İçeriğe geç
Home » Wu Chang Jie 195. Bölüm

Wu Chang Jie 195. Bölüm

Yun Zhong Jun, bilinmeyen nesneyi attıktan sonra, Shen Nong Kazanı’nın üzerinde bilinmeyen büyüler mırıldanmaya başladı. Görünüşe göre bir şeyi arıtmaya çalışıyordu.

O esnada Shen Nong Kazanı’ndan tam iki mil uzaklıktaydılar. Kavurucu sıcak hava dalgasını tenlerinde hissediyorlardı. Shen Nong Kazanı’nda alevleri dizginlemeye çalışan efsuncular bile yüksek ısıyı engellemek adına buz kristallerini kalkan olarak kullanmak zorunda kalmışlardı. Yun Zhong Jun soğuk buz büyüsü çalışan bir efsuncuydu, nasıl oluyordu da bu kavurucu sıcağa direnebiliyordu ki?

Alevlerin ışığı Qi Meng Sheng’in altın rengindeki şeytani gözlerine yansıyordu. O sırada, yaşlılıktan dolayı kaskatı kesilen yüzünde bariz bir panik vardı. Zaferden yalnızca bir adım uzaklıktaydı. Zhong Kui, Doğu İmparatoru Çanı’nı çağırmadığı sürece, ölümsüz efsun dünyası onunla baş edemezdi. Xie Bi An’ı Shen Nong Kazanı’na atarsa Mutlak İmparator’u arıtabilecekti.

Fakat şu anda Yun Zhong Jun, ocağı açmak için yaptığı tüm o özenli hazırlıkları kullanarak başka bir şeyi mi arıtıyordu?! Bu hareketin kaplanın inine girmekten hiçbir farkı yoktu.

Qi Meng Sheng öfkeyle kükredi ve Shen Nong Kazanı’na doğru aceleyle uçtu.

Ölümsüz efsun dünyası bu altın tepsiyle sunulan fırsatı nasıl geri tepebilirdi? Zhong Kui ve Li Bu Yu yolunu engellerken, diğer sektlerin liderleri ve kıdemlileri saldırıya geçti. Qi Meng Sheng’in altın özü arıtma şansını yok ettikleri sürece bu savaşı kazanmaları an meselesiydi!

Qi Meng Sheng, Zhong Kui ve diğerleriyle savaşırken haykırdı, “Uçan Tüy Elçileri nerede?!”

Yun Xiang Yi ve Hua Xiang Rong, buzdan kanatlarını çırparak Qi Meng Sheng’e doğru uçarken aynı anda yanıt verdiler, “Shizun, buradayız!”

Xie Bi An, Lan Chui Han ve Song Chun Gui neredeyse aynı anda engel olmak için atılmışlardı, lakin Cangyu Sekti’nin ok yağmuru tarafından yolları kesildi. İki kadın öylesine hızlıydı ki, göz açıp kapayıncaya kadar uçup gitmişlerdi.

O anda biri kılıcıyla atıldı ve boşluktan yararlanarak onların peşine düştü.

O kişi Fan Wu She’den bir başkası değildi.

Qi Meng Sheng şiddetle saldırdı; Yun Zhong Jun’u durdurmak için Zhong Kui ve diğerlerinden kurtulması şarttı. Savaşırken ilerlemeye gayret ediyordu ve Shen Nong Kazanı’na iyice yaklaşmıştı.

Yun Xiang Yi ve Hua Xiang Rong’un yaylarını çoktan çekmiş olduklarını ve Yun Zhong Jun’a nişan aldıklarını gördüler; ancak Shen Nong Kazanı’ndan yayılan kavurucu sıcaklığa dayanamadıkları için kanatları yavaşlamıştı.

“Neyin peşindesin?!” diyerek bağırdı Yun Xiang Yi, “Yun Zhong Jun, Shizun’a ihanet ettin. Cangyu Sekti’nin hainlere ne yaptığından haberin var mı?”

Yun Zhong Jun duymazdan geldi ve büyülü sözleri mırıldanmaya devam etti.

Buz okları aynı anda yaydan fırladı.

Yun Zhong Jun elini sallayarak buz oklarını savuşturdu ve iki kadına göz ucuyla bir bakış attı, “Beni durdurabileceğinizi mi zannediyorsunuz?”

“Yıllardır sekt liderliği için saman altından su yürütüyordun. Hala neler yapmış olduğunu tam anlamıyla bilmiyoruz bile. Cangyu Sekti’nin Da Shijie’si olarak sana haddini bildireceğim!”

Yun Xiang Yi ve Hua Xiang Rong, savaş düzeninden ayrılarak Yun Zhong Jun ile savaşmak için açılarını değiştirdiler. Buz okları yıldırım hızıyla yaydan fırladı. O anda Yun Zhong Jun’un büyüyü durdurmak ve onlarla savaşmaktan başka seçeneği kalmamıştı.

Fan Wu She, Shen Nong Kazanı’na doğru uçtu. Şiddetli ısı dalgaları sürekli olarak tenlerine akın ediyordu. Ruhani güçleriyle kendisini korumasına rağmen acıdan titriyordu. Kaldı ki, soğuk buz büyüleri çalışan üç efsuncunun bu ısıya maruz kalması onlar için daha zorlayıcıydı. Bu sebepten ötürü kesinlikle uzun süre dayanamazlardı.

Fan Wu She elini salladı ve Bieyanghong elinde belirdi. Aynı anda ruhani güçlerini de serbest bırakmıştı, görünüşe göre saldırıya tamamen hazırdı. Ardından Yun Zhong Jun’a bağırdı, “Ne yapmaya çalışıyorsun?!”

Xie Bi An, Fan Wu She’ye baktı. Ruh toplama zinciri bir ruh silahıydı ve hayaletlere karşı oldukça etkiliydi. Fan Wu She hala bu silaha alışkın değildi, bu yüzden nadiren kullanıyordu. Fan Wu She de Yun Zhong Jun’u durdurmak istiyor olabilir miydi? Xie Bi An aynı soruyu Fan Wu She’ye yöneltti, “Asıl sen ne yapmaya çalışıyorsun?”

Fan Wu She, Xie Bi An’a baktıktan sonra soğukça cevap verdi, “Anlamıyorsun, o…”

“Anlaşmamıza sadık kalıyorum,” dedi Yun Zhong Jun üzgünce, “Onları dizginlememe yardım etme niyetinde değil misin?”

“Anlaşma…” dedi Xie Bi An ve Fan Wu She’ye ölümcül bir bakış attı, “Aranızda ne tür bir anlaşma var?”

Lan Chui Han’ın ifadesi de son derece ciddiydi, “Uzun zamandır Fan Wu She’den şüpheleniyordum. Ne zaman aranızda gizli bir anlaşma yaptınız?!”

Fan Wu She onları görmezden gelerek sertçe bağırdı, “Ne yapmaya çalıştığını söyle bana. Önce kimliğini gizledin şimdi de plansız davranıyorsun. Eğer onu incitmeye cüret edersen…”

“Zırvalama!” diyerek onun sözünü kesti Yun Zhong Jun, “Hem geçmiş hayatında hem de şu anda bu adam seni güçsüzleştiriyor.” Bu sözler ağzından çıkar çıkmaz sanki biri sesini bedeninden ayırmış gibi kelimeleri yankı yaptı. Akabinde bedeni bir kuklaymış gibi olduğu yerde donakaldı. Belli ki bedeninden kopan şey yalnızca sesi değildi.

Önlerinde olup bitenlerden dolayı hayrete düşenler ne yazık ki Yun Xiang Yi’nin arkasında kırmızı bir bulutun belirdiğini fark edememişti.

Bir sesle beraber tıpkı suyun içine taş atıldığında suyun sıçrayışı gibi etrafa kan sıçradı.

Yun Xiang Yi arkasında bir rüzgar hissetti, ardından tüm bedeni uyuştu. Gözleri kocaman açıldı ve gözbebekleri titremeye başladı. Başını eğdiğinde solgun tenli bir kolun göğsünü deldiğini gördü. Tırnakları uzun ve keskin olan bir el, hala atmakta olan kırmızı bir kalbi tutuyordu.

Yun Xiang Yi’nin mizacı, Qi Meng Sheng’in gençliğindekine benziyordu; soğuk ve gururlu, sakin ve özgüvenliydi. Dünyada nadir görülebilecek bir güzelliğe sahipti. Her ne kadar Qi Meng Sheng kadar yetenekli olmasa da, yine de azımsanamayacak derecede güçlü sayılırdı. Ayrıca Qi Meng Sheng’in en güvendiği kişiydi. Parlak bir geleceğe sahipti ama ışıldayan gözlerinin feri oracıkta sönüvermişti.

Her şey kısacık bir anda olmuştu. Kalabalık kendine geldiğinde, Yun Xiang Yi’nin cansız bedeninin Shen Nong Kazanı’ndaki alevlerin içine atıldığını fark etti.

Trajik bir feryat göklere kadar yükseldi, “Shijie ― ― ―!!!”

Hua Xiang Rong, Yun Xiang Yi’nin düşen bedeninin peşinden bir ok gibi fırladı.

Qi Meng Sheng tüm bunları ürkütücü bir ifadeyle izliyordu.

Yun Xiang Yi’nin kalbini hala elinde tutan kişi şeytani bir güzelliğe, solgun bir tene, soğuk bakışlara ve kana susamış bir gülümsemeye sahipti; havada uçuşan kırmızı bir cüppe giyiyordu. Elinde atmakta olan kalp, hareketli bir oyuncak gibiydi ve kan, sanki ona yakışan en güzel makyajdı.

Kırmızılara bürünmüş hayalet Aç Hayalet Yolu’nda reenkarne olduktan sonra yeraltı diyarının on generalinden biri olmuştu. Dünyadaki insanlar onun resimlerini görmüş, hakkındaki efsaneleri duymuştu ancak gerçek görünüşü tüm çizimlerden bile daha ihtişamlıydı.

Hayalet Kralların Kralı, Kırmızı Giyimli Hayalet Kral ― Jiang Qu Lian.

Elindeki kalbe usulca baktı. Ardından dudakları açıldı ve onu zarafetle yuttu, “Mm, altmış yıllık efsun gücü, hiç fena değil.”

Dudakları kanın koyu kızıl rengiyle boyanmıştı. Sonsuz yanan alevler gibi kıpkırmızıydı.

Xie Bi An, Jiang Qu Lian’a sertçe baktı. Shen Nong Kazanı’nın alevleri bile kalbinin soğukluğuna çare olamazdı. Tüm ipuçlarını birleştirdiğinde, bu açıklanamayan gizemlerin tek bir yanıtı vardı.

Zhong Kui ciddi bir ifadeyle araya girdi, “Demek sahiden de sendin! Lord Cui seni bulmaları için Gündüz Devriyesi ve Gece Devriyesi’ni peşine takmıştı ama bir türlü suçüstü yakalayamamışlardı. Bu kez ölümlü diyarda çok uzun süre kaldığın için kendi kendini açık etmiştin. Fakat Chidi Şehri kilit altına alınmasaydı seni yakalayamazdım.”

Jiang Qu Lian’ın şeytani gözleri kalabalığı süzdü ve ardından alaycı bir şekilde güldü, “Cennet Efendisi’nin sözleri tepemi attırıyor. Zaten bunca zaman neye yeltensem sürekli engel oldun. Sen olmasaydın bu kadar beklemek zorunda kalmazdım. Mesela bu kuklaya sahip olmam bile kolay olmamıştı.”

“Kukla mı? Sen, benim Güney Miao Yeşim Kuklamı mı çaldın?”

“Aslında iki tane Güney Miao Yeşim Kuklası vardı. Uzun zaman önce bir tane bulmuştum ve ‘onu’ şekillendirmek için kullanmıştım,” dedi Jiang Qu Lian, ardından yanında kaskatı ve hareketsiz duran Yun Zhong Jun’a baktı, “Ama Cangyu Sekti’nde ‘o’ olarak çalıştığım soğuk buz tekniği, benim ateş tekniğimle çatışıyordu. Burada kalabilmek için ‘onu’ kullanamazdım bu yüzden başka bir kuklaya ihtiyacım vardı.” Sözlerini tamamladıktan sonra parmağının bir hareketiyle birlikte Yun Zhong Jun’un vücudu yok oldu ve avucunda küçük bir insan figürüne dönüştü.

“Demek Shizun’un kuklasını çalması için onu kullandın!” dedi Xie Bi An ve ardından öfkeyle Fan Wu She’yi işaret etti.

Kalabalığın gözleri tekrar Fan Wu She’ye yöneldi ve Zhong Kui’nin ifadesi de kasvetli bir hal aldı.

Fan Wu She gözlerini kıstı, “Jiang Qu Lian, tam olarak neyin peşindesin?”

“Dediğim gibi, anlaşmamıza sadık kalıyorum,” diyerek güldü Jiang Qu Lian, “Sırf Xuanyuan Gizli Kutsal Tılsımı’nı bulmak için reenkarne olmadın mı? Nerede olduğunu biliyorum.”

Kalabalık bu açıklama karşısında dehşete düştü.

“Sen, sen neden bahsediyorsun?” dedi Lan Chui Han, sesi titriyordu, “Sen Yun Zhong Jun değilsin ama…ama Kızıl Kral’sın. O halde peki, o kim?”

Jiang Qu Lian bir kahkaha patlattı, “Hala anlayamayacak kadar aptalsınız. Genç yaşına rağmen bu kadar güçlü, hatta iblis tayı Wuya’yı bile kontrol edebiliyor. Uzun zamandır yeraltı diyarına girmeyi planlıyordu. Cennet Efendisi Zhong’un öğrencisi oldu ve İmparator’un reenkarnasyonuyla yakınlaştı. Sizce kim olabilir?”

Kalabalığın içinden biri “İmkansız!” diyerek haykırdı.

Yüz yıl boyunca, ölümsüz efsun dünyasının Yüce İblis’e olan korkusu çocukluklarından beri kalplerine yerleşmişti. Hiç kimse bu ismi alenen anmaya bile cüret edemezdi. Lakin Yüce İblis Cehennem Yolu’nda reenkarne olmuştu ve asla yeniden doğamazdı. Onun dünyaya dönmesi nasıl mümkün olabilirdi ki?!

Jiang Qu Lian onların paniğe kapıldığını görünce kahkahalara boğuldu.

Fan Wu She kalabalığa karanlık bir bakış attı; yüzü ölümcül bir aurayla gerilmişti.

Sanki bu yakışıklı ve güzel genç adam her an binlerce Yin askerini çağırıp onların altın özünü alıp Jiang Qu Lian gibi yiyecekmiş gibi, kalabalık bilinçsizce geri çekildi.

Zhong Kui, Xie Bi An’a baktı, sesi hafifçe titriyordu, “Bi An, her şeyi hatırlıyor musun? O sahiden de…”

Xie Bi An, bir an için Zhong Kui’yle yüzleşmekten utanıyordu. Çünkü tüm bunlar onunla birlikte başlamıştı. Fan Wu She’ye kederle baktı, “Seni cehennemden kurtaran ve reenkarnasyon için gizlice İnsan Yolu’na gönderen Jiang Qu Lian’dı.”

“Evet,” dedi Fan Wu She derin bir tonla.

“Shizun’un Güney Miao Yeşim Kuklası’nı çalan da sendin.”

“Evet.”

“Bütün bunları ikiniz planlamıştınız. Chidi Şehri’nin duvarlarını yıldırım taşlarıyla havaya uçuran da sendin.”

“Chidi Şehri’ne ulaşana kadar onun dünyadaki bedeninin Yun Zhong Jun olduğunu bilmiyordum. Sizi kurtarmak ve Ölümsüz İttifak’ın Chidi Şehri’nin bariyerlerini aşmasını sağlamak için şehir surlarını havaya uçurdum.”

Sorduğu her soruyla beraber Xie Bi An’ın kalbine yeni bir yara ekleniyormuş gibiydi. İfadesi acıyla doluydu, “Reenkarne oldun, Shizun tarafından kabul edildin, benim Shidi’m oldun ve güvenimi kazandın. Tüm bunlar altın özümü almak için kurduğun planlarmış!”

“Hayır!” diyerek kükredi Fan Wu She, “Altın özünü istemiyorum. İstediğim şey Xuanyuan Gizli Kutsal Tılsımı.”

“Xuanyuan Gizli Kutsal Tılsımı’nı aldığında tarih tekerrür edecek,” dedi Xie Bi An, o anda büyük bir acıya boğulmuştu. Nefes aldıkça tüm bedeni tükeniyormuş gibiydi. Güçlükle de olsa yutkunup devam etti, “Zong Zi Xiao, reenkarne olmama rağmen beni rahat bırakmadın.”

Fan Wu She kalbindeki sızıyı bastırmak için mücadele ediyordu. Çaresiz bir duruma düşen kapana kısılmış bir canavar gibi, hırçınlığıyla korkusunu gizlemeye çalıştı, “Sonsuza dek seni bırakmayacağım. Nereye gidersen git, ister cennete, ister cehenneme ya da Huangquan’a, seni her zaman bulacağım.”

Qi Meng Sheng öfkeyle araya girdi, “Yeter! Bir avuç ucubeden ibaretsiniz. Xuanyuan Gizli Kutsal Tılsımı ya da Shanhe Sheji Haritası olmadan, Yüce İblis’in reenkarnasyonu yalnızca toy bir velet. Korkulacak ne var ki? Jiang Qu Lian, bir hayalet kral olarak dünyevi meselelere burnunu sokuyorsun. Büyük İmparator Beiyin tarafından cezalandırılmaktan ve ruhunun dağılmasından hiç korkmuyor musun?”

Jiang Qu Lian soğukça güldü, “Sonunu düşünseydim buraya kadar gelemezdim.”

“Benim emeklerimi berbat ettin, seni geberteceğim!” diyerek kükredi Qi Meng Sheng, o kadar öfkeliydi ki soğuk buz tekniğini serbest bırakmak yerine Jiang Qu Lian’a yumruğunu savurmuştu.

Devasa bir şekle büründükten sonra yumruğu neredeyse bir at arabasının büyüklüğüne ulaşmıştı ve bu büyük darbe kocaman bir kayanın yuvarlanarak fırtına yaratması gibiydi.

Jiang Qu Lian darbeyi engelledi, “Cennet Efendisi, madem işler bu raddeye geldi, önce bu şeytani kadını durdursak nasıl olur?”

Zhong Kui hareketsizce duruyordu, “Az önce Xuanyuan Gizli Kutsal Tılsımı’nın nerede olduğunu bildiğini söyledin. Tüm bunları niçin planladın ve Shen Nong Kazanı’na tam olarak ne attın?”

“Cennet Efendisi genellikle özensizdir, ama ne hikmetse dikkatli olacağın tuttu,” dedi Jiang Qu Lian, şaşırmış görünüyordu ve iki eliyle bir mühür oluşturarak vücudunun önünde kan kırmızısı renginde bir bariyer oluşturdu.

Qi Meng Sheng havaya devasa bir iblis kovma tılsımı çizdi. Bu iblis kovma tılsımı, efsuncuların öğrendiği ilk tılsımlardan biriydi ve saygın ailelerin çocukları daha beş-altı yaşlarındayken öğrenmiş olurdu. Ama aynı zamanda da iblislere karşı en etkili tılsım buydu.

İki güçlü tılsım birbirine çarparak patlayıcı bir ruhani güç baskısı yarattı ve temelleri sağlam olmayan efsuncular geriye doğru savruldu.

“Jiang Qu Lian,” dedi Zhong Kui ve ardından Qingfeng Kılıcı’nı doğrudan Jiang Qu Lian’a doğrulttu, “Amacın nedir?”

Jiang Qu Lian dudaklarına bir gülümseme yerleştirdi, “Doğru, Xuanyuan Gizli Kutsal Tılsımı’nın nerede olduğunu ve nasıl alacağımı biliyorum.” Daha sonra bakışları yüzü kül rengine dönmüş olan Zhong Kui’ye kaydı, “Dünya, Xuanyuan Gizli Kutsal Tılsımı’nın Büyük İmparator Beiyin tarafından Jiuyou’da bir yerde saklandığını biliyor. Ayrıca Cennet Efendisi Zhong’un dürüst ve özverili olduğu için Fengdu Bariyeri’ni korumak amacıyla Doğu İmparatoru Çanı’nı sunduğunu düşünüyorlar. Ancak Fengdu Bariyeri, Doğu İmparatoru Çanı’nın orada olmasının nedenlerinden yalnızca biri. Doğu İmparatoru Çanı’nın bir diğer görevi, Xuanyuan Gizli Kutsal Tılsımı’nı mühürlemektir ― ― ― ―”

Birdenbire Fan Wu She’nin gözleri fal taşı gibi açıldı.

Xie Bi An, Zhong Kui’ye baktı; söylediklerinin gerçek olduğu yüzünden okunuyordu.

Shizun’unun Doğu İmparatoru Çanı’nı böyle kriz anında bile asla çağırmayacağını söylemesine şaşmamalıydı. Bir iblisi engellemek için başka bir iblisi nasıl serbest bırakabilirdi ki?

Dünyadaki tüm efsuncuların Xuanyuan Gizli Kutsal Tılsımı’nı ördek sürüsü gibi takip etmesi şöyle dursun, Jiuyou’da bile, beş hayalet imparator bu ilahi silaha gözünü dikmişti. Ona sahip olan kişi yeraltı diyarına hükmedebilecek güce sahip olurdu.

Bu, Büyük İmparator Beiyin ve Zhong Kui’nin beraber buldukları en iyi yol olmalıydı; kadim bir ilahi silahı mühürlemek için başka bir kadim ilahi hazineyi kullanmak. Doğu İmparatoru Çanı orada olduğu sürece, Xuanyuan Gizli Kutsal Tılsımı asla gün ışığını göremeyecekti.

“Zong Zi Xiao, Xuanyuan Gizli Kutsal Tılsımı’nı alman için yıllardır sana yardım ediyorum. Bugün anlaşmamıza uyarak dileğimi yerine getirmelisin.”

Li Bu Yu şoke olmuştu, “Ne tür bir anlaşma içindesiniz?!”

Jiang Qu Lian kan kırmızısı rengindeki cüppesinin kolunu savurdu ve etrafa kırmızı bir sis yayıldı.

“Bu sis son derece zehirlidir ve illüzyona kapılmanıza neden olur. Ağzınızı ve burnunuzu kapatın!” diyerek bağırdı Zhong Kui.

Jiang Qu Lian arkasına döndü ve Shen Nong Kazanı’na doğru uçtu. Görkemli bir Yin enerjisi açığa çıktıktan sonra ocağın içine doğru akmaya başladı.

“Shen Nong Kazanı’na ne attığımı bilmek istiyor musunuz? Bu nesnenin adı Ateş, Ejderhasının, İncisi.”

Yüksek sesle bir büyü okudu ve bir “bam” sesiyle Shen Nong Kazanı’nın alevleri yukarı yükseldi. Uzun, yüksek sesli bir gürültünün ardından Shen Nong Kazanı Chidi Şehri’ne doğru lav ve ateş topları püskürtmeye başladı.

“Ateş, Ateş Ejderhasının İncisi…”

Efsuncuların gençken okumaları gereken kitaplardan biri olan “Jiuzhou’nun İblis Türleri”nde, kadim zamanlarda olduğu söylenen bir Ateş Ejderhası vardı. Alev alev yanan ateşten doğduğu, tabiatı gereği zalim olduğu ve her şeyi yakmaktan büyük bir keyif duyduğu, özellikle de yanan canlıların feryatlarından zevk aldığı rivayet edilirdi.

Ateş Ejderhasının İncisi, Ateş Ejderhasını doğuran ejderhanın yumurtasıydı.

Jiang Qu Lian, bir Ateş Ejderhasının doğmasını sağlamak için Shen Nong Kazanı’nı kullanmıştı!

Lav ve ateş toplarının püskürmesiyle Shen Nong Kazanı’ndan şeytani, kızıl renkli ve ejderha şeklini almış bir ateş sürünerek çıktı. Sanki kabuğundan yeni çıkmış, etrafına merakla bakan bir kuş yavrusu gibiydi. Güzel ve ürkütücü bir mavilikteki bir çift alev dışında, gövdesi kırmızı alevlerle yanıyordu. Efsanelere göre en sıcak alevlerin rengi mavi olurdu.

Jiang Qu Lian’ın kırmızı kıyafetleri havada uçuşuyordu. Kalın siyah saçları rüzgarda ve ateşte dalgalanıyordu. Görüntüsü insanların tüylerini diken diken ediyordu, “Cennet Efendisi Zhong, seni Doğu İmparatoru Çanı’nı çağırmak zorunda bırakmak için Qi Meng Sheng’e tüm yol boyunca yardım ettim. Ama sen çağırmadın ve beni buna mecbur ettin. Bu Ateş Ejderhası Shen Nong Kazanı’nda doğduğu için sıradan ejderhalardan yüz kat daha güçlü. Chidi Şehri’ndeki herkesi küle çevirecek ve Kunlun’dan Jiuzhou’ya kadar her yer ateş denizine dönecek.”

“Jiang Qu Lian!” diye bağırdı Zhong Kui, gözleri sanki yuvalarından çıkacakmış gibiydi, “Seni alçak ― ― ―”

Xie Bi An, Shen Nong Kazanı’ndan sürünerek çıkan devasa iblise baktı. O anda, dünyadaki pek çok şeyi deneyimlemiş olan İmparator Kong Hua’nın bile dizleri titriyordu.

Ateş Ejderhası nihayet kendine gelmiş gibi görünüyordu. Boynunu kaldırdı ve yüksek bir ses çıkardı, gördüklerinden memnun kalmış gibi bir hali vardı. Bu esnada lav ve ateş topları gökyüzüne doğru fışkırmaya ve Chidi Şehri’ne düşmeye devam ediyordu. Chidi Şehri’ndeki insanların çığlıkları gürültüden dolayı zar zor duyuluyordu.

Ateş Ejderhası Shen Nong Kazanı’ndan uçtu ve ağzından alevler fışkırırken havada vücudunu heyecanla hareket ettirdi. Ardından gökyüzünden kalabalığa merakla baktı.

“Cennet Efendisi Zhong, yüce gönüllü biridir. Nasıl buradaki insanları yüzüstü bırakabilir ki?” dedi Jiang Qu Lian ve vahşice güldü, “Derhal Doğu İmparatoru Çanı’nı çağır!”

“Ben, ben ölmek istemiyorum, yanarak ölmek istemiyorum.”

Efsuncular paniklemişlerdi. Birkaç kişi kılıçlarıyla kaçmaya çalışsa da Ateş Ejderhası’nın püskürttüğü alevler tarafından küle döndüler.

Ateş Ejderhası’nın bakışları yavaş yavaş Chidi Şehri’nin kalabalık olan kulelerine doğru yöneldi.


5 1 vote
Article Rating
Subscribe
Bildir
guest

0 Yorum
Eskiler
En Yeniler Beğenilenler
Inline Feedbacks
View all comments

You cannot copy content of this page

0
Would love your thoughts, please comment.x