“Kaçmamdan mı endişeleniyorsun? Kılıcım ve ruh silahım senin elinde. Kesinlikle geri döneceğim.”
“Lord Cui disiplin sahibi, adil ve özverili biri. Herkes onu tanıyor. Kırmızılara Bürünmüş Hayalet Kral’ı yakalamak için nasıl Yaşam ve Ölüm Kitabı’nı kullanabilir ki? Bu sadece senin temennin. İlaveten, o kabul etse bile ben istemiyorum,” dedi Qi Meng Sheng soğukça, “Hayatıma kaç yıl ekleyebilir? Birkaç yıl mı? On yıl daha mı? Benim için bu kadarı yeterli değil. Bedenimi buz kristalleriyle yeniden şekillendirebilirsem, sonsuza dek yaşayabilirim.”
Xie Bi An bu bahaneyle Qi Meng Sheng’i gafil avlayamayacağının pekala farkındaydı ama yalnızca Qi Meng Sheng’le anlaşabilirse bir sonraki hamlesine geçebilirdi, “Madem altın özümü istiyorsun, neden hala almadın? Beni esir tutarak Yüce İblis’e karşı tedbir almaya çalışıyorsun, değil mi?”
“Dediğim gibi, Gizli Kutsal Tılsım olmadan toy bir velet yalnızca,” dedi Qi Meng Sheng ve gözlerini kıstı, “Ama o Hayalet Kral’ın neler yapabileceğini kimse bilmiyor. Ona karşı tetikte olmalıyım.”
“Yıllardır senin yanındaydı ama ruhun bile duymadı,” diyerek onunla alay etti Xie Bi An, “Ayrıca onu sen yetiştirdin.”
“…..” Qi Meng Sheng konuşmadı ama kötü niyetli bakan gözleri anında öfkesini ele vermişti.
“Güvendiğin dağlara kar yağdı, hem sağ kolunu kaybettin hem de bütün çabaların boşa gitti. Senin için de epey zor olsa gerek.”
Qi Meng Sheng masaya şiddetle vurdu. Tüm ölümsüz efsun dünyasının düşmanı olmaktan çekinmediği bir dizi plan yapmıştı ancak nihai sonuca ulaşamamıştı. Bunun sebebi yanı başındaki insanların da ona ihanet etmiş olmasıydı. Bu tür bir hayal kırıklığını hazzetmek hiç de kolay değildi. Acıyla sarsılmıştı, utancı öfkeye dönüşürken kükredi, “Kes sesini! Onlar dikkatsiz olmasaydı, ben asla…”
Xie Bi An’ın gözlerinde bir şaşkınlık parıltısı belirdi, “Kimler dikkatsizdi?” Qi Meng Sheng kimden bahsediyordu? Yun Xiang Yi’yi kastediyor olabilir miydi?
Qi Meng Sheng soğukkanlılığını kaybettiğini fark ettiğinde derin bir nefes aldı ve buz gibi bir ifadeyle Xie Bi An’a baktı, “Beni kızdırmak İmparator’a bir çıkar sağlamaz. Kendine iyi bak.”
Sözlerini bitirdikten sonra oradan ayrılmak üzere ayağa kaldı.
“Qi Meng Sheng,” dedi Xie Bi An, “Bana mağarada söylediklerini hâlâ hatırlıyor musun?”
Qi Meng Sheng’in arkası dönüktü ve bu soruyu duyunca olduğu yerde duraksamıştı.
“Cheng Yan Zhi’yi kurtarmak için altın özümü istediğini söylemiştin.”
Qi Meng Sheng yavaşça başını çevirdi. Xie Bi An’a mı yoksa başka bir yere mi baktığı anlaşılmadığından gözlerindeki ifade belirsizdi.
“Demek ki Cheng Yan Zhi yalnızca bir bahaneymiş. Her şeyi kendi bencilliğin yüzünden yapıyorsun.”
“Cheng Yan Zhi yaşayan bir ölü. Mutlak İmparator ile onu kurtarmak büyük bir israf olur,” dedi Qi Meng Sheng soğukça, “Dünyada nadir bulunan, gerçekten yükselişe ulaşabilen en büyük gurur benim.”
“Öyleyse onun vücudunu korumanın ne yararı var ki?” dedi Xie Bi An, “Gerçek Cheng Yan Zhi’nin çoktan öldüğünü ve bu bedende uyuyan ruhun Xu Zhi Nan olduğunu zaten biliyor olmalısın.”
Bu kez bir süre sessiz kaldıktan sonra alaycı bir şekilde yanıt verme sırası Qi Meng Sheng’deydi, “Eski günlerin hatırına.”
“Demek eski günlerin hatırına, ne kadar da hoş,” diyerek soğukça homurdandı Xie Bi An, “İkisini de idare etmeye çalıştın ve sana olan sevgilerini kullandın. Uçan Tüy Elçileri’ne Luojinwu’ya girmelerini, Yedi Yıldızlı Yaşamı Sürdürme Lambası’nı çalmalarını ve Altın Oymalı Yeşim Zırh’ı sahtesiyle değiştirmelerini emrettin. Xu Zhi Nan’ın sana olan güvenini boşa çıkardın. Efsun yeteneklerin şöyle dursun, acımasızlığın ve hainliğin daha…”
Qi Meng Sheng olduğu yerde döndü ve buzdan bir el uzanıp Xie Bi An’ın boğazını sıktı.
Xie Bi An çenesini eğdi. Boynundan aşağıya doğru inen bakışlarında hafif bir ürperti belirdi. Oldukça rahatsız görünüyordu. Daha önce hiç insanların yarasına tuz basan türden biri olmamıştı ama Zong Zi Heng bunu yapabilirdi. Önceki yaşamındaki anıların yeniden canlanması ona yalnızca acı ve keder değil, soğukkanlılık da getirmişti.
Qi Meng Sheng elini çekti ve kapıyı çarpıp çıktı.
Xie Bi An acıyla uyuşmuş boynunu tutarak yere çömeldi.
Kaçabilmesinin bir yolu var mıydı? Kesinlikle olmalıydı. Düşünmeye başladı. Qi Meng Sheng dik başlı biri olduğundan, belki de şansını Hua Xiang Rong’dan yana kullanabilirdi.
―
Xie Bi An ruhani güçlerindeki mührü kaldırmak için tam bir gece çabalamıştı. Qi Meng Sheng’in yaptığı büyü o kadar da kolay bozulmasa da Zong Zi Heng bu konuda deneyimliydi.
Bir kabustan uyandıktan ve uzun süre Qi Meng Sheng’in ev hapsinde kaldıktan sonra, Xie Bi An ilk kez kaçma teşebbüsünde bulunacaktı.
Dışarıda güçlü bir rün ve bir sürü de muhafız vardı. Silahsız olduğu için fark edilmesi pek de şaşırtıcı değildi ama Hua Xiang Rong’u başarıyla kendisine çekmişti.
Hua Xiang Rong sonunda ondan intikam alma fırsatını yakalamıştı. Onu ciddi bir şekilde yaralamadan işkence etti ve kıyafetleri kana bulanana kadar patakladı.
Hua Xiang Rong, ondan ölümüne nefret ediyormuş gibi görünüyordu. Hatta öyle ki, çileden çıkmak üzere olduğunu fark eden muhafızlar onu uyarmak zorunda kalmışlardı. Ancak o zaman giderek şiddeti artan yumruklarını durdurdu ve o anda aniden kafasına taktığı başlık omuzlarına düştü.
Onu görenler afallayıp kaldılar. Kara bulutları andıran simsiyah saçları gitmişti, yerine kısacık saçlar kalmıştı.
Hua Xiang Rong panik içinde başını örttü ve Xie Bi An’ı odaya sürükleyerek kapıyı şiddetle çarptı.
Xie Bi An, vücudundaki yaraları ruhani güçleriyle iyileştirmeye çalışırken yerde yatıyordu. Neyse ki yaralarının çoğu yüzeyseldi ve çabucak iyileşecekti.
Hua Xiang Rong, Xie Bi An’a adım adım yürüdü ve bacağındaki yaraya ayağıyla bastı.
Xie Bi An’ın beti benzi atmıştı, dişlerini sıkarken acıyla boğuk bir şekilde bağırdı.
“Geçen sefer seni uyarmıştım. Kendini bir şey sanma,” diyerek alay etti Hua Xiang Rong, “Ne olmuş yani İmparator’un reenkarnasyonuysan? Ne olmuş Beyaz Ölümsüz’sen? Gunainai’nin eline düştüğün halde yaramazlık yapmaya cüret mi ediyorsun?”
ÇN: Gunainai büyük teyze demek, kendinden bahsediyor.
Xie Bi An derin bir nefes aldı, “Saçların Shen Nong Kazanı’nın alevleri yüzünden yandı, değil mi?”
Hua Xiang Rong’un gözleri uğursuz bir ifadeye büründü.
“Her şeyi gözden çıkarıp Shen Nong Kazanı’na atladın. Shijie’ni oradan çıkarabilseydin de, yalnızca cesedini çıkarmış olacaktın.”
“Sen eceline susamışsın!” diyerek kükredi Hua Xiang Rong, iki parmağını birleştirdi ve buzlar Xie Bi An’ın boğazına dayandı.
Xie Bi An sükûnetini koruyordu, “Shizun’un bile beni öldürmeye cesaret edemez.”
“O cesaret edemese de ben ederim,” dedi Hua Xiang Rong ve Xie Bi An’a üstten bir bakış attı, “Bu dünyayla ilgili artık hiçbir arzum kalmadı. Shijie, Shizun’a iyi bir evlat olmamı istememiş olsaydı seni hemen şimdi gebertirdim.” İfadesine bakıldığında gayet ciddi olduğu, onu sahiden de öldürmek istediği açıkça görülüyordu.
“Shijie’ne karşı gerçekten de derin bir sevgi besliyorsun, hatta Shizun’una duyduğundan daha çok.”
Hua Xiang Rong elini çekti, birkaç adım geri gitti ve soğuk bir şekilde cevapladı, “Beni sokaktan alıp bana bir yuva veren kişi Shijie’ydi. Bana efsun çalıştırdı, çünkü o zamanki yeteneklerimle Shizun beni öğrencisi olarak kabul etmezdi. Shizun’un beni öğrencisi olarak kabul edip Cangyu Sekti’nde yaşamama izin vermesi Shijie sayesindeydi.”
Xie Bi An acıya dayanmaya çalışarak ayağa kalktı ve sandalyeye oturdu. Artık lafı daha fazla dolandırmasının bir faydası yoktu, “Shijie’nin intikamını almak istiyor musun?”
Hua Xiang Rong, Xie Bi An’a dik dik baktı, “Shijie Kızıl Kral’ın ellerinde can verdi. Ama onun ölümünde hepinizin payı var. İntikam almak istiyorsam önce senden başlamam gerekmez mi?”
“Madem öyle, o halde intikam almaya ilk Shizun’undan başla,” dedi Xie Bi An, “Qi Meng Sheng doğru yoldan saparak dünyayı karşısına almasaydı, Shijie’n ölmüş olur muydu?”
Hua Xiang Rong’un kiraz dudakları hafifçe büzüldü. Çenesi gerildi ve hiçbir şey söylemedi.
“Aslında, Shijie’nin ölümünden en çok kimin sorumlu tutulması gerektiğini kalbinde biliyorsun.”
“Araya nifak tohumları ekmeye mi çalışıyorsun?” dedi Hua Xiang Rong ve ona kasvetle baktı, “İyi bir evlat olarak Shizun’a yardım edeceğime dair Shijie’me söz verdim. Senin iki yaşamının toplamı benim yaşım etmiyor. Sen giderken ben dönüyordum, kendini çok da akıllı sanma.”
“Yani, Shijie’nin intikamını almayacak mısın? Shizun’una ve sektine ihanet eden o Yun Zhong Jun, Shijie’nin kalbini söktü…”
“Kapa çeneni!” diyerek kükredi Hua Xiang Rong, yüzünde acı dolu bir ifade belirmişti, “O Yun Zhong Jun değil. Küçükken böyle biri değildi. Uzun zaman önce onda bir tuhaflık olduğunu sezmiştik ama onun yerine geçenin Kızıl Hayalet Kral olduğunu hiç tahmin edemedik. Elbette Shijie’nin intikamını almak istiyorum. Şu an yaşıyorsam tek sebebi onu kendi ellerimle parça pinçik edecek olmam!
“Sen Shijie’nin intikamını almak, bense Shizun’umun intikamını almak için Kızıl Kral’ı öldürmek istiyorum,” dedi Xie Bi An ve Hua Xiang Rong’a baktı, “Onu tek başına bulamazsın. O bir hayalet, insan değil. Bu yüzden yalnızca ben bulabilirim.”
Hua Xiang Rong sessiz kaldı.
“Qi Meng Sheng, Kızıl Kral ya da Yüce İblis’le yüzleşme niyetinde değil. Shijie’nin intikamını da almayacak. Onun tek istediği şey Mutlak İmparator’a sahip olmak. Beni öldürmedi ve altın özümü de almadı, sadece pazarlık kozu olarak esir tutuyor. Bu dünyada Shijie’nin ölümünü umursayan tek kişi sensin.”
“Ne yapmak istiyorsun?”
“Kaçmama yardım et,” dedi Xie Bi An kararlılıkla, “Kesinlikle Jiang Qu Lian’ı öldüreceğim. Yalnızca Shizun’un intikamını almak için değil, aynı zamanda bir yeraltı diyarı generali olarak haine cezasını vermek için.”
Hua Xiang Rong dişlerini sıktı ve yavaşça başını salladı, “İmkansız, Shizun’a ihanet etmeyeceğim. Shijie’me bir söz verdim.”
Sözlerini bitirdiğinde Xie Bi An’ın konuşmasına müsaade etmeden odadan çıktı.
O gidince Xie Bi An derin bir nefes aldı.