Savaşın galibini kestirmek çok güçtü. Qi Meng Sheng konuşmaya başladı, “Bak, Shen Nong Kazanı uzun zamandır senin için hazır durumda. Alevleri tam kararında ve gerekli malzemeler de yeterli miktarda bulunuyor. Geriye bir tek altın özünün içine atılarak Mutlak İmparator’un arıtılması kaldı.” Yavaşça başını çevirdi. Bakışları soğuktu ve anlaşılması zor olan bir acıma hissi taşıyordu, “Ya sen ya da altın özün oraya girecek.”
Xie Bi An, korkusuzca Qi Meng Sheng’e baktı ve her bir kelimeyi vurguladı, “Gel, bakalım.”
Fan Wu She, Ting Mo’sunu çekerek Xie Bi An’ın önüne siper oldu. Yüreği mücadele doluydu. Önlerinde ölümcül bir durum vardı ve Qi Meng Sheng, durumu tersine çevirmesine müsaade etmeyecek kadar güçlüydü. Mutlak güç karşısında, hiçbir hile ayakta duramaz yahut saklanamazdı. Xie Bi An tehlikeler karşısında kendilerini kurtarmış olduğu için Fan Wu She’yi övse de şimdiye dek hiç böylesine ezici bir güçle karşı karşıya kalmamışlardı. Ona rakip olamazdı, şu anda o kadar güçlü değildi.
Şu anki efsun seviyesini göz önünde bulundurursa, Shanhe Sheji Haritası’nı kullanmadığı takdirde, hayatları tehlikede olacaktı. Ancak Shanhe Sheji Haritası çok uzaktaydı, oraya nasıl zamanında varabilirdi ki?
Ancak Xie Bi An nazikçe kılıcını uzaklaştırdı ve iki adım ileri attı, “Madem istediğin benim, o zaman Shidi’mi ve Lord Lan’ı bırak.” Onların Qi Meng Sheng’e rakip olamayacağının farkındaydı, bu yüzden üçünün birden orada ölmesine gerek yoktu.
Qi Meng Sheng soğukça cevapladı, “Hiçbiriniz bir yere gidemezsiniz.”
Xie Bi An’ın ayak bileği ansızın bir soğuklukla kaplandı. Şeffaf buz bedenine tırmanırken ve uzuvlarını dondururken şok içinde aşağı baktı; o anda tüm vücudu havaya doğru yükseldi.
Fan Wu She zıplayarak Xie Bi An’ı çekmek için uzandı, “Shixiong!”
Qi Meng Sheng elini salladığı anda Fan Wu She’ye ve Lan Chui Han’a doğru buz okları uçmaya başladı.
İkisi aciz bir şekilde kaçmaya çalıştılar, böyle güçlü bir saldırı karşısında ok yağmurundan kurtularak Xie Bi An’ı kurtarmaları mümkün değildi.
Xie Bi An, vücudunu saran buza karşı savaşmak için umutsuzca ruhani güçlerini serbest bıraktı. Lan Chui Han da bu şekilde buzdan tabutun içine düşmüştü ve Xie Bi An şu anda ne kadar çabalarsa çabalasın içinden çıkamıyordu. Soğuk iliklerine dek işliyor, bedeni giderek katılaşıyor ve zihni de bulanıklaşmaya başlıyordu.
“Daha önce de söyledim, direnmen nafile. Ya sadece altın özün girecek ya da sen altın özünle beraber ocağa gireceksin. Hayatta kalmayı seçmen senin yararına olur.”
Xie Bi An o kadar üşüyordu ki, soğuktan dişleri takırdıyordu. Titreyecek cevapladı, “Birazcık yüreğin varsa altın özümü çıkarmayı dene. Alamaman için kendi kalbimi kendim durduracağım!”
“Hayır, ölümünü seçmeye bile hakkın yok,” dedi Qi Meng Sheng ve acımasız bir ifadeyle avucunu kapattı.
Buz adeta Xie Bi An’ı katman katman saran bir koza gibiydi. Ona bakan herkes Xie Bi An’ın şu anda buzdan bir tabuta mühürlenmek üzere olduğunu anlayabilirdi.
Aniden, gökyüzünde büyük bir gök gürültüsü duyuldu. Bu ses insanları sanki bir kazanın içine atmış ve içinde kalpleri titreyene dek çeviriyormuş gibiydi; bunaltıcı ve sersemleticiydi.
Yukarı baktıklarında, gökyüzünün mavi mürekkeple yıkanmış gibi olduğunu gördüler. Fakat dikkatle incelediklerinde, gördükleri şeylerin yıldırım değil de bariyere saldıran sayısız tılsım olduğunu fark ettiler.
Hua Xiang Rong haykırdı, “Chidi Şehri’nin bariyeri!”
Qi Meng Sheng gözlerini kıstı, “Li Bu Yu sahiden de yaşlı ve işe yaramaz. Bariyeri ancak şimdi kırabildi.”
Bariyerde bir delik oluştu, sonra çıplak gözle görülebilen bir hızla büyüdü. Gök gürültüsü sesi yeniden çınladı fakat bu kez delici bir hızla ilerliyor ve kulakları neredeyse sağır ediyordu.
Yun Xiang Yi keskin bir şekilde kükredi, “Derhal kaçın!”
Efsuncular çaresizce kuş sürüsü gibi etrafa kaçışıyorlardı. Yıldırım Hazinesi’nin gücü hafife alınamazdı. Karın beyaz örtüsünün üzerinde küle dönmüş cesetler belirmeye başladı.
Hemen ardından gökten yoğun bir ruhani güç baskısı aşağı indi.
Qi Meng Sheng’in beti benzi attı ve aceleyle kenara çekildi.
Fan Wu She o esnada Xie Bi An’a yakalama fırsatını yakalasa da, Qi Meng Sheng ondan bir adım öndeydi ve çoktan Xie Bi An’ı kendisine doğru çekmişti.
Siyah bir gölge gürültülü bir patlamayla yere indi. Kar ve sis havaya yayılırken efsuncular bu gücün etkisiyle geriye doğru savruldular.
Kalabalık baktığında, soğuk keskin bir kılıcın yere saplanmış olduğunu gördü; bu, Qingfeng Kılıcı’ydı.
“Shi…zun…” diyerek seslendi Xie Bi An, buzla mühürlenmek üzere olduğu için dili katılaşmıştı ve bu yardım çağrısını yalnızca kendi duyabiliyordu. Ama Shizun’unun yine de onu duyabileceğini biliyordu.
Zhong Kui, Qingfeng Kılıcı’ndan hemen sonra yere indi. Ağırbaşlı yüzü, öfkeli görünmüyor; aksine güçlü görünüyordu. Binlerce kişilik orduya ve süvarilere rakip olabilecek kadar kendinden emindi. Qi Meng Sheng’e sertçe baktı, “Öğrencime yine zorbalık yapıyorsun demek. Bugün Qingfeng Kılıcı’nı kullanarak seni tahtalı köye biraz daha erken göndereceğim.”
Giderek daha çok efsuncu Chidi Şehri’ne doğru kılıçlarıyla uçuyordu. Li Bu Yu’nun cesur çağrısı tüm dünyanın oraya yığılmasını sağlamıştı. Chidi Şehri’nin işgal edildiği o gün, yalnızca savaşın başlangıcıydı.
Ancak Qi Meng Sheng çok sakin görünüyordu, tüm bu olanları zaten bekliyordu, “Yıldırım taşları şehir surlarını yıktığında, buradan kaçmak için insanların arasına karışmıştınız, değil mi? Aslında ocağı sonraki gün açmayı planlamıştım ama Birinci Kale Qian’ın Yang duvarları yıkıldığı an şehrin uzun süre dayanamayacağını fark ettim ve ocağı erkenden açtım. Neyse ki tam zamanında hazır oldu.”
“Tam zamanında mı?” dedi Li Bu Yu, kılıcıyla havada duruyordu. Elindeki Yıldırım Hazinesi hala kıvılcım saçarak parlıyordu, “Qi Meng Sheng, ölümün eşiğindesin ama hala hayallere kapılıyorsun.”
Qi Meng Sheng, Li Bu Yu’ya küçümseyerek baktı, “Li Bu Yu, asıl hayallere kapılan sensin. Görme yetini kaybetmek üzere olduğun için karşında olanı bile göremiyorsun.”
“Neyi göremiyormuşum?” dedi Li Bu Yu sertçe, “Bana iftira attın ve nifak tohumları ektin. Senin, şeytani bir efsuncunun sözlerine kim kulak asar ki?”
“Öğrencimi geri ver,” dedi Zhong Kui, Qingfeng Kılıcını yerden çıkardı ve Qi Meng Sheng’e doğrulttu, “Mutlak İmparator’u arıtamazsın ve bütün ölümsüz efsun dünyasıyla da boy ölçüşemezsin.”
“Ölümsüz efsun dünyası mı? Ölümsüz efsun dünyasını kim temsil ediyor? Ölümsüz İttifak mı?” dedi Qi Meng Sheng alaycı bir şekilde gülerek, “Yüz yıl öncesinde ölümsüz efsun dünyası Zong Klanı’na aitti. Ama şimdi hepiniz bu iki yüzlü adam Li Bu Yu’nun liderliğini takip ediyorsunuz. Zong Klanı yok edildi, buna rağmen hepiniz geçmişte yaşıyorsunuz.”
“Kes zırvalamayı!” diyerek sertçe kükredi Fan Wu She, “Onu serbest bırak!”
Gökyüzü beyaza dönerken, sabah ışığının ilk ışınları dünyanın ufkundaki karanlığı kırmak için mücadele etti ve yeryüzünü aydınlattı. Chidi Şehri’nin üstündeki ve altındaki insanların yoğun gölgeleri daha net bir şekilde parladı; bu, büyük bir savaşın habercisi gibiydi.
O anda, Qi Meng Sheng bir dizi kahkaha attı. Bu kahkaha o kadar korkutucuydu ki insanların sırtlarından aşağı bir ürperti inmesine neden olmuştu.
“Bu çok ender anlardan biri,” dedi Qi Meng Sheng alaycı bir tonla, “O yıl orada olan herkes neredeyse burada, o eski rüyayı yeniden canlandıralım burada madem.”
Zhong Kui dehşete düşmüş görünüyordu, “Ne demeye çalışıyorsun? Tam olarak neyin peşindesin?”
Qi Meng Sheng acımasızca gülümsedi, “Li Bu Yu ne zamandan beri Ölümsüz İttifak’ı, Ölümsüz İttifak da ne zamandan beri tüm ölümsüz efsun dünyasını temsil ediyor? Şeytani efsuncu olduğum gerekçesini kullanarak ölümsüz efsun dünyasına bana karşı savaşmaları için çağrıda bulundu. Açıkçası bugüne dek tek bir tane bile altın özü yemedim. Fakat benim aksime, o gururlu ve asil İttifak Lideriniz Li, İmparator Ning Hua’nın, yani Zong Ming He’nin altın özünü yememiş olsaydı, bugün burada olmayacaktı!”
Herkes sus pus olmuştu.
Qi Meng Sheng, Tai Dağı’ndayken Li Bu Yu’yu suçlamıştı, ancak Li Bu Yu’nun yüksek mevkisi yüzünden kimse onu sorgulamaya cüret edememişti. Yine de herkesin kalbine şüphe tohumları ekilmişti bir kere.
“İftira atıyorsun!” diyerek kükredi Li Bu Yu, “Qi Meng Sheng, sen bu neslin Ölümsüz Lord’larından birisin. Bir kanıtın olmadan üstüme çamur atmaya nasıl cüret edersin? Ortalığı karıştırarak paçayı yırtabileceğini mi zannediyorsun? O halde kulağını dört aç ve beni iyi dinle, ölümsüz efsun dünyası senin gibi bir iblisten kurtulacak ve yeniden huzura kavuşacak!”
“Kanıtım olmadan mı?” dedi Qi Meng Sheng ve bir kahkaha patlattı, “Bütün ölümsüz efsun dünyası bugün burada toplandığına göre, ben de size kanıtımı göstereceğim. O zaman geldiğinde, tüm bu insanlar kılıçlarını kime doğrultacak dersin?”
Li Bu Yu gizlice yumruğunu sıktı ve kalbinde uğursuz bir his yükseldi.
Altın Kaplı Yeşim Kitap bir kez daha Qi Meng Sheng’in avucunda belirdi. Ardından Zhong Kui’ye baktı, “Aslında, Cennet Efendisi’ne hep hayran olmuşumdur. Bu dünyada, gerçekten fedakar ve özverili olanlar çok azdır. Cennet Efendisi bunu tam iki kez yaptı; ilk olarak Doğu İmparatorunun Çanı’nı sundu, ikinci olarak da İmparator Kong Hua’nın reenkarnasyonunu koruyup gözetti.”
Bunu duyan herkes şoke oldu.
Fan Wu She, Qi Meng Sheng’in elindeki Altın Kaplı Yeşim Kitap’a baktı ve ne yapmaya çalıştığını hemen anladı. O anda, buzdan tabutun içindeki kendisiymiş gibi hissediyordu. Üstüne bir umutsuzluk çökmüş ve ölümün soğukluğuna kapılmıştı.
Li Bu Yu, beyaz bir sis tabakasıyla kaplı olan gözlerini kocaman açtı ve başını yavaşça çevirerek bedeni buzun içinde olan Xie Bi An’a baktı.
Xie Bi An’ın bilinci hala yerindeydi ama konuşamayacak kadar donmuştu. Kan dolaşımı çok yavaştı ve her an bayılacakmış gibiydi.
Rüzgar esmemesine rağmen Altın Kaplı Yeşim Kitap’ın sayfaları çevrilmeye başladı.
Fan Wu She, Qi Meng Sheng’e çılgınca saldırdı, “Hayır ― ― ― ― ―”
Hayır, hayır, hayır! Hatırlamamalı. Geçmiş hayatına ait olan hiçbir şeyi hatırlamamalı!
Altın Kaplı Yeşim Kitap, Xie Bi An’ın gözlerinin önünde belirdi.