Qi Meng Sheng, Zhong Kui’nin tehdidinden zerre korkmamıştı. Xie Bi An’a doğru döndü, “İmparator, Altın Kaplı Yeşim Kitap’ta tüm anılarını gördüğüne göre, gelip Li Bu Yu’nun İmparator Ning Hua’nın altın özünü yiyip yemediğini doğrulaman gerekiyor. Ayrıca altın özünü yemekle kalmayıp sırf Wuliang Sekti’ni bollukla ve zenginlikle kutsamak için İmparator Ning Hua’nın cesedini Tiangang Zengji Ruh Bağlama Rünü kullanarak Diancang Zirvesi’ne mühürledi. “
Xie Bi An, kendisine sertçe bakan Li Bu Yu’ya usulca bir bakış attı. Sisli gözleriyle uyumlu olan yaşlı yüzü, insanın aklına güneşi kapatan kara bulutları getirerek onu daha da kasvetli gösteriyordu.
Li Bu Yu’nun gözleri, bulanık görme olarak da bilinen ve yaşlılıktan kaynaklanan bir hastalıktan dolayı artık net göremiyordu. Gözlerinin üzeri sanki yıllar geçtikçe bir sis tabakasıyla örtülmüştü. Tamamen kör olmasa da, zaman geçtikçe bir şeyleri görmesi giderek güçleşiyordu. Li Bu Yu ölümsüz bir efsuncuydu, kalbi gözlerinden daha keskindi ve kılıcını hala büyük bir çeviklikle çekebiliyordu. Ama ne var ki diğer insanların yüzlerini göremiyordu.
Aslına bakılırsa, yüz yıl sonra bile, İmparator Kong Hua’nın olağanüstü görünümünü hala dün gibi hatırlıyordu.
Li Bu Yu şoke olmuştu ve sesi titriyordu, “Sen…gerçekten İmparator Kong Hua mısın?”
Yine de Xie Bi An hiçbir şey söylemedi. Yeni uyanmıştı ve geçmiş yaşamıyla şimdiki yaşamı birbirine karışmıştı; beyni tamamen karman çorman olmuştu.
Hatırlıyordu, her şeyi hatırlıyordu. O otuz yılın içine sığan tüm sevgiyi, nefreti, sevinci, kederi, tuzakları, ihanetleri, adaletsizlikleri, aşağılanmaları, acıları ve ızdırapları hatırlıyordu. Hatta hayatının son anlarındayken yaşadığı o hüznü ve çaresizliği bile daha demin deneyimlemiş gibiydi.
Cennetin Yolu dar ve yürümesi zor bir yoldu. Önceki hayatında onu umutsuzluğun pençesine atanlar hala önünde duruyordu ve karnındaki şeye olan hırsları da hale tazeydi.
Neden uyanmıştı ki? Kalbinde o insanlara ait hatırlanmaya değer bir şey kalmadığı için gitmeyi seçmişti ama her şeyi hatırlamak zorunda bırakılmıştı. O artık sadece Zong Zi Heng değil, aynı zamanda da bir evi, çiçekleri, özgürlüğü, Shizun’u ve Shidi’si olan Xie Bi An’dı. Bu hayatında, önceki hayatında kaçırdığı birçok şeyi telafi etmişti; tüm o güzel ve kutsal şeylere sahip olabilmişti. Artık ölmek istemiyordu.
Zong Zi Heng sonsuza dek yok olmalıydı. En iyisi geriye bir tek Xie Bi An’ın kalmasıydı.
Xie Bi An acı ve nefret hissediyordu. Ne Fan Wu She’ye ne de Li Bu Yu’ya bakmak istemiyordu. Ne yapacağını bilemez durumdaydı.
“Bi An!” diyerek bağırdı Zhong Kui, “Shizun’una bak.”
Xie Bi An, gözlerinde yaşlarla Zhong Kui’ye baktı. Gözleri dolu dolu olduğu için net bir şekilde göremiyordu ama Zhong Kui’nin ifadesini az çok tahmin edebiliyordu. Güven verici, bağışlayıcı ve sevgi dolu olmalıydı. Xie Bi An kaşlarını çatmıştı. Şu anki ifadesi aslında hep donuk bakan Zong Zi Heng’e aitti. Dudakları sıkıca büzülmüştü; bu da Xie Bi An’a aitti.
“Geçmiş hayatında kim olursan ol sen Zhong Kui’nin öğrencisisin,” dedi Zhong Kui dişlerini gıcırdatarak, “Shizun’un burada, sana kimse zarar veremeyecek.”
Xie Bi An’ın gözleri bir kez daha yaşlarla doldu ve akması için gözlerini kırpıştırdı. Şu anda ağlamak şöyle dursun, kendisine acımasının bile zamanı değildi. Önceki hayatında hiçbir şeyi kalmadığı için ölmeyi seçmişti, ama şimdi Shizun’u vardı; Bo Zhu vardı ve Lord Cui vardı. Artık bir evi, gerçek bir ailesi vardı. Bu insanları nasıl yüzüstü bırakabilirdi ki?
O anda, sakin ve ciddi İmparator Zong Zi Heng’e dönüştü. Soğuk bakışları yavaşça etrafı süzdü. Li Bu Yu’yu gördüğünde son derece nefret dolu hissetti ama yüzü donmuş olduğu için bunu gösteremiyordu. İkiyüzlü ve cani bir kötü adam olan Li Bu Yu, sadece tüm ailesine zarar vermekle kalmamış, kendisini öldü göstererek ona tuzak kurmuştu. Bugünkü aklı olsaydı onu gözünü bile kırpmadan öldürürdü.
Bakışları Fan Wu She’ye yöneldiğinde, kalbi binlerce parçaya dönmüşçesine ağrımaya başladı. İster önceki hayatta Zong Zi Xiao, isterse şimdiki hayatta Fan Wu She olsun, ruhunda çok derin yaralar açmıştı ve bu yaralar bir ömür geçse dahi iyileşmeyecek, hatta kabuk bağlamayacaktı. Bu adam onu aşağılamış, ölümüne sebep olmuştu ve kimliğini gizleyerek…en az hak eden kişiye tekrar güvenmesini sağlamıştı.
Xie Bi An’ın gözleri nefretle parlıyordu.
Fan Wu She’nin kalbi acıyla sıkıştı. Çok uzun zaman önceymiş gibi görünen ama bir o kadar da canlı olan o bakış, kılık değiştirip üç ölümsüz ruhunun ve yedi ölümlü formunun en derin kısmına hapsettiği iblisleri serbest bırakan uzun bir kılıç gibiydi.
Bu dünyada sadece Xie Bi An olsaydı, o da sadece hayatının geri kalanında Fan Wu She olmayı dilerdi. Ancak Zong Zi Heng geri dönmüştü, Dage’sı geri dönmüştü ve içindeki “Zong Zi Xiao”yu daha fazla gizleyemezdi.
Birkaç dakika içinde Xie Bi An’ın kalbinde korku, nefret, öfke belirmişti. Neredeyse aklını yitirmek üzereydi fakat Shizun’unun sesi sakinleşmesine yardım etmişti.
Hayatta kalmak istiyordu. Shizun’uyla beraber evine geri dönmek istiyordu.
Yani şu anda en önemli mesele Qi Meng Sheng’i mağlup etmekti.
Qi Meng Sheng, Li Bu Yu ile diğerlerinin arasına düşmanlık sokma amacıyla ona anılarını hatırlatmak için bu anı seçmişti. Rüzgar nereden eserse o yöne gidenler bu sayede Cangyu Sekti’ne katılarak Ölümsüz İttifak’a karşı savaşacaklardı. Bu savaşı muhtemelen ezici bir üstünlükle kazanacaktı. O yüzden ne olursa olsun bir an önce Qi Meng Sheng’i durdurmak zorundaydılar!
Xie Bi An ruhani güçlerini harekete geçirdi ve sessizce Zong Klanı’nın Kalp Tekniği’ni etkinleştirdi. İliklerine dek nüfuz eden bu tekniği önceki yaşamındaki gibi kullanamasa da, donmuş bedenine yine de güçlerini aktarabiliyordu.
Alçak bir kükremeyle, ruhani güç baskısı şiddetle patladı ve üstündeki buzdan katmanları parçaladı.
Xie Bi An yere düştü ve donan uzuvları yüzünden bir müddet hareket edemedi.
Qi Meng Sheng, Xie Bi An’a doğru atılarak onu aynı şekilde tuzağa düşürmeye çalıştı. O anda Fan Wu She de yerden kalkarak koştu ancak Zhong Kui daha hızlı davranmış, göz açıp kapayıncaya kadar Xie Bi An’ın yanında belirmişti. Ardından Qingfeng Kılıcı güçlü bir enerji yayarak, Qi Meng Sheng’i geri çekilmek zorunda bıraktı.
Zhong Kui, aceleyle Xie Bi An’ı yerden kaldırdı, “Nasıl hissediyorsun?”
Kan akışı hızlansın diye bedenine doğru ruhani güçlerini gönderen Xie Bi An bilincini yavaş yavaş geri kazanıyordu, “İyiyim, merak etme.”
“Wu She,” diyerek seslendi Zhong Kui, “Gelip Shixiong’unla ilgilen.”
Xie Bi An’ın vücudu yeniden gerildi. Fan Wu She’ye hiç bakmadan ayakta durmaya çalıştı, “Gerek yok. Ben gayet iyiyim.” O anda her şeyin farkındaydı ve zihni adeta selden dolayı patlamak üzere olan bir baraj gibi patlamaya hazırdı. Ama sakinliğini korumak zorundaydı. Li Bu Yu’nun sırrını düşündü, Fan Wu She’nin kimliği ortaya çıkmamalıydı. Eğer dünya, Yüce İblis Zong Zi Xiao’nun sadece reenkarne olmadığını, aynı zamanda Zhong Kui’nin öğrencisi olduğunu öğrenirse tüm ölümsüz efsun dünyası kontrolden çıkacaktı ve Qi Meng Sheng’in ekmeğine yağ sürülmüş olacaktı.
Fan Wu She yumruklarını sıktı ve mücadeleyle dolu gözleriyle Xie Bi An’ın arkasından baktı.
Qi Meng Sheng bu sonuçtan açıkça memnun kalmamıştı, “İmparator, herkesin annenin ve İmparator Ning Hua’nın nasıl öldüğünü öğrenmesini istemiyor musun? Sırf Li Bu Yu için, babanı öldürmüş olmanın suçluluğunu hala üstlenmek mi istiyorsun?!”
Fan Wu She donakaldı. Yani Zong Ming He’yi Zong Zi Heng değil de, Li Bu Yu mu öldürmüştü?! Li Bu Yu’nun Zong Ming He’nin altın özünü yemiş olduğunu öğrendiğinde, bu konuda zaten şüpheye düşmüştü. Sonuçta, altın özü kişi hayattayken alınmalıydı.
Fakat Zong Zi Heng, İmparator olan babasını öldürmenin suçunu neden kabul etmişti ki?
Kalabalığın uğultusunun ortasında Xie Bi An, Qi Meng Sheng’e sakince baktı, “Neden bahsettiğini bilmiyorum. Eğer Ölümsüz İttifak Li kötülük yaptıysa, gerçeklerden ve adaletin yargısından zaten saklanamaz.” Xie Bi An, Li Bu Yu’ya soğukça bir bakış attıktan sonra tekrar Qi Meng Sheng’e döndü, “Ama şu anda yanlış yola saparak, ayrım gözetmeksizin masumları öldüren ve altın özü yeme niyetinde olan tek şeytani efsuncu sensin.”
Li Bu Yu, Xie Bi An’a karmaşık gözlerle baktı ve gizlice rahat bir nefes verdi.
Qi Meng Sheng yüzünü buruşturdu, “Harika, fevkalade, Zong Zi Heng. Aşağılanmalara katlanmakta eline kime su dökemez nasıl olsa. Kesin kendinle gurur da duyuyorsundur, değil mi? Ama ne yazık ki kinlerini yok edemezsin. Bir aziz değilsin, ama kötü biri de olamazsın. Sen kimseyi, hatta kendisini bile koruyamayan asalağın tekisin.”
Xie Bi An’ın yeni yeni yüzünün rengi yerine geliyordu ama bunları duyunca tekrar beti benzi atmıştı. Sanki hayati bir bölgesinden bıçaklanmış gibi hissediyordu. Qi Meng Sheng’in sözleri kan akıtmadan kalbini delip geçmişti.
“Kötü insanlar, en azından kendi çıkarları için kötülük yaparlar. Ancak, aptal insanlar aptallıklarıyla hem kendilerine hem de başkalarına zarar verirler,” dedi Qi Meng Sheng, ardından elini uzattı, bir çift Buz ve Kar Yeşimi avuç içinde belirdi, “Hadi şu meseleyi halledelim.”
O anda Chidi Şehri’nin sekiz kalesindeki Cangyu Sekti efsuncuları ortaya çıktı. Li Bu Yu’nun kahramanca olan çağırısı sadece Ölümsüz İttifak’ı değil, dünyadaki tüm efsuncuların en az yarısının oraya gelmesini sağlamıştı.
Bu savaş Jiuzhou’yu sarsacaktı.
Ölümsüz sektlerin her biri saldırmaya başladı.
Zhong Kui, Qingfeng Kılıcı’nı çekerek efsunculara önderlik etti.
Li Bu Yu ise bir elinde Wuliang Kılıcı’nı diğerinde de Yıldırım Hazinesi’ni tutarak savaşa hazırdı.
Chunyang Sekti’nin vekil lideri olan Kıdemli Zhao Wen düşman hattının önüne geçme görevini üstlenmişti. Altın Oymalı Yeşim Zırh’ı çıkardı ve ruhani güçlerini serbest bırakırken üstüne giymeye çalıştı. Ancak çok geçmeden yüzünde tuhaf bir ifade beliriverdi.
Zhao Wen Altın Oymalı Yeşim Zırh’a tekrar bir bakış attıktan sonra yeniden ruhani güçlerini serbest bıraktı. Bedeni hala değişmemişti, “Neler, neler oluyor?”
Diğerleri de onun tuhaf göründüğünü fark etmişlerdi.
Qi Meng Sheng dudaklarını kenetledi ve ardından diğer elini açarak gülümsedi, “Zhao Wen, ne o? Yoksa bunu mu arıyorsun?” Muhteşem ve Altın Oymalı Yeşim Zırh onun elindeydi.
Chunyang Sekti’nin mensuplarının korkudan dili tutuldu.
“Altın Oymalı Yeşim Zırh! Nasıl onun eline geçmiş olabilir?!”
Zhao Wen’in gözleri fal taşı gibi açıldı. Önce kendi bedenindekine, akabinde de Qi Meng Sheng’in elindekine baktı, “”Sen… imkansız…” O gün Yun Xiang Yi ve Hua Xiang Rong, Yedi Yıldızlı Yaşamı Sürdürme Lambası’nı çalmışlardı ve Xu Zhi Nan da ölmüştü. Altın Oymalı Yeşim Zırhı da çaldıklarını nasıl olmuştu da kimse fark etmemişti?
“Siz, siz, siz, demek Chunyang Sekti’nin hazinesini çalmaya cüret ettiniz!” dedi kıdemlilerden biri, kontrolden çıkmış görünüyordu, “İblisler, hepiniz gebereceksiniz. Sürünerek öleceksiniz…”
Oradaki herkes gibi Xie Bi An’ın da üstüne bir umutsuzluk çökmüştü. Qi Meng Sheng’in buz kristaliyle kaplanan bedeni zaten rakipsizdi ama üstüne bir de Altın Oymalı Yeşim Zırhı da mı giyecekti?
ÇN: Qi Meng Sheng, seni sevmiyorum ama öte yandan hayranlık duyuyorum. Ayrıca danmei evreninde güçlü kadınlar yarattığı için yazarı gidip öpmek istiyorum…