İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 194. Bölüm

Wu Chang Jie 194. Bölüm

Zhao Wen hala inanmakta güçlük çekiyordu, “İmkânsız. Shizun inzivaya çekildikten sonra, Altın Oymalı Yeşim Zırh sektin hazine mahzenine yerleştirilmişti. Nasıl sahtesiyle değiştirilmiş olabilir?!”

“Uçan Tüy Elçileri Yedi Yıldızlı Yaşamı Sürdürme Lambası’nı çalabildiklerine göre Altın Oymalı Yeşim Zırhı da çalmaları gayet normal,” dedi Lan Chui Han, Zhao Wen’in beceriksizliği hiç hoşuna gitmemişti. Çocukluğunu Chunyang Sekti’nde geçirdiği için sekte karşı hala bir bağlılık duyuyordu. Fakat yüz yıldır sektin mensupları arasından hiç dahi bir efsuncu çıkmamıştı. Xu Zhi Nan’ın ölümünden sonra, öğrencisi olan Zhao Wen sekt liderliğine vekil olarak atanmıştı ama gücü kimseyi tatmin etmiyordu. Hatta sektin hazinesinin sahtesiyle değiştirildiğinden bile haberi yoktu. Ön cephedeyken kendini aptal yerine koymak; düşmanın hırsını arttırmak ve kendi gücünü söndürmek demekti.

Chunyang Sekti’ndekiler hem çok korkuyorlardı hem de çok gerginlerdi. Sektlerinin büyülü hazinesini düşmanın elinde görmek onlar için çok büyük bir aşağılanmaydı.

“Aynı şey değil, Yedi Yıldızlı Yaşamı Sürdürme Lambası hep Shizun’da duruyordu,” dedi Zhao Wen ve elindeki sahte zırha baktı, “Sektimin hazine mahzeni oldukça korumalıydı. Bu nasıl olabilir ki?”

Qi Meng Sheng, Zhao Wen’e baktı; bakışları küçümseyiciydi ve bir parça da öfke içeriyordu, “İşe yaramaz çöp parçası.” Bunları söyler söylemez Altın Oymalı Yeşim Zırh’ı kuşandı.

Zhong Kui yüksek sesle bağırdı, “Qi Meng Sheng, ruhani güçlerini ne kadar kullanırsan ölüme kadar yaklaşırsın. Aynı anda iki tane ilahi hazineyi kontrol etmek, kendi mezarını kazmak demektir.”

“Güçlerim tükenmeden hepinizi öldüreceğim,” dedi Qi Meng Sheng ve bedeni aniden biraz daha büyüdü. Vücudu buz kristalleriyle yarı yarıya kaynaşmış durumdaydı ve artık üstünde Altın Oymalı Yeşim Zırh vardı. O anda Chidi Şehri’ni devasa gölgesi altında saran ve dünyanın ufkunda beliren parlak, buzdan bir deve benziyordu.

Kalabalık başlarını kaldırarak önlerindeki dağı andıran devasa tehdide baktı.

“Şans eseri Chidi Şehri’nin bariyerini aştınız ama işiniz bitti artık.”

“Kimin işinin biteceğini göreceğiz,” dedi Zhong Kui ve Qingfeng Kılıcı’nı, Qi Meng Sheng’e doğrultarak keskin bir şekilde saldırıya geçti.

Qi Meng Sheng’in elinin bir dalgasıyla, gökten yağan yağmur gibi sayısız buz çivisi indi; güçlü ve geçilmesi zor bir ağ oluşturdu. Çiviler düşük rütbeli efsunculardan bazılarına saplandı; o anda Chidi Şehri’ni amansız haykırışlar ve çığlıklar sardı.

Xie Bi An duygularına hakim olmaya çalışırken kılıcını kavradı ve Cangyu Sekti’nin efsuncularına saldırdı. Şu anda olduğu yere yığılmak için sayısız nedeni olsa da, savaşması için tek bir sebep yeter de artardı bile.

O anda neredeyse tüm büyülü hazineler aynı anda ortaya çıkmıştı. Buz okları gökyüzünü adeta ele geçirmişti. Her iki tarafın da ruhani güçleri birbirine denk sayılırdı. Ruhani güç baskısı bir tsunami gibi tüm şehri kasıp kavurdu ve Chidi Şehri’ni katliamın çığlıklarının yükseldiği bir cehenneme çevirdi.

Xie Bi An düşmanla çarpışırken birkaç kez göğsündeki düşmanlığı sakinleştirmeye çalışarak şiddetle saldırdı. Savaş esnasında karşısındaki insanlarda kanı, korkuyu ve paniği gördü. Aniden kendine geldiğinde, farkında olmadan Qingfeng Kılıç Tekniği’ni değil, Zongxuan Kılıç Tekniği’ni kullandığını fark etti!

Zongxuan Kılıç Tekniği, acımasızlığı ve saldırganlığıyla bilinirdi. Karşılıklı hamle yapılmasına fırsat veren bir teknik asla değildi. Her hareket en ufak bir savunma içermiyor; kan görmeye ve can almaya odaklanıyordu. Kılıcı bir beyefendinin silahıydı ve itibarını yansıtırdı. Geleneksel ölümsüz sektler kılıç teknikleriyle ün kazanmayı severlerdi. Zong Klanı ölümsüz efsun dünyasına hükmediyor olmasaydı, aç kurtlar gibi saldırgan olan bu kılıç tekniği diğer sektler tarafından muhtemelen küçümsenirdi. Zong Klanı yıkıldıktan sonra Zongxuan Kılıç Tekniği’nin yasaklanmasının da en önemli nedenlerinden biri buydu.

Önceki hayatında da bu sebepten ötürü Zongxuan Kılıç Tekniği’nin kendisine uygun olmadığını düşünerek Junlan Kılıç Tekniği’ni yaratmıştı. Lakin Zongxuan Kılıç Tekniği’nin gücü kimse tarafından yadsınamazdı.

Xie Bi An, Pei Xue’sini tuttu ve kanlı zemine baktı. Bedeninin titremesine engel olamıyordu. Şu anki efsun seviyesi o zamankiyle asla kıyaslanamazdı ama bilinçsizce Zongxuan Kılıç Tekniği’ni kana susamış bir zevkle savaşmak için kullanırken sanki yüz yıl öncesine, Yüce İblis’le savaşan İmparator Zong olduğu zamanlara dönmüş gibi hissetmişti.

Ve bu büyük savaş, Zong Zi Xiao’nun yüz yıl önce ölümsüz efsun dünyası tarafından kuşatıldığı o savaştan çok daha büyüktü.

Yüz yıl olmuştu. Zong Zi Xiao veya Qi Meng Sheng olsun, altın özüne karşı olan açgözlülükleri bitmek tükenmek bilmemişti.

Xie Bi An kalbinde bir acı hissetti ve gözleri kızıl bir renge büründü. Bir yandan homurdanırken yüzüne doğru uçan buz okunu kesmek için kılıcını kullandı.

Zhong Kui ve Li Bu Yu tarafından yönlendirilen irili ufaklı tüm sektler Qi Meng Sheng’e hücum ediyorlardı.

Buzdan dev Qi Meng Sheng, Buz ve Kar Yeşimi ve Altın Oymalı Yeşim Zırh’ın da desteğiyle beraber üstüne gelen her darbeyi muazzam bir güçle savuşturuyordu. Pir seviyesinde olan ve yıllarını efsun çalışmaya adamış olan sekt liderleri bile onunla başa çıkamıyor, büyük yaralar alıyorlardı.

Altın Oymalı Yeşim Zırh aşırı derecede ruhani güç tüketiyordu. Xu Zhi Nan en güçlü döneminde giydiğinde en fazla bir tütsü yanma süresi dayanabilmişti. Ama o bir tütsü yanma süresinde bile ne Cennet ne de yeryüzündeki insanlar ona rakip olamıyorlardı. Hal böyleyken buz kristalleriyle güçlenen Qi Meng Sheng ruhani güçlerini sürekli yeniliyordu ama kendi bedenine de zarar veriyordu. Buna karşın tükenecek olan kişinin ilk o mu yoksa diğerleri mi olacağını kimse kestiremiyordu.

Yüz yıl önce Yüce İblis’i kuşatma savaşını deneyimleyenler maziyi ve bugünü karşılaştırmaktan kendilerini alamadılar ve neredeyse tıpatıp aynı olduklarını düşündüler. Zong Zi Xiao, Yin enerjisini emerek ruhani güce dönüştürmek için Xuanyuan Gizli Kutsal Tılsımı’nı kullanıyordu. Yin enerjisi ona sonsuz sayıda Yin askeri çağırma imkanı sunarken aynı zamanda da bedenini ve zihnini yavaş yavaş ele geçiriyordu. Zong Zi Heng onu durdurmak için intihar etmiş olmasaydı, büyük olasılıkla oradaki herkesi katledecekti. Fakat en sonunda Fengdu Bariyeri’ni parçaladıktan sonra yeraltı diyarıyla karşı karşıya kaldığında bedeni artık Yin enerjisini kaldıramadığı için ölmüştü.

Qi Meng Sheng ölümden yalnızca bir adım uzaklıktaydı ve nefes aldığı her saniye ölümsüz efsun dünyasından sayısız kişi ölmeye devam edecekti.

Zhong Kui’nin Qingfeng Kılıcı, Altın Oymalı Yeşim Zırh’ı deldi ve doğrudan Qi Meng Sheng’in buz kristali bedenini yaraladı. Yıldırım Hazinesi bir kez daha gökyüzünü aydınlattı ve bu darbe Qi Meng Sheng’in acı çekmesine neden oldu. Bu saldırı karşısında Qi Meng Sheng öfkeden deliye dönmüştü ve Chidi Şehri’nin dört bir yanına cesetler dağılıyordu.

Xie Bi An, başka bir saldırıyı daha savuştururken aniden kulağının yanında bir esinti hissetti. Arkasından buz okları geldiğini fark ettiği anda siyah bir gölge hızla atıldı ve okları kesti.

Xie Bi An kim olduğuna bakarken aynı anda Fan Wu She arkasına döndü. Savaş alanındaki kaosun ortasında, fark etmeden karşı karşıya gelmişlerdi. Sanki zaman durmuştu, etraflarındaki her şey durmuştu ve dünyada hareketli olan tek şey nefes alışverişleriydi.

Xie Bi An yüz yıl öncesini anımsadı. Hayatının son anlarında da böyle birbirlerine bakmışlardı. Zong Zi Xiao’nun gözyaşlarını silmeye çalışırken mırıldanan dudaklarına bakıyordu ama hiçbir şey duyamıyordu. Dünya tamamen sus pus olmuştu sanki. Hayatı gürültüyle doluydu ama sona ererken sessizce yitivermişti. Zong Zi Xiao’nun gözlerindeki kara ölüm aurasının yok olduğunu gördüğünde, Xiao Jiu’sunun kısa bir an da olsa geri geldiğini hissetmişti. Son nefesini verirken tek istediği Xiao Jiu’sunun söylediklerini duyabilmekti.

Sonunda anlamıştı. Ne kadar içtenlikle umut ederse etsin ve kendini ne kadar kandırmaya çalışırsa çalışsın, Xiao Jiu asla geri gelmeyecekti.

Fan Wu She ağzını açtı ve yumuşakça seslendi, “Asla hatırlamamalıydın.”

Xie Bi An ona kayıtsızca bakıyordu, “Bunca zaman beni hep kandırdın.”

Fan Wu She dişlerini gıcırdattı, “Eğer hatırlamasaydın, sana hep Xie Bi An’mışsın gibi davranırdım ve ben de Fan Wu She olmaya devam ederdim.”

“Fan Wu She diye biri yok,” dedi Xie Bi An, kalbi acıyla sızlıyordu, “Fan Wu She diye biri hiç var olmadı.” Hem Xiao Jiu’su hem de Shidi’si artık yoktu; sanki hiç var olmamışlar gibiydi ve geriye bir tek yanılsamaları kalmıştı. Shidi’si olacağını öğrendiği o andaki sevincini, Shidi’siyle birbirlerine nasıl aşık olduklarını, zorlukların üstünden birlikte gelişlerini dün gibi hatırlıyordu ama tüm bunlar sahteydi!

Fan Wu She onun yanına geldiğinde aklında ne tür düşünceler vardı ki? Geçmiş anıları tarafından sürekli işkence gördüğü için Shidi’sini Zong Zi Xiao’yla karıştıran ve bu sebepten dolayı kendini suçlayan Xie Bi An’a bakarken ne hissetmişti?

Ona karşı büyük bir kin beslemiş, onu her şekilde küçük düşürmüş, hatta altın özünü almak istemiş, reenkarne olduktan sonra bile gitmesine izin vermemiş, iki yıl boyunca yanında kendisini gizlemiş, adım adım tuzağa düşmesini sağlamış ve güvenini kazanmaya çalışmıştı. Neden bu kadar kötü niyetli ve acımasızdı ki?

“Hatırlamamalıydın,” diyerek tekrar mırıldandı Fan Wu She, “Asla hatırlamamalıydın.”

“Zong Zi Xiao, ne yapmak istersen iste,” dedi Xie Bi An ve kalbinin acısına katlanmaya çalıştı, ses tonu boğuktu, “Seni durduracağım.”

“Ben….”

Xie Bi An hiddetle arkasına döndü ve sinsice saldırmaya çalışan düşmanlarını geri püskürttü. Fan Wu She hala bir şeyler söylemek istiyormuş gibiydi. Xie Bi An’ın uzaklaşan sırtına ve sayıları fazlalaşan düşmanlarına bakınca pes etmek zorunda kaldı.

Güneş yükseldi; kadim kutsal ışık yeryüzünde parlayarak Shen Nong Kazanı’nın alevleriyle birleşti ve Chidi Şehri’ndeki kanlı savaş gözler önüne serildi.

Öldürme niyeti gökyüzünü sarstı. Yeryüzü kan ve et parçalarıyla doldu. Ölümsüz efsun dünyasında son yüz yıldır hiç böylesine büyük bir savaş olmamıştı.

Her ne kadar Qi Meng Sheng yara bere içinde kalmış ve hırpalanmış olsa da, hala Li Bu Yu ve Zhong Kui’ye karşı mücadele ediyordu. Saldırıları gözle görülür derecede zayıflamıştı.

Kimin zafer kazanacağı kimin mağlup olacağı belli olmadığından, savaş çıkmaza giriyor ve daha fazla insan bir hiç uğruna yitip gidiyordu.

Li Bu Yu nefesini tuttu ve bağırdı, “Cennet Efendisi, bu şeytani kadının iki üst düzey büyülü hazinesi var. Buz kristalleriyle birleşince Zong Zi Xiao’nun gücünden alta kalır yanı yok. Korkarım ki onu yenmenin tek yolu Doğu İmparatoru Çanı’nı çağırman.”

“Olmaz,” dedi Zhong Kui, gözlerinin çevresine sıçrayan kanı kabaca sildi ve dişlerini gıcırdattı, “Fengdu Bariyeri kırılır kırılmaz binlerce kötü ruh dünyaya akın eder.”

“Yeraltı diyarında binlerce Yin askeri ve generali var. Bu yüzden kısa bir süreliğine bariyeri açmak sorun olmayacaktır. Qi Meng Sheng’i durduramazsak dünya daha büyük bir felaketle yüzleşmek zorunda kalacak.”

“Bir tarafı korumaya çalışırken diğer tarafı yıkmanın ne manası var ki?” dedi Zhong Kui, bakışları tereddütsüzdü, “Doğu İmparatoru Çanı’nı asla kullanmayacağıma dair ant içtim.”

Li Bu Yu öfkeyle kükredi, “Şu anda ölüm kalım savaşı veriyoruz!”

Zhong Kui, Li Bu Yu’ya bakmamıştı bile, “Doğu İmparatoru Çanı asla yerinden oynatılmamalı. Daha fazla söylenecek bir şey yok.”

“Sen…..”

Qi Meng Sheng şiddetli bir soğuk buz büyüsü yaptı. Tüm savaş alanının sıcaklığı düştü, Shen Nong Kazanı’nın alevleri bile artık sıcaklık vermiyordu. Bu yenilmez saldırı, Cangyu Sekti mensuplarının savaşma ruhunu büyük ölçüde arttırdı ve herkes daha cesurca atılmaya başladı.

Savaş giderek düşmanın kontrolüne geçiyordu ve kılıçlarına binerek kaçmaya çalışanların sayıları da giderek artıyordu. Çünkü onlar yalnızca Cangyu Sekti’nden kalan hazinelerden kendi paylarını almak için oradaydılar. Qi Meng Sheng’in kaç kişiyi katlettiğini görünce kendilerinin de orada öleceklerinden ödleri kopmuştu.

“Cennet Efendisi, Doğu İmparatoru Çanı’nı çağırın!”

“Evet. Bu şeytani kadını yenebilecek tek şey Doğu İmparatoru Çanı!”

Sadece Li Bu Yu değil, diğer efsuncular da Zhong Kui’yi ikna etmeye çalışıyorlardı.

Zhong Kui sertçe kükredi, “Zinhar olmaz!”

Bu kaotik savaşın ortasında, buz grisi bir efsuncu cüppesi giyen, kusursuz bir görünüşe sahip olan bir adam aniden Shen Nong Kazanı’nın üzerinde belirdi.

Uzakta olduğu için yüzü net görülemiyordu ama yüzündeki maske kim olduğunu zaten açık ediyordu.

Qi Meng Sheng, Shen Nong Kazanı’na bakmak için başını çevirdi.

O anda Yun Zhong Jun’un Shen Nong Kazanı’na bir şey attığını gördü.

Qi Meng Sheng, “Ah Yun, ne yapmaya çalışıyorsun?!” diyerek kükredi ve sesi tüm Chidi Şehri’nde yankılandı.

Yun Zhong Jun’a bakan herkes afallayıp kaldı.

Sahiden de ne yapmaya çalışıyor olabilirdi ki?


5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x